İkinci Yaşam 1-2

Av amendoeira_

1.1M 115K 55.5K

| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu d... Mer

İkinci Yaşam -1-
İkinci Yaşam -2-
İkinci Yaşam -3-
İkinci Yaşam -4-
İkinci Yaşam -5-
İkinci Yaşam -6-
İkinci Yaşam -7-
İkinci Yaşam -8-
İkinci Yaşam -9-
İkinci Yaşam -10-
İkinci Yaşam -11-
İkinci Yaşam -12-
İkinci Yaşam -13-
İkinci Yaşam -14-
İkinci Yaşam -15-
İkinci Yaşam -16-
İkinci Yaşam -17-
İkinci Yaşam -18-
İkinci Yaşam -19-
İkinci Yaşam -20-
İkinci Yaşam -21-
İkinci Yaşam -22-
İkinci Yaşam -23-
İkinci Yaşam -24-
İkinci Yaşam -25-
İkinci Yaşam -26-
İkinci Yaşam -27-
İkinci Yaşam -28-
İkinci Yaşam -29-
İkinci Yaşam -30-
İkinci Yaşam -31-
İkinci Yaşam -32-
İkinci Yaşam -33-
İkinci Yaşam -34-
İkinci Yaşam -35-
İkinci Yaşam -36-
İkinci Yaşam -37-
İkinci Yaşam -38-
İkinci Yaşam -39-
İkinci Yaşam -40-
İkinci Yaşam -41-
İkinci Yaşam -42-
İkinci Yaşam -44-
İkinci Yaşam -45-
İkinci Yaşam -46-
İkinci Yaşam -47-
İkinci Yaşam -48-
İkinci Yaşam -49-
İkinci Yaşam -50-
Julian'ın Kararı - Ara Bölüm
İkinci Yaşam -51-
İkinci Yaşam -52-
İkinci Yaşam -53-
Final
Özel Bölüm
İkinci Kitap, Merak Ettikleriniz
Karakterler
İkinci Şans - Kim Bu Cassandra?
İkinci Şans -1 -
İkinci Şans -2-
İkinci Şans -3-
İkinci Şans -4-
Ölmedim Yaşıyorum
Özet
İkinci Şans -5-
İkinci Şans -6-
İkinci Şans -7-

İkinci Yaşam -43-

19.5K 2K 1.3K
Av amendoeira_

Oy verip satır arası yorum yapmayı unutmayın lütfen ♥️ İyi okumalar^^

Kana bulanmış eller...

Kinle dolu gözlerini bana çevirdi. Her zaman dümdüz olan kısa saçları kendi kanıyla yapış yapış olmuştu. Sertçe çenemi kanlı parmaklarıyla kavradı.

Nefesim içime kaçtı, Jane'in ellerinin altında titredim.

Gözlerindeki kin gitti, yerini ölü bakışlara bıraktı.

"Tüm suçlu sensin," dedi tırnaklarını çeneme geçirerek.

"Beni sen öldürdün!"

Yerimden sıçradım. Ani kalkışımla boynumdan bedenime yayılan acıyla suratımı ekşittim. İlk defa kabus görüşüm değildi. Her uykuya daldığımda Jane'in suçlayıcı bakışlarını görüyordum. Elimden geldiğince uyumamaya çalışıyordum ama Bensolius Krallığı'na olan uzun at yolculuğunda farkında olmadan kendimden geçmiştim muhtemelen. Sonuç yine aynıydı, kabuslar peşimi bırakmıyordu.

Karşımda oturan Ethan, boğuluyormuşum gibi nefes almaya çalıştığımı gördüğünde, oturduğu yerden hızla kalktı. Taşlarla kaplı yolda oldukça sallanan at arabasının içinde önümde diz çöktü. "Kabus mu gördün?" dedi gözleriyle suratımı incelerken. Titreyen ellerimi kavramış ve sıkıca tutmuştu.

"Ben..." diyerek nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Yüzündeki bakıştan endişeli gibi gözüküyordu ama emin olamıyordum. Onun hislerini çözmeye çalışmak her zaman benim için zordu.

Titreyen dudaklarımı yalayarak kavradığı ellerime çevirdim bakışlarımı. "Evet. O günden beri doğru düzgün uyuyamıyorum." Zorlukla konuştuğumda nazik parmaklarıyla çenemi kaldırdı. Bu hareketiyle gözlerimiz kenetlendi.

"Özür dilerim, uyurken oldukça rahatsız görünüyordun ama yorgun olduğunu bildiğimden seni kaldırmak istemedim."

Yaptığının yanlış olmadığını kastederek başımı iki yana salladım, böylece çenemdeki eli düştü. "Yanlış bir şey yapmadın. Günlerdir kendimi uyumamak için kasıyordum. En azından, festivalden önce biraz da olsa dinlenmiş oldum."

Sallanan arabada bir an koltuktan düşecek gibi oldum. Karşımda oturan Ethan, omuzlarımdan tutarak bunun olmasını engelledi. Öğle vakti olmuştu, birkaç gündür yoldaydık. Eski zamanlarda yolculuk etmenin ne kadar yorucu olduğunu bu sayede öğrenmiştim.

