KARANLIK ŞEHİR

By gaslann

910K 35.4K 4.9K

Bir mafya hikayesi... YAYINLANMA TARİHİ: Şubat 2021 © HER HAKKI SAKLIDIR © More

❤❤
TANITIM
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM 'CEM'
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM 'HAKAN'
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM 'ALİ'
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM ♦ I. KİTAP SONU
'KAYIP I'
'KAYIP II'
79. BÖLÜM
80.BÖLÜM
81. Bölüm
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88.BÖLÜM
89. BÖLÜM

37. BÖLÜM

9K 369 43
By gaslann


Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

"Efendim Nil" dediğinde bakışlarımı yere çevirdim. Yerde bulduğum küçük bir taşı ayaklarımın altında ezerken, kulağım ondaydı. Aklım ve kalbim de. 

"Seni ilgilendiren bir durum olsa, zaten haberin olurdu!" dedi tok sesle. Sıkıntıyla bir nefes verip telefonu kapattığında bana baktığını hissettim. Ama ben ondan tarafa hiç dönmedim.

"Kutuya bakalım mı?" dedi. Sesi yumuşacıktı. Düşüncelerimden, içimde hissettiğim tarifsiz kırıklıktan sıyrıldım. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Bazen duygularını inanılmaz güzel saklayabiliyordu. Başımla onu onaylarken:

"Arabadaydı" deyip yaslandığım yerden ayrıldım. Hızlıca yan kapıyı açıp ön koltuğun üzerinde duran kutuyu aldım ve tekrar Hakan'ın yanına geldim. Henüz beş yaşındayken elime sıkıştırılan kutu bundan 20 yıl sonra tekrar ellerimdeydi. Sonunda içindekileri görecektim. Eksikti. Amcam çoğunu satmıştı ama bir mektup vardı içinde. Ve belki de babamın beni o yaşta şeytana bırakmasının da mantıklı bir açıklaması yazıyordu o mektupta. 

Derin bir nefes alıp kutunun klipsini kaldırdım. İçinden amcamın dediği gibi sadece bir mektup çıktı. Kırmızı kadife kumaşın üzerinde duran beyaz zarfı aldım.

Üzerinde 'Ezgi'me' yazıyordu. Zarfı açtıktan sonra çıkan kağıdın katını açıp okumaya başladım. Sesli bir şekilde okumaya başladım. 

"Güzel kızım;

Bu mektubu okuduğuna göre artık büyümüşsün. Büyüdüğüne kendi gözlerimle şahit olamadım. Seni zorlukların içine tek başına gönderiyorum kızım. Babanı sakın affetme. Hem kendin için, hem annen için, beni asla affetme.

Seni çok seven baban..."  bu kadardı. Çok severken, beni bir canavarın ellerine teslim eden babam. Sadece bir kaç cümle bırakıp gitmişti hayatımdan. 

"Ne bu şimdi" dedim okumam bittiğinde. Kaşlarım çatılmıştı. "Aradığımız hiçbir şey yok bu mektupta" dedim ve sinirle yere fırlattım. Ellerimi saçlarıma geçirip sıkıntıyla ofladım. Bunun için mi ben o kadar strese girmiş, görmek istemediğim yüzlerle karşılaşmıştım. 

"Baban sana yazmış!" dedi Hakan kınayan bir ifadeyle. Yere attığım mektubu alıp, özenle buruşmuş yerlerini düzeltti. Yaptıkları ve söyledikleri iyice sinirlendirmişti beni. Anlayışlı olacağı mı tutmuştu?

Histerik bir kahkaha attım. "Mektup yazmayla baba olunmuyor! " dedim sinirle. Ne biliyordu da beni yargılıyordu?

"Seni sevdiğini söylemiş, pişman olacağını bildiği halde bırakmış seni Ezgi. Mecbur kalmış olamaz mı?" diye sordu. Sinirle ona döndüm. Olamazdı. Her ne cehenneme gitmişse beni de götürmeliydi. Bıraktığı yerden daha iyi olurdu.

