Seninim Son Kez (Düzenleniyor)

By kimselerduymadi

2.3M 64.2K 27.7K

"Bak ulan bana!" Diye bağırdığında komodinin üzerindeki su bardağını yere fırlattı ve bardak tıpkı benim kalb... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36 Part 1
Bölüm 36 Part 2
Bölüm 37 Part 1
Bölüm 37 Part 2
Bölüm 38 Part 1
Bölüm 38 Part 2
Bölüm 39 Part 1
Bölüm 39 Part 2

Özel Bölüm.

23.6K 765 424
By kimselerduymadi

Merhabalaaar. Küçük bir sürpriz yapmak istedim böyle bir bölümle sizlere. Aslında dün kitabı yayımlayalı bir sene olduğu için dün atacaktım ama nasip olmadı. Bugüne kısmetmiş. Yeni bölüm gelene kadar severek okuyacağınız bir özel bölüm olmuştur umarım diyorum ve sözlerime geçmek istiyorum. 💕

Bu platform da çooook uzun bir süredir vardım. Ama sadece ve sadece bir okuyucu olarak. Yazalı ise koca bir sene olmuş. Sizleri Asaf ve Ayza ile bir sene önce buluşturmuşum. Çok ama çok duygusalım şu an.. Bu bir senede 690 bini geçtik ve iyisiyle kötüsüyle yorumlarınızı hiçbir zaman eksik etmediniz. Desteğinizi de öyle. Zaman zaman aldığım kitabı bırakma kararlarımda her seferinde Asafı ve Ayzayı sevdiğinizi söyleyip yanımda oldunuz. Sizin güzel desteğinizi hissettiğimden şu an bu bölümü atabiliyorum. İyi ki varsınız. Ve iyi ki böyle bir yolculuğa çıkmışım. Umarım yeni serüvenlerde de buluşuruz bir gün.❣️

Bir zamanlar abi olan Asafla, ona aşık Ayzamızı bırakıyorum buraya..

Özel bölüm şarkımızda, Zerrin Özer - Yangınım.

Kesinlikle Ayzayı anlatan bir şarkıydı ve kullanmasam olmazdı.

~~

Sabaha karşı yumduğum gözlerimi zorlukla araladım. Gece ağladığım için şişen gözlerim sızlarken, ağlamaktan yaşlarını kuruttuğum gözlerimin bu halini aşağı indiğim zaman aileme nasıl açıklayacaktım onu düşünmüştüm uyanır uyanmaz.

Hem uyuyalı ne kadar olmuştu sahi? İki mi? Üç mü? Bilmiyordum ve tek bildiğim bir süredir uykunun bana haram kılınmış gibi yakınımdan bile geçmediğiydi.

Bana günlerdir nefes aldırmayan, kalbime bir kaya gibi oturan ağırlığın sebebi yüreğime tutsak olan adamdı.

Ömer Asaf.

Beş senedir uzaktan gizlice sevebildiğim adamım.

Benim kalbime beş senedir tutsaktı. Öyle tutsak etmiştim ki oraya, olmayacağını bile bile kilit vurduğum kalbimin kapısını açıp onu özgür bırakamıyordum. Ömer Asaf öyle işlemişti ki benim kalbime de, aklıma da, ruhuma da, tamamen benliğime karışmıştı. Vazgeçmek zordu bu adamdan.

O imkansızdı, ondan vazgeçmek daha da imkansızdı.

Güçsüzce üstümdeki yorganı atarak oturur bir hal aldım yatakta. Ellerimi yatağa dayayıp, boş boş perdenin tülünden belli olan havaya baktığımda, tıpkı ruhumun da bir süredir olduğu gibi kapalı ve boğucuydu havada.

Uykudan yeni uyanmış sersem ve baygın bakan gözlerimi pencereden çekerek yataktan kalktığımda, başımdaki ağrı uyanır uyanmaz kendini belli etmişti. Bu ağrıda çekilecek bir dert değildi. Ağlayıp duygu boşalması yaşarken sonrasında o kadar çok ağladığım için çektiğim bu baş ağrısında nefret ediyordum. Sürekli kendime ufacık bir şeyde ağlamayacağını söyleyip tembihlesem de bu konuda başarılı olamayıp, onu sevdiğimden bile habersiz olan adamın yine habersizce yüreğime ektiği acılarla ağlamadan duramıyordum.

Elimi yüzümü buz gibi bir suyla yıkayarak kendime gelirken, aynada gördüğüm kızarmış gözlerim aşağıya indiğim an beni çok çabuk ele verirdi ve kimseye yapacak mantıklı bir açıklamam yoktu. Odama geçip önce yatağımı toplayıp sonra üzerimdeki pijamalardan kurtulurken, kapalı ve serin havayla üstüme kalçalarımı kapatacak kadar uzun salaş bir saks mavisi kazakla altıma taytımı geçirmiştim. Makyaj masama gelip kapatıcıyı suratıma yedirerek gözlerimin kızarıklığını az buçuk gizlerken, çok olmasa da bir miktar belirgin olan şişkinliği ders çalıştığım için uyumadım diyerek yutturabilirdim.

"Günaydın Ayza hanım!" Aşağı indiğim an kahvaltı sofrasını toplayan annemin iğneleyici sesine maruz kaldığımda, hiç oralı bile olmayıp düz bir "Günaydın.." dedim.

"Hiç uyanmasaydınız hanımefendi?" Abimde annem gibi sesindeki iğneleri bana saplarken, odadan çıkmadan önce elime aldığım telefonumun tuş kilidine basıp ekrandaki saate baktım. Henüz 11.30 olan saat, benim uyanmaya alışık olmadığım bir vakitti. Erkenciydim ve bu kadar uyumam çok nadir gerçekleşirdi. Öyle çok geç bir saatte değildi ama benim gibi erkenci kuş olan ailemin gözüne batmıştı anlaşılan.

"Size ne benim kızımın uykusundan? İstiyorsa akşama kadar yatsın, öğrenci o kız!" Babamın her daim destekçim olan o güvenli sesi içimdeki kara bulutların biraz olsun dağılmasına yardımcı olurken, baş köşede oturan babamın arkasından boynuna kollarımı sardım.

"Duydunuz dimi? Uğraşmayın benimle.." Biraz moral bulabildiğimde, şımarık bir gülüşü aileme karşı yüzüme yerleştirmiş ve benim yanımda olan babamın yanağına derin bir öpücük kondurmuştum.

"Aman. Anca kızlarını koru sen." Annem eline aldığı kirli servis tabaklarıyla babama hoşnutsuzlukla burun kıvırırken, babam hiç altta kalmadan "Sende anca, otuzuna merdiven dayamış ama hâla evlenip bu evden gidememiş oğlunu koru." Dedi abime taş atarak.

Anneme yardım için oturduğu yerden kalan ablamla birlikte alaycı bir gülüşü dudaklarımıza kondurup, abime küçümseyen bakışlarla bakarken babamın söylediklerine bir hayli bozulan abim "Ya sen benden ne istiyorsun kardeşim?" Diye isyan etti.

Babama kardeşim demesinin saçmalığı ile gülerken, annem onların bu haline ağzının içinden söylenerek elindeki tabaklarla ablamla beraber mutfağa gitti. Bende babama doladığım kollarımı çözüp sofradaki yerimi aldım.

"Kardeşin miyim ben senin it oğlu it?" Babam ucunun kendisine dokunduğunu fark ettiği küfürüyle duraksarken "Tövbe tövbe!" Diye söylenip abime ters bakışlarını attı.

Önümde ki temiz servis tabağıma masadaki kahvaltılıklardan doldurmaya başlarken, az önce mutfağa gitmiş olan ablam salona geri geldiğinde "Ayza biraz çabuk ye, kuaföre gideceğiz ya geçe kalmayalım." Diyerek beni uyarırken, anlamayarak yüzüne boş boş baktım.

"Niye kuaföre gidiyoruz ya?" Daha ağzıma bir iki lokma yollayamamışken ablamın kuaför sevdası nereden çıkmıştı anlamış değildim.

"Uyanamadın mı sen daha bakayım?" Ablam nasıl unutursun dercesine bakarken, öncesinde sözleştiysek bile kesinlikle aklımdan çıkmıştı. Ayrıca hiç kuaföre gidip kendime bakım yaptıracak havamda değildim. Kendimi bir süre salıp sadece yatağıma kapanmak istiyordum. Kılı, tüyü, saçı, bakımı hiçbiri ama hiçbiri umurumda değildi. Nasıl göründüğümde.

"Ayza, akşama Sevgi ve Emrah'ın düğünü var ya hani? Onun için gideceğiz ya kuaföre!" Ablam mahalleden arkadaşım olan Sevginin ve yine mahalleden sevdiğim bir abi olarak gördüğüm Emrah abinin düğününü unutmam karşısında bana inanamayarak bakarken, kuaför havamda olmadığım gibi düğün havamda da değildim.

Omuzlarımı silkerek tabağıma aldığım peynirlerden birini ağzıma attığımda, "Ben gelmeyeceğim." Diyerek geçiştirdim.

"Ne demek gelmeyeceğim kızım? Sen seversin Sevgiyi de, Emrah abini de." Babam ani kararımla şaşırmış olacaktı ki, sesinde sorgulayan bir tavır sezmiştim.

"İkisini tabii ki de seviyorum baba ama bugün biraz halsiz hissediyorum kendimi, hasta olacağım sanırım." Diye açıkladığımda, azıcık yalan azıcık doğruluk payı da vardı cümlemde.

Kendimi gerçekten halsiz ve de yorgun hissediyordum. Kırgınlık vardı üzerimde de. Ama bu hastalığın habercisi olan kırgınlığın değil, kalbimin kırgınlığındandı. Bir süredir de benimleydi. Onu sevmeye devam ettiğim sürece de bu kırgınlık hep benimle olacaktı.

Karşımda oturan abim masanın üzerine neredeyse abanarak bana doğru uzandığında, elini kaldırmış ve alnımın üzerine yerleştirmişti. Ne yaptığını anlayamazken, "Buz gibisin, ateşin falan yok." Dedi ve hafif doğrulduğunu sandalyesine geri yerleşti.

"İlla ateşimin mi olması gerek hasta olmam için? Kırgınlık var üzerimde!" Deyip tabağıma aldığım domatese çatalı saplarken, "Hayır Ayza itiraz istemiyorum, geliyorsun!" Diyen ablam küçücük iştahımı da alıp götürdü.

"Abla.." Bıkkınlıkla oflayıp yiyemediğim domatesin saplı olduğu çatalı tabağımın kenarına bıraktığımda, "Gerçekten istemiyorum." Dedim baygın bakışlar eşliğinde.

Herkes bir şekilde eğlenip o iki insanın mutluluğuna gülücükleri ile eşlik edeceklerken, ben ancak asık suratımla orada emanet gibi dururdum.

"Kim neyi istemiyor yine?" Mutfaktan dönen annemde son anda duyduklarıyla konumuza merakla dahil olurken dirseğimi masaya dayayıp elimi alnıma götürdüğümde, sıkıntıyla ailemin ağrısını arttırdığı başımı ovdum.

"Kızın akşam düğüne gelmeyecekmiş.." Ablam anında ispiyonlarken, annemin birazdan ona katılacağından şüphem yoktu. Çünkü, belki hayırlı bir kısmet bulursun diyerek beni kolumdan tuta tuta her seferinde o düğünlere götürürdü. Ne kadar karşı çıksam da, bu kadınla yarışacak güçte değildim ve her seferinde baş ağrıtan çenesiyle galibiyet annemin oluyordu. Böyle anlarda ne kadar çocuk gibi ağlaya ağlaya tepinerek gitmek istemediğimi söylemek içimden gelse de, her defasında o düğün pastasına çatalı saplayıp mideme gönderdiğim anlarda çevreme sahte gülücük atarken ve de gelinle damada zoraki alkışlar yollarken buluyordum kendimi.

"Ne demek gelmeyecekmiş? Olur mu hiç öyle şey?" Dedi tamda tahmin ettiğim gibi.

"Kızım, kendimi hasta olacak gibi hissediyorum diyor. Neden zorluyorsunuz?" Babam sert sesiyle yine benim destekçim olduğunu belli ederken, ona sessiz teşekkürlerimi yolladım.

"Az oynasın telefonla!" Annemin her şeyin sebebi olarak gördüğü telefonun konuyla ne alakası olduğunu çözmeye çalışırken "Elinden düşmüyor. Sonra başım ağrıyor, karnım ağrıyor, gözlerim ağrıyor anne!" Dedi söylenip benim başımın ağrısını arttırmaya devam ederek.

"Kız üzerimde kırgınlık var diyor, sen telefon diyorsun Nergis!" Babamın pes dedirten bakışlarının aynısı hepimizde mevcutken, annem onu duymazdan gelerek konudan kopmadı. "Sevginin evimize girip çıkmışlığı var, ayıp olur gelmezsen. Emrah oğlumda aynı şekilde abinlerin arkadaşı, senin de abin gibi. Geliyorsun Ayza!" Deyip işaret parmağını itiraz kabul etmezcesine bana salladı.

"Anne.." Son kez itiraz etme gücünü kendimde bulmuşken bunu denemek için dudaklarımı aralamıştım ki annem hâlâ indirmediği ve bana doğru tuttuğu parmağıyla buna engel oldu.

"Yarın öbür gün senin de düğünün olduğunda insanlar, Ayza bizim düğünümüze gelmemişti bizim onun düğününde ne işimiz var demesinler kızım!" Anneme göre ona fazlasıyla mantıklı gelen bu sebep, benim aklımın ucundan bile geçmeyen evlilik düşüncesiyle bana da fazlasıyla anlamsız gelmişti. Diyelim ki dediği gibi evlendim, çok sevdiğim, kıymet verdiğim insanlar dışında birilerinin gelip gelmemesi de çokta umurumda olmazdı açıkçası.

"Ne evlenmesi? Ne düğünü? Delirtme beni anne!"

Hayır, sinirle dudaklardan dökülen bu sözcüklerin sahibi ben değil abimdi.

Sanki ortada gerçekten alınan bir evlilik kararım varmış gibi sesini yükseltmesiyle boş bakışlarımı yüzüne dikerken, zaten evlenmeyi düşünsem bile bana engel olacak faktörlerden biri abimdi. Ciddi anlamda hem benim hem de ablamın turşusunu kurmaya niyetliydi.

"Delirtme beni anneymiş! Sen evlenmiyorsun diye bu kızlarında evlenmeyeceğini mi sanıyorsun?" Annem abimi koruyup kolladığı gibi zaman zaman sinirinden nasiplenmesini de sağlardı. Bu da onlardan biriydi. Abimin annemden azar işittiği, sinirini nasiplendirdiği sebeplerden biri evlenmiyor oluşuydu. "Meyra da yakında evlenip gidecek. Senin öyle bir niyetin yok madem, Ayza'ya karışamazsın!"

"Ayza küçük!" Dedi anneme bunu aşılamak istercesine küçük kelimesini bastırarak.

"Küçük mü? Yirmi iki yaşına girdi bu kız!" Ablam da abimin yaptığı küçük baskısına inat yaşımı bastırarak dile getirirken, benim hakkımda konuşulan konuda yine sessiz kalarak sadece dinleyen bendim.

"Yirmi iki büyük bir yaş mı gerizekalı?" Dedi abim öfkelenerek.

"Bana gerizekalı deme gerizekalı!" Ablamda duyduğu hakaret karşısında delirirken, önümdeki bir lokmayı doğru düzgün yiyemediğim tabağı iştahımın kaçmasıyla elimle önümden hafifçe iteledim.

"Alırım şimdi seni ayağımın altına!" Abim ablamdan karşılık almasıyla yerinden kalkacak gibi olurken, babamın gür sesi salonu doldurarak abimin yapmak üzere olduğu eylemi duraksattı.

"Çetin ben şimdi seni bir alırım ayağımın altına! Ne biçim konuşuyorsun sen kardeşinle?"

Ablama bir bakış attığımda, abimin babamdan azar işitmiş olması onu aşırı keyiflendirmiş ve yüzüne zafer dolu sırıtışını yerleştirerek abime alayla bakmaya başlamıştı.

"Senin kızın da abisine gerizekalı diyor baba!"

"Yanlış bir şey dememiş benim kızım!" Babamın da alttan alttan hatta apaçık bir şekilde abime gerizekalı derken ablam sesli bir kahkaha atmış, abimin yüzü de hem babamdan yediği darbeyle hem de ablamın alaycı kahkahasıyla kırmızıya büründü.

"Anca kızlarını koru Selim!" Annem az önce abimi azarlayanlardan biri değilmiş gibi yeniden erkek evlat seviciliği yapmaya başlamıştı.

"Sende eşşek kadar olan oğlunu koru anca Nergis!"

"Neden her seferinde beni gömüyor bu adam ya? Neyim ben dış kapının dış mandalı mı? Bu evin bir evladı değil miyim? İlk çocuğum ben, en çok benim sevilmem lazım!" Abimin serzenişiyle kalbim onun için sızlar gibi olduğunda yine ona kıyamayan tarafım gün yüzüne çıkmıştı işte.

"Tamda dediğin gibi, dış kapının dış mandalısın canım!" Ablam susmayarak abimin gözlerinden çıkan ateşi harladığında, daha fazla başımı ağrıtan bu ortama dayanamayacaktım.

Sandalyemi bacaklarıma geriye ittirerek ayaklandığımda, "Bir iştahım vardı, el birliğiyle onu da kaçırdınız." Deyip annem, ablam ve abime bakarak konuşmuş, babamı bu sitem dolu cümleme dahil etmemiştim. Beni savunmak dışında yaptığı hiçbir şey yoktu çünkü.