"Saraya ne kadar var?"

Sorumla, Ethan kafasını camdan dışarıya çevirdi. "Pek bir şey kalmamış olmalı, muhtemelen birkaç saate varırız." Cevabı karşısında başımı salladım. Diz çöktüğü yerden kalktı. Bu sefer karşıma oturmak yerine yanıma geçti. "Biraz daha uyumaya çalış," dedi emin sesiyle.

"İstemiyorum. Yine kabus göreceğim."

"Rahatsız olduğunu hissettiğim an seni kaldıracağım, biraz daha dinlenmen gerek. Güven bana."

İstesem de daha fazla zorlayamadım. Yorgunluktan yarım yamalak açabildiğim gözlerim bu anı bekliyormuşçasına kapandı. Başım, farkında olmadan Ethan'ın omzuna düştü. Tekrar uykuya dalmadan önce elinin saçlarıma gittiğini hissettim. Ben mi kafamda kurmuştum yoksa bu gerçekten yaşanmış mıydı, emin olamadan tekrardan rüyalar alemine geçiş yaptım.

Kaç gecedir peşimi bırakmayan kabuslar bu sefer uykumu istila etmemişti. Ethan'ın varlığı mıydı bunu sebebi? Ya da aşırı yorgun olduğumdan beynim kendini kapatmış mıydı?

At arabası ani bir duruş yaptığında gözlerim açıldı. Başım Ethan'ın omzundan düşeceği anda eliyle engelledi. Fakat çoktan uyandığımdan gözümü ovuşturarak başımı kaldırdım. "Geldik mi?" diye sordum yarı uykulu bir sesle.

"Evet."

Açılan at arabasından aşağı indi. Onu takip ederek oturduğum yerden kalktım ve inmem için uzattığı elini tutarak, sarayın bahçesinin taş yoluna bastım.

Bizim saraydan farkı olmayarak buranın da her bir yanı oldukça şatafatlıydı. Geldiğimiz haber verildiğinde etrafı telaş sardı. Bahçenin ilerisinde, sarayın yanlarında bulunan altın heykellerin ortasındaki kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Dışarı çıkan bir genç gözümüze iliştiğinde ilerlemeye başlayan Ethan'ı fark ettim. Etrafı incelemeye öyle dalmıştım ki kısa bir yanımda olmayışını fark ediş sürecinden sonra hızlı adımlarla peşine takıldım.

Kapıya vardığımızda soylu olduğu oldukça belli olan gencin dalgalı kumral saçları, selam verdiğinde alnına döküldü. Yüzünde minik bir gülümseme kondurarak gamzesini ortaya çıkardı ve konuşmaya başladı. "Prens Ethan ve Leydi Elizabeth. Krallığımıza hoş geldiniz. Majesteleri yarın başlayacak olan festivalle oldukça meşgul olduğundan size ben eşlik edeceğim. Adım Matthew, majestelerinin yeğeniyim," diyerek çok kısa bir an gözleriyle Ethan'ı süzdükten sonra ilgiyle bana çevirdi. Dikkatlice beni süzmesi hiç ama hiç hoşuma gitmemişti ama belli etmedim.

"Tanıştığıma memnun oldum," diyen Ethan, tokalaşmak için elini uzattı. Matthew'in bendeki ilgisi böylece tekrar Ethan'a kayıp elini sıktığında saçımın bir tutamını önüme aldım.

"Uzun yolculuktan dolayı yorgun olmalısınız. Festivale kadar dinlenmeniz için size odalarınızı göstereyim. Hem birbirimizi daha iyi tanımış oluruz."

Onayladığımızı belirten birkaç cümle söyledikten sonra sarayda ilerlemeye başladık. Matthew ilginç bir şekilde Ethan'dan çok benimle ilgileniyordu. Normalde birisi prensle karşılaşsa yanındaki kişiyi önemsememesi gerekir diye düşünmüştüm. Ancak Matthew için öyle olmamıştı.

Yanımda duran Ethan, ne kadar güzel bir gülümseme takınmış olursa olsun yapmacık olduğunu çok rahat anlamıştım. Normalde duygularını çok güzel saklardı ama şimdi anlamadığım bir sebepten ötürü biraz huysuz gibiydi. Matthew'dan hoşlanmamış mıydı acaba? Ama neden hoşlanmasındı ki?

Bir ihtimal, beni kıskanmış olabilir miydi?

Bu ihtimalle kendime engel olamadan gülümsedim.

Salak mısın Melis? Kendine gel.

Evet, şu anda bunu düşünmekten daha önemli bir problemim vardı. Matthew'un yüzüne bakarak dudaklarımı araladım.

"Prens George nerede acaba? Onu balodan önce görebilir miyim?"

George'un neden öldürüldüğünü ve kimin öldürdüğünü öğrenmem gerekliydi. Kitapta üzerine çok durulmamıştı, sonlara doğru gerçekleşen bir olaydı zaten. Elise ve Alexander'ın birkaç sahnesi kesilip buraya odaklanılsaydı ne olurdu sanki? Festivalden önce de neler yaşandığını öğreneceğimi pek sanmıyordum çünkü ben hariç kimse bunu bilmiyordu.