"Konumuz babam değil, anahtarla ilgili bir şeyler bulmak için geldik buraya. Anahtar yüzünden girdim bu kadar sıkıntıya. Duygu yüklü bir mektup umurumda değil." Dedim tiz çıkan sesimi yükselterek. Konu istemediğim yerde dönüp duruyordu. 

Bakışlarımı öfkeyle manzaraya çevirdim. İçimde kaynayan öfkemin taşmak için sadece bir damlaya ihtiyacı vardı. Ama taşması gereken kişi Hakan değildi. Belki de öfkemden nasibini alması gereken son kişi bile değildi.

"Ezgi"

Adımı ciddi bir şekilde söylediğinde gözlerimi sımsıkı kapattım. Yine bana tanımadığı babamı savunacaktı.

"EZGİ!"

Bu sefer bağırmıştı. Boş bulunup irkildim ve yavaşça bakışlarımı ona çevirdim. Elindeki mektubu yağmurdan sonra çıkan cılız güneşe tutmuş, ciddi bir şekilde inceliyordu.

"Ne var!" dedim sertçe.

Birden bana dönüp, çatık kaşlarının altından öyle bir baktı ki, istemsizce yutkundum. Fazla mı tepki vermiştim acaba. Bir şey dememişti sonuçta. Korkutuyordu beni. 

Bakışlarım biraz daha yumuşadığında o da gözlerini benden ayırdı ve elindeki kağıda bakarak konuşmaya başladı.

"Bu kağıt, normal kağıtlardan değil. Filigranlı kâğıt. Bak!" dedi ve parmağının ucuyla kağıtta bir noktayı gösterdi.

Kâğıdın gösterdiği kısımda arma gibi bir şekil vardı. Biraz daha dikkatli bakınca şeklin aslında bir yazı olduğu anlaşılıyordu. İyice Hakan'a yaklaşmış kâğıttaki olayı çözmeye çalışıyordum.

"Haklısın, burada bir yazı var" dedim heyecanla. Başını belli belirsiz salladı. 

"Çözmeye gidelim hadi" dediğinde bakışlarını kâğıttan bana çevirdi. Ben de kâğıda bakma amacıyla Hakan'a çok fazla yaklaşmıştım. Yüzlerimiz arasında sadece milimler kalmıştı. Burunlarımız birbirine değecekti neredeyse. Bu garip durumu ilk bozan o oldu. Hiç bir şekilde bana yaklaşmıyordu. Tesadüf eseri yaklaşsak bile ilk kaçan hep o olmuştu. İyi de yapıyordu. Ben yapamıyordum çünkü. Kalbime söz geçiremiyordum. 

Birden hareketlendi. "Hadi bin arabaya." dediğinde yaslandığım kaputtan ayrılıp onu takip ederek arabaya bindim.

"Nereye gideceğiz, nasıl çözeceğiz?" diye sorduğumda arabayla çoktan trafiğe karışmıştık.

"Bize yardım edecek bir tanıdığa." dediğinde fazla üstelemedim. Ona güveniyordum. Bir fikri olması, bana bir çözüm yolu göstermesi içimi rahatlatmıştı. Yalnız olmamak böyle bir şeydi.  

Uzunca bir yol gittikten sonra neredeyse Ankara dışına çıkmıştık. Arabayı eski bir evin önünde durdurduğunda, arabadan inmeden mümkün olduğu kadar çevreyi kontrol etmeye çalıştım. Terk edilmiş bir yerdi burası. Ev olması ve birilerinin burada yaşıyor olması imkansızdı. Ama vardı ve biz o eve gelmiştik. Ürkütücüydü. 