"Kızım sen otur kahvaltını yap." Babam yumuşacık sesiyle masaya geri oturmam için başıyla tabağımı işaret ederken, beni darlayan diğer ev halkına dönüp "Sizde kızı rahat bırakında kahvaltısını yapsın!" Deyip bana gösterdiği yumuşaklığın tam tersi bir şekilde sertçe uyardı bizimkileri.

"Aman! Kızına laf söyletme zaten!" Annemin dırdırı devam ederken mümkün değildi iştahımı yakalayıp birkaç lokmayı mideme göndermek.

"Yok baba, odama çıkıp biraz ders çalışırım en azından.." Deyip onun isteğini geri çevirdiğimde, babamın kahvaltı yapmadığım için bana kızmasını beklemeden merdivenlere yöneldim.

"Bir işin ucundan tutayım demek yok zaten. Hep anneniz yapsın!" Annem hâlâ arkamdan söylenmeye devam ederken, arkamı dönüp bir şey demek gereği bile duymayıp kendimi önce odama sonra yeni topladığım yatağımın üzerine attım.

Ders çalışmak, zihnimin tek bir kişiyle meşgul olmasından dolayı yapabileceğim en son iş bile değildi. Kalbimin istilasından sonra birde aklım bu adamın tutsaklığındaydı. Kendime tamamen eziyet ediyordum onu düşünerek. Ve de onu severek. Fakat onca senedir söz geçiremediğim gibi bu saatten sonra kalbime dur, onu sevme demek tıpkı diğerleri gibi anlamsızlaşacaktı. Sevme deyince sevmekten vazgeçilmiyordu. Bu kadar kolay olsaydı çok önceden vazgeçerdim.

Ama onu sevmenin acısı bile bir başka güzeldi.

Aptalın tekiydim. Senelerdir gözünün önünde onu seven kızı fark etmeyen adamı hâlâ sevecek kadar aptaldım. Olmayacağını bile bile sevmeye devam ettiğim için aptaldım. Günler önce başka bir kadınla buluşmuş olmasına rağmen sevebildiğim için aptaldım.

Evet, sevdiğim adam birkaç gün önce bir kızla buluşmuştu. Onun yaşıtı, gayet güzel, üstelik annesinin onayı olan bir kızla. Mahallemizden bir kızla. Günlerdir bana nefes aldırmayan sebep tam olarak buydu. Asaf'ın birini hayatına almaya hazır olmasıydı.

Ve o ben değildim. Hiçbir zamanda olamayacaktım.

Asaf'ı görmek için Nehir'i bahane edip onlara gittiğim sonrasında ailemin de gelip hep birlikte yemeğe oturduğu günlerden biriydi bu acının kalbimi sızdığı gün. Asaf'ı görmüştüm görmesine ama onu gördüğüm her anda yaşadığım o heyecan ve mutluluk boğazımda yumru olarak kalmıştı o gün. Hep birlikte yemeğe oturduğumuz anda açmıştı Semra teyze bu tatsız ve benim düşüncesinden bile korkup kaçtığım konuyu. Asaf'ın evliliğine getirmişti sohbeti.

Annemin abime yaptığı gibi onunda bunu Asafa sıklıkla yaptığını biliyordum. Onunda abim gibi her seferinde karşı çıktığını, itiraz ettiğini de. Ama o gün öyle yapmadı.

Sahi neden yapmadı? Neden tamam dedi annesine? Artık evlenmek mi istiyordu yani?

Bunun bir gün geleceğini biliyordum. Bir gün gerçekten kalbinin kapısını bir başkasına açıp onu içeri alacağını biliyordum. Yine de kaçtığım bu gerçeğin benim peşimi bırakmayıp bir şekilde karşıma çıkması beni ağır yaralamıştı.

Tamam demişti annesine. Başta hep yaptığı gibi karşı çıkmıştı yine ama sonra tamam demişti. Semra teyzenin oğlunun sözünü dinleyip mahallemizin kızlarında olan Nurcan ablayla buluşmayı kabul etmesiyle gözlerinin için parlamıştı. Bende başta annesini susturmak ve konuyu kapatmak için tamam dediğini düşünmüştüm. Nehirde beni buna ikna etmişti. Abim gitmez ki demişti.

Gitmiş, buluşmuş, konuşmuştu.

Ben yüreğime oturan koca taşın altında ezilmekle kalmıştım. Ezildiğim taşın altında attığım çığlıkları kimse duymuyordu. Kimse enkazımı görmüyordu. Gözyaşlarım sessizce ve gizlice akıyordu. Onları bir ben görüyordum. Gözyaşlarımı bir tek her gece başımı koyduğum yastık hissediyordu.

Boş bakışlarımı gözlerimden farksız boş, beyaz tavana dikmişken içim o kadar da boş değildi. Boşlukta sallanıyormuşum hissi benimleydi ama içim öyle duygularla doluydu ki o birikmişliği boşaltmak isteyip avazım çıktığı kadar haykırmak istiyordum. Haykırırsam sanki beni terk edecekti bu duygular. Haykırırsam, rahatlayacaktım.

Asaf'ın yüzüne haykırmak istiyordum. Avaz avaz, neden beni görmüyorsun diye bağırmak istiyordum ona. Sana abi demek istemiyorum demeliydim yüzüne karşı mesela. Beni Nehir ve Dicle abla gibi görme, çünkü ben senin kardeşin değilim demek istiyordum.

Beni sevemez misin diye sormak istiyordum. Cevabını bile bile.

Odamın kapısının açılmasıyla boğulduğum düşüncelerimden irkilerek koparken, beni bu buhran dolu andan çıkaran kişinin kim olduğunu görmek için başımı kapıya çevirdim. Gelen Nehiri görünce hiç pozisyonumu bozmadan dümdüz yatmaya devam ettiğimde, kendimi düşüncelerime nasıl kaptırdıysam aşağıdan çalan zilin sesini bile duymamıştı kulaklarım.

"Şuna bak şuna, arkadaşı gelmiş hâlâ o koca kıçını devirip yatıyor!" Kendini zıplayarak yatağa yanıma bıraktığında, onun bu çocukça hareketiyle yatakta sarsıldım.

"Yatağımı kır istiyorsan Nehir?" Dedim yüzüne ters bir bakış atarak.

"İncecik kızım ben, kırılmaz merak etme.." Deyip sırıttığında, ben gibi ellerini karnının üzerinde birleştirip gözlerini tavana dikti. "Ee, ne düşünüyoruz abimi mi?" Diye sorduğunda sonra bunun aksi olamayacakmış gibi kıkırdadı.

Kendini benim mooduma sokup bana ayak uydurmasıyla dudaklarım hafifçe iki yana açıldığında, "Abini." Diye mırıldanarak derin bir iç çektiğimde bakışlarımı yeniden tavanla buluşturdum. Oysa ki ilgi çekici tek bir şey bile yoktu bu tavanda.

"Hâlâ sövüyor muyuz peki? Hangi evrede kaldığımızı kaçırıyorum da." Sorusu karşısında kıkırdarken onun gözlerini bana çevirdiğini hissetmiş ama dönüp bakmamıştım.

"Ben hâlâ acı çektiğim evrede sayıp duruyorum. Sen istiyorsan söv." Dedim ve acınacak hâlime güldüm.

"Ben abimin arkasından keyifle söverim sövmesine de, seni o evreden bir çıkarsak diyorum?" Nehir yatakta kıpırdanırken, göz ucuyla bakışlarımı ona diktim ve onun bedenini bana doğru döndürerek dirseğini yatağa dayayıp yanağını eline yaslamasını izledim. "Gelmiyormuşsun düğüne?" Dedi duyduğu şeyin eminliğini sorgularcasına.

"Havamda değilim." Diye kısaca yanıtladım onu. Eğer içimdeki fırtınadan bahsetseydim beni yutan dalgaya onu da sürüklemiş olurdum.

"En yakın arkadaşını düğünde bir başına bırakmak var mı adamlıkta kızım? Ne demek havamda değilim?" Dedi sinirlenmeye başladığını sezdiğim sesiyle.

"Nehir, gerçekten düğün kaldıracak havamda değilim." Beni anlamasını istercesine gözlerinin içine baktığımda orada bana saçtığı kızgın kıvılcımlar bu bakışımla çok çabuk yok oldu.

"Abim olacak salak için kendini bizden soyutlayıp içine kapanma Ayza." Bunu yaptığım için sitemde bulunurken, gözlerinde kaybolan siniri sesine serpiştirmişti.

"Salak deme.." Dedim mırıldanarak. Konunun dışında takıldığım detayın saçmalığına gülmek istesem de yüreğime çöreklenen sızı dudaklarımı kıpırdatmama engel oluyordu sanki.

"Salak ama!" Aniden parlayıp sinirle sesini yükselttiğinde, pozisyonunu bozup yatakta bacaklarını bağdaş yaparak oturur bir hâl aldı. "Gözünün önündeki kızı görmeyecek kadar salak Ayza ve sen onun için ağlayıp duruyorsun ya, ben deliriyorum!" Dedi hayret ederek.

"Ne yapayım Nehir? Sen söyle." Ağlamak dışında başka seçeneğim yokmuş gibi geliyordu. Alacağım cevabı bile bile gidip hislerimi ona açsam aradaki o bağında kopacak olmasından korkuyordum. En azından onu görüyor, konuşabiliyorum diye avutuyorum kendimi her seferinde. Bu da elimden kayıp gitsin istemiyordum.

"Kendini kapatma mesela! Hayata küsme, ağlama! Eğlen ve keyfine bak ya!" Dedi çok kolaymış gibi. Uzanmayı keserek yatakta oturur pozisyonu aldığımda, silik bir tebessüm kondurdum güçlükle dudaklarıma. "Abim seni görmüyorsa elbet bir başkası senin farkına varıp, değerini bilir Ayza. O zamanda, ne kadar da aptalmışım kendime acı çektirip durmuşum diyeceksin!"

Dudaklarımdaki silik tebessüm bu kez acıyla büyüdüğünde, onun son söylediğini ben zaten her gün, her saat başı kendime söylüyordum. Aptaldım ve beni fark etmeyen bir adam için acı çekiyordum.

"O kadar kolay değil Nehir. Eğer olsaydı bunu çok daha önce yapardım." Dedim başımı bunun imkansızlığıyla hafifçe iki yana sallayarak. "Aptalım çünkü, ondan başka kimsenin beni sevmesini istemiyorum. Aptalım, ondan başkasını sevebileceğimi bile düşünmüyorum." Yüreğimin acı ile titremesi sesime de yansıdığında, karşımdaki arkadaşımın siniri bir kere daha benim hâlimle çok çabuk dindi.

"Malsın kızım sen." Dediğinde, sesi az önceki gibi kızgın değil de benim için üzgündü bu defa. "Dünyada başka adam yok çünkü dimi? Geldin benim gerizekalı abime aşık oldun!"

Nehir bağdaş yaptığı bacaklarını çözerek beni kollarının arasına çektiğinde, kollarımı hızla beline dolayıp başımı göğsüne koydum. Nehir bazen benden daha çok öfkeleniyordu bu duruma. Hatta ona kalsa gidip abisine söyleyecekti. Buna tabiki de engel oluyordum çünkü bir yüzleşmeye ve onu kaybetmeye hazır değildim.

Başımın üstüne bıraktığı öpücüğü hissederken, onun desteği olmasaydı kendimi daha kötü bir hâlde bulacağımdan şüphem yoktu. Uzun bir süre Nehir'e bile söyleyememiştim hislerimi. Sonra kendisi fark etmişti. Asaf değil, kardeşi görmüştü hislerimi. Sanırım Asaf dışında bir gün herkes bu hislerimi fark edecekti. Onun gözleri bir tek bana kördü.

"Nehir, dünyaya bir daha gelme şansım olsa ben yine senin o gerizekalı abini sevmek isterim." Dedim çaresiz bir kabullenişle. Yüreğime ektiği acıyı bile sevdiğim bir adamı bu dünyaya bir daha gelsem yine severdim.

"Ayza.." Nehir adımı mırıldanarak ardından söyleyeceklerine hazırlık yaparcasına derin bir nefesi verirken, başımı yasladığım göğsü bununla birlikte havalanmıştı.

"Efendim?" diye fısıldadım ne söyleyeceğini merak ederek.

"Sen gerçekten de su katılmamış bir salaksın!" Dedi kulakları tırmalayan bir sesle cırlayarak. Yüzümü ondan çıkan bu sesle buruştururken, beni kollarının arasından attı. "Ben ne diyorum, kız hâlâ ne söylüyor bana ya?" Kızgınlıkla bana bakarken, onu yine saniyesinde sinirlendirebildiğim için bu sefer gerçek bir tebessümle dudaklarım aydınlandı.

"Ve biliyor musun Ayza? Abimin seni eninde sonunda fark edeceğine dair olan inancım tamda şu an arttı." Dediğinde, neden böyle düşündüğünü anlayamayarak kaşlarımı şüpheyle havalandırdım. Onu azıcık tanıyorsam arkasından beni kızdıracak şeyler gelecekti. "Çünkü iki salak eninde sonunda birbirini bulurlar!"

Hem abisine hem bana giydirmenin zaferiyle dudakları genişçe iki yana açıldığında, beni gram şaşırtmayan ve tamda ondan beklenen sözlerle yastığıma doğru hamle yaptım. Nehir'in dudaklarından korku dolu ama daha çok bundan eğlenen bir çığlık döküldüğünde yapacağım şeyi anlayarak kendini hızla yataktan atmıştı.

"Sen nesin? Beyinsiz!" Dedim onca hakaretine sonunda sinirlenmeye başlayarak.

"Allah'ıma şükür bir beynim var. " Deyip o güzel sarıya yakın saçlarını eliyle bundan gurur duyarcasına geriye savurduğunda "Var ki senin gibi aşık olmak gibi bir salaklık yapmıyorum!" Dedi ellerini beline koyup zafer kazanmışçasına yüzüme bakarken.

"Aşk beyin işi değil, kalp işi gerizekalı!" Kendi doğrumu savunarak kavradığım yastığı yatağın ucunda dikilen Nehir'e fırlattığımda, güçlü refleksiyle yüzüne atmak için fırlattığım yastığı havada yakalayıp bana geri fırlattı. Yüzümün yakınından bile geçmeyen yastık yatağın kenarına çarparak yerle buluştu.

"Bok kalp işi! Aşk beyinde başlar mal!"

"Nesin sen? Aşkım Kapışmak mı?" Dedim savunduğu doğrusunu alaya alarak. Bir edebiyat öğrencisi ve bolca aşk romanları okumuş biri olarak bu tezi savunmam biraz zordu. "Ayrıca diyelim ki beyinde başlıyor ama burada yaşanıyor o aşk!" Diyerek işaret parmağımı sol göğsüme bastırdım.

Eğer aşk kalp işi olmasaydı burası onu her gördüğünde böyle delice atar mıydı? Kalp işi olmasaydı, burası gözlerine baktığımda kuş gibi özgürlüğüne kavuşmak istercesine çırpınmazdı.

Benim kalbimi gösterdiğim gibi işaret parmağıyla başına iki kez hafifçe vurduğunda, alayla sırıtarak "Salak, o kalbine hızlı çarpmasını söyleyen beynin zaten!" Dedi düşüncelerimi okumuşçasına.

"Çok biliyorsun sen.." Küçümsercesine yüzümü buruşturduğumda, onun bana attığı alayla donanmış parıltıların aynısını bakışlarıma serpiştirdim. "Atanamamış Aşkım Kapışmak seni." Dedim onu alaya alarak.

"Bizde aşk doktoru olmasını bilirdik ama değerimizi bilmediler kızım!" Yüzünden silinen alaycı sırıtmasıyla bana kötü kötü bakarken, bu bakışları ciddiye almayı bile düşünmedim.

"Vah vah çok üzüldüm!" Sahteliğini yansıtan üzüntümle yataktan kalkıp yere düşen yastığı alarak geri yatağa bıraktığımda "Çok büyük bir değeri kaybetmişiz.." Dedim onu küçümsemelerime bir yenisini ekleyerek.

"Sen beni beğenme.." Bozularak bana suratını çevirdiğinde, kollarını birbirine bağlamıştı. Bana trip atan arkadaşıma gözlerimi gülerek devirdiğimde, söylediklerime gerçekten bozulduğunu asla düşünmedim.

"Ah, sen ve beni kendime getiren şu hakaretlerin olmasa ben ne yapardım Nehirim?" Diyerek sırnaştığımda, saniyesinde gülmek için kıpırdayan dudakları tribini kısa sürdürmesine sebep oldu.

"Pek kendine gelmiş gibi değilsin ama olsun." Deyip yüzüme bakarak burun kıvırdığında, gülerek gözlerimi devirip yanağından öptüm. Bir gün Nehir'in saçmalıklarına göz devirmekten gözlerim öyle kalacaktı. Neyse ki onunla en büyük kavgamız anca bu kadar olurdu. Hiçbir zaman birbirimize gerçekten kırıldığımızı hatırlamazdım. Olursa da bu küslük çok kısa sürerdi.

"Beni düğünde yalnız bırakmayacaksın dimi Ayza?" Diye sordu geri çekildiğim sıra.

"Nehir bak gerçekten..."