Doğal olarak Melis. İnsanlar müneccim mi, nasıl bilsinler?

Evet, kimse bilemezdi. Bu yüzden aklımdaki plan burada bulunduğum tüm süre boyunca George'tan gözümü ayırmayıp en ufak bir gariplikte tüm saray halkını başımıza toplayarak onu öldürmeye çalışanları yakalatmaktı. Az da olsa dövüşmeyi biliyordum ama bu kadarcık yeteneğimin bir işe yarayacağını düşünecek kadar salak değildim. Saçma sapan işlere kalkışırsam George ile beraber beni de gömerlerdi. Bu da pek iç açıcı gözükmüyordu.

"Onu da festivalden önce göremezsiniz gibi duruyor."

Matthew'un söylediği şeyle mutsuzluk dolan bedenimle kafamı salladım. Anlaşılan festivalde bir an bile gözümü ondan ayırmamam gerekecekti. Cindy'den yardım almayı da düşünüyordum. Başım büyük bir derde girerse kimseye ses etmeden halledebilirdik.

Cindy, baş hizmetçim olduğundan o da bizimle gelmişti. Geldiğimiz yol farklıydı. Ethan ve ben, güvenlik önlemleri en üst seviyede olsun diye uzun bir yoldan götürülmüştük. Cindy ve diğer bizimle gelen kişilerse kısa bir yolla buraya geldiklerinden çoktan odasına varıp dinlenmeye başlamış olmalıydı.

"Leydi Elizabeth'in odası biraz daha uzakta olduğundan en iyisi önce sizi odanıza bırakmak olacak."

Matthew, Ethan'a hitaben konuştuğunda bu konu hiç ilgimi çekmediğinden kendi kafamda planımı kurmaya devam ettim. Acaba Cindy gerçekten yardımcı olur muydu yoksa bunun yerine bir saat suratıma mı çemkirirdi? Gerçekten de çok zor kızdı, ne yapacağını kestiremiyordum.

"Hayır, önce Elizabeth'i odasına götürelim," dedi Ethan sakin bir sesle. Bunu duyan Matthew samimi bir gülüş sundu, gözleri kısıldı. "Yol gereksiz uzar, gerek yok bence," diyerek karşılık verdiğinde, Ethan omzunu silkti. "Güvenle odasına girdiğini görmek istiyorum. Bu sana bir şeyler ifade ediyordur umarım."

Benim hakkımda olan bir konuda, araya beni katmadan tartışmalarını şaşkınlıkla izliyordum. Neydim ben burada, gereksiz bir toz parçası falan mı?

Sanırım önce beni odama bırakmak konusunda anlaşmışlardı. Yine de emin olamıyordum. Matthew, sözlü bir şekilde onaylamasa da ilk beni bırakacaklar gibi duruyordu.

Bir kapının yanına geldiğimizde duran Matthew, gözlerini bana dikerek gülümsediğinde bu düşüncemim doğru olduğu ortaya çıktı. İkisine de teşekkür anlamında bir şeyler geveleyip benim için düzenlenen odaya geçtim. Yatak görüş açıma girdiğinde ne odayı inceledim ne de kurduğum planların üzerinden geçtim. Kendime engel olamadan üzerimi değiştirip yorganın altına girmiştim bile. Kabus görecek olsam bile, çok kısa süreliğine uyumaya ihtiyacım vardı.

Bu kararımın oldukça yanlış olduğunu, geceye doğru nefes nefese kalarak uyanınca kavradım. Oturur pozisyona geçtiğim yatağımı aydınlatan ay ışığı ellerime vuruyordu. Yine aynı kabus, yine Jane'in beni tuttan elleri...Bunu ne zaman atlatabilecektim acaba?

Yine de oldukça uzun süre uyumuştum. Günlerdir uykusuz kaldıktan sonra bu normaldi sanırım. Festivalden önce kabus görsem de uyuyabilmiş olmak rahatlatmıştı. Yaşanacak onca şey arasında bir de yorgun olmayı kaldıramazdım.

Çıt çıkmayan bomboş, geniş odaya bakarak nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Kabus gördükten sonra yalnız kalmak hiç de iyi gelmiyordu.

Bir süre düşündükten sonra ayaklarımı yataktan sarkıtarak ahşap zemine bastım. Bu haldeyken yanına gidebileceğim kişi sayısı oldukça azdı. Esen rüzgarın tenimde bıraktığı ürpertiyle Cindy'nin odasını bulmak için koridora çıktım.

Baş hizmetçim olduğundan odası benim odama yakın bir yerlerdeydi. Zaten koridordaki oda sayısı oldukça az olduğundan etrafı inceleyerek bir tanesinin kapısında durdum. Tıklatıp tıklatmamak konusunda endişeliydim çünkü başka birisi çıkarsa büyük bir rezillik olurdu. Fakat yine de, birisiyle konuşmazsam rahatlayamazdım. Bu yüzden özgüvenimi toplayıp kapıyı tıklattım.

Kaşlarımı çatarak bekledim. Hiçbir ses gelmedi. Sanırım, boş bir odaydı.