Endişeyle bakışlarımı Hakan'a çevirdim. Gayet sakindi. Yaptığı şeyden de gayet emin gözüküyordu. Arabayı park edip indiğinde, ben de onu takip ettim. Hakan önde ben arkada eve doğru yürüdük. Evin bakımsız bahçesinden geçip kapıya geldiğimizde Hakan kapıya beş kere farklı tonlarda vurdu. Şifre miydi?

Hayretle onu izlerken o ise ciddiyetle etrafı kolaçan ediyordu. Tehlikeli bir durum vardı da benim mi haberim yoktu? Kapının açılma sesi geldiğinde bu sefer yol vermesiyle ilk ben girdim eve. Gıcırdayan eski ahşap merdivenlerden yukarı çıktık.

Merdivenleri tam bitirmiştik ki karşıma dağınık kır saçlı, üstü başı kir içinde bir adam çıktığında, boş bulunup çığlık attım ve Hakan'ın kolundan tutarak arkasına geçtim. Görünüşü evsiz birine benzerken, birden karşıma çıkmasıyla iyice korkmuştum.

Adam benim hareketime alınmamış, üstüne kahkahalar atmaya başlamıştı. Hakan'da elini ensesine götürmüş, omzunun üzerinden bana bakarak gülümsüyordu. Yine yeri ve zamanı olmayan bir tepki vermiştim galiba. Hakan'ın rahat davranmasıyla, korkum kaybolmuştu. Sığındığım sırtından ayrılıp öne doğru adımladım.

"Korkma yenge, dostum ben" dedi kahkahalarının arasında. Yenge mi?

"Yok yanlış anladınız ben yen.." cümlemi tamamlayamamıştım. Çünkü Hakan elini belime yerleştirip beni kendine çekmiş ve konuşmaya başlamıştı.

"Korkar tabii yengen, kaç kere dedim şu tipini düzelt. Mağarada mı yaşıyorsun lan" dediğinde ağzım açık bir şekilde Hakan'ı izliyordum. Neden yengen demişti şimdi. Yengesi olmam için benim Hakan'la sevgili olmam gerekti, ya da nişanlı, evli? Off neden böyle dedi ki şimdi.

"Senin gibi bebek yüzlü değiliz oğlum biz, düzeltsek de işe yaramaz" deyip Hakan'ın yanına geldiğinde birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Aynı zamanda birbirlerinin sırtına vurmaya başladılar. İkisinden birinin ciğeri düşmeden de bırakmayacak gibiydiler.

Sarılma faslını kazasız belasız atlattıklarında karşımızdaki odaya doğru ilerledik. Hep önümden yürüyen Hakan nedense içeri girdiğimizden beri beni önünde yürütüyordu.

Koltuklara yerleştiğimizde Hakan tam yanıma oturmuştu. Buraya neden geldiğimizi bilmemekle birlikte, bu insanların kim olduklarını da merak ediyordum. Ama sormak için uygun bir an bulamadım. Sorsam bile Hakan'dan bir cevap alabilir miydim, bilmiyorum.

"Yengeç, nerede" diye sordu Hakan az önce sarıldığı adama. Konuştukları dil, bana yabancıydı sanki.

"İşinde gücünde, sen niye geldin" Kavga ediyor gibiydi bu sefer adamın ses tonu. Korkutucu bakışlara sahipti. 

"Çözülmesi gereken yazı var Kaya" dedi Hakan ciddiyetle ve avucunu açıp aban doğru uzattı. Hızlıca çantamdaki mektubu çıkarıp Hakan'a uzattım. Kağıdın üzerindeki şeklin şifresini çözecektik. Kağıdı elimden alırken bana göz kırptığında ağzım bir kere daha açıldı. Bu tanıdığım Hakan mıydı? Gerçekten yengeymişim gibi hissettiriyordu hareketleri. 

" Filigran. Zor değil ama çözmesi. Makine lazım. Boş mu?" dedi kağıdı adının Kaya olduğunu öğrendiğim adama uzatırken.