"Öyle havamda değilim gibi cümleleri duymak istemiyorum!" Ne söyleyeceğimi bilerek sözümü kızgınlıkla kestiğinde, işaret parmağını yüzüme doğrulttu. "Geleceksin ve itiraz kabul etmiyorum!" Dedi emir verircesine.

"Sadece o da değil.." Bitkin bir nefesi yorgunca dudaklarımın arasından bıraktığımda, yanağımla buluşan saçımı kulağımın arkasına ittim. "Nurcan abla falanda gelir şimdi düğüne, ben onu görmek istemiyorum Nehir." Deyip asıl gelmeme sebebimi açıkça dillendirdim.

Asaf'la ikisini aynı ortamda görmek beni huzursuz edeceği kadar yan yana gelip konuşma ihtimalleri de beni orada fazlasıyla perişan edecekti. Ailemin de olduğu bir ortamda böyle bir manzarayı gördüğüm anda kendimi ele vermeden duramazdım kesin. Ne bunu isterdim, ne de onları görmeyi. Bilmesem, görmesem, duymasam daha kolay olurdu benim için.

"Saçmalama!" Dedi aniden bağırarak. Gözleri hayretle büyümüşken, sebebimin bu olduğuna inanamıyor gibiydi. "Abimin o kadınla bir daha görüşmek istemediğini sana söyledim ben Ayza! Ne demek bu sebeple gelmiyorum?"

Nehir'in bana söylediğine göre, Asaf sadece yarım saat kadar Nurcan ablanın yanında durup eve dönmüştü. Annesine ise, bir daha onunla görüşmeyeceğini bahsini bile açmaması gerektiğini söylemiş. Belki fikir ayrılıkları oluşmuştur ve o yüzden görüşmek istemiyordur. Veya başka bir nedendi görüşmemek istememesi. Ama bunu ilk duyduğumda içten içe sevinmeye engel olamamıştım. Fakat bununda önüne geçen bir sebep vardı.

Elbet bir gün gerçekten biriyle ciddi bir adım atacaktı bu adam. O günün geleceğini bilmek yaşadığım o küçük sevinci de elimden alıp götürmüş ve yüreğimde anlık yaşadığım sevincin yerini koca bir taşın ağırlığı almıştı. Nefes almakta bile güç duyduğum bir ağırlık.

"Evet söyledin ama ben kendimi biliyorum Nehir. Eğer ikisini yan yana görürsem dayanamam." Dedim beni anlamasını bekleyen bakışlarımla.

"İyice saçmalamaya başladın sen!" Nehir'in kızgınlığının arttığını sezdiğimde, onun beni anlamasını beklemeyi keserek omuzlarımı yorgunca düşürdüm. Kendimi tekrardan yatağa bırakma fikri bana yeniden çok cazip gelmeye başlamıştı.

"Abim görüşmek istemediğini söylediği kadınla neden düğünde bir araya gelsin?" Komik bir şey söylemişim gibi güldüğünde bunun daha çok düşüncemin saçmalığına attığı alay dolu bir gülüş olduğunu hissetmemek imkansızdı. "Aşk insanı aptallaştırır ama bu kadar da değil ya!"

"Nehir.."

"Sus!" Diye katı bir sesle yüzünde ki gülüşü aniden silip ciddileştiğinde, "Son kez söylüyorum sana. Abimin o kadınla hiçbir işi olmaz artık! Annemi susturmak için gitti, yarım saat durdu ve geldi Ayza. Bunun için kendini üzmene gerek yok!" Dedi gerçeğin bu olduğuna beni ikna etmeye çalışarak.

Bitkince dudaklarımı aralayıp ona cevap vereceğim sıra aklına söyleyeceği başka bir şey gelmiş gibi yeniden işaret parmağını kaldırıp yüzüme doğru salladı. "Ve bunun için beni o düğünde yalnız bırakmana da gerek yok!"

Onun tek derdi o düğünde yalnız kalmakken, benim içimde boğuştuğum dertler artık bana nefes aldırtmayacak boyuttaydı. "Dediğin gibi annenin ısrarlarına dayanamayıp gitti o buluşmaya ve olmadı. Ya sonra Nehir?" Diye başladım yüreğimde ki ağırlığı biraz olsun konuşarak hafifletmek isteyerek. "Abin bir gün gerçekten biriyle olacak. O zaman bu defa ki gibi şanslı olmayacağım. Kaçtığım gerçek eninde sonunda beni bulacak. O gün geldiğinde ne yapacağım Nehir?" Derin bir nefes verip gözlerimi yumduğumda, ne zaman gözlerime akın ettiğini bilmediğim yaşlardan biri yanağımdan süzüldü.

Kuruduğunu sandığım yaşlarım henüz kurumamıştı anlaşılan. Sadece içimi dökmek istediğim anda bile yüzümü yakarak boynuma doğru süzülmeye başlayan yaşlarla bir saniye sonrasında sıcacık kolların arasına çekildim.

"Seni bilmiyorum ama benim yapacağım şey bu olacak Ayza." Şefkat barındıran sesiyle yanımda olduğunu hissettirmek istercesine kollarını etrafıma sıkıca sardığında, içimi rahatça dökebildiğim ve hep yanımda olacağını bildiğim dostumun boynuna sakladım yüzümü.

"Sana önce şöyle sarılırım." Sıkıca sardığı kollarından birini gevşetip elini saçlarımın arasına götürürken, "Ağlar, rahatlarsın. Daha sonra kendine gel artık diye seni kollarından tutup sarsarım. En sonda birlikte abime küfürler ederiz ve kapanış." Dedi saçlarımı okşayıp güldüğünde.

Gözlerimden sessizce akan yaşlara rağmen duyduklarıma kıkırdarken, bu eğlenceden uzak bir gülüş olmuştu. Daha çok hüzün kokan gülüşümle Nehir'e sardığım kollarımı sıkılaştırırken, iyi günde de kötü günde de yanımda olan bir dostum olduğu için şükrettim.

Nehir boynuna sakladığım yüzümü kaldırıp elleri arasına aldığında, yüzümü ıslatan gözyaşlarımı baş parmaklarıyla silmeye başladı. O bana eşlik edip ağlamamıştı elbette ama benim bu halimin gözlerini doldurduğunu fark ettim. "Hem sen merak etme. Öyle bir durum olduğunda tüm görümcelik hünerlerimi sergileyip kaçırırım ben o kızı. Abimle olduğu için pişman bile ederim ben." Dedi beni güldürmek istercesine.

Bu beni güldürmedi. Ya da Nehir'in gerçekten böyle bir şeyi yapacağını bilmek beni mutluda etmedi. Ciğerlerime kadar acıyla doldum sadece. Çünkü biliyordum ki, Asaf eğer gerçekten birini severse kimseyi dinlemeyip o kızın yanında olurdu. Ve gerçekten severse, kardeşinin sevdiği kadına herhangi bir söz etmesine bile izin vermezdi.

"Yaparsın sen, bilirim." Dedim buruk bir tebessüm ederek.

"Tabi yaparım kızım, senden başka kimsenin görümcesi olmam ben!" Bunun aksini kabul etmeyen bir inatçılıkla söylenip sildiği gözyaşlarımdan sonra yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. Saniyeler önce ki buruk tebessümüm bu defa içtenlikle büyüdü.

Bana göre imkansız geliyordu ama Nehir bazen benden daha çok bunun olasılığına inanıyordu. Ben ise onun sözleriyle içimde öldürdüğüm umut ışığını tekrardan yakmamaya çalışıyordum. Olmayacak bir hayale bile bile kapılmak istemiyordum. Çoktan kapıldığım gerçeğini şimdilik tozlu rafların arasına sakladım.

"Şimdi..." Deyip yüzümden çektiği ellerini şaklattığında, "Kuaföre gidiyoruz oradan gelip hazırlanıyoruz ve sonra da düğüne gidiyoruz." Dedi planını kurup bana da fikir sunma ve itiraz hakkı tanımayarak. Artık itiraz etmekten, karşı çıkmaktan yorulduğum ve onunda ben geleceğim diyene kadar bunu sürdüreceğini bildiğim için "Tamam." Dedim mağlubiyetle.

Onun zafer temalı bakışlarına baygın bakışlarımla karşılık verdiğimde, Nehir'in kişiliğini tanıyana kadar kendimi inatçı sanmış olmama içimden gülüyordum. Yarım saate yakın bir zaman diliminde kendimi kuaför koltuğunda bulduğumda, ablam ve Nehir'in işlerini bitirmesini bekledim. Mahallenin kuaföründe doğal olarak rastladığım tanıdıklarla zoraki bir sohbet haline girdiğimde, konu akşam ki düğündü.

Emrah abi ve Sevginin yakışmadığını söyleyerek insanların bu mutlu gününde bile arkalarından konuşup kalbinin kötülüğünü ortaya seren insanlarla bir süre sonra bıkkınlık geçirecekken, kuaförün sahibi olan Alev abla ise Sevginin düğün gününde gelin saçı yaptırmaya ona değil de bir başka kuaföre gitmesine içerlenmişti.

Nehir ve ablamın işleri bitince yavaş yavaş gelen gidenle kalabalık olmaya başlayan bu daracık kuaförden kurtulacağıma sevinecekken, "Ayza geç bakalım." Diyen Alev abla az önce Nehirin oturduğu koltuğu işaret ederek beni çağırdı.

"Yok ben bir şey yaptırmayacağım, daha geçen gün geldim." Diyerek geri çevirdiğimde, henüz bir hafta bile olmadığı için beni şimdilik rahatsız edecek bir tüyüm bile yoktu.

"Saçlarını kestirsene, değişiklik olur." Yanıma gelen Nehir'in sunduğu fikre şiddetle karşı çıkarak başımı iki yana sallarken "Hayır kesmeyeceğim saçlarımı." Dedim bunu hiç duymamış varsayarak.

"Uçlarını alalım kız hem yıpranmış zaten baksana." Alev abla kazanacağı paraya baktığı için direkt bu fikri bana aşılamak üzere eyleme geçtiğinde, başımı tekrardan iki yana sallayarak bunu kabul etmedim.

"Neresi yıpranmış Alev abla ya?" Deyip buraya gelmeden önce at kuyruğu yaptığım saçımı omuzuma aldığımda, parmaklarımla uçlarını kavrayıp "Hiçte yıpranmamış.." Dedim kuaför edasıyla.

"Ablacım değişiklik iyidir. Hep dümdüz aynı saçı kullanmaktan sıkılmadın mı?" Ablamda kendime bir şeyler yaptırmam konusunda ısrarcı olurken, uzun bir süredir makas bile değdirmediğim saçlarıma gönlüm el vermiyordu ki kıyayım. Ama belki de azıcık ucundan kestirmek fena olmazdı.

"Ama sadece uçları bak!" Çok çabuk ikna edilerek yerimden kalktığımda, Alev ablanın benim için çektiği koltuğa geçip oturdum. Aynada kendimle göz göze geldiğimde, yorgun ve hiçbir şeye hevesi kalmamış halimden sıyrılmama yardımcı olabilirdi belki bu küçük değişiklik. "Alev abla uçlarından fazlasını kesersen valla paranı vermeden giderim!" Aynadan arkamdaki bedenine gözlerimi dikerek ona küçük bir tehditte bulunduğumda, sanki hakaret etmişim gibi bir şaşırma tepkisi verdi gözlerini büyüterek.

"A-aa! Ne zaman uçlarından daha fazlasını kestim ben ayol?"

"Her zaman!" Dedik az önce benim oturduğum bekleme koltuğunda oturan Nehirle aynı anda. Uçlarını aldırmak için oturduğum bu koltuktan daha kısa saçla kalktığım olmuştu çoğu zaman. Birde yıpranmıştı zaten canlılık geldi saçlarına diyerek yaptıklarını böyle ört bas ederlerdi.

"Kırıkları alıyorum ben.." Alev abla kendini savunurken elimi tokama götürüp at kuyruğu yaptığım saçlarımı serbest bırakarak omuzlarımdan dökülmesine izin verdim. Doğal dalgalı ve gür saçlara sahip olmak benim şansımdı sanırım. O yüzden bana verilen bu şansı kaybetmeye gönlüm el vermiyor bu saçlara kıyamıyordum.

"Alev abla geçen sene kırıklarımı al diye oturdum, saçlarım omuzlarımdaydı!" Diye isyan eden Nehir, bunu hatırlayınca giden saçlarına yeniden üzülmüş olacaktı ki sesinde bunun acısını sezmiştim.

"Sizde güzel bakın o saçlarınıza. Yıpranmış saçları bana getiriyorsunuz, kesince ben suçlu oluyorum." Alev abla kendi bildiğinden şaşmazken, onunla laf yarıştıramayacağımı anlayarak pes edip sustum.

Alev abla saç kesimi için gerekli aletleri alırken, Nehir'in oturduğu yerden kalkarak yanıma geldiğini aynadan gördüm. Tam gelip yanımda durarak elini koltuğun kenarına koyduğunda, başımı ona çevirip bir şey söyleyeceği her halinden belli olan arkadaşımın diyeceklerini bekledim.

"Acaba önlerine falan şekil mi verdirsen? Hep düz kullanıyorsun Ayza." Dedi benim bu banal hallerimden kendisinin sıkıldığını belli ederek.

"İyi işte böyle Nehir. Zaten uçlarını kestirme fikride yoktu aklımda, siz soktunuz!" Diyerek aslında memnun olduğum halimden kanıma girerek beni ayarttıklarını isyan dolu bir sesle dile getirdim.

"Kat atayım mı kız?" Diyen Alev abla ise buna dünden hazır gibi elinde makasla cevabımı bekliyordu.

"Attır bence Ayza." Ablamda eline aldığı telefondan ilgisini koparıp tekrardan benim saç muhabbetime oturduğu yerden yöneldiğinde, emin olamayan bakışlarla benim kanıma girmeye çalışan yüzlere baktım.

"Bilemedim ki.." Aynadaki suretime bakıp elimi saçlarıma götürdüğümde, kararsızlıkla dudağımı büzmüştüm. Çok mu çabuk ikna oluyordum? Ya da saçımda bir değişiklik yapma dünden hazırdım da yeni mi fark ediyordum?

"Yaptır kız. Çokta yakışır sana." Diyerek yanımdaki diğer koltukta mahalleden siması tanıdık olan bir kıza maşa yapan Seda abla da saç mevzuma dahil oldu.

"İyi, tamam.." Dedim buna da ikna olarak. Saçımı kestirmeye ikna olmam gerekiyormuş gibi çok çabuk kabullenememe içimden gülerken aldığı yanıttan memnun olan Alev abla ellerini saçlarıma götürdü.

"Yapıyorsak tam yapıp, boyayalım mı?" Alev abla anlaşılan bugün saçlarımda komple bir değişiklik yapmak istiyorken, bu diğerleri gibi ikna olacağım bir fikir değil sonuna kadar karşı çıkacağım bir meseleydi.

"Hayır boyamayalım!" Dedim oldukça net bir sesle. Şimdilik öyle bir düşüncem yoktu, belki ileride kafam atarsa bunu yaptırabilirdim ama şu an kesinlikle buna vereceğim cevap hayırdı. "Siyah saçlarımdan memnunum.."

"Neyse, kestirdiği için şükretmek lazım." Diyen Nehir sırıtarak kalkıp geldiği yere geri döndüğünde, Alev abla benim saçlarımı ıslatma girişimine başladı.

Sayamadığım dakikaların ardından kurutulan ve fön çekilen saçlarımla aynaya baktığımda içime sinen bir görüntü ortaya çıktığında, bu ani ama sonrasında memnun kalmış olduğum kararı aldıranlara içimden sessiz bir teşekkür yolladım.

"Bak ne kadar güzel oldu.." Alev abla eserinden gurur duyarak fönlediği saçlarımı omuzlarıma attığında, ona başımı sallayarak hak verdim.

"Evet çok beğendim, ellerine sağlık Alev abla." Dedim bu beğeniyi sesime yansıtarak.

"İyi ki bizi dinlemişsin Ayza, çok yakıştı böyle sana." Nehir, ablamla birlikte ayaklanarak başıma toplandığında ikisinin gözlerinde bendekiler gibi beğeni dolu parıltılar vardı. O beğeniyi görmek doğru bir seçim yaptığımı bir kere daha hatırlattı bana. Sanırım gerçekten de banal bir kişiliktim ve değişiklere kapalıydım. Makas vurdurmaya çekindiğim saçlarımın yeni hali beni oldukça memnun etmiş, üzerimde bir süredir dolaşan o sisli hava da azıcıkta olsa dağılır gibi olmuştu.

Tedirginlikle oturduğum koltuktan memnuniyetle kalkarak kasaya ilerdiğimizde, yeni maaşını alan ablam ne benim ne de Nehir'in elini cebimize götürmemize izin vermişti. Paramın cebimde kalacak olması işime gelirken, artık ailemin verdiği harçlıklarla hayatımı sürdüremeyeceğimin farkına vardığım o yaşa gelmiştim. Çalışmak ve kendi paramı kazanmanın o zevkini tatmak istiyordum. Ne yazık ki yoğunlaşmam gereken derslerle bunun için bir adım atmaya fırsatım olmamıştı.

Kuaförden ayrılmak üzere kapıya ilerlediğimizde, kapıyı açmak için elini uzatan ablamdan önce açılan o kapı ve ardından gördüğüm suretle kendi iyi hissettiğim o kısa anda elimden çabucak kayıp gitti. Günlerdir asık yüzüm birkaç dakika önce biraz olsun gülmüşken, iyi hissetmek, gülmek bana haramdı sanki.