Bu sefer koridordaki öbür odanın kapısına gittim. Bundan sonrası benim odamdan bir hayli uzakta kalacağından Cindy burada olmak zorundaydı. Derin bir nefes olarak bu kapıyı da hafifçe tıklattım.

İlk başta sessizlik oldu. Sonra ise, içeride kısa bir hareketlenmeden sonra Cindy'nin çattığı kaşlarıyla kapıyı açışına şahit oldum. Bu saatte birisi kapısını çaldığı için sinirlenecek gibi duruyordu ama mutsuz suratımı gördüğünde çattığı kaşları gevşedi, kapıyı geçmem için hafifçe araladı.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu sakin sesiyle. Cevap vermeyip açıkta kalan kollarımı okşadım. "Akşama doğru odana gelmiştim ama çoktan uyuduğundan tekrar odama döndüm," dedi bu sefer.

Anladığımı belirterek başımı salladım. Açıkçası, kabus gördüğümden bahsetmek istemiyordum, gereksiz endişenebilirdi. Aslında, Cindy'nin endişeleneceğinden şüpheliydim fakat yine de başını böyle gereksiz bir şeyle ağrıtmak istemiyordum.

Ben konuşmayınca aramıza bir sessizlik çöktü. Bir şey demeyeceğimi fark eden Cindy, huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdanarak ağzını açtı. Tam bir şey söyleyecekti kararsız kalarak geri kapadı.

Bu hâlini görünce sonunda dudaklarımı araladım. "Ne oldu?" diye sordum ellerimi kollarımdan çekerek. Sorumla diyeceği şeyi söyleme kararı alarak konuşmaya başladı.

"Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Sanırım en iyisi direkt söze girmek."

Başımı salladığımda derin bir nefes aldı.

"Benim festivale kalmadan krallığımıza geri dönmem gerek. Buraya getirilirken baş hizmetçin olduğumdan dolayı söz hakkım olmadı ama sen, erken ayrılmamı sağlayabilirsin diye düşünüyorum. Bunu yapabilir misin?"

"Neden böyle bir şey istiyorsun?"

İsteği karşısında şaşırmış olan suratıma bakarak dudaklarını ısırdı. "Sana bunu açıklayamam. Sadece...sorgulamadan yardım edemez misin?"

Edebilirdim etmesine ama bu benim için oldukça zararlıydı. Yardım alabileceğim en iyi seçenek Cindy'di. George'un ölmemesini sağlarken bana yardım edeceğinden şüphe duymadığım tek kişiydi o. Ayrıca büyücü olduğundan da şüpheleniyordum. Yani, yardım etmesi oldukça kolay olurdu.

Gitmesini kesinlikle istemiyordum ama öbür yandan da balo vakti bir kere bile sorgulamadan bana yardım etmesini de unutamıyordum. O, benim için böyle bir fedakarlık yapmıştı. Bunu yaparsa başının derde gireceğinden bahsetmişti. Buna rağmen, beni kendinden daha fazla önemseyerek dediğimi eksiksiz yerine getirmişti.

Aynısını ben de yapmalıydım. Ne için istediğini bilmiyordum ama buna ihtiyacı var gibi görünüyordu.

"Pekala. Festival öncesi saraya dönmen için elimden geleni yapacağım."

Sorgulamadan kabul etmemle omuzları gevşedi. Yüzüne gülümseme kondurarak başını salladı. Teşekkür edeceği sırada konuşmasını engelleyerek sözlerime devam ettim.

"Ancak, karşılığında ben de senden bir iyilik istiyorum. Herhangi birisini etkisiz hâle getirebilecek bir şeye sahip misin? Nasıl desem, hareket etmesini engelleyecek geçici felç gibi bir şeye?"

Böyle bir istek beklemiyor olacak ki aniden kaşlarını hafifçe çattı. "Bunu neden istiyorsun?" diye sordu ciddi bir tonda. Tepkisi karşısında omzumu silktim. "Ben de sana bunu açıklayamam. Yardım edebileceğini biliyorum, böyle bir şey bulabilirsin değil mi?"

Başta sorgulayacak gibi oldu, sonra karşılıklı kozlarımız olduğunu kabullenerek omuzlarını düşürdü. "Benden hep zor işler istiyorsun Elizabeth. Her neyse, bir düşüneyim."

Reddetmemesinin verdiği mutlulukla ellerimi çırptım. Tek umudum, işime yarayacak bir çözüm yolu bulmasıydı. Öbür türlü George'u kurtarma gibi bir şansım asla kalmazdı.  Ethan'dan yardım isteyemezdim. Prens olduğundan dolayı festival boyunca muhtemelen meşgul olurdu. Onca insan arasından, en fazla ilgiyi üzerinde bulunduran kişiyi çekip almak ihtimal dahilinde gibi görünmüyordu.

Belki Zack burada olsaydı, bana gerek kalmadan iş kökünden çözülürdü. Maalesef ki bizimle gelmemişti. Aslında özel korumam olduğu için Cindy gibi seçme imkanı verilmeden getirilmesi gerekliydi. Fakat anlayamadığım bir şekilde Julian ve Ethan, Zack'in Lamensis Krallığı'nda kalacağını söylemişlerdi. Jane'den sonra Zack ve Julian'ın orada kalması güvenlik açısından önemli, bizimle gelmemeliler gibi bir ton cümle kurmuşlardı ama bu bana çok da mantıklı gelmemişti. Yine de kararlarını değiştirmemin imkansız olduğunu bildiğimden bir şey diyememiştim.

Zack gelemediğinden onun yerine başka bir koruma vermişlerdi bana. Tahmin edin, bu kişi kimdi? Aklı bir karış havada olan ve beni koruyamayacağından adım gibi emin olduğum Nicholas'tan başkası değildi. Zack'in adamlarından biriydi ve birkaç kere görüşmüş olsak bile bende hiç iyi bir izlenim bırakmamıştı. Evet, eğlenceli ve komik biriydi ama bir o kadar da salaktı.

Hem Zack'in hem de Cindy'nin yanımda olmayacağının karamsarlığını azaltacak tek şey, elimde güvenebileceğim bir kozumun olmasıydı. Bu da Cindy'e kalıyordu.

"Bu iş görebilir, dedi elime kalın bir bez tutuşturarak. Getirdiği çantasından birkaç malzemeyi karıştırarak ve biraz da sihir kullanarak yapmış gibi duruyordu. Pek de dikkatimi verememiştim çünkü o sırada korumam olacak kişinin nasıl Nicholas seçildiğini düşünmekle sinirleniyordum.

Ne olduğuna bakmak için bezin üzerindeki ipi dikkatlice çözdüm. Açık pembe renginde pudraya benzer bir toz vardı. Kaşlarımı kaldırarak Cindy'e döndüm. "Tam olarak ne işe yarıyor?" diye sorduğumda, işaret parmağıyla tozu gösterdi.

"Felç bırakan bir toz karışımı. Etki etme seviyesi, karşıdakinin büyü eşiğine bağlı. Aşırı güçlü bir büyücü olmadığı sürece işe yarayacağının garantisini verebilirim. Hafifçe üflediğinde bile solunum yoluyla felç etme gücüne sahip. Kullandığın sırada nefes almamaya dikkat et."

"Beni öldürmek istediğini düşünmeye başladım. Ya da felç bırakıp sonra da bedenimdem kurtulmak istiyorsun."

Cümlem karşısında güldü. "Ona daha sıra var," dedi ürpertici bir tonda. Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzünü inceledim. Neyse ki dalga geçer gibi duruyordu.

"Sadece solunum yoluyla mı etki ediyor peki?"

"Hayır, vücudunun herhangi bir yerine değerse de işe yarar. Tabii ne kadar tozun değdiğine de bağlı. Fazla seviyede toza dokunmazsan, sadece o kısmı uyuşturur. Solunum yoluyla daha fazla etkili."

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Birkaç teşekkür cümlesi mırıldandıktan sonra odadan ayrılmak için kapıya varmıştım ki aklıma gelen bir diğer soruyla tekrar ona döndüm. "Ne zaman ayrılmak istiyorsun?" diye sordum. Bir süre düşündükten sonra, "Festival öncesi karmaşa olabilir. Akşamdan önce gitmem gerek."

Onu onaylayarak dudaklarımı ısırdım ve odadan ayrıldım.

Sabah uyandığımda gitmesi gerektiğini Ethan'la konuşacaktım. Bu yüzden, elimdeki felç edici tozla odama geri döndüm. Fakat bu sefer yine aynı hatayı yapmamak için uyuma fikrimi beynimin her yerinden kovaladım. Sabah olmasına fazla yoktu. Bir süre planı gözden geçirip odada boş boş dolanma fikri, kabuslarla dolu bir evrene geçiş yapma fikrinden çok daha hoş geliyordu.

Pembe tozun bulunduğu bezi masaya koydum. Gözüme oldukça tehlikeli gözüktüğünden festival için giyeceğim elbisemin yanında bir de eldiven takmayı aklımın bir köşesine not ettim. Ne olacağı belli olmazdı. O karmaşa anında kendimi bile sakatlayabilirdim.

Bu dediğimi güneş doğana kadar gerçekten de gerçekleştirdim. Fakat planı kurma kısmını değil, boş boş takılma kısmını gerçekleştirebilmiştim. Güzel bir ilerleme kaydettiğim söylenemezdi.

Masaya koyduğum felç edici karışımın yanına gittim tekrar. Cindy, temas yoluyla az bir şey bulaştığında sadece uyuşturucu etkisi yarattığını söylemişti. Dediğinin ne kadar doğru olduğunu ve kullanırken hangi miktarın yeterli olacağını öğrenmem için test etmem gerektiğini düşünüyordum.

Bezi açtım. Pembe karışım masumca göz kırparken büyük bir hata işlemediğimi umut ederek serçe parmağımın çok küçük bir kısmını toza daldırdım. Fazla olmamasına dikkat ederek toza bulanan parmağımı havaya kaldırdım ve ne olacağını görmek için heyecanla atan kalbimle beklemeye koyuldum.

Hiçbir şey olmadı.

Kaşlarımı çattım. Felç geçirmemek için dua ediyordum ama felç etmeyi geç, parmağımı uyuşturmamıştı bile. 'Acaba yetersiz mi geldi?' diye düşünerek bir miktar daha değdirdim parmağıma.

Bu sefer daha uzun süre bekledim, belki etkisi geç geliyordur diye. Ancak beklemem boşa çıkarak yine bir uyuşturma hissiyatı vermedi.

Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyordum. Cindy bana işe yaramayan torba dolusu pembe bir toz mu kakalamıştı yani?

Belki de sorun olmuştu. Karşımı hazırlarken herhangi bir yerde hata yapması, hepsinin bir işe yaramamasına yol açmış olabilirdi. Gitmeden önce en baştan tekrar hazırlamasını istemeliydim.

Geri bağladığım bez parçasını elim alıp ikinci kez Cindy'nin kapısının önüne geldim. Elimi kaldırıp kapıyı tıklatacaktım ki içeriden gelen konuşma sesleriyle bedenim buz kesti.

"Evet, festivale kalmadan geri döneceğim. Çoktan izin verdi bile."

Cindy'nin olduğuna adım kadar emin olduğum ses sustu. Benden bahsedip bahsetmediğini anlayamamanın verdiği kafa karışıklığıyla kapıda beklemeye devam ettim. O sırada, daha önce hiç duymadığım kalın bir erkek sesi kulaklarıma doldu.

"Saraya seni göndermemizin sebebini biliyorsun Cindy. Neden orada olduğunu unutma ve çabuk görevinin başına dön. Ayrıca, şu an rahatça konuşabileceğimize emin misin?"

Cindy'nin sinirle oflayış sesi yükseldi kapının ardından. "Ses yalıtımı konusunda en iyiniz benim. Birinin bizi dinleyebileceğine inanabiliyor musun cidden? Her neyse, onu geçelim. Tabii ki de görevimin ne olduğunu biliyorum. Elizabeth'in hiçbir şeyden haberi yok. Farkında bile olmadan ikna oldu."

"O kızın başımıza iş açmayacağından emin gibisin."

"Zeki birisi ama kendinin farkında değil. Daha kendisine büyünün etki etmediğinden bile habersiz. Bu yaşına geldiği halde nasıl bunu bilmez aklım almıyor. Dediğim gibi, benim ne yaptığımı çözebileceğini düşünmüyorum. Üstelik başıma iş açmaktansa farkında bile olmadan yardımcı oluyor."

Bedenim buz kesti. Kalbimin feci bir şekilde kırıldığını hissedebiliyordum. Daha dediklerinin şokunu atlatamadan Cindy konuşmaya devam etti.

"Saraya kara büyü yapıldığı zaman şaşırtıcı bir şekilde ben bile etkisi altına girmiştim. Belirli bir süre sonra atlatabilirdim, biliyorsun. Fakat buna gerek kalmadı. Elizabeth benimle iletişime geçtiği anda büyü bozuldu. Çok garip."

"Kız, tanımadığımız birinin soyundan geliyor olabilir. Öyleyse eğer, başkaları öğrenmeden kendi tarafımıza çekmeliyiz."

"Hayır, öyle değil," dedi Cindy aksi bir sesle. "Bu kız bir büyücü değil, eminim. İçindeki enerjiyle bağlı olarak büyü seviyen artar. Elizabeth'te bir şeyler eksik gibi. Yakınıma geldiğinde varlığını bile hissedemiyorum. Sanki...ölü gibi."

"Onu ortadan kaldırmamız için sadece daha fazla sebep veriyorsun Cindy."

"Bunu yapmayacaksınız. Dediğim gibi, yardımı dokunuyor."

"Senin gibi birinden böyle cümleler duymak komik. Ne o, bu kıza sempati duymaya mı başladın? Dost mu oldunuz yoksa?"

"Kapa çeneni. O kıza zarar veremezsiniz. İzin vermiyorum."

Kısa bir sessizlik girdi. Konuşulanları duymamak, çekip gitmek istiyordum ama bedenime söz geçirilmiyordu. Dışarıdan kaskatı donmuş vücudumun altındaki kalbim, bir bıçak saplanmışçasına kanıyordu. Ağlamak istiyordum, gözyaşı gelmiyordu.

"Söz hakkın olduğunu mu düşünüyorsun? Daha fazla konuşmaya gerek yok. Hazırlan ve saraya geri dön. Etrafta aylaklık edeceğini bilsek seni değil, başkasını gönderirdik."

"Biliyorum. Elizabeth ayarlamaları yapsın, hemen geri döneceğim."

Cindy'nin homurdanmasını da işittikten sonra yavaşça kapıdan uzaklaştım. Kırgın ya da kızgın değildim. Aslında, hiçbir duyguyu hissedemiyordum. Sadece boşluk vardı. Kalbimdeki büyük bir kısım koparılıp atılmış gibiydi.

Nasıl odama geldim hatırlamıyorum. Kırpıştırdığım gözlerimle yatağın ucuna oturup yorganı güçlükle sıktım. İhaneti bu derece yakından tadabileceğimi düşünmemiştim. Bunun Cindy olması, ayrıca koymuştu.

Cindy'nin konuştuğu kişi kimdi bilmiyordum. Ne çeviriyorlar, neden saraya erkenden gitmek istiyor bilmiyordum.

Ben, ne yapacağımı bilemiyordum.

Aklıma gelen düşüncelerle kalbim sıkıştı. Hayır, tek problemli olan Cindy değildi. Başımdan geçen tüm olayları bir bir gözden geçirdim. Bazı gariplikleri tabii ki de fark etmiştim.

Alexander düşünmeden Elise'i severken, benimle konuştuğu birkaç seferden sonra değişmesi garibime gitmişti. Cindy'nin odama geldikten sonra büyüsünün bozulması da garibime gitmişti. Boynundaki mührü gördüğüm seferde de aynısı olmuştu. Fakat hiçbirinin üstüne düşmemiştim, hep geri plana atmıştım.

Önce Jane, sonra ise bu. Melis, sen gerçekten kendine zeki biri diyebilir misin? Kitabı bildiğin halde bu olayların önüne geçemezken, onca süre boşuna oyalandığın halde bir halt becerdiğini cidden söyleyebilir misin?

Eskiden olsa iç sesime karşı çıkardım, Ancak bu sefer haklıydı. Artık kendime güvenim kalmamıştı.

Dudağım titredi. Duygu hissiyatını kaybetmiş bedenim, yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Gözlerim kızardı, titreyen dudaklarıma yaşlar damladı.

Dayanamıyordum. Ben bile bu kadarını kaldırabileceğimden şüpheliydim.

Onca duygu karmaşası sırasında beynim yine de çalışmayı durduramadı. Hıçkırıklarımım sesi duyulmasın diye ağzımı kapadım. Sadece Cindy'den mi kazık yemiştim gerçekten? Bunu hiç sanmıyordum.

Eğer büyü bana etki etmiyorsa, diğerlerinin büyüsünü bozabiliyorsam bundan faydalanan başka biri de vardı. İnkar etmek istiyordum ama mantığım reddedemiyordu. Aklımı kaçırdığımı düşündüm önce. Gelen düşünceler çok saçmaydı, bunu bana yapmış olamazdı.

Kendime engel olamadım. Kızaran gözlerimi hızlıca elimle silip koridora fırladım. Üzerimde gecelik olması çok da önemli gözükmemişti gözüme. Böyle bir haldeyken umrumda değildi.

Ağlamamı durdurmaya çalışarak, güneşin aydınlatmaya başladığı saray koridorunda bir hizmetçiye rastlamak için hızlı adımlarla etrafta koşturdum.

Yaptığım çok aptalcaydı, kendime yediremiyordum. Ama bir o kadar da kalbime söz geçiremiyordum. Eğer yanına gitmezsem, şüphelerimin yalan olduğunu doğrulamazsam kendime gelebileceğimi sanmıyordum.

Odamın olduğu bölgeden oldukça uzaklaştıktan sonra sonunda gözüme bir hizmetçi takıldı. Güneş ışınlarının daha da içeri girmesi için gece kapatılan perdelerden birini açmaya çalışıyordu. Yanına vardığımda çıkardığım seslerden ötürü bana döndü. Bulunduğum hal, onu oldukça şok etmiş olmalıydı ki elini şaşkınca ağzına kapattı. Umursamadım, direkt konuya atladım.

"Prens Ethan'ın odası nerede?"

İlk başta biraz huzursuzlandı, söylemeyecek gibi oldu. Tehditkar bakışlarımla karşılaştığında, gözlerindeki beni tanımış olduğunu haykıran bakış yavaş yavaş büyüdü ve istemese de odasının nerede olduğunu kısaca bana anlattı.

Kafamı sallayıp dediği yöne doğru ilerledim. Yolda birkaç hizmetçiye daha rastlamıştım ama beni tanımasınlar diye elimden geldiğince yüzümü kapayarak ilerlemeye devam ettim.

Anlattığı kapıya vardığımda benimkinden farklı olarak kapısının önünde bir adet koruma vardı. Muhtemelen baş korumasıydı. Benim baş korumam, Nicholas, nerede ne halt yiyor bilmediğimden neden kapımda nöbet tutmadığı hakkında bir fikrim yoktu. Önemli de değildi zaten.

Korumaya kim olduğuma ve Ethan'la konuşmak istediğime dair birkaç şey mırıldandıktan sonra şaşkın gözleriyle beni süzdü. Sonra ise içeri girip Ethan'a benim geldiğimi haber verdi.

Ethan, kapıya geldi. Ben gelmeden önce uyandığı belliydi ama üzerinden çok uzun bir süre geçmemiş gibi duruyordu. Dağınık altın sarısı saçlarına gözüm kaydı bir süre. "İçeri geçebilir miyim?" diye mırıldandım. Kafasını sallayıp kapıdan çekilerek içeri girmem için yer açtı. Derin bir nefes alarak odaya adım attım.

Kapı kapandı. Ethan, endişeli gözleriyle bana döndü. "Elizabeth, iyi misin?" dedi yakınıma adımlayarak. Gözleri suratımda gezince hafifçe kaşları çatıldı. "Sen ağladın mı?"

Eli, yüzümdeki yaşı silmek için hareketlerinince sertçe eline vurdum. Bu davranışım onu şaşırtmıştı, belki de biraz üzülmüştü. Onu takmadan yavaşça elini indirişini izledim.

"Konumuz bu değil. Sana bir soru sormam gerek Ethan."

"Bu yüzden mi sabahın erken saatlerinde odama geldin? Sorunun ne olduğunu şimdi merak ettim."

Dişlerimi gıcırdattım. Bir yandan da ağlamamak için kendimi elimden geldiğince kasıyordum.

"Bir aydan fazla süredir sürekli birlikteyiz. Bunca zaman gerçekten bana en yardımcı olan kişi sendin. Hep yanımdaydın, anlayamadığım bir şekilde balo için de yardımcı oluyordun."

Sesimin titrediğini fark edince duraksayarak derin bir nefes aldım.

Ethan, duygu karmaşası yaşadığımı fark etmiş, endişeyle bakıyordu. Yine de bir şey yapamadı, deminki terslememden dolayı yapmak istemedi belki de.

"Sen," dedim tekrar konuşmaya çalışarak. "Benim itibarım eskisi gibi olduğunda yanımda bulunduğundan dolayı sana da fayda sağlayacak demiştin, değil mi?"

Sorum karşısında ciddiyetle kafasını salladı. Bu hâline sırıttım. "Bu...oldukça mantıksız değil mi? Gerçekten kendine fayda sağlamak isteseydin benden çok daha kolay yollar bulurdun değil mi? Kim olduğunu artık biliyorum Ethan, senin gibi biri böyle bir şey için bu kadar uğraşmazdı. Doğru, değil mi?"

Kaşlarını çattı. İnkar edeceğini fark ettiğimde konuşmasına izin vermeyerek hiddetle kafamı iki yana salladım.

"Önceki dediklerimi unut ve şimdi soracağım soruya gerçekten dürüst cevap ver. Yalan söylemeni istemiyorum anladın mı? Yaptığın alçakça olsa bile bana doğruyu söylemelisin."

Kısa bir sessizlik girdi. Her bakışımda etkilendiğim gözleri, yine beni etkisi altına alıyordu. Bunu fark ettiğimde dudaklarımı dişledim. Şu an bile böyle hissetmemeliydim.

Bir şey söylemedi. Sadece, doğruyu söyleyeceğine dair başını salladı. Ondan bu onaylamayı aldığımda cevabından son derece korktuğum soru dudaklarımdan döküldü.

"Ethan, bir ihtimal...Benimle yakın olmanın sebebi, herhangi bir büyünün altına girmemek olabilir mi?"

Daha fazla yüzüne bakamadım. Cümlenin geri kalanını başımı aşağı eğerek tamamladım.

"Bir ihtimal, ben farkına bile varmadan beni kullanmış olabilir misin?"

Cevap gelmedi. Yeri izlediğim dakikalar uzadığında tekrar gözüm sulanmaya başladı. Yaş damlaların zemine düştüğünü gördüğümde başımı tekrar kaldırdım. Ethan'ın yüzü acı çeker bir hâl almıştı. Kendini açıklamak istiyor ama yapamıyor gibiydi.

'Nereden aklına geldi bunlar? Saçmalıyorsun.' demesini bekledim. Gerçekten yapmış olsa bile bana yalan söylemesini istedim. Beni sevdiğinden benimle yakınlaştığını açıklaması için içimden yalvardım. Bana dokunurken çıkar gözetmiş olduğu düşüncesi anlayamadığım şekilde kalbime acı saplıyordu.

"Evet."

Dileklerim gerçekleşmedi. Tanrı dalga geçiyorcasına göğüs kafesime bıçak sapladı.

Bu sefer ağlayan ben değildim, kalbimdi.

——————————————————

Ah be, Melis'e de gelen vuruyor giden vuruyor :(

Cindy hakkında düşünceleriniz?

Ethan hakkında düşünceleriniz?

Matthew hakkında düşünceleriniz?

Sizce Ethan'ın bir açıklaması var mı?

Bu bölümde işler karıştı gibi sanki. Melis'in Ethan ve Cindy ile arası bundan sonra nasıl olacak?

İleriye yönelik teorileriniz varsa buraya yazabilirsiniz^^

Öbür bölümde görüşürüz!

~

Fortsett å les

You'll Also Like

VAZİFE Av ALGON

Historisk fiksjon

10.3K 609 26
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
51K 2.9K 48
"Aklına pek güvenme yani Alaeddin, bir güzelin gülüşüne bakar yitirmen" Diyen Orhan'a baktı Alaeddin... Etrafı kasıp kavuran Moğol, gözünü bu defa da...
16.3K 778 15
Kuruluş Osman, AlGon çifti için yazılmış tek bölümlük hikayedir. •İstek sahneleri yorumlarda belirtebilirsiniz.
4.3K 534 54
tozkoparan iskender takım arkadaşı olan asyaya aşık olur onların aşk savaşı