Kaya kağıdı bir süre inceledikten sonra yerinden kalkıp, başka bir odaya gittiğinde Hakan'da ayağa kalktı ve elimi tuttu. Beni de peşinden sürükleyerek Kaya'nın olduğu odaya girdik. El ele.

"Oda senin, takıl keyfine göre" deyip, önce Hakan'a daha sonra birleşmiş ellerimize bakan Kaya, imalı şekilde gülerek odadan çıktı. O çıkar çıkmaz Hakan hemen elimi bıraktı.

"Gerekliydi. Burada biraz sevgili gibi davranacağız " dediğinde sorgulamanın yeri olmadığını gözleriyle bana anlatıyordu. Sustum. Hakan ile sevgili olma oyunu o kadar da kötü bir şey olmasa gerekti. Ama sonra aklıma Nil geldi. Empati kurdum. Ne kadar Nil'i sevmemiş olsam da, böyle saçma yakınlıklar kuramazdım Hakan'la. Hoş değildi. Ayraca bu adamlar Nil'i bilmiyorlar mıydı? Bilmemeleri imkansızdı. 

"Nedenini merak ediyorum, ama burada sormayacağım." dedim. Kendime kızıyordum daha çok.

Hakan dediklerimi başıyla onaylayıp odada bulunan bilgisayarın başına geçti. Biraz vakit geçirdikten sonra bilgisayara bağlı makineye kağıdı yerleştirdi.

"Fotokopi mi çekeceksin" dedim. Çünkü bildiğin fotokopi makinesiydi bu.

Alayla güldü " Filigrandaki yazılar çok ince işlenmiş. Makine olmadan görmemiz imkansız. Bu makine filigrana yeterli ışığı verecek ve fotoğraf olarak bilgisayara aktaracak" diyerek uzunca bir açıklama yaptı.

Başımı anladım dercesine salladığımda ben de bilgisayarın yanına gidip dikkatle Hakan'ı izlemeye başladım. Yüzüme düşen sarı saç tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Birkaç kod yazıktan sonra makine çalışmaya başladı. Makine önce kağıdı içine çekti, sonra lazer ışıklarla filigranın üzerinde gidip gelmeye başladı. Yaklaşık beş dakika sonra bilgisayar ekranında filigranın tam şekli oluşmuştu bile. Hakan bu işleri nereden biliyordu? 

Ayaktayken ekrana doğru iyice yanaştım. Dolunay şeklindeydi filigran. Çizgi gibi görünüyordu ama dikkatli bakıldığında onların çizgi değil harfler olduğu anlaşılıyordu. Ve şimdi o harfler tamamen karşımdaydı.

"Yüzük, Esma, Sandık"

Hakan'la aynı anda birbirimize çevirdik bakışlarımızı ve  göz göze geldik. Bir şeyler anlayıp anlamadığımı, çözmeye çalışıyor gibiydi bakışları.

"Esma" diye mırıldandım. "Annemin adı" Elim hemen boynumdaki gümüş renkli zincire gitti. Ucundaki yüzüğü avucumun içine serdim. Annemin yüzüğü. Babamın o gece giderken boynuma astığı yüzük. Direkt kutuya koysa diğerleri gibi satılacaktı amcam tarafından.

"Babam, başıma gelecek her şeyi bilmesine rağmen, beni bıraktı." dedim dişlerimin arasından. "Onu asla affetmeyeceğim!" sesim bir mırıltı gibi dökülüyordu dudaklarımdan. Bana bunları yapan öz babamdı. Bile isteye beni şeytana emanet etmişti. 

"Ezgi" dedi yumuşak sesiyle. Bakışlarımı yüzükten ayırıp Hakan'ın kehribar tanelerine diktim. "Bulduk anahtarı" dediğinde asıl konuyu kaçırdığımı fark ettim. Babam umurumda bile değildi. 

"Anahtar annemin yüzüğü mü?" dedim anlamayarak. Kolay mıydı bu kadar? Çözmüş müydük? Kurtulacak mıydım bu saçmalıklardan?

"Evet, anahtar bu" dedi avucumdaki yüzüğü işaret edip. Onun da gözlerinin içi parlamaya başlamıştı. 

"Yüzük nasıl açar sandığı, nasıl anahtar olabilir ki?" dedim inatla. Anahtar dedikleri için bir anahtar bekliyordum gerçekten de.

"Dijital bir kilitse anahtar olarak her şey tanımlanabilir. Hem normal anahtar olsa, anahtarsız da açabilirlerdi değil mi?" diye sordu alayla. Neden bu kadar zekiydi? Ya da ben mi salaktım?

"Kendimi salak gibi hissediyorum." diye mırıldandım aklıma gelenle. Çevremde olup bitene yetişemiyordum. Beni aşıyordu bu olanlar. 

"Saçmalama. Sadece bu hayata alışkın değilsin. Alışma da zaten. Böyle daha güzelsin, hep uzak kal" dediğinde yutkunup gözlerinin derinlerine baktım. Ama o gözlerini benden kaçırdı. Hep böyle yapıyordu. Benden olabildiğince uzak kalmaya çalışıyordu ki, anahtarı bulduğumuza göre benden kurtulması da yakındı. 

"Gidelim o zaman" dedim bozulduğumu fark ettirmeden.

"Bekle, bilgisayardaki verileri silmem gerek" deyip tüm dikkatini bilgisayara verdi. Elimi bir an olsun boynumda asılı olan yüzükten çekemiyordum. Tüm bu olanların, mafyaların, karanlık işlerin babamla ne ilgisi vardı? Annemin yüzüğü neden anahtar olarak tanımlanmıştı. Bir şeyleri çözdüm diye sevinirken aslında daha derinlere battığım bir bataklıktaydım aslında. 

Hakan'ın "Tamamdır, hadi gidelim buradan" demesiyle düşünmelere bir ara verdim. Ayağa kalkıp yine elimi tutmuştu. Ne kadar ellerimi çekmek istesem de, yapmadım. Sadece bu binadan çıkana kadardı. Son kez.

Sıkı sıkı ellerimi tutarken, binadan çıkmak için merdivenleri iniyorduk.

"Nişanlın duymaz merak etme" diye bir ses geldi. Arkamıza baktığımızda az önce adının Kaya olduğunu öğrendiğim adamdı. Merdivenin başında durmuş sırıtarak Hakan'a bakıyordu. 

Hakan hiç bir cevap vermedi. Sadece elini havaya kaldırıp, selam verir gibi yaptıktan sonra önüne döndü ve yürümeye devam ettik.  

"Benden bahsediyordu" dedim sessizce. Bana da cevap vermedi. Arabanın yanına gelmiştik bile.  Rolümüz bitmişti. Sıkı sıkı tuttuğu elimi birden bıraktığında boşluğa düşmüş gibi hissettim kendimi. Alışmış olamazdı değil mi bedenim? Bu kadar kısa bir sürede. Açtığı kapıdan içeri girip oturduğumda, onunda arabaya binmesini bekledim.

Yerine oturup arabayı hareket ettirdiğinde işte şimdi dökülmenin zamanıydı. İçimde zorla tuttuğum duygularımı su üstüne çıkarmam gerekiyordu artık. Yorulmuştum. 

"Neden sevgili rolü yaptık" dedim bu sefer. En azından bir soruma cevap vermesi gerekiyordu. Afallamış bir yüzle bana bakıp tekrar dikkatini yola verdi. Hoşuma gitmediğini ona hissettirmem gerekiyordu. 

"Öyle gerekiyordu. O gördüğün adamların senin benimle olduğunu anlaması lazımdı. Yoksa mekânlarını ve yüzlerini gördüğün için seni öldürürlerdi!" dedi bir çırpıda.

"Kısacası bugün burada gördüklerini unut!" diye devam etti sert tonuyla. Onu sorguladığım için sinirlenmişti galiba.

"Kim ki bu adamlar?" diye sordum. Israr etmek işe yaramayacaktı belki ama denemek, bana her şeyi anlatsın istiyordum. 

"Sana unut diyorum. Sense fazlasını öğrenmeye çalışıyorsun. Bir daha görmeyeceğin insanlar. Görmemen gereken insanlar." Sesi arabanın içinde yankılandı. Avuç içlerini her kelimesinde direksiyona vuruyordu. Neden bu kadar sinirlenmişti şimdi? 

"Bir daha olmaz merak etme. Benimle sevgili rolü yapmak zorunda kalmazsın" dedi. Bu sefer ses tonu düşüktü ama acı çekiyor gibi konuşuyordu.

"Hatta" dedi son bir güçle. Bana asla bakmıyordu. Dikkati yolda da değildi.  

"Anahtarı o Serdar olacak adama ver, sonra bu karanlık dünyadan çık git" dedi. Bu kadardı. Yolun sonuna oldukça yaklaşmıştık. Her şey bitecekti yakında. 

"Tamam, gideceğimden emin olabilirsin. Kalmam için bir neden yok zaten" dedim. Kırılmıştım. Hatta paramparça olmuştum. Ama haklıydı. Yanlarında her ne kadar kalıcı olmak istesem de olmayacağını biliyordum. Onların yanında bana yer yoktu. Hiç bir tepki vermedi. Zaten diyeceğini demişti.

"İstanbul'a ne zaman döneceğiz" diye sordum. Aylin'i görmek istiyordum. En azından bunu yapabilirdi. 

"İşin varsa kalabiliriz" dediğinde rahatladım. Sesi tekrar eski ifadesiz tonuna bürünmüştü. Az önceki bağırışlarından ve öfkesinden eser yoktu. Yüzündeki sertlik her zamanki haliydi.

"Arkadaşım Aylin. Tanışmıştın. Onu görmek istiyorum" beklentiyle tüm yönümü ona çevirdim.

"Tamam, adresini söyle gidelim" dedi bıkkınlıkla. Adresi navigasyona yazıp, telefonu tutacağa taktım. Ve mavi gözlerim yüzünde asılı kaldı.

Tek cümlesi le mutlu ederken, başka bir cümlesiyle yıkıyordu beni. Beni çoğu şeyden koruyordu, ama bazen en çok kendi zarar veriyordu. Beynimle kalbimin sürekli savaş içinde olmasına neden oluyordu. Kalbim ve beynim arasında ateşkesi sağlayacak olan da kendisiydi. Tek bir hareketiyle her yarama derman olabilecek güçteydi. Aynı şekilde yeni yeni yaralar da açabilirdi. Derman olmayı mı seçecekti yoksa beni delik deşik etmeyi mi?

Asıl soru şu, her ne olursa olsun ben onu kabul edecek miydim? İç savaşımı mantığım mı kazanacaktı, yoksa kalbim mi? 

Arabanın sert fren sesi, beni düşüncelerimden sıyırırken, Hakan sinirle direksiyona vurdu. Ne olduğunu anlayamamıştım. Dudaklarından küfürler mırıldanırken emniyet kemerini çıkardı. Her hareketinden öfke saçılıyordu etrafa. Tam inecekken durup bana döndü. 

"İnme sakın arabadan" dedi uyaran ses tonuyla. Başımla onu onayladığımda, arabadan indi. Yolun ortasındaydık ve bir araba önümüze kırmıştı. Ali'nin beni İstanbul'a zorla götürdüğü gece geldi aklıma. Ankara'ya izinsiz giremezsiniz demişti adam Ali'ye. Bu da böyle bir şey miydi? 

O gece üzerimize kurşunlar yağdığı hatırıma gelince, ürperdim. Hakan tekti.  Neden korumasız geziyordu sürekli. Ne yapacaktı şimdi. Ben ne yapacaktım peki? 

Hakan tek eli cebinde gayet rahat bir şekilde duruyordu. Sinirlenmişti ama sinirini karşısındaki adama yansıtmamaya çalışıyordu. Bana sırtı dönükken, konuştuğu adam ise tam karşımdaydı. O gece gördüğüm adam değildi. Farklı birisiydi. 

Adamla birden bakışlarımız kesiştiğinde dizlerimin üzerindeki ellerimi yumuk yaptım. Hakan haklıydı. Bu hayata uygun değildim ben. Deli gibi korkuyordum. Bir an önce Hakan'ın gelmesini bekliyordum. İkimiz de yara almadan buradan gitmek istiyordum. 

Adam bana bakarak bir şeyler söylediğinde Hakan da hemen arkasını döndü. Göz göze geldik. Dudaklarını birbirine bastırdı. Çenesi kasılmıştı. Adam her ne demişse, bu hoşuna gitmemişti. Bana bakarken birden gözlerini kapattı. Derin nefes aldığını sertçe inip kalkan göğsünden anladım. Hiç iyi şeyler olmayacaktı.  

Ondan sonrası da zaten bir anda oldu. Bende ki bakışlarını karşısındaki adama çevirdiğinde, yakasından tutup kafa atması bir oldu. Ellerimi ağzıma götürüp çığlık attığımda, Hakan'ın karşısında üç kişi vardı. Üçüyle birden büyük bir kavgaya tutuşurken, arabadan inmeyi anca akıl edebildim. 

"Hakan" diye bağırdığımda, adamın birinin suratına dizini geçirmişti. Kırılma sesi kulaklarıma geldiğinde içim ezildi.  Üç kişi olmalarına rağmen, Hakan'la baş edemiyorlardı. Adamların her hamlesini geri püskürtüyor, kendi hamlelerini de yüzlerinde patlatıyordu. 

Ne yapacağımı bilemez halde endişeyle onları izlerken, arkamda bir araba durduğunu fark ettim ve hemen başımı çevirdim.  Arabadan maskeli bir adam indi. Yavaş adımlarla bana doğru yürüdüğünde sanki hipnoz olmuş gibiydim. Bağırmak istesem de sesim çıkmıyordu sanki.  

Hakan adamlarla uğraşırken, benim olduğum tarafı görmüyordu bile. Her şey bir anda oldu. Adamın üzerime atlayıp, boynumdaki zinciri koparması bir kaç saniye sürdü. Tekrar arabaya binip gözden kaybolması da. 

Hakan'ın kavgaya tutuştuğu adamlar da bir anda kaçmaya başladılar. Hakan onlara yetişemeden arabalarına binip son sürat gözden kayboldular. Hakan arkalarından küfür ederken ben olduğum yerde kalakalmıştım. 

Öfkeyle bir çığlık koptu boğazından. Beni henüz görmemişti. Arkasını döndü sonra. Bakışları beni bulduğunda kaşlarını çatıp sendeleyerek yanıma yürüdü. 

"İnme demiştim sana" dedi sertçe. Sonra devam etti. "Bir şey oldu mu?" 

"Yüzük" diyebildim sadece. Hakan'ın yüzüne boş boş bakıyordum. "Yüzüğü aldılar." 

Bölüm sonu...


Continue Reading

You'll Also Like

MAZHAROĞULLARI By niss

General Fiction

89.7K 7.8K 23
Aşiret + gerçek ailem kurgusu. Birçok klişenin toplamından meydana geliyor, istediğimiz de zaten klişeler değil mi? İrem yaşadığı şehri temsil etmiş...
14.1M 622K 61
GENEL KURGU #1 Babasından başka hiç kimsesi olmayan bir genç kız... 28 Yaşında hapishanede mahkûm bir adam... Ya bir gün olur da genç kızın babası da...
1.2M 66.6K 45
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 174K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...