7 Mart

By meaworsy

3.5K 635 1.5K

"Treni görünce gözlerimi kapadım, o sırada büyük bir gürültü koptu. Gözlerimi açtığımda ise onu gördüm... Yer... More

Bölüm 1: Tren Işıkları
Bölüm 2: Bal Rengi Gözler
Bölüm 3: Aldatılma
Bölüm 4: Anılar
Bölüm 5: İtiraf
Bölüm 6: Tanışma
Bölüm 7: Şans
Bölüm 8: Hayal Kırıklıkları
Bölüm 9: Yanlış Anlaşılma
Bölüm 10: Gerçekleşen Hayaller
Bölüm 11: Alınan Kararlar
Bölüm 12: Hissetmek
Bölüm 13: Pizza
Bölüm 14: Hayatın Bulmacaları
Bölüm 15: Gerçeklerin Hissettirdikleri
Bölüm 17: İki Yaralı İnsan
Bölüm 18: İki Oyuncak
Bölüm 19: Karanlık Sokaklar
Bölüm 20: Sırılsıklam Aşık
Bölüm 21: Ne Zamandır Bendesin?
Bölüm 21:

Bölüm 16: Hayat ve Yaşam

123 20 54
By meaworsy

Hayat...
Bazen yalnız hissettirir, bazen ise sahip olduklarına şükrettirir. Bazen küfredersin ona, bazen ise iyi ki diye dua edersin. İnsanlar ne kadar iki yüzlüydü değil mi? Hayat onlara acı çektirdiğinde nefretlerini kusarlar fakat güzel şeyler yaşadıklarında teşekkür ederler.
Peki ben...
Ben ona karşı iki yüzlü değildim. Hayata hala nefretimi kusuyordum. Evet , hayatımda az da olsa kıymetli insanlar vardı, güzel şeyler yaşadım. Ona şükretmem gerekiyordu ama çektiğim acılar daha fazlaydı. O kadar acı doluydu ki hayatım, şükürlerim kapatmıyordu yaşananları. Bu yüzden hayatı affetmiyordum.
Kendi yaşadıklarımı es geçsem bile hayatın Sude'me yaşattıklarından sonra hayata nefretim bitemezdi.

"Anne! Çay neredeydi, bulamadım?" dedim beyaz boyanmış mutfak dolaplarını karıştırarak. Annem bazen mutfakta ki her şeyin yerini değiştirdiğinden dolayı aradıklarımı bulmam zor oluyordu.
"Sağdan ikinci dolapta! Şeker kavanozunun arkasında!" diye seslendi içeride kahvaltı masasını kurarken annem. Dediği yeri açtığımda hemen bulmuştum.

Daha dün yerini değiştirdiği şeylerin nerede olduğunu nasıl unutamıyordu?! Anneliğin özel gücü.

Çay kavanozunu alıp çayı demledim. Kapağını kapatıp kahvaltı masasına doğru yürüdüm. Annem masayı çoktan hazırlamıştı. Çaydanlığı demlenmesi için masanın kenarına bırakıp oturdum.

Yüzleri gülüyordu. Daha önce böyle mutlu olduklarını sadece yürüdüğümde görmüştüm. Yine benimle ilgili bir konuydu mutlulukları. Onlara haksızlık etmiştim. Dün eve geldiğimde sadece bir gün görmememe rağmen özlediğimi fark etmiştim. Odamı, resimlerimizi, en önemlisi onları. Annemi ve babamı...

"Sizin aranızda kan bağı yok ama kalp bağı var." demişti Sude. Haklıydı. Onlara ait olmadığıma rağmen hayatım boyunca hep beni onlara bağlayan bir bağ vardı. Onlara kızsam da küssem de dönüp dolaşıp yine geldiğim yer onların yanıydı. Şimdiden üniversite için onlardan ayrı başka bir şehirde yaşamak korkunç geliyordu.

"Hah, ekmekleri de dilimledim." diyerek mutfaktan elinde ekmek dilimlerinin olduğu bir sepetle yanımıza geldi babam.

"Benim babam bize bir su bile vermez. Babadan bir şey istemek ayıptır."

Öz aileme baktığımda üvey aileme şükrediyordum. Sude'nin anlattıklarını duyduğumda "İyi ki beni evlatlık vermişler." diye aklımdan geçirmedim değil. Bizim ailemizde neredeyse her iş dağıtılarak yapılırdı. Babamın sakarlıklarından dolayı annemin en az ve kolay işi ona verdiğini saymazsak tabii.

Sude ile biz kardeştik ama çok farklıydık.
Yaşadığımız aileler, gördüğümüz davranışlar, özgürlüklerimiz... Her şeyimiz farklıydı. Sadece acılarımız. İkimizinde acısı farklıydı fakat ikimizinki de sarılmayacak kadar kanıyordu.

Hani düştüğünüzde aldığınız yara zamanla o düşüşünüzü unutana kadar kabuk bağlar ya. Sonra siz tekrar kaldırırsınız o kabuğu, yara tekrar kanar. İşte Sude'de öyle yapmıştı. Kaç sene boyunca hiç kimseye haykıramadığı yaralarının anılarını unutmak tek çaresiydi. Ben karşısına çıktığımda ise o gün acılarının kabuğunu kaldırıp kanamasına izin verdi. İlk defa birine haykırdı düşüncelerini. Tekrar tekrar hatırladı zorla unuttuğu anılarını. Tekrar tekrar kanattı her anının yarasını. Benim içindi. Bana anlatmak için kanatmıştı. Şimdi ise benim için soyduğu yarayı tekrar sarmalıydım. O bana kalbini açmıştı, yarı yolda bırakamazdım.

Babamın elinden ekmeği alıp masaya koyunca çaylarımızı doldurup kahvaltıya başladık. Annemin hazırladığı sucuklu kaşarlı yumurtasından bir çatal ağzıma aldım. Gözlerimi kapatıp ağzımdaki yumurtayla aşk yaşar gibi yemeye başladım. Annemin yaptığı her yemeğe aşık olabilirdim.

"Mmh! Nasıl özlemişim. Ellerine sağlık Kraliçem!" dedim anneme hayali bir öpücük atarak.

"Afiyet olsun Prensesim!" diyerek gülümsedi annem.

"Bu durumda ben de Kral oluyorum o zaman? Benden habersiz kraliyet ailesi mi kurdunuz!" dedi babam ekmeğini ağzına atıp yapmacık bir sinirle.

"Evet sen bu evin kralısın. Şu asalete, şu boya posa bir bak! Sen kral olmayasın da kim olsun!" dedim babamı tiyatroda oynayan bir ünlüyü izler gibi hayranlıkla izlerken. Benim iltifatlarımla genleşerek güldü. Keyifle gülüşürken kahvaltılarımızı yaptık. Doyduktan sonra masayı toplayıp bulaşıkları makineye düzüp odama geçtim. Benden uzun olan kitaplığımın yanına gelip daha önceden yarım bıraktığım kitabı seçtim. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu.

Ayracın olduğu sayfayı açmamla okuduğum cümlenin karanlığına hapsoldum.

"...çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz."

Kitaba daldığımı gelen bildirim sesinden anladım. Ayağa kalkıp komodinin üzerine bıraktığım telefonumu alıp mesajlara baktım. Aptal indirim bildirimleri.

Telefonumu yerine bırakacakken aklıma gelenle gülümsedim ve Buğra'ya yazmak için mesajlara girdim. Sude ile buluştuğum gün ona haber vermeden gittiğim için telaşlanmıştı. Biraz haklıydı sanırım...
Biraz mı?
Tamam bayağı haklıydı. O da bana yapsa 2 yıl trip atardım.

"Buralarda bir yakışıklı bana kızgınmış sanırımmm?" Mesajı yazarken sırıtıyordum. Dışarıdan beni biri görse "Bak bak, kime cilve yapıyor acaba?" derdi. Fakat ben kızdığında çocuk gibi olan minik sevgilimin gönlünü almakla meşguldüm.

Minik mi? Çocuk 1.87 Mayıs! Küçülsün de cebine girsin.

İç sesimi susturup Buğra'dan gelen mesajı yine aynı sırıtmayla okudum. "Buralarda hem sana kızgın hem de yakışıklı birisi? Immm, aa benmişim."

"Beni affetmeniz için ne yapmalıyım YAKIŞIKLI VE BANA KIZGIN beyefendi?

"Gözlerin bile seni affetmemi tetikliyor." Gülümsedim. Giyinip yanına gitmek için ayağa kalktığımda unuttuğum şeyle yüzümü buruşturdum. Mezuniyete çok az kalmıştı ve Selin'e alışveriş için söz vermiştim! Nasıl unutabildim diye kendime kızarken kıyafet dolabımın yanına geldim. Göbek üstü koyu yeşil bir tişört ve altına her kombinime uyan dizi yırtık siyah pantolonumu giydim. Uzun, arada kahverengi tonlarının serpiştirildiği sarı saçlarımı açık bıraktım. Çantamı ve telefonumu alıp aşağıya ayakkabımı giymek için indim.

"Ben çıkıyorum!" dedim salona doğru bağırarak. İçeriden onay sesi gelince kapıyı açıp beyaz yüzümün temiz havayla çarpışmasına izin verdim. Bahçeden çıkıp evin önünde durdum. Bugün çok güzel bir gündü. Bir kaç gün sonra açıklanacak olan sınavımın heyecanıyla yatıp kalkıyordum. Puanlarımız açıklanacak ve ona göre gidip tercih yapacaktık. Taksi durağına geldiğimde çok beklemeden bir taksi geldi. Şoföre gideceğim adresi söyleyip camdan dışarıyı izlemeye başladım. Biraz sonra telefonum mesaj sesiyle titredi. Yazan Selin'di.

"Alışverişe gidecektik unutmadın umarım."

Yok canım, az önce hatırladım.

"Yok yok, unutmadım bu sefer. Yoldayım alışveriş merkezine geçiyorum." yazıp telefonumu çantama bıraktım. Kafamı gökyüzüne çevirip kafamdaki düşüncelerin konuşmasına izin verdim.

Bir kaç gün önce üvey olduğum öğrenmiştim. Belki de benim gibi böyle evlatlık olduğunu öğrenen çoğu insan gerçek anne babasını bulur, onlarla hasret giderirdi. Bende bunu yapmak isterdim. Daha fazla yıkılmamak isterdim. Fakat üst üste üvey olduğumu ve engelimden dolayı bırakıldığımı öğrenmiştim. Üvey aileme asla kızma hakkım yoktu. Çünkü beni engelime rağmen kabul etmiş, pes etmeden büyütmüşlerdi. Onlara kızmak yerine daha çok minnettar olmam gerekiyordu. Şu an tek nefret beslediğim öz annem ve babamdı. Belki de şükür etmeliydim, o ailede büyüseydim Sude gibi olacaktım. O evden kaçıp kurtulmak isteyen hayalleri yırtılıp atılan Sude gibi...

"Hanımefendi geldik."
Taksi şoförünün sesiyle düşüncelerimi sevgili gökyüzüne emanet edip arabadan indim. Alışveriş merkezinin önündeki kafede beni bekleyen Selin'in yanına gidip kendime bir soğuk kahve aldım. Bu sıcakta alışveriş yoracak gibi duruyordu. Soğuk kahve her zaman en iyi seçimdi. Geldiğim yolda trafik olduğundan olacak ki Selin benden önce gelmişti. Kahvemi aldıktan sonra beraber merkezdeki en güzel kıyafetlere sahip olan mağazaya kendimizi bıraktık.

"Şunu dene lütfen!" Elimdeki siyah mini askılı siyah elbiseyi ona doğru salladım. Siyah Selin'e çok yakışıyordu. Bu elbisenin de fiziğine tam uyacağını düşündüm. Baktığı elbiselerden bir kaç tanesini ve gösterdiğim elbiseyi alıp denemeye başladı.

Kuzenlerim Gökçen ve Gecem bana daha önceden hediye olarak mezuniyet elbisemi aldığından dolayı ben bakmıyordum. Hakkını yemeyeyim elbise çok güzeldi.

Biraz sonra kabinden dantelli uzun yırtmacı olan bordo bir elbiseyle çıktı.
"Ben beğenmedim bunu." deyip aynaya döndü. Aslında gayet güzel olmuştu fakat Selin beğenmedim diyorsa asla ikna olmazdı. Bu yüzden sessiz kaldım. Gösterdiğim bir kaç elbiseyi ve kendinin seçtiği elbiseleri deneyip beğenmedikten sonra ona gösterdiğim siyah elbiseyi giyip çıktı. Elbisenin güzelliğine hayran kalarak Selin'i izledim.

MUH-TE-ŞEM!

"Mayıs..." dedi Selin aynı hayranlıkla aynada kendine bakarken "Bu bayağı güzel!"

"Al bakayım, şu topuklu ayakkabıyı da giy altına." dedim oturduğum koltuktan kalkıp beğendiğim ayakkabıları ona uzattım. Kabinin içindeki minik pufa oturup denedi. Gerçekten de çok hoş olmuştu. Erkek olsam şu an Selin'e düşerdim!

"Mert'in yerinde olsam hemen nikahı basardım sana!" dedim kahkaha atarken. Selin elbiseyi satın alıp yanıma geldi.
"Sizi de göreceğiz küçük hanım. O elbiseyi sende düşünüyorum da aman Allah'ım!" dedi gözlerini kapatıp elini alnına koyarak.

"Ben Buğra'ya gideceğim. Sen ne yapacaksın?" dedim merkezden çıktığımızda.

"Yoruldum bayağı, eve geçip dinleneceğim." dedi saçlarını arkaya doğru atıp. Taksi durağına geldiğimizde vedalaşıp ayrı taksilere bindik. Buğra'ya kendimi affettirmem gerekiyordu. Hoş, affetmesi için bana ait olan bir çift okyanusun ona bakması yeterliydi. Gözlerim onun zaafıydı.

"Burada ineyim, kolay gelsin." Gülümseyerek taksiden inip marketin önüne geldim. Ne zaman Buğra'nın yanına gelsem Su'ya en sevdiği şekerlerden alıyordum. Bir keresinde Buğra'dan duymuştum.

"Annem ona hep renkli yuvarlak şekerlerden alırdı. Bu yüzden en sevdiği şey o."

Kendime verdiğim görevlerden birisi de, onlara anne eksikliği hissettirmemekti. Su'dan anne ilgimi esirgemiyor, Buğra'ya ise bir anne gibi davranıyordum. Buğra benim evrenimdi. Onda ayrı bir dünyam vardı benim. Sadece kendim olabildiğim, çocukluğumu yaşayabildiğim tek dünyam. Ben annesine benziyordum. Bu gerçeğin yükü çok ağırdı, bir o kadar da özel. Yıllar önce kaybettiği annesinin gözlerini bende bulmuştu.

Su'nun sevdiği şekerlerden alıp marketten çıktım ve eve doğru yürüdüm. Yüzümdeki gülümseme biraz sonra karşılaştığım kişiyle yok oldu. Öz annem.

Kaşlarımı çatıp iğrenircesine yüzüne baktım o ise bana mahçup bir şekilde. Konuşmak istemediğim için bir adım atıp yanından geçecekken kolumu tuttu.

"Mayıs bi' dinle-" Sözünü kestim.

"Neyi dinleyeceğim, söylesene? Beni nasıl öyle duygusuzca bıraktığınızı mı?"

"Gerçekten bırakmak istemedim ben seni. Baban zorladı kızım." dedi ağlamaklı bir şekilde. Fakat ben onları kendimde çoktan bitirmiştim. Gram acımıyordum, onların bana acımadığı gibi...

"Bana sakın kızım deme! Bir anne ne olursa olsun evladını bırakmaz. Üzgünüm hanımefendi, sen anneliği hak etmiyorsun." Kolumu bir çırpıda ellerinden kurtarıp yanından geçerek gittim. Gözyaşlarım akmak için direnirken Buğra'nın evinin önüne gelip derin bir nefes aldım.

Şimdi ağlamanın sırası değil Mayıs. İçeride mutlu etmen gereken iki kişi var.

Akan bir kaç damlayı silip kapıyı tıklattım. Kapıyı Buğra açtı.

"Bana cevap vermedin diye daha çok küsecektim halbuki." dedi sitemkar bir şekilde. Sırıtıp koluna girdim.

"Selin'e alışveriş sözüm vardı ona yetişmeye çalışırken sana yazmayı unutmuşum sevgilim. Affeder misin beni şimdi bir çift okyanus hatırına?" dedim kafamı kaldırıp gözlerine bakarak. Saçlarımdan öpüp gülümsedi. Bu affettiği anlamına geliyordu. Beraber içeriye geçtiğimizde Su mutsuz bir şekilde oyuncak bebekleriyle oynuyordu. Normalde beni heyecanla kapıda karşıladığından şimdiki durgunluğunu garipsemiştim. Hemen yanına oturup heyecanla ona baktım.

"Ne olmuş benim pamuk prensesime?" dedim nazikçe burnuna dokunarak. Masumca bir bana bir Buğra'ya baktı.

"Abim benimle oynamıyor."

"Ama güzelim sen de akşama kadar seninle oynayayım istiyorsun." dedi Buğra.

"Hadi asma o minik suratını, bak ben sana ne aldım!" dedim çantamdan şekerleri çıkarıp. Şekerleri görmesiyle sevinçle yerinde zıplamaya başladı.

"Teşekkür ederim Mayıs abla!" Ellerimden şekerleri alıp bana sarıldı. Minik bir kalbi mutlu etmek içimi huzurla doldurdu. Gözlerim doldu.

Annesi ona aldığında da böyle seviniyordu belkide.

Ben Su'yla oynarken Buğra ellerinde kahve dolu kupalarla yanıma geldi. Su'yun yanından kalkıp Buğra'nın çaprazındaki koltuğa oturup kahvelerden birini aldım.

"Tanıdığım en güçlü kadınsın Mayıs. Onca şey yaşadın fakat hemen pes etmeden ayağa kalkıp devam etmeyi başarıyorsun."

Burukça gülümsedim. Çok zordu, hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkmak.

"Zorundayım. Ayağa kalkmak zor da olsa zorundayım. En başta senin için. Bu dünya çok aptal, senin için buradayım sevgilim." dedim sol gözümden bir ıslaklık süzülürken.

"Üvey olduğunu öğrendiğinde çok korktum. Çok yıkıldın, ayağa kalkamayacağından korktum." Gülümseyerek devam etti. "Sonra senin çok güçlü olduğun aklıma geldi, kızdım kendime. 'Benim Mayıs'ım yıkılmaz' dedim."

Boynumdaki zarif papatya kolyeye dokundum. "Beni yıkmayan şey bu," Ağlamamak için çabalarken ona döndüm. "Annende güçlü bir kadındı. Her yıkılacak oluşumda bu kolyeyle ayağa kalkıyorum. Çünkü bu kolyede sen varsın, annen var. Beni güçlü yapan bu."

Elimdeki yarılanmış kahve kupasını önümüzdeki sehpaya bıraktım. Buğra ise annesinin özlemiyle gözlerini yerdeki halıya dikmiş kafasındaki tilkilerle savaşıyordu. Sustuğumu bile fark etmemişti belki de. Yerimden kalkıp yanındaki boş yere oturdum.

"Annem olsaydı eğer," Burnunu çekip arkasına yaslandı. Elini sıkıca sardım. Annesinden bahsetmek onun için vefatını tekrar tekrar yaşamaktı. "Aşkı senin kalbinde bulduğum için benimle gurur duyardı."

Dolan gözleriyle beraber gülümsedi. Ben ise bu sözün altındaki acıda ezildim. Bir an, sadece bir an annesinin yaşamasını istedim. Yaşayıp bizimle gülümsemesini, eskisi gibi Su'ya sevdiği şekerlerden almasını, Buğra'ya eşsiz sevgisini ömrü boyunca göstermesini istedim.

*
Gözyaşlarımı durduramazken eve yaklaşmıştım. Gözlerimdeki okyanuslar taşıyordu. Tutamıyordum, engel olamıyordum. Hale annenin ölümü, onu hiç tanımayan beni bile etkilemişti. O an Buğra'nın gücünü fark ettim.
Kendinden bile çok sevdiğin insanı kaybetmek... Korkunç bir kabus. Ben ki, onun tabiriyle en güçlü kadın, dayanamazdım böyle bir kayıba.

Neydi ki yaşam?
Doğarsın, değer verdiğin insanlar olur, onlara sıkı sıkıya bağlanmışken giderler. Bazen ölüme, bazen ise başkasına. İki türlü de yıkılırsın. Bu dünyada hiç bir şey iyi bir sonla bitmezdi. Yaşam ise; bizi acılarıyla sınayan bir savaştı.

Evin bahçesinde girdiğimde yüzümdeki ıslaklığı elimin tersiyle sildim. Burnumu çekip kapıyı çaldım. Biraz sonda güler yüzlü annem kapıyı açıp beni içeriye buyurdu.

"Oo neyin sevinci bu?" dedim çantamı tekli koltuklardan birine atıp kendimi başka bir koltuğa bırakırken. Babam ve annem ise sevinçle gülüyorlardı.

"Ev bulduk!" dedi babam sürpriz yaparcasına. Buradaki bütün anılarımı bırakıp gitmek hala bana zor geliyordu, sevinemedim. Tekrar konuyu açıp onların neşesini bozmak istemediğim için sevinmiş gibi yaptım.

Bizi olduğumuzdan farklı gösteren hep 'gibi'ler değil miydi zaten?

"Ee ne zaman taşınıyoruz?" dedim babam evin nerede olduğunuzu anlatınca. Buradan çok uzakta değildi yeni ev.

"Senin mezuniyetin olduktan sonra ama şimdiden eşyalarımızı toplamamız lazım." Annemle kafamızı aşağı yukarı sallayarak onayladık. Mezuniyete 2 gün vardı. Şimdiden çok heyecanlıydım.

Karnımın sesli bir şekilde guruldamasıyla ikiside bana döndü.

"Çok açım, yemekte ne var kraliçe?" dedim anneme yalvaran bakışlarımla. Bezelye dese şuracıkta bayılırdım herhalde.

"Yaklaş yaklaş," dedi annem bana doğru eğilirken. Gözlerimi kısıp ona uzandım.

"Lahmacun var desem?" dedi heyecanlı bir şekilde.

"Ciddi misin?" dedim alt dudağımı ısırarak.

"Çok."

Yerimden sevinçle kalkıp yerimde zıplayarak anneme öpücükler yağdırdım. Lahmacun. İşte buna sevinilirdi! Koşarak mutfağa gidip masayı kurdum.

Lahmacun bekletmeye gelmez!

Kırk yıldır açmışım gibi yedikten sonra odama çıktım. Yatağımın üstünde uyuyan Şans'ı sevip telefonumu elime aldım. Ojeli parmaklarımla Sude'ye bir mesaj yazdım.

Ard arda mesaj atmamalısın, ailesi kızabilir.

İç sesimi dinleyerek bir mesaj atıp bekledim.

"Nasılsın? Samet'ten ayrılacaksın değil mi? Biz yanındayız. Eğer korkuyorsan biz de yanında geliriz. Öyle birine daha katlanmak zorunda değilsin güzelim. Aşkı kimin kalbinde bulursan onunla olmalısın."

"Sizin yanınızda ayrılacağım. O ruh hastasıyla tek başıma kalmak istemiyorum. Mayıs, şu an derdim asla aşk değil. Şu ızdıraptan kurtulmak istiyorum sadece. Ayrıca bundan sonra aşkta kimseye güveneceğimi sanmıyorum."

"Belki de gözünün önündedir o kişi?"

"Anlamadım. Kim?"

"Batuhan. Okula geldiğin ilk günden beri seni seviyor. Sana çok değer veriyor Sude. Onu daha önce asla böyle görmedik."

"Anladım. Dediğim gibi şu an aşkı aramıyorum."

"Baban evde mi?"

"Hayır. Merak etme birazdan sonra kafası hoş bir şekilde gelir. Çalışmıyor zaten, benim çalıştığım paranın da yarısını içkiye veriyor."

"Az daha dayan. Seni yanıma alıp bir daha bırakmayacağım. Bu zamana kadar seni bulamadım, koruyamadım. Özür dilerim..."

Görüldü. Çevrimdışı.

"Sude, bir şey mi oldu?"

İletilmedi.
Sanırım telefon kendisinde değilken internetini kapatıyordu. Nereye gitmişti şimdi bu kız? Acaba babası mı gelmişti? Umarım bir şey olmaz. Lütfen...

"Mayıs, sonra konuşalım. Babam geldi, odama kilitledim kendimi. Uyumaya çalışacağım. Benim için endişelenme, iyiyim. İyi geceler."

Çevrimdışı.

Mesajı okuyunca donakalmıştım.
"Babam geldi, odama kilitlendim kendimi."
Cümleyi okudukça Sude'nin yaşadığı korkuyu hissediyordum. Dünyada Sude'den başka böyle yaşayan çocuklar vardı. Ve ben bu acı yaşamın sadece Sude'den ibaret olduğumu sanıyordum. Diğer insanlar ise böyle bir yaşamın varlığından bile habersizdi.

Continue Reading

You'll Also Like

79.8K 4.2K 32
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
89.5K 5.5K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.7M 61.5K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
331K 20.4K 43
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...