Kapıdan içeri giren Nurcan bana akşam beklediğim karşılaşmayı daha erkenden yaşatarak küçük bir sarsılma yaratırken, o bizleri görünce kocaman bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirdi.

"Kızlar.." Dedi neşeli bir sesle arkadaş olduğu ablama doğru atılarak. "Nasılsınız?"

Ablamla küçük bir sarılma yaşadıklarında, neyse ki umduğum gibi olmadı ve Nehirle beni es geçerek sadece gülümsemesini uzaktan yollamakla yetindi.

"İyiyiz Nurcan sen nasılsın?" Hepimizim adına onu yanıtlayan ablamla bu sohbete çokta dahil olmayacağım için sevinirken, "İyiyim bende." Deyip bakışlarını yanımdaki Nehir'e çevirdi. "Nehircim nasılsın bir tanem?" Diyerek az önceki sorusunu tekrardan bu kez sadece ona yönelttiğinde, Nehir'e bakışlarımı odakladım. Gösterdiği samimiyeti karşısında bir an şaşırmıştı.

"İyiyim Nurcan abla." Dedi onun samimiyetinden oldukça uzak düz bir sesle. Nehir'in sen nasılsın diye karşılık vermemesiyle bozulduğunu hissettiğimde, yüzündeki gülümsemeyi canlı tutarak bunu çabucak gizledi.

"Sizinkiler nasıllar?" Diye sorarak Nehirle olan sohbetini devam ettirmek istediğini fazlasıyla belli ettiğinde "İyiler." Dedi Nehir aynı düzlükte. Anlaşılan Nurcan'ın bu gereksiz muhabbet kurma çabası onu da rahatsız etmişti. O yemek masasında bu kadının adı geçtiğinden beri ismini duymak bile beni bir süredir rahatsız ediyordu.

"Abin nasıl?" Diye sorup nihayet ağzındaki baklayı çıkardığında, bedenim müthiş bir gerginlikle kasıldı. Niyeti elbette ki Asaf'ı sormaktı.

"Ne yapacaksın abimi Nurcan abla?" Benim Nehirden beklediğim ama Nurcan'ın kesinlikle ondan beklemediği bu ters cevapla yüzü besbelli düşerken, zoraki tuttuğu gülümsemesiyle "Ne yapacağım canım? Öyle sordum ben.." Dedi fakat bozulmuştu. Bunu gizlemeyi başaramamıştı.

"A-aa, sen Ömer abiyle...." Ablam bunu yeni hatırlamış olacaktı ki şaşkınlığını gizleyememişti ama onunda dudaklarında arkadaşı olan Nurcan abla ve Asaf'ın ihtimaliyle bir gülümseme belirmişti.

"Evet canım.." Dedi az önce Nehirden balyoz gibi bir darbe yememişçesine gülümseyerek.

Nehirden duyduklarımla Asaf daha en başında buna bir nokta koyarak sonlandırmışken, bu kadının sanki bundan haberi yokmuş gibi etrafına gülücükler saçarak olan bir şey varmış izlenimi vermesi öfke ateşimi fitilledi. Durmak istemeyerek yanlarından geçip gitmeye niyetlendiğimde, bileğime yapışan Nehir'in eli bunu yapacağımı önceden hissederek bana engel oldu.

"Ne evet Nurcan abla?" Nehir beni durdurmuş ve bakışlarını hiç üzerime çevirmeden dalga geçen bir tonlamayla karşımızdaki kadını alaya almıştı. "Abim, annemin gönlünü kırmamak için seninle buluşmuşken ve eve döndüğünde de bize bu konuyu bir daha açmamamızı söylemişken, neye evet dedin tam olarak?"

Nehir'in sivri dilinden çıkan sözcükler Nurcan'ı bozguna uğrattığında, yüzü renkten renge girmeye başladı. Nehir'in azıcık yüksek sesi bu cümleleri kuafördekilerinde duymasına neden olurken, bu Nurcan'ı hem utançtan hem de sinirden olsa gerek kıpkırmızı etmeye yetmişti.

"Ben.."

"Abim o kadar kaba bir adam değildir. Eminim senin yanından ayrılmadan önce sana da bunu söylemiştir. Ama merak ettim, Ömer'le görüşmeye başladık falan demiyorsun dimi kimseye?" Deyip ardından komik bir şeymiş gibi kısa bir kahkaha attığında, onun şu an abisini paylaşamayan küçük kız kardeş olarak mı yoksa yakın arkadaşının abisine hisleri olduğunu bilerek benim için mi zehirli sözcüklerini bir yılan gibi bu kadına sokuyordu kestirememiştim. Ve ilk kez Nehir'in yanında olduğum için mutlu oldum. Bu kızı karşıma almak istemezdim doğrusu.

"Çünkü olacağı varsa bile abim böyle bir şeyi duyduktan sonra olmaz o iş." Dedi eliyle önemsiz bir şeyi savuruyormuş gibi yapıp konuyu sonlandırarak. "Neyse, gidelim biz artık." Deyip benim koluma girdiğinde, ablam onun Nurcan'a böyle davranmasını anlayamadığı için şaşkınca koluma giren arkadaşıma bakıyordu.

Ben neden böyle yaptığını anlıyor ve karşımdaki bu kadına üzülemiyordum.. Bu beni kötü birisi yapar mıydı bilmem ama sevdiğim adamla olma ihtimali düşünen bir kadına üzülmek yapacağım en son iş bile değildi. İçimdeki fitillenen öfke ateşi Nehir sayesinde dindi ve kor alevlerle yanan yüreğim biraz soğudu.

"Abin eminim ki acele bir karar verdiğini anlayıp tekrardan görüşmek isteyecektir. Sohbetimiz oldukça keyifliydi çünkü." Gitmeye hazırlandığımız an Nurcan'ın kendini toparlayıp ve altta kalmayarak ezdirmeyen sesi bizi duraksatırken, kurduğu bu cümlede takılacağım ve kalbimi acıtacak detaylar vardı.

Onunla gerçekten hoş bir sohbet mi geçirmişti? Yanımda güldüğünde dünyaları bana vermişler gibi hissettiğim adam bir başkasına mı sunmuştu o güzel gülüşünü? İki çift laf etmek için neleri vereceğim adam saatlerce bu kadınla sohbet etmekten hoşlanmış mıydı?

Aşk gerçekten beyin işi olsaydı bu kadar salakça düşünemezdin Ayza. Diyen iç sesim acımasızca gün yüzüne çıktığında kulaklarıma elimi bastırıp onu susturmak istiyordum. Beni acımasızca eleştiren, acı gerçekleri çekinmeden yüzüme çarpan yine kendimdim. Asaf onunla vakit geçirmekten hoşlanmış olsaydı neden ailesine bunun konusunu bir daha açmayın desin? Aşk gerçekten kalp işi. Çünkü insanı aptallaştırdığı buradan belli oluyor baksana.

"Bende eminim ki sende abimi benim kadar tanımıyorsun Nurcan abla." Diyerek vurgu yaptığı kelimeyle iç sesimin zihnimi işgal eden sözlerinin içinden çekilip çıkarıldığımda, "Hoş tanımaya vaktinde olmamış.." Deyip herkese tatlı bir kız imajı verecek olan ama altında karşısında ki küçümseyen bir ima yatan gülüşünü dudaklarına yerleştirdi. "Abim aldığı kararlardan kolay kolay dönen bir adam değildir. Bende buna eminim."

Nehir'in son noktayı koyan sözleriyle yüzü daha koyu bir kırmızılıkla kaplandığında, karşısında duran ve ondan küçük olan bu kızın sivri diliyle baş edemeyeceğini anlamış ve arkadaşımın oldukça net ve emin cümlesiyle gözlerine bana çok tanıdık olan bir duygu çökmüştü Nurcan'ın. Umutsuzluk.

***

Kuaförden çıkıp eve geçtiğimizde, işimizi erkenden hallettiğimizden akşama daha çok saat vardı. Eve geldiğimde annem saçlarıma yaptığım değişiklikten oldukça memnun olmuş ve sabah ki küçük dalaşmamızı unutturacak övgü dolu sözler sıralamıştı bana. Saat geçsin diye Nehirle birlikte odamda laptopumdan iki film bitirmiş, arada aklımı ele geçiren adamla izlediğim filmlerden de pek bir şey anlamamıştım.

Saatin yaklaşmasıyla laptop, yatak, film üçlüsünden kopmak zorunda kaldığımızda, ben fazlasıyla isteksiz bir şekilde hazırlanma girişimine girmiştim. Nehir eve geçip orada hazırlanmaya devam ederken, abartıya kaçmadan yaptığım makyaj sonrası saatler öncekinden eser kalmayan saçımı tekrardan fönledim. Kat kat önüme düşen saçlarımın bu hali gerçekten içime sinmişken, film izlemeden önce Nehirle birlikte karar verdiğimiz elbiseyi uyuşuk hareketlerle üzerime geçirdim.

Vücuduma tam oturan ve dizlerimin bir tık altında biten siyah elbiseyi aynanın karşısında incelerken, bir mahalle düğünü için fazla abartıya kaçmadığından üzerimdeki görüntüsü beni memnun etmişti. Dolabımın alt bölümünde kutusunda duran siyah stilettoları çıkardım. Giyindiğim zaman bir bıçak kesiği kadar insanın ayaklarını acıtan bu ayakkabı, zarifliği ile giymekten vazgeçemediğim bir modeldi. Uzun süre düşe kalka, ağlaya sızlaya üzerinde durmaya çalıştığım bir ayakkabıydı. Giye giye alışmış ve en azından ilk zamanlarda ki gibi düşme tehlikeleri yaşamıyordum.

Ayakkabıları ayağıma geçirip çantamı ve arabayla gidecek olmamıza rağmen havanın serinliğine güvenmeyerek koluma ceketimi alarak aşağıya indim. Ablam hariç herkesin salonda hazır beklediğini görmek beni şaşırtmadığında, topuklu ayakkabılarımın merdivenden inerken yarattığı gürültüyle bakışlar bana dönmüştü.

"Bir tanesi şükür hazırlanabildi." Diyen abimin beklemekten sıkılmış sesiyle gözlerimi devirirken, klasik olarak giyindiği beyaz gömlek ve siyah pantolon kombiniyle oturduğu yerden ayaklanıp yanıma geldi. "Diğeri de anca hazırlanıyor, gören sanır kendisinin düğünü!" Merdivenlerin ucuna gelip yukarıdaki ablama sesini duyurmak için bağırdı.

"Abartma ya." Dedim tepkisine bayık bayık bakarken. "Alt tarafı yarım saat bekledin."

"Yarım saat mi?" Deyip bana dönerek alayla güldüğünde, belki yarım saatten biraz daha fazla bekletmiş olabilirdik ama erkenden düğüne gidip orada bulunmanın anlamı neydi ki? "Zaman tuttum tam 52 dakikadır sizin hazırlanmanızı bekliyoruz!" Dedi ve kolunu kaldırıp kanıt olarak saati gözlerimin önüne tuttu. "Ağaç oldum burada!"

"Meyve vermediğine göre o kadar da çok beklememişsin." Deyip sinirini bozacak bir sırıtışı dudaklarıma kondurdum.

"Uğraşma kızlarla Çetin." Babam her zamanki gibi bizim tarafımızda olurken, abim buna hiç şaşırmayan bakışlarla tekli koltuğunda ablamın aşağı inip evden çıkmamızı bekleyen babama döndü.

"Bir kere de ki, abiniz haklı." İşaret parmağıyla da bir yapıp babama gösterdiğinde "Bak sadece bir kere baba, bir." Dedi dramatize ederek.

"Kardeşlerine hayvan gibi davranma sende oğlum." Babama hak vermemek elde olmayan bu cümlesiyle başımı hızla onu onaylayarak salladığımda, bunu gören abim ben size öyle mi davranıyorum gibisinden baktı. Çoğu abiye göre daha anlayışlı olduğunu es geçemez ve ona haksızlık yapamazdım. Abilerin bir tanesiydi o. Sadece sinirli tarafına denk geldik mi damarına basmamak gerekiyordu ama ablamda da bende de böyle bir şey söz konusu bile değildi.

"Benim gibi bir abileri oldukları için şükretmeleri lazımken sen ne diyorsun baba!"

Sabah sofrada da aynısı olduğu için artık onun üzerine gidilmesine dayanamayarak ve ona kıyamayarak yavaşça kollarının arasına sırnaştım. Başta beni itecek gibi olurken, kolumu beline daha sıkı sarıp başımı göğsüne yaslayınca bundan vazgeçti.

"Ediyorum ki zaten.." Dedim az önce söylediğine bir cevap vererek. "Abim olduğun için çok şanslıyım ve ben bu şansıma hep şükrediyorum." Deyip yıkama yağlama işlemime başladım. Annem ve babam bu hallerimize alışık olduğundan sessiz kalmayı tercih ettiler.

"Yalaka." Dedi tripli bir sesle ama kollarını bana dolayıp çenesini başımın üstüne yasladı.

"Valla bak.." Deyip başımı kaldırdığımda onun sevimli bulacağı bir şekilde sırıttım. "Hem birde abilerin en yakışıklısısın sen. " Göz kırpıp bana üstten bakan abime öpücük attığımda, bedenimin yaslı olduğu göğsünün böbürlenerek kabardığını hissettim.

"Öyleyim dimi?" Dedi düşüncemi doğrulayarak göğsünü kabarta kabarta.

"Öylesin.." Onu pohpohlamaya devam ederek beklediği için etrafa saçtığı sinirini aldığımda, beline sardığım kolumu çözüp elimi yanağına götürdüm. "Hem yakışıklı hem tatlı.." Diye severek yanağını sıktım.

"Yapma lan şunu!" Sinirini almam sadece bir beş saniye falan sürdüğünde, elime vurup beni kendinden uzaklaştırdı. "Nefret ediyorum şundan. Sıkma yanağımı!" Dedi tekrardan burnundan solumaya başlayarak.

"Ay iki sevmeye de gelmiyorsun abi.." Odun haline dönüş yapmasına gözlerimi devirdiğimde, onun araladığı dudaklarından bana söyleyeceği kelimeleri ağzına tıkayan şey merdivenlerden gelen ayak sesi oldu.

"Hanımefendimiz sonunda hazırlanıp teşrif edebildiler." Ben değil ama dudaklarından dökülen sözcüklerin hedef tahtası ablam olduğunda, merdivenlerden inip abim ve benim karşımda duran ablam "Böğürüp durmandan anca hazırlanabildim, kusura bakma!" Dedi.

"Kendi düğününe hazırlanıyorsun sanmıştım bende ama onca saat bu tipe yapa yapa bu kadarını mı yaptın sahiden?"

Omuzları açık ve kollarındaki fırfır detaylı kısa, kırmızı elbisesinin içinde ablam gayet hoş duruyordu. Sadece abim biraz fazla kıskançtı.

"Kıskançlığından kuduruyorsun canım." Deyip özenle maşa yaptığı dalgalı saçlarını eliyle arkaya savurdu.

"Babanızın oğlunun düğünümü ki bu kadar süsleniyorsunuz?" Bana bakarak üzerime alınmamı da sağladığında, kesinlikle derdi sadece onları uzun süre bekletmiş olmamız değildi. Abimin birazda kıskançlığı tutmuş olacak ki, az önce dikkat etmemiş gibi benimde üzerimi baştan aşağı inceledi. "Şuna bak.." Dedi ağzının içinden elbiseme bakıp söylenerek.

"Babamızın oğlunun düğünü olmadığı için başka düğünlere bu kadar süsleniyoruz." Dediğimde, babamdan bir kahkaha yükselmiş ve ablamla babama eşlik eden kahkahalarımızın arasında beşlik çakmıştık.

"Babasının kızı.." Diyen babam tıpkı onun gibi abime laf dokundurduğum için bana gururla bakıyordu.

Abim ise her an daha bir günü dolduramadığım yeni kesilen saçlarıma yapışacak gibi.

"Ay tamam yeter bu kadar zevzeklik. Çıkalım artık şu evden." Annem olaya el attığında konu kapanmış oldu böylelikle. Babam annemden aldığı komutla birlikte ikisi en önden çıkarlarken, "Senin elbisen niye o kadar kısa?" Diye sordu abim.

Elbisem dizlerimin boyunda olduğu için asla üzerime alınmadığımda, durup birazdan ikisinden çıkacak olan kavgayı izlemek için bekledim. "Sen sorasın diye." Abimin sorusunun muhatabı olan ablam onu alaycı bir üslupla yanıtlamıştı.

"Soruyorum zaten, neden bu kadar kısa?"

"Modeli tasarlayan böyle uygun görmüş."

"Sen niye bu elbiseye para verip de giyiniyorsun?"

"Canım istedi diye."

"Meyra!" Diye kükredi abim annemler açtıkları kapıdan çıktıkları sıra.

"Ay şiştim ama!" Ablamda serzeniş dolu bir patlama yaşarken, "Kaç yaşında kızım ya, elbiseme de bir zahmet karışma!" Dedi bu konudan muzdarip gibi dertli dertli.

"Bak mahallenin gençleri falan toplaşır bu düğüne. Laf atan, asılan olursa söylüyorsunuz sakın böyle bir şeyi saklamayı bile düşünmeyin!" Dedi beni de dahil edip işaret parmağını sallayarak uyarırken.

"Senin kız kardeşlerinde dünya güzelleriydi de, mahallenin tüm gençleri gelip bize asılacaktı!" Ablam haklılık dolu bir serzeniş ederken onu onaylarcasına salladım başımı. Mahallenin gençleri sanki düğünde bizi bekliyordu da kendine bunu dert edinmişti.

"Dünya güzelleri tabi.." Dedi ablamın söylediğini kabullenmeyerek. Yaşanan küçük çaplı kavgamıza rağmen arada bize toz kondurmayıp ağzının içinden de olsa güzel olduğumuzu söylemesi beni yumuşacık yaparken, aynı etkiyi ablamın üzerinde de gördüm.

"Yaa.." Dedi ablam abimin iltifatı karşısında şımararak.

"Sahiden dünya güzelin miyiz?" Diyerek tatlı tatlı ona sokulduğumda, az önceki laf dokundurmalarımdan olsa gerek kaşlarını çatmıştı ama o benimkiler gibi yemyeşil olan gözlerde tek bir sinir kırıntısına rastlayamamıştım.

"Hayır başımın belasısınız.." Deyip saniyeler önceki iltifatı hiç etmemiş gibi davrandı.

"Demek bizi dünya güzeli buluyorsun?" Ablam abimin diğer kolunun altına girerken, yavru bir kediden farksızca sokulduk abimin güvenli kollarının arasına.

"Eh işte.." Burun kıvırarak gözlerini şöyle bir yüzümüzde dolaştırdığında "Dünya güzeli olmasa da, idare edersiniz." Dedi birazcık küçümseme sezdiğim sesiyle.

Onu sinir etmemizin acısını çıkarmak istediğinden olsa gerek az önce gayette güzel olduğumuzu söyleyen adam ortadan kaybolmuştu birden. Ama biz duyacağımızı duymuştuk bir kere.

"Çok tatlı geldin gözüme o yüzden elbiseme karıştığın gerçeğini göz ardı edip seni şimdilik affediyorum." Ablam ayağındaki topuklulara rağmen birazcık parmaklarının ucunda yükseldiğinde, abimin yanağında ruj izi bırakacak bir derinlikte öpücük kondurdu. Diğer yanağına da geri kalmayarak aynı işlemi ben yaparken, o kaşlarını çatan huysuz görüntüsünden eser kalmamıştı geri çekildiğimizde.

İki yanağında da bulunan ruj iziyle oldukça sevimli bir görüntü veren abim, ablamla aynı anda küçük bir kahkaha atmamıza sebep olduğunda bize neden güldüğümüzü anlamayan bakışlarla baktı. İçimde ki bir şeytan söyleme düğüne öyle gitsin diye fısıldarken, bugün yeterince üzerine gitmiş olduğumuz gerçeğiyle ona daha fazla kıyamadım.

Ablamda benimle aynı düşüncede olacak ki aynı anda baş parmağımızla öptüğümüz yanağına uzandık abimin. İkimizde öptüğümüz yerleri gülerek parmağımızla sildiğimizde, neye güldüğümüzü anlayan abimin kaşları tekrardan çatılmış huysuz bir homurtu bırakmıştı.

"Kaç kez ağzınızda şu boyalar varken beni öpmeyin diyeceğim size?" İsyan ederken, bizim elimizi iterek iki yanağını da iğrenç bir şey varmış gibi elleriyle bastıra bastıra sildiğinde çatık kaşlarının altından dik dik yüzümüze bakıyordu. "Silin şunu öpecekseniz öyle öpün ulan!" Dediğinde, sanki dünyanın en kötü maddesini üzerimizde bulunduruyormuşuz gibi tepki vermesi karşısında gözlerim artık benden bağımsız devrildi.

"Yarın öbür gün sevgiline öptürürsün ama.." Ablam bunu yazdım ve zamanı gelince yüzüne çarpacağım dercesine bir ima yaptığında, bizden önce çıkan annemlerin sabırsız sesi doldu kulaklarımıza o an.

"Çocuklar hadisenize!"

"Çok konuşmayın da düşün önüme." Diyen abim başıyla yürümemiz için işaret yaptığında, gömleğinin yakalarını, kollarını ve sonrada pantolonunu bel kısmından düzeltip kendine çeki düzen verdi.

Biraz daha oyalanırsak annem en sonunda içeri girip bizi terliği eşliğinde kovala kovalaya dışarı çıkaracaktı yoksa. Ablam ve ben önden geçerken, abim yerdeki ayakkabılarını giyinmeye başlamıştı. Kendimi dışarı attığımda, elbisemin kollarının uzun olmasına rağmen esen soğuk rüzgarla saniyesinde üşüdüğümü hissettim ve yanıma bir ceket aldığım için şükrettim.

Ceketimi üzerime geçirip içinde kalan saçlarımı çıkararak omuzlarımdan dökülmesine izin verdiğimde, bu saniyelerde yerde olan bakışlarımı kaldırarak karşıya diktim ve gözlerim bir çift siyah göze değdi. Kalbim saniyesinde hızını arttırdı. Bir çift siyah gözle, göz göze gelince insanın dili damağı kurur muydu? Benim kurumuştu. Onu görür görmez suya ihtiyaç duyan kupkuru boğazımla sertçe yutkunurken, çantamın sapına sıkıca tutundum. O elimden kayıp düşerse bende düşecektim sanki.

"Nerde kaldınız?" Annemin sesiyle irkilirken, arkasından hemen peşi sıra bir kapı kapanma sesi doldu sokağa. Fakat ne mümkündü beni girdap gibi içine çeken bu gözlerden kurtulup da çevremde olan bitene bakmak.

"Oğlunu bilmiyor musun anne.."

Arabasının kaputuna yaslanmış ve baştan aşağı siyahlara bürünen Asaf kanattığı kalbime derman olurcasına karşımda dikilirken, onun gözleri de kalbimde açılan yaraları unutmama neden olacak bir bakışla bendeydi. Kalbimin uzun süredir ona gittiği yetmiyormuş gibi aklımda gidiyordu bu adama.

Gördüğüm an elim ayağım dolaşıyor ve ne yapacağımı şaşırıyordum. Dünyanın en yakışıklı adamı gelse bile şu an gözlerimin gördüğü bu manzaraya değişmezdim. Bana geceyi anımsatan o gözleri çok kısa bir an üzerimdeki elbiseden, ayakkabıma kadar indiğinde kalbim kor alevler arasında kavruldu.

Birbirine bağladığı kollarıyla üzerindeki siyah gömlek üstünde gerilmiş ve böylelikle pazıları belirginleşmişti. Üzerinde sadece gömleği olmasıyla bir an ona üşüteceğini ve üzerine bir ceket almasını söyleyecek gibi oldum. Ama çekindim, sustum. İçimden sadece bu soğuk havanın onu hasta etmemesini dilemek kalmıştı bana.

Titrek bir nefes bırakırken, dudaklarımın arasından çıkan buhar akşam karanlığına karışmıştı. Ona çok yakıştırdığım sakallarını biraz kısalttığını bu kadarlık görüş mesafesinden bile rahatlıkla farkına varmıştım. Bir an sakallarını kesmemesini ve uzun hallerinin ona çok yakıştığını söylemek geçti aklımın köşesinden. Fakat buna ne cesaretim ne de haddim vardı. Burkulan kalbimle bakışlarımı yere düşürdüğümde, onun tam ayakkabısının ucunda yarısında kalan izmariti ise henüz sönmemiş bir sigara olduğunu görüp bunun ona ait olduğunu anlamam çokta vaktimi almamıştı.

Üstüne bir ceket al hasta olursun diyemediğim gibi nefret ettiğim o sigarayı da içmemesini söyleyemedim. Ciğerlerini o zehirle doldurma diyemedim. Çünkü bu da benim haddime değildi.

"Bir tanede sende var değil mi?" Abimin onun karşısına geçerek gülerek sarf ettiği sözcükleri ben anlayamazken, Asaf benim aksime bu cümlenin anlamını anında algılayıp abime onaylarcasına başını sallarken bıkkınlıkla ofladı.

"Sorma, hanımefendinin hazırlanmasını bekliyoruz iki saattir." Dediğinde, neden bahsettiklerini anlamış oldum böylelikle. O da abim gibi aynı dertten yakınıyordu.

O da her an abimin bize patladığı gibi birazdan Nehir'e patlayacaktı. Abim onunda aynı dertten muzdarip oluşuna gülerken, bu düşüncemin ardından çok geçmemişti ki evlerinin açık olan kapısına bakışlarını çevirerek, "İki dakika içinde gelmezse de basıp gideceğim!" Diye bağırdı.

Sesini sadece Nehir'e değil tüm mahalle halkına duyurmuştu. Tıpkı abimin dakikalar öncesinde ablama yaptığının benzerini yapmasıyla, birbirleriyle arkadaş olarak ne kadar doğru seçim yaptıklarını bir kere daha anladım. Tencere kapak gibilerdi.

"Genç kızlar onlar oğlum. Tabii ki de süslenip püslenecekler." Annem bizim evde de geçen aynı muhabbetle artık bu konuya son noktayı koyarken, Asaf bu cümlelerle henüz arabamıza binmemiş olan anneme çevirmişti başını.

"Ne gerek var Nergis teyze?" Demesi beni şaşırtmamış, bu tamda ondan bekleyeceğim bir cümle gibi gelmişti. Annemde olan bakışları beklemediğim anda bana dönünce, "Sanki görücüye çıkıyorlar." Dedi bana bakarak.

O gözlerin aniden put gibi yere çakılan bana dönmesine mi şaşırsaydım yoksa bana taş attığını sezdiğim bu adamın yüzüme bakarak söylediğine mi şaşırsaydım? Elimde olmadan üzerime alınarak başımı eğip üstümdeki elbiseme baktığımda, ne açık ne de kısaydı. Abartısı bile yoktu. Saçlarım zaten fön dışında olduğu gibiyken, makyajımda kırmızı rujum dışında öne çıkan hiçbir şey yoktu. Görücüye çıkar imajı veren bir görünümde olmadığıma emindim. Kardeşinin yukarıda olmasıyla lafı bana mı dokundurma gereği duymuştu yani?

"Bir nevi öyle zaten oğlum." Diyen annem ardından tatlı bir kahkaha attığında, abim yine sabah ki konuya dönmemizle ağzının içinden bir şeyler homurdanmış ama ne dediği anlaşılmamıştı.

"Ne?" Diyerek dudaklarından bir şaşkınlık nidası bırakan Asaf, bu cevaba hazırlıksız yakalanmış gibiydi.

Annem gülerek arabaya çoktan yerleşen babam ve ablamın yanında yerini aldığında, onun yüzüne mıhlanan bakışlarımı artık çekmem gerektiğimi anlayarak yere çakılan ayaklarımı harekete geçirdiğimde, abimin kızgınlıkla homurdanan sesini işitmiştim.

"Resmen kızlarına koca adayı aramaya gidiyorlar düğünlere bu anneler!"

Abimin görmeyeceğinin rahatlığı ile ona gözlerimi devirerek arka koltuğun kapısını açmak için elimi uzattığımda, abimin bu söylediğine bir yanıt vermesini beklediğim Asaf'ın dudaklarından alakasız ve kime söylediğini anlayamadığım bir cümle döküldü.

"Sen bizimle geliyorsun." Diyen Asaf'a hızla döndüğümde, onun bakışlarının zaten bende olmasıyla işaret parmağımla kendimi gösterdim şaşkınca. "Ben mi?" Diye sordum saf saf.

"Sen." Dedi benim şaşkınlığım karşısında gayet düz bir sesle.

Normalde koşa koşa atlayacağım bu teklif karşısında başta şaşırsam da, sesindeki o emir verircesine yaptığı tonlamayı hissederek şaşkınlığımı atarak yavaşça kaşlarımı çattım. O tonlamadan hiç hoşlanmamıştım. "Sebep?" Diye sordum terslercesine.

"Nehir, Ayza'ya söyle bizim arabayla gelsin dedi." Tok sesiyle bana sorumun cevabını verdiğinde, duyduğum açıklamayla çattığım kaşlarım düzeldi ve az önce terslercesine konuştuğum için utandım.

"Haa.." Diye saçma bir mırıltı bıraktım utana sıkıla.

"Gelmek istemiyorsan sen bilirsin." Deyip omuzlarını umursamazca silktiğinde, yanaklarımdan boynuma kadar bir sıcaklık yayıldı. "Nehir'e de kendin söylersin." Dedi ve benle iletişimini keserek abime döndü.

Akşam karanlığını aydınlatan tek şey sokak lambası ve evlerden yanan ışıklarken, yüzümün düştüğü belli olmasın diye bunu çabucak gizleyip "Şey, tamam.." Diye mırıldandım ama bunu bir tek ben duymuştum.

Arka koltuğa ablamın yanına oturan annemle kapıyı açıp içine binmeden sadece başımı eğerek onları görüş açıma aldığımda, "Anne ben Nehirlerle gideceğim." Diyerek onu ve ön koltukta oturan babamı bilgilendirdim.

"Göbek bağınız bir kesildi çünkü, hiç ayrılmayın aman!" Diyen annem sadece söylendiğinde, herhangi bir itiraz cümlesi duymayarak kapıyı kapatıp hızla onların arabasına ilerledim.

Onunla fazladan geçireceğim bir beş dakika bile benim için çok kıymetliydi. Soğuk rüzgarla uçuşan ve yüzüme yapışan saçımı parmak uçlarımla çekip, saçlarımı düzelterek abimin yanında ve onun tam karşısında durduğumda, bakışlarını abimden alıp bana çevirmişti.

"Şey, Nehir dediyse sizle geleyim o zaman ben.." Sesim çekingen çıkmışken, az önceki ters çıkışım için mahçup hissediyordum ve üstelik sanki onu fazladan görmek için buna balıklama atlamamışım gibi Nehir'i bahane etmiştim.

Beni sadece küçük bir baş sallamasıyla beni onaylarken, "İyi tamam, geçiyoruz bizde o zaman salona." Diyen abimle Asaf'ın onu da onaylaması bir oldu. Abim yanımızdan ayrılarak bizim arabaya ilerlediğinde, "Nehir hadi!" Diye adeta kükreyen Asaf'la hazırlıksız yakalanarak irkildim.

Benim korkuyla sıçramamı görüp başını eğerek derin soluklar bırakırken, ellerini arabanın kaputuna dayamıştı. Kardeşini uzun süredir bekletmek artık tepesini arttırmış olmalıydı ki yine de çokta şiddetli olmayan bir şekilde elini kaputa indirdi. "Bu kız adamı delirtir yemin ederim!" Diye sinirle söylenip yaslandığı kaputtan ayrıldı.

Abim arabaya bindiği gibi çalıştırıp gazı köklediğinde, Asaf'ta şoför koltuğunun kapısını açarak arabasına binmek üzereydi. Ben öylece dururken, hareketlenmediğimi fark etmiş olacak ki kolunu açtığı kapının tepesine koyarak bana dikti bakışlarını.

"Hayırdır?" Deyip göz kırptığında, "Sen de arabaya binmek için davetiye mi bekliyorsun?" Dedi Nehir'in sinirinin acısını sanki benden çıkarır gibi ters bir sesle.

Bana kırptığı gözüyle kalbim mümkünmüş gibi hızını iki katına katlarken, kalbimin deli ritmini hissetmemeye çalıştım. Nasıl mümkün olacaksa.

"Geldim ya! Tüm mahalleye kükreyişini duyurmana gerek yok!" Diye sinirle söylenen bir başka ses araya girerek hızlı atan kalbimle beni saçma bir cevap verme ihtimalinden kurtardığında, bakışlarımı nihayet aşağıya inmeye teşrif edebilen arkadaşıma çevirdim.

"Kükremek zorunda bırakma o zaman beni Nehir!" Diyerek yine kükredi.

"Abi geldim işte, böğürmesen mi artık?" Nehir bıkkınlıkla oflayarak evin kapısını kapatarak bize doğru gelirken, bu havaya ve abisine rağmen askılı ve kısa bir elbise seçmişti. Pembe askılı ve önü biraz açık olan kloş elbisesi ona çok yakışmışken, Nehir'e baktığım an benim yarısı açıkta olan bacaklarım sanki buz tutmuştu.

"Giyindiği elbiseye bak!" Asaf kardeşinin daha da yakına gelmesiyle onu iyice inceleme fırsatı bulurken, Nehir bezgin bakışlarla bir kere daha ofladı. Bu sefer ki baya bir derindi.

"Ne var elbisem de ya?" Diye sordu sitemle. Maşa yaptığı dalgalı ve arada boyattığı için sarıya yakın saçlarını sağ omuzunun üstüne atarak orada topladığında, "Hiçbir şey yok! On saat bunun için mi bekledim ben?" Dedi Asaf kardeşinin üstündeki elbiseyle sinirle burnundan solumaya devam ederken.

"Abartma abi.." Nehir gözlerini devirip yanaklarını bıkkınlıkla şişirdiğinde, nihayet bana dönen bakışlarıyla burada olduğum fark edildi. Yüzünde ki o bıkkın ifade beni gördüğü an kaybolduğunda, suratını kocaman bir sırıtış kapladı.

"Hey yavruma bak be.." Beni süzerek kalınlaştırdığı sesiyle bir erkek edasıyla laf atar gibi yapıp ıslak çaldığında, aynı sırıtış benimde suratımı kapladı bu hareketiyle.

"Salak." Diye ağzımın içinden hoşnut olmuş bir şekilde mırıldandığımda, etrafında dönerek bana kendini gösterdi ve elbisesinin etek kısmı kloş model olduğundan esen rüzgarla eteği uçuşmuştu. "Ben nasıl olmuşum?" Diye sordu.

Ona çok güzel olduğunu söylemek üzere dudaklarımı aralayacağım an gür bir ses aramıza girdi. "O eteğine sahip çık Nehir!" Dedi Asaf her defasında daha da artan bir sinirle.

Nehir hem eteğini hem elbisenin göğüs kısmını düzelterek abisini daha da kızdırmayı göze almadığında, ben onun az önce bana yönelttiği soruyu "Fıstık gibisin." Diyerek yanıtladım. Sesim gibi bakışlarımda beğeni doluydu.

"Kendinizi pohpohlamanız bittiyse şu arabaya binin artık!" Sabrının giderek azaldığını sezdiğim Asaf'ı daha da delirtmenin anlamı yoktu. O arabaya binip şoför koltuğuna yerleşleştiğinde, bizi bekleme gereği duymadan kapısını sertçe kapadı. Nehirle birlikte tıpış tıpış arabaya giderken, açmak üzere olduğum arka koltuğun kapısıyla bedenim ön koltuğun kapısına itildi. Daha doğrusu savruldu.

Bunu yapan Nehir'e şokla dönerken, o ise bu yaptığı çok komik bir şeymiş gibi kocaman sırıtıyordu. Bu yaptığına anlam veremezken, "Nehir ne yapıyorsun?" Diye sordum şaşkınlıkla karışık ufak bir sinirle.

"Sen öne geç.." Deyip sırıtışında bir ima belirdiğinde, kabul etmeksizin başımı hızlıca iki yana salladım. "Hayır buna gerek yok." Diyerek onun önünde dikildiği arka koltuğun kapısına hamle yaptım fakat bana izin vermedi.

"Öne otur Ayza.." Dedi ve itiraz etmeme olanak tanımadan kendisi hızlıca arka koltuğu açıp oturdu. Öylece kala kalırken, bu yaptığının hesabını ona sonra soracaktım. Hem birkaç dakika fazla vakit geçireceğim ve bunun yanında oturarak geçecek gerçeğiyle kalbime sıcacık bir hava estiğinde, yutkunup ön koltuğun kapısını açtım.

Arkaya Nehir'in yanına geçsem Asaf sanki ikimizin şoförüymüş gibi duracaktı ve bu fazlasıyla ayıp olurdu. Aslında onun gibi kaba bir adama rağmen ben fazla düşünceliydim. Yine de onun sevgisiyle çarpan bu kalbim bu adama asla kıyamıyordu.

Ön koltuğa yerleşir yerleşmez çalıştırdığı arabayla gazı köklediğinde, sırtım koltuğa yapışmıştı. Hızlı kullanılan araba her zaman yüreğimde küçük çaplı bir panik yaratır ve mideme kramplar sokardı. Fakat bunu dillendirmek yerine sessiz kaldığımda, oyalandığımız için aceleci davranıp o yüzden hızlı kullandığını anlayabiliyordum.

"Kemerini tak." Dedi boş yolda ki bakışlarını kısa bir an bana çevirerek.

Onu ikiletmeden emniyet kemerine uzanıp çekiştirerek yerine yerleştirdiğimde, oturduğum an dizlerimin bir tık altında biten elbisem biraz yukarıda toparlanarak bacağımın bir kısmını daha meydana çıkarmıştı. Kemeri taktıktan sonra elbisemin etek ucunu da düzelterek yanımdaki adamın varlığından hızlı atan kalbimin sesinin duyulmadığını umarak bakışlarımı cama çevirip yolu izledim.

Yolun şimdilik boş olması işimize gelirken, hızla geçip giden ağaçlar ve tabelalarla gözlerimi çok çabuk sıkılarak yoldan çektim. Göz ucuyla arabayı kullanan Asaf'a döndüğümde, sert profili karşısında titrek bir nefesi içime çektim. Gözlerime o kadar güzel ve de ulaşılmaz gelmişti ki, sanki o yasak meyveydi ve ben onu severek bir günah işliyordum. Ama en güzel yasak en güzel yanlıştı Asaf. Yüreğim bu imkansızlık karşısında defalarca kez olduğu gibi yine sızladı.

Asaf bu gözlerimin gördüğü en güzel adamlardandı. Kimine göre değildi belki de. Olmasındı zaten. Kimsenin benim bu adamda gördüğüm güzelliği görmesini istemezdim. Sadece bana kalsındı ama bu da imkansızdı.

Sahi neden imkansızdı bu adam bana? Neden öyle olmak zorundaydı ki?

Çünkü adamın gözünde arka koltukta oturan Nehir'den bir farkın yok.

Ne aradaki sekiz yaş ne aileler.. Hiçbiri ama hiçbiri susmamın sebebi değildi. Onun böyle düşündüğünü bilmek susturuyordu beni. Dilimi lal ediyor, elimi kolumu bağlıyordu. Bilsem beni bir genç kız, bir kadın gözüyle görüyor açmaz mıydım ben ona hislerimi. Koşa koşa açar, dökerdim içimi. Benim konuşmama neden olacak tek bir hareketi, sözü bile olmamıştı ki bunu yapayım.

"Şey, Semra teyzeler gelmiyor mu?" Diye sorarak zihnimi kemiren düşünceleri kovarak şu ana geri döndüğümde, Asaf yolda olan gözlerini bana çevirip "Annem dün akşamdan beri Dicle'de kalıyor. Babam da öğlen gitti yanlarına. Çınar getirecek onları." Dedi soruma detaylı bir yanıt vererek.

"Anladım." Dedim başka diyecek bir şey bulamayarak. Dicle abla hamileydi ve hamileliğinin başlarında şiddetli bir mide bulantısıyla baş dönmesi geçiriyormuş. Bu süreçte hem Semra teyze hem de Çınar abinin annesi sürekli onun yanında kalarak yardımcı oluyorlardı. Belki düğüne bile gelemeyebilirdi.

Otobana çıkmamızla ışıklara ve de çokta yoğun olmayan bir trafiğe girdiğimizde Asaf ondan beklenilecek bir şekilde huysuzca homurdandı. "Ulan mahalledeki salonların suyu çıktı çünkü, ebesinin yerinde salon tutuyorlar!"

Düğün yeri mahalleden bir yarım saatlik uzaklıktayken, araya böyle trafik girdiğinde yol bir tık daha uzun olabiliyordu ve Asaf'ın bu isyanını haklı bulmuyor değildim. Kırmızı ışıkta durduğumuzda, çıkarıp yaktığı sigarasıyla camı aralayıp kolunu dışarı sarkıttı. Evin önündeyken içtiğini bir izmaritle anlamışken, çok geçmeden yenisini yakmış olması beni elimde olmadan rahatsız etti. Üstelik esen rüzgarla o dışarı doğru üflediği duman dönüp dolaşıp yeniden içeri girerek benim ciğerlerime doğru süzülürken, öksürmemek için zordum. Camdan içeri giren soğuk rüzgar ise cabasıydı fakat sesimi çıkarmadan üstümdeki ceketime sarındım.

"Üşüdün mü?" Diye sordu yanan yeşil ışıkla arabayı sürmeye devam ettiğinde.

"Yok.." Dedim ama kollarımı kendime sarmamış olsaydım bu yalanım belki daha inandırıcı bir hâl alabilirdi. Sigarasından derince bir nefes daha içine çektiğinde, o zehir sanki benim ciğerlerime dolmuş kadar rahatsızlık duydum. İçme demek isteyip buna haddimin olmadığını bilerek susmakta yüreğime ağır gelen nedenlerden biriydi.

"İncecik giyinip giyinip sonra da üşüdüm deyin.." Diye duyulmadığını sanarak ağzının içinden söylendiğinde, henüz yarısına anca geldiği sigarayı dışarı atıp camı kapattı.

Arada tutan düşünceli hallerinden birine denk gelmek beni gülümsettiğinde, bunu görmemesi için başımı eğerek gizledim.

"Sohbetinize doyum olmuyor ama radyoyu falan açın ya!" Diyen Nehir'le gülerek elimi radyoya uzatmışken, aynı anda kardeşine söylenerek radyoya uzanan Asaf'ın ellerine temas etti ellerim. Sıcacık olduğunu hissettiğim elinden bir elektrik akımı benim bedenime sıçramış gibi titrerken, hızla elimi geri çektim.

"Şey, özür dilerim. Ben öyle boş bulunup birden atladım. Senin araban sonuçta." Dedim mahçup bakışlarımla profiline bakarken. Sert hatlara sahip olan o yüzü bu söylediğimle kaşlarını çatarak bana döndüğünde "Boktan sebeplere özür diliyorsun." Deyip bu özürümü aşırı gereksiz bulduğunu belli etti. Düşününce gereksiz bir özürdü ama insanlara karşı yanlış anlaşılmak istenmeyen benim için alışık bir durumdu.

Sessiz kalarak bir şey demezken, Nehir'in istediğini yerine getirerek herhangi bir radyo kanalında durup trafikle azıcık uzayan yolu daha çekilir bir hâle getirdi.

Yıllardır yüreğimde gizlediğim
Deli dolu bir sevdanın yangını var
Haykırmak isteyip de yutkunduğum
Dudağımda kaybolanlar

Kulaklarımı dolduran bu bilindik şarkıyla yutkunurken, başımı koltuğa yaslayıp bakışlarımı yola diktim. Ona bakarsam kendimi ele verirdim çünkü. Hislerime birebir tercüman olan bu şarkıyı zamanında yanımda ki adam için çok dinlemiş, ağlamıştım.

Bu öyle duygu ki içimden atamadığım
Her günüm seninle vazgeçemediğim
İşte bu yüzden diyorum ki sana
İnsanın içini döktüğü anlar vardır ya

Ben içimi dökememiştim. Ben geceleri yaşlarımı akıttığım yastığa dökmüştüm içimi hep. Asaf, benim sırrımdı. Nehir dışında kimsenin bilmediği tek gizlim. İçimden bir türlü atamadığım ve atmak istemediğim.

Yangınım, sana yangın ey yangınım
Sana yangın yıllar var, yollar sana yangınım
Yangınım, sana yangın ey yangınım

"Sana yangın yıllar var, bir tek sana yangınım" Diye fısıldadım cama yansıyan suretine bakarak. En fazla bu kadarını yapabilirdim. Camda ki suretine fısıldardım ben. Başımı çevirip yüzüne demeye cesaretim yoktu.

Kimseler senin gibi bakmadı ki
Sevda yüklü şu tutkunu bilmedim ki
Hiç mi hiç hayranlığım dinmedi ki
Sevdiğimsin göz bebeğim

On altı, hatta çok daha küçüklükten başlamıştı bu adama olan hayranlığım. Hâlâ da hayrandım. Ama artık boyutu çok daha büyüktü bunun. Sevgi dolu bir hayranlıktı. Başta basit bir hayranlık sanmıştım. Ama kalbime sızdığını ve sevdiğim adam olduğunu anlayıp kabullenmiştim. Başta yanlış gelen şey benim en güzel doğrum gibiydi artık. Yüreğime ektiği acıyla da, zaman zaman bıraktığı tatlı izlerle de Asafı sevmek benim en güzel doğrumdu.

Bu öyle duygu ki içimden atamadığım
Her günüm seninle vazgeçemediğim
İşte bu yüzden diyorum ki sana
İnsanın içini döktüğü anlar vardır ya

Yangınım, sana yangın ey yangınım
Sana yangın yıllar var, bir tek sana yangınım

"Yangınım, sana yangın yıllar var.." Şarkıya eşlik eden kısık kesimi ben bile oldukça zor duyarken, camda ki suretine fısıldadığım ve içimi en fazla bu kadar dökebildiğim Asaf'ın bakışlarının bana döndüğünü gördüm camdan. Kalbim bununla birlikte düzensiz bir ritimle çarpmaya başlarken, bu şarkıyla döktüm ben içimi. O anlasın istedim. Anlar mıydı bilmiyordum. Pek ümidim de yoktu ama ben içimde ki yangını göstermek istedim çok küçük bir cesaret kırıntısıyla.

"Bir tek sana yangınım.." Diye mırıldandım camdan göz göze geldiğim yangınıma.

~~

Salonun o parlak beyaz ışıkları sönüp loş ışıklarla aydınlatıldığında, gelin ve damadın geleceği ve anne babalara ortada koşturan çocuklarını pistten almalarının söylendiği bir anons yapıldı. Geldiğimizde oldukça kalabalık olan salonda haliyle çocuklarda enerjilerini atmaya yer arıyorlardı. Geldiğimiz gibi hep birlikte aynı masaya oturduğumuzda, önceden geçip oturduğumuz masayla sonradan aramıza Semra teyze ve Orhan amca da katılmıştı. Tahmin ettiğim gibi Dicle abla baş gösteren mide bulantılarından dolayı gelememişti.

"Ya bak düğünüm olsun, davetiyemin altına çocuklara iyi uykular dilerim yazdıracağım! Düğünlere on beş yaş altı yasağı gelsin, bu ne ya?" Birazdan çıkacak olan gelin ve damatla gözlerim etrafta turluyorken yanımda ki arkadaşım bana yaklaşıp serzeniş dolu cümlelerini kulağıma doğru bırakmıştı.

"Abartma Nehir. Bizde çocuk olup böyle oynadık düğünlerde.." Bakışlarımı etraftan alıp ona döndüğümde, içimdeki çocuk sevgisinden dolayı ortada koşuşturan çocuklara kıyamamıştım.

"O zaman anaları babaları sahip çıkacak, yok öyle serbest bırakıp sahnenin ortasına salmak! İnsanların mutlu günlerini rezil edebiliyor bazı veletler.."

Bu konuda bir şey diyemeyecektim. Ne yaramazlar görmüştü bu gözlerim o yüzden Nehire bu kısımda hak vermeden edemedim. "Neyse ki bunu en son dert edecek insan sensin." Deyip konunun yönünü değiştirdiğimde, kaşlarını çatarak neden öyle dedin dercesine baktı bana.

Tam karşımızda abimle yan yana oturan ve masanın üzerine koyduğu ellerini birleştirerek ilgiyle abimi dinleyen Asafı işaret ettim başımla. "Böyle bir abin varken sanmıyorum evlenebileceğini." Deyip alayla güldüm.

"Salak!" Diyerek omuzuma çokta acıtmayan bir darbe indirdiğinde, gülüşüm kıkırtıya dönüşmüştü. "Sanki Çetin abi de senin evlenmene izin verecekti!" Dedi ve aynı gerçeği yüzüme çarparak bir darbe indirmişti bu sefer.

Asaf gibi bir abinin benimde başımda olduğunu bilmeme rağmen gülmeye devam ettiğimde, "Nehir.." Dedim kısık kıkırtılarımın arasından mırıldanarak.

"Ne var?" Dedi ters bir sesle. Anlaşılan Asaf faktörünü ona hatırlattığım için sinirlenmiş ve bu gerçekle de hevesi kursağında kalmıştı.

"Sanırım evde kaldık." Deyip acınacak halimize bu gürültünün arasında duyulmayacak küçük bir kahkaha patlattım. Gülüşümle Nehir'in çattığı kaşları düzelirken saniyesinde onunda dudaklarında küçük bir kıpırdanma meydana geldi.

"Allah'ım bu gerçeğin bizi güldürmesi değil, ağlatması gerekirdi.." Diye acı dolu bir sesle mırıldanırken bu durumun saçmalığına bana eşlik ederek hafif bir kahkaha attı ve başını omuzuma bıraktı gülerek.

Nehir'in omuzuma bıraktığı başıyla gülmeye devam ederek bakışlarımı konunun muhatapları olan abimlere çevirme gereği duyduğumda, az önce sohbet ettiklerine şahit olduğum Asaf ve abimin ilgilerini çekmiş olduğumuzu ve neye güldüğümüzü anlamayan bakışlarla tip tip bize baktıklarını gördüm. Asaf'ın gözleriyle çakışan bakışlarımla gülüşümü yüzümden silip boğazımı temizlediğimde, hâlâ omuzumda gülmeye devam eden Nehiri abisinin bizde ki bakışlarıyla ittim.

Asaf'ın gözleri benden ayrılmamışken, hayırdır dercesine göz kırpıp "Neye gülüyorsunuz siz?" Diye sordu başıyla Nehiri de işaret ederken. Ona ve abime sizin yüzünüzden bekar kalacağız ve bizde bu acı gerçeğe gülüyoruz diyemeyeceğim için topu Nehire atıp sessiz kaldım bu sorusu karşısında.

"Ağlanacak halimize." Soruyu pasladığım Nehir dramatize edilmiş sözcüklerle abisini yanıtlarken, hâlâ istedikleri cevabı almış değillerdi ki anlamsız bakışları büyümüştü ikisinin de.

Bunu irdelemeye vakit bulamadan salonda duyulmaya başlayan müzik ve alkış sesleriyle konu dağıldığında, hepimizin bakışları patlayan konfetiler eşliğinde gelen gelin ve damada odaklanmıştı. Diğerlerine eşlik ederek alkış tuttuğumuzda, ikisinin de yüzlerindeki gülücüklerle ne kadar mutlu olduğu bu mesafeden bile okunuyordu.

Sahnenin ortasına gelip çalan şarkıyla dans etmeye başlarlarken, sahnenin dört bir tarafına bırakılan volkanlar onların dansa başlamasıyla yandı. Her düğünde olan klişeleşmiş bu gösteriyi yine de onlar adına mutlu olarak izlerken, kulağıma doğru bir şey söylemek üzere yaklaşan Nehiri hissettim.

Bakışlarımı sahneden ayırmayıp kulaklarımı dört açarak ne diyeceğini beklediğimde, "Az olmuş bu volkanlar, direkt salonu havaya uçursalardı." Dedi saniyeler içinde alaycı bir sesle.

Tam yan masamızda geldiğimizde Sevginin akrabaları olduğunu duyduğumuz kişiler oturuyorken, salonda çalan şarkıyla duymaları imkansızdı ama yine de duyma ihtimalleriyle ve de onların dedikodusunu yapıyor gibi gözükmemek için dirseğimle koluna vurdum çaktırmadan.

"Sussana Nehir." Dedim ama söylediği beni de güldürmüştü. Hayır böyle şeylere karşı falan değildim isteyen istediği şekilde düğününde gösteri yapabilirdi ama bunu iki üç volkanla da sınırlı tutabilirdi. Benim sayabildiğim kadarıyla şu an etraflarında on taneye yakın volkanın yanmasıydı.

"Ayrıca gelinliği çok kötü. Ne güzel kızsın sen, o gelinlik hiç senin vücut proporsiyonuna uymuş mu?" Diyerek bir moda yarışmasında jüriymiş gibi eleştiriler yapmaya başlarken, ben onun aksine her kadına o beyaz gelinliğin çok yakıştığını düşünerek Sevgide dediği gibi bir kusur görememiştim.

"Bence çok güzel olmuş ve Emrah abi ile de çok yakışmışlar." Dedim gözlerimin gördüğü güzel manzaraya imrenerek bakarken.

"Tabi Sevgi senin arkadaşın, kötü bir şey demezsin!" Diye kıskançlık sezdiğim bir sesle mırıldanırken, gülerek ona ciddi misin dercesine baktım.

"Sevgi senin de arkadaşın Nehir." Kıskançlığı beni güldürürken, bu alışık olduğum bir durum olduğu için şaşırmıyordum artık. Nehir ondan başka biriyle samimi olduğumu gördüğü an kıskançlık krizlerine girer, beni başkasıyla paylaşmazdı. Yalnız bunu yapan bir tek o da değildi. Aynısı bende de mevcuttu.

"Sen daha samimiydin ama!" Dedi tükürürcesine sanki dünyanın en büyük suçunu işlemişim gibi. "Unutma ki senin her şeyini bilen kişi benim, ayağını denk al!" Diye beni tehdit etmeyi de ihmal etmedi.

Onun tehdidi karşısında gözlerimi devirdiğimde, dudaklarımda bu anlamsız kıskançlığını komik bulan bir gülücük hakimdi. "Unutuyorsun ki senin de her şeyini bilen benim Nehir ve yine unutuyorsun ki abin tam karşımda oturuyor." Dedim aynı tehdidi ona uygulayarak.

"Nankör kedi!" Dedi gerçek olmayan bir alınganlıkla. Böyle bir şeyi yapmayacağımı, yapmayacağını elbette ikimizde bilirdik o yüzden bu gerçekçi olmayan tehditlerin bizim için bir anlamı yoktu. "Sevgi için beni mi harcayacaksın yani?"

Konunun Sevgiyle bir ilgisi olmadığını bu kıskanç arkadaşıma nasıl anlatacağımı bile bilmezken, "Kime çektin bu kıskançlık konusunda anlamıyorum ki." Diye ağzımın içinden yakındım bu duruma.

"Annem diye düşünüyorum.." Benim kısık homurdanışımı duyduğunu belli ederken, "Ama abimde olabilir tabi.." Diye ikinci bir tahmin daha yürüttü.

Bakışlarım benden bağımsız Asafa döndüğünde, derin bir nefesi bırakarak bakışlarımı profilinde dolaştırdım. Sandalyeye sırtını yaslamış ve masadaki eli parmaklarını harekete geçirerek hafif bir ritim yakalamışken, bakışlarının odağı sahnede dans eden gelin ve damattı.

Onun kız kardeşleri dışında birini kıskandığına şahit olmamıştım. Her abi de olduğu kadar o da bazen bunu kız kardeşlerine belli ediyordu. Benim abim gibi. Ama bir ilişkide kıskanç taraf mı olup olmadığını bilmiyordum. Bilmekte istemezdim doğrusu. Onun gözlerimin önünde yaşadığı bir ilişkiye şahit olmamak benim tek tesellim, mutluluğumdu. Ama bu ileride olmayacağı anlamına gelmediğinden anlamını yitiriyordu.

"Kesin abim kesin. " Nehir oldukça emin konuşarak buna bir netlik getirdiğinde, "Buraya gelmeden önce elbiseme karıştı adam ya!" Diye yakınmaya başladı aniden. Dert yanarken yerinde rahatsızlıkla kıpırdanıp sanki abisinden bir azar daha işitecekmiş korkusuyla elbisesinin önünü çekiştirdi yukarı doğru. "Ay sanki ne var elbisemde!"

Söylenip söylenip aynı zamanda abisinin sinirinden nasiplenmekden korkarak elbisesini tekrardan düzeltmesi beni ufacık bir an güldürdü. Karşımda oturan ve bakışlarımdan bir haber birazdan dans edecek olan gelin ve damadı izleyen Asaf, kıskanç bir adamdı. Kardeşlerine karşı böyleyse kendisini bir ilişkide düşünmek istemiyordum. Asaf'ın birini çok sevip kıskanması düşüncesi bile kalbimdeki yaralardan birinin üzerine çizik atarak kanatmaya yetmişti. Titrek bir iç çekişle bakışlarımı bana acıdan başka bir şey vermeyen adamın üzerinden geri çektim.

"Ve sende dert yandığın bu kıskançlığı benim üzerimde uyguluyorsun?" Dedim ona dönüp sorarcasına. Kendi kendime attığım çizikle kanamaya başlayan yaramı görmezden gelip zihnimi bu konudan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Üstelik yanındaki Nehir'in hem yakınıp hem aynı şeyi bana yapıyor oluşuyla ne kadar da dengesiz bir arkadaşa sahip olduğumun bir kere daha farkına varmıştım.

"O başka kızım, sen sadece benim yakın arkadaşım olabilirsin!" Dediğinde bu konunun üzerine başka söz söylememi yasaklarcasına sertleştirmişti sesini. Fakat onun bana yapmaya çalıştığı bu sert halleri asla ciddiye almayıp geçiştirdim ve dans etmeye başlayan çifte geri çevirdim bakışlarımı.

Yabancı bir şarkı eşliğinde dans ettiklerinde, şarkı ve dansın bitiminin ardından Nehirin alaya aldığı volkanlar sönmüş ve ikinci bir dans müziği başlamıştı. Bu kez onlara birkaç çift daha eşlik etmek isteyerek sahneye çıktıklarında, tanıdık olan bazı yüzlerde bakışlarımı dolaştırırken yanımda nazlanan arkadaşımın sesini duydum.

"Abi, hadi beni dansa kaldır.." Diye emrivaki yapan Nehirle, Asafa bakma ihtiyacı hissederken kardeşinin isteği karşısında bunu bekliyormuş gibi bıkkın bakışlar attı onun yüzüne. "Dans mans sevmiyorum kızım ben. Hiç bulaşma bana." Dedi onu geri çevirip hevesini kırarak.

"Ama abi ya..." Nehir asılan suratıyla son bir gayrete girecekken, abisinin hiç oralı olmamasıyla cümlesinin devamını getirmeyi gerek bile duymadan sustu.

"Odun." Kabalığı karşısında ağzımın içinden homurdanırken, sanki beni duymuş gibi Nehirden çektiği bakışlarını aniden benim yüzüme çevirdi. Şarkının sözlere girmesiyle salondaki yüksek sesten beni duymuş olması imkansızdı ama kısa bir anda olsa kıpırdayan dudaklarımı görmüş ve tek kaşını kaldırmıştı. Yakalanmış olmaktan utanırken, dudaklarımı hızlıca tek bir çizgi haline getirip birbirine bastırdığımda, bakışlarımı masaya diktim.

Hiç ummazdım oldu

Sonbaharda hediye gibi geldin

Hoş geldin

"Gel Nehirim, ben seninle dans ederim." Abim sandalyesini geriye iterek ayaklandığında, Nehir'in asılan yüzü hızla gülmeye başlamıştı. Tebessümle arkadaşımın hızla yerinden kalkmasını izlerken, abim Asaf'ın arkasından geçerken "Nezaketten yoksun hayvan!" Diye söylendi.

"Çetinciğim ya.." Abimin teklifiyle mutlu olan Nehir ona uzatılan eli çabucak kavradığında "Bazen keşke sen benim abim olsan diyorum." Diyerek sahneye doğru ilerlemeye başladıkları sıra abisine taş atmıştı.

"Mumla beni arar haberi yok." Diye onların arkasından konuşan Asafla gözlerimi devirdiğimde, neyse ki bu hareketimi görmemişti. Dans etmeye giden abim ve Nehire bakışlarımı yeniden odaklarken, abim kısa bir an omuzunun üzerinden bana bakıp göz kırptı. Bu, seninle başka sefere dans ederiz deme şekliydi onun.

Seyirlik değil, ömürlük olsun

Dilerim bu defa bu son olsun

Seyirlik değil ömürlük olsun

Bir yastıkta nasip olsun

Dirseğimi masaya dayayarak çenemi elime yasladığımda, sahnenin kenarında bir yerde durup dans etmeye başlayan Nehir ve abimle dudaklarım hafifçe iki yana açılmış, tebessüm etmiştim. Nehir'i benden hiçbir zaman ayırmazdı ve dans etmekten pek hoşlanmamasına rağmen yüzünün düştüğünü görünce dayanamamıştı ona. İkisi gülerek dans ederken benim az önce yerleştirdiğim tebessümüm kaybolarak dudaklarım düz bir çizgi haline geldiğinde, hiçbir zaman Nehir'in abime yakın olduğu gibi yakın olamadığım gerçeği süzüldü zihnimin kapılarından.

Buğulanan gözlerimi tam karşımda oturan ama her zaman ki gibi yine beni görmeyen adama mühürledim. Dans edenlerin üzerinde öylece bakışlarını dolaştırıyordu. Nehir ve abimin arasında ki şey tamamen abi kardeş ilişkisinden farksızdı. Ben ona karşı yüreğime sığamayacak bir sevgi beslerken, o beni kız kardeşlerinden farksız görüyordu. Nasıl Nehir'in abime hiç çekinmeden sarıldığı gibi sarılabilirdim ki? Daha küçük olduğum zamanlarda bir çekincem yoktu. O yaş aralığında Nehir kadar rahattım.

Ama sonra o büyüdü. Ben büyüdüm. Abi demelisin diyen o baskılar büyüdü.

Asaf gitti. Asaf abi geldi.

Ben, beni ele geçirmeye başlayan hislerin farkına vardım. Onun önüne geçemedim. Başta hayranlık sandığım duygular tüm benliğimi işgal etti. Beş sene boyunca tüm hayatım Asaf oldu. O bunun farkında bile değilken ve beni Nehirle, Dicle abla gibi görüyorken ben ondan uzaklaşmak zorunda kaldım.

Gel, koynuma gel.

Oynuma gel.

"Akşam gözlü esmer.." Kısık sesimle eşlik ettiğim şarkıyı onun profiline bakarak fısıldadığımda, şarkıda bahsedildiği gibi akşamı, gece karasını andıran o gözler bana döndü ummadığım anda.

Dalmış onu izliyordum. Yetmiyor, şarkıyı mırıldanıyordum. Ve yakalanmıştım. Salonun loş ışıkları altındayken ne kadar çok belli olmasa da yanaklarım kızardı. Ama bakışlarımı yüzünden de çekemiyordum. Gözlerinde bir şey vardı bu adamın. Gözlerim gözlerine değince dilim tutuluyordu. O siyah gözlerin muhteşemliğiyle boğazım kurudu.

Ben ona hayranlıkla bakıyordum şu an belki de. Veya tüm sevgimi ona göstermek istercesine. Ama onun bana baktığı anda gözlerinde gördüğüm tek şey koca bir boşluktu.

Ben beş senede onu hayatımın merkezi haline getirmişken, benim varlığımın onda bir anlamı bile yoktu. Kalbim bir kere daha ondan gelen acıyı göğüsledi. Alışmıştı artık ondan gelen acılara.

Çekmedi gözlerini üstümden. Niye çekmedi? Niye öyle bakıyordu?

Peki ben neden bunu sonlandırmıyordum? Neden tutulup kalmıştım öylece? Sen zaten uzun süredir ona tutuklu kalmıştın Ayza. İç sesim bana kendi cevabımı vermişti işte. Ben ona tutukluydum. Peki o neden hissiz bakışlarını üzerimde tutuyordu?

Beni fark etmiş olabileceği ihtimalini bile düşünmüyordum. Bu benim için en son olacak bir ihtimal bile değildi. O bakışlarında tek bir duygu kırıntısına rastlayamamışken bu ihtimali düşünmek aptallık olurdu. Asaf bana bakıyordu. Ama Asaf yine beni görmüyordu.

Safa geldin

Son ihtimalim

Bir sana kalmış halim

Hoş geldin

"Oğlum, sende Ayza kızımı kaldırsana dansa." Adımın geçtiğini işiten kulaklarımla ışık hızında başımı Asaf'ın beni dipsiz kuyu gibi içine çeken o kara bakışlarından aldığımda, sesin sahibi olan Semra teyzeye döndüm. Söyledikleri damarlarımda müthiş bir şaşkınlığın dolaşıp tüm vücudumu ele geçirmesine neden olmuşken, az önce bu adamın hayatında varlığımın bir anlamı olmayışının acısını göğüsleyen kalbim tatlı bir heyecanla çarptı.

Abimin az önce oturduğu ve şu an boş olan sandalyenin hemen yanında oturan Semra teyzeye dönen Asaf'la, çok çok küçük bir an beklentiyle doğruldum oturduğum sandalyede. Sonra iç sesimin acımasız sözleri zihnimin duvarlarında yankı yaptı. Kız kardeşini dansa kaldırmadı, seni mi kaldıracak? Saf olma Ayza.

İç sesim acımasızdı ama gerçekleri fısıldıyordu bana. Doğruydu. Aptal olmaya gerek yoktu. Bir iki dakika önce kardeşinin hevesini kıran adam benim beklentimi mi karşılayacaktı sanki? Yumruk gibi inen gerçekle ruhumda soğuk rüzgarlar esti.

Fakat, Beni Semra teyzenin isteğinden daha çok şaşırtan bir şey oldu. Asaf gözlerini annesinden çekip yeniden benim gözlerime sabitlediğinde "Dans etmek istiyor musun?" Diye sordu bana.

Bir çocuk gibi evet diyerek yerimde zıplayarak cevaplamak istiyordum onu. İçimde çığlıklar eşliğinde tepinerek cevaplamaya çoktan başlamışken, dudaklarım aralanıp o tek kelimeyi dışarıya bırakamadı. Elini tutmak, göz göze olmak iki dakikalığına da olsa dünyaları vereceğim şeylerdi. Ama bunu o bunu istemiyordu ki. Kardeşini dansa kaldırmaya hevesi olmayan adam beni mi isteyerek dansa kaldıracaktı sanki?

"İstemiyorum." Dedim bu an için neleri feda edeceğimi bilmeme rağmen elimin tersiyle geri çevirerek.

Ben onun annesinin söylemesiyle bana böyle bir teklifte gelecek olmasını bile anlamamışken, o da neden kalkmak istemediğimi anlamamış ve sorgularcasına kaşlarını çatmıştı. Bakışlarımı ondan kaçırırken, bu sohbete birkaç sandalye ötemde oturan annemde katıldı.

"A-aa kızım! Abinle Nehir ne güzel dans ediyorlar bak. Sende git Ömer abinle dans et ne olacak?"

"Evet kuzum benim, öyle oturacağınıza kalkın." Semra teyze de annemi desteklerken, yüzüme içtenlikten uzak kalbim kadar buruk bir gülümseme kondurdum. Fakat kalbimde ki burukluk görülmediği gibi yüzümdeki de kimse tarafından anlaşılmadı.

"Asaf abi dans etmeyi sevmiyor. Ona zorla sevmediği bir şeyi yaptırmaya gerek yok." Dediğimde onun yüzüne bakma ihtiyacı hissederek bakışlarımı yüzüne çevirdim. Çattığı kaşlarını daha da derinleştirdiğini gördüğümde, "Kimse bana sevmediğim, istemediğim bir şeyi yaptıramaz Ayza!" Dedi.

Çalmaya devam eden şarkıya rağmen kulaklarım onun sesindeki o sert onu algılayabildiğinde şimdi benimde kaşlarım yavaştan çatılmaya başlamıştı. Kollarını masaya koyup ellerini birleştirdiğinde, "Dans etmek istiyor musun? İstemiyor musun?" Diye sordu sorusunu yineleyerek. Fakat bu kez biraz daha sert sormuştu.

Derin bir soluk aldım içime. İkinci kez sorduğu bu soruya nasıl yanıt vermem gerektiğini sorguladım gözlerimi ondan alamadığım saniyelerde. Bir cevap bekliyordu. Vermek istediğim cevap çok netti.

"İstemiyorum." Dedim bir kere daha asıl istediğimin tersi bir cevabı dudaklarımın arasından bırakarak. Kimse zorla bana bir şey yaptıramaz diyordu ama karşımda ki bu adam annesi böyle bir muhabbeti ortaya atmasa bunu teklif edecek biri değildi. Kaldı ki dakikalar önce kardeşini geri çevirmişti. Şimdi de abimin yaptığını mı yapacaktı yani? O Nehiri üzgün görmemek için kaldırmıştı. Kendisi de kız masada öylece oturmasın yazık kafasıyla mı beni dansa kaldırmak istiyordu?

"Öyle mi?" Deyip dilini yanağına değdirdiğinde, başını eğip güldü. Komik bir şeye güler gibi değil de daha çok bir durum karşısında sinirin bozulunca verdiğimiz tepki gibiydi bu gülüşü de. Ne yani sinirlenmiş miydi? Veya reddedilince bozuldu mu? Tepkisini anlamdıramazken, masada birleştirdiği ellerini çözüp sırtını yeniden arkasına yasladı. Sağ elini masaya uzatıp parmaklarıyla hafifçe ritim tutturmayı sürdürdü. "Sen bilirsin." Dedi ve burnunu çekip bakışlarını etrafta dolaştırmaya devam etti.

Önemsiz bir konuyu noktalandırmış gibi bakışlarını benden çekip rahatsız edici bir şekilde parmaklarıyla masada ritim tutmayı sürdürmesiyle, yavaştan bir sinir dalgasının benim üzerime doğru geldiğini hissettim.

"Öyle.." Dedim onu tekrarlayarak. O dalga bana biraz daha yaklaşarak yutmak üzereyken, müziğe rağmen çokta yüksek olmayan sesimi duyarak bana dönmüştü tekrardan. Ben içimde savaşlar veriyordum. Bundan bir haberdi. Yüreğimde ki yangını biraz olsun dindirecek olmasına rağmen geri çevirmiştim teklifini ama gel gör ki kendisi bunu reddedilmek olarak algılayıp bozulmuş muydu?

"Ayrıca.." Diyerek dudaklarımı araladığımda, o dalga beni içine çoktan çekmişti bile. "Az önce yapmadığın abilik görevini benim üzerimden yapmaya kalkma ve bir dahakine kendi kız kardeşini dansa kaldırmaya bak Asaf abi.." Dedim dilime engel olamayarak.

Neye sinirlendim, neden böyle anlamsız bir çıkış yaptım bilmiyordum. Abimin Nehir'i dansa kaldırmasında ki sebebe yakın bir sebep gördüğüm için sinirlenmiştim belki de. Bir kız kardeşini dansa kaldırmaktan farksız gördüğünü anlamak öfkelendirmişti sanırım. Ve acıtmıştı da canımı. O yüzden engel olamamıştım dudaklarımdan dökülen sözcüklerin zehir saçmasına.

Bu ani parlayan tepkime alnı kırışacak kadar kaşlarını derinden çatarak yanıt verdiğinde, kollarımı birbirine bağlayıp sinirlenişini oldukça düz bir ifadeyle izledim. Gereksiz bir çıkış olabilirdi ama onun bana kız kardeşimden farksızsın adlı bu yaklaşımları beni üzdüğü kadar bir noktadan sonrada delirtmeye başlamıştı. Değildim. Kardeşi değildim. Kan bağımız bile yoktu.

Benim kalp bağım vardı ona.

Düşüncelerimden ve onun siyah gözlerinden bakışlarımı koparan şey yanımdaki sandalyenin çekilmesi olurken, başımı çevirip yanıma oturana baktım. En son Nehir abimle dans ediyordu.

Ablam, Nehir'in oturduğu sandalyeyi çekip yanıma oturduğunda geldiğimizden beri elinden telefonun düşmediği kız içimize karışmak gibi mucizevi bir girişimde bulunmuştu demek. Ablama bunun lafını sokmak niyetiyle dudaklarımı aralayacağım sıra, kolumun üzerine canımı yakan bir çimdik yemek beklediğim en son şey bile değildi.

"Ah!" Dedim acı iniltim çalan şarkıya karışarak kimse tarafından duyulmadığında. "Ne yapıyorsun abla?" Deyip şaşkınlık ve sinirle karışık bir duyguyla baktım yüzüne.

"Annem tarafından yollandı bu." Benim bir suçum yok dercesine ellerini kaldırdığında, onun arkasından bana kötü kötü bakan anneme hayretle bakıp tekrardan ablama döndüm. "Neden ya? Ne yaptım ben?" Dedim durduk yere yediğim çimdik karşısında isyan ederek.

"Dedi ki, söyle o kıza Ömer abisine saygısızlık yapmasın düğün dinlemem kalkar saçını yolarım." Annemin ona söylediklerini bana harfi harfine iletirken, bunun için mi kolumda o acıya maruz kalmıştım yani?

"Ne kıymetli Ömer'i varmış!" Dedim beni bunu için harcayan anneme ve ona yardım eden ablama bozularak. "Sanki ne dedik?" Diye homurdandım hâlâ sızlayan kolumu ovuşturarak. Ömer Asaf bir tek senin kıymetlin değilmiş anlaşılan Ayza. İç sesime bu defa hak vermemek imkansızdı işte. O adam benim kıymetlimdi ama bazen içimde bastırmam gereken o duygulardan olsa gerek arada küçük serzenişlerle bunun patlamasını yaşıyordum.

Bu da genelde beni Nehir ve Dicle abla gibi gördüğünü hissettiğim anlarda yaşanıyordu. İsyan etmek istiyordum bağıra bağıra. Beni onlarla aynı kefeye koyma, ben senin kardeşin değilim demek istiyordum. Diyemiyordum. Diyemeyince, bir tarafım anlamasını ve beni artık görmesini isteyerek bunu belli edecek serzenişlerde bulunuyordu bu adama. Fakat o bunu da anlamıyor, annem gibi onu terslediğimi ve saygısızlık yaptığımı düşünüyordu kesinlikle.

"Ay ilgilenmiyorum Ayza." Deyip sandalyesini biraz daha bana yaklaştıran ablam iyice dibime girdiğinde, onun başka derdi olduğunu anlayarak meraklandım. Kulaklarımı ilgiyle açtığımda, salonda dolaştırdığı bakışlarıyla birini arıyor gibiydi.

"Ne oldu?" Dedim daha da meraklanarak.

"Ilgaz buraya gelmiş." Dediğinde, gözlerinin aradığı kişiyi böylelikle anlamış oldum fakat bu sefer de benim gözlerim şaşkınlıkla açılmış ve "Ne?" Diye şok dolu bir nida bırakmıştım.

"Kavga etmiştik, salak özür dilemeye gelmiş. Konuşmadan gitmem diyor." Ablam ne kadar cümlesinin içinde sevdiği adama hakaret etse de, babam ve abimin olduğu bu yere cesaret ederek gelmiş olması onun baya bir hoşuna gitmişti.

"Hani, nerede peki?" Diye sorduğumda, bakışlarımı etrafta dolaştırıp enişte adayımı aramaya başladım bende.

"Yukarıda oturuyormuş ama şu loş ışıktan seçemiyorum ki çocuğu!" Dediğinde benimde bakışlarım otomatik olarak salonun balkon kısmına kaymıştı. Aşağısı bile kalabalıkken balkon katı da baya doluydu ve birini seçebilmek zordu.

"Babam ve abim varken iyi cesaret.." Deyip takdir eden bakışlarla ablama döndüğümde, bu onu zevkten dört köşe etmiş olacaktı ki yüzü gülümsemesiyle parlıyordu.

"Aptal işte.." Dedi yüzünde ki sırıtmaya rağmen sanki bu yaptığından hiç hoşnut değilmiş gibi. "Her neyse, ben bir beş dakika dışarı çıkıp konuşacağım onunla. Annemler sorarsa beni biraz idare et ablacım olur mu?" Diye rica ederken, gözerimin içine lütfen dercesine bakıyordu. Oflayarak tamam dercesine başımı salladığımda, büyüttüğü gülümsemesiyle yanağımdan bir öpücük aldı.

"Ablası kurban olsun." Dediğinde, bu yağcı hallerine gülmeden duramadım. "Bir gün senin de sevgilin olduğunda söz aynısını bende sana yapacağım." Dedi bana bunun güvencesini vererek yerinden kalkarken.

Bu imkansız, çünkü benim sevdiğim tek bir adam var ve onunla olamayacağım için bu asla gerçekleşmeyecek abla. Demek istememe rağmen sadece küçük bir tebessüm yolladığımda, anneme dönüp lavaboya gideceğini söyledi ve sevgilisiyle buluşmak için pıtı pıtı adımlarla uzaklaşmasını buruk bakışlarımla izledim.

Ilgaz abi kesinlikle çok iyi bir insandı ve ablamı mutlu görmek ona olan sevgimi arttırıyor, ablam için doğru bir seçim olduğu düşüncemi de güçlendiriyordu. Her ilişkide olan kavgalardan birini etmişlerdi anlaşılan. Fakat daha haftalar önce tanıştığı aileme rağmen buraya gelmesi aptallık mıydı, sevda mıydı çözememiştim. Babam ne kadar tanıştıktan sonra iyi bir insan olduğunu söylese de, onu burada görmekten pek hoşnut olmazdı. Tüm mahalle buradaydı ve ablama gelecek herhangi bir laf babamı kahrederdi. Bir iki haftaya da aileler tanışıp çok uzatmayı düşünmeden de söz kesilecekti zaten. Babamın bana da ablama da güveni tamdı ama insanlar kötü kalpliydi.

Gözlerim yeniden bakmaya doyamadığım adamın üzerine çevrildiğinde, dans edenleri izleyen bakışları fazlasıyla dalgın duruyordu. Düşünceli gibiydi ve ben ne düşündüğünü gerçekten merak ettim. Gözleri dans edenlerdeydi fakat bakıyor ama sanki görmüyor gibiydi. Keşke birkaç dakikalığına zihnine girip düşüncelerini okuyabilseydim. Sadece birkaç dakikalığına. Benimle olan düşüncelerini öğrenmeyi o kadar çok isterdim ve buna o kadar çok ihtiyacım vardı ki.

Biten dans müziğiyle bizimkiler masaya geri geldiğinde, Nehir abisine trip atar gibi hiç ondan taraf bakmazken Asaf bunu hissetmişçesine kardeşine gözlerini devirip abime sorumlusu oymuş gibi kötü bakışlarını atmıştı. Bu hikayede Asaf kötü abi, abim iyi abiydi. Onu kızdıran noktada bu olsa gerekti.

Ablam hâlâ gelmediğinde, gelin ve damadın sayamadığım katlı pastası gelmiş ve alkışlar eşliğinde kesilmişi. Sonrasında çalan yabancı bir şarkı eşliğinde en yakınları tarafından alınan takılar takılmaya başlamıştı. Abimle Asaf'ın arada yanımıza uğrayıp giden arkadaşları dışında mahalleden olan ve genellikle altın günlerinden tanıdığımız birkaç teyzede annemlerin yanına uğraşmıştı. Arada Nehir ve bana maşallah kızlarımıza diye övgü dolu sözler atılsa da abim bunun varacağı noktayı anlayarak önüne geçip engel olmuştu.

Onların başı bağlı demişti. Şaka değildi bunu ciddi ciddi yapmıştı. Kızsam mı gülsem mi ikilemi yaşarken, Asaf abimin yaptığı bu şeyden oldukça memnun olmuş kızma gereği duymamıştı. Hoş, oğullarına gelin bakan anneleri başından def etmesi için kardeşine tam da aynı uyarıyı arabada yapan adam neden buna kızsın ki? Bazen böyle abilere sahip olmak için Nehir'le büyük bir suç işlemiş olmamız gerektiğini düşünüyordum ama asla bunu hak edecek kadar büyük bir günaha bulanmamıştık.

Geçen birkaç dakikanın ardından bizim masamıza, daha doğrusu aynı masada oturduğumuz Asaf'a gözlerini diken bir adet Nurcan gördüğümde, önüme bırakılan çikolatalı pastayı Nurcan olarak hayal ederek çatalı büyük bir zevkle sapladım. Damalarımda dolaşan bu illet duygu benim bu adamla ilk kez tattığım duygulardan biriydi. Hayatım boyunca birini kıskandığımı hatırlamazdım. Bu adama olan duygularımı fark ettiğimden beri kıskançlık duygusu benim iliğimi kurutmuş, kemirmediği yerim kalmamıştı. Kıskanmaya hakkımda yoktu belki de ama buna dur diyemiyordum. Ona bir zararı olmadan içimde yaşıyordum bu duyguyu üstelik.

Sabah yapamadığım kahvaltıyla ve gün içinde Nehirle film izlerken içmiş olduğum kahveyle durduğumda, önümdeki pastayı koca lokmalarla bir dakika içinde bitirmiştim. Hem Nurcan'ın Asafı kesiyor oluşunun sinirinden, hem reglimin yaklaşmasından dolayı tutan tatlı krizimden, hem de gün içinde gerçekten hiçbir şey yemememden kaynaklanıyordu. Tabağımda ki pastayı ve yanına koydukları kurabiye ve böreği tek lokmada yutarken, açlığımı yeni hatırlamıştım.

Ağzımı peçete yardımıyla silip doymayan karnımla Asaf'la sohbet eden abimin tabağına göz koyduğumda, "Abi.." Diye seslendim bana bakması için. Sesimi duyar duymaz söyleyeceği şeyi keserek bana döndüğünde, tatlı gözükmesini dilediğim bir tebessümle pastasını işaret edip "Yiyecek misin?" Diye sordum henüz dokunmamış olduğu tabağına aç gözlerle bakarken.

"Pastama mı göz koydun?" Deyip tabağını iyice kendi önüne çektiğinde, aç bir yavru köpek bakışlarımla yanağımı elime yaslayıp "Ama bir şey yemedim ki ben.." Dedim oynadığım masum rolüne kanmasını umarak. Reglim yaklaştığında başlardı canımın tatlı çekmeleri. Şu an gözlerimin önünde bir dilim daha bol çikolatalı bir pasta varken, ağzımın suyunun akmaması imkansızdı. Üstelik normalde düğün pastaları kupkuru olan keklerin üzerine bolca boca edilen beyaz kremalardan ibaretken, bu paraya kıyıldığı belli olan o pastalardan biriydi.

"Düşünmem lazım.." Dedi vicdansızlığı tuttuğunda.

"İstemiyorum, sen ye!" Yanağımı yasladığım elimden ayırıp tip tip yüzüne bakarken, "Sana kalmadım zaten!" Deyip bakışlarımı Nehir'in tabağına odakladım. Nehir de olmazsa, annem ve babam vardı. Hatta henüz burada olmayan ablamın pastasını da gömebilirdim. Sırayla hepsini elden geçirecek kadar açlığım mideme vurmuştu.

"Al." Yüreğimi çarptıran o sesin sahibi önüme pasta tabağını bırakırken, şaşkınlıktan irileşen harelerimle yüzüne baka kaldım. Asaf bana pastasını vermişti. Onun için belki de öylesine yaptığı ve bir anlamı olmayan bu hareket benim içimde bir çocuk sevinci yaşatırken, o küçük kız belirmiş ve mutlulukla tam kalbimin üzerinde tepinmeye başlamıştı.

"Teşekkür ederim Asaf abi ama gerek yok, sen ye." Diyerek gönlüm onun bir şey yemesine el vermediği için geri çevirmek zorunda kaldığımda, artık bana özel olduğunu düşüneceğim o hareketi yaptı. Kaşlarını çattı.

"Madem hiçbir şey yemedin ve açsın, ye!" Dedi sert bir sesle geri çevirmemi kabul etmeyerek.

Nehir'in kolumu dürttüğünü hissettiğimde bile bakışlarımı ondan çekmezken, şu küçücük hareket nasıl kalbimin yerinden çıkarcasına atmasına neden olabilirdi şaşırıyordum.

"Teşekkür ederim.." Dedim tabağı titreyen elimle biraz daha önüme alırken. O ara abimin benim içimde kopan sevinç çığlıklarından bir haber "Neyse pastam bana kaldı." Dediğini işittim.

"Zaten kupkuru bir şeysin, birde kendini aç mı bırakıyorsun?" Diye soran Asaf beni az önce ki hareketinden daha çok şaşırtırken, bu söylediğiyle başımı eğip kendimi inceleme ihtiyacı hissettim otomatikman. Elli kilo benim için idealdi ve kupkuru da olmadığıma emindim. Fakat onun gözlerinde böyle mi gözüküyordum? Zayıf ve çirkin?

"Kupkuru değilim.." Dedim güçsüz bir sesle. Az önce küçücük bir hareketle sevindirdiği gibi bir cümlesiyle de yeniden yüzümün düşmesine, yüreğimin burkulmasına neden olmuştu. Hiçbir şeyin farkında değildi ve bunları yaparken bile bir ortası yoktu Asaf'ın.

"Zayıfsın.." Dedi bakışlarını yüzümden alıp vücuduma indirdiğinde. Sanki hoşuna gitmeyen bir şey görmüş gibi o kaşlarını daha da çattığında, alnıda istediğini vererek kırışmıştı. "Yemek yemiyor musun sen?"

"Elli kiloyum ve yemeğimi yiyorum!" Git gide sinirlenmeye başladığımı hissettiğimde, önüme bıraktığı pastaya çatalı batırırken bu kez Nurcanı değil Asafı hayal ettim.

"Ayza'yı da beğenen böyle beğeniyor.." Nehir'in benim anlayacağım bir şekilde abisine meydan okuması ağzıma attığım lokmayı boğazıma dizdiğinde, ilk tepki tabiki de benim abimden gelmişti. Nehir beni savunacak diye ateşlere atmıştı.

"Kim beğeniyor lan?" Diye yükseldiğinde sanki o kişi buradaymış gibi bakışlarını etrafta dolaştırmıştı.

"Kimse beğenmiyor abi, Nehir işte.." Ağzımda ki pastayı zorla yutup masanın altından Nehir'in çıplak bacağına çimdik attığımda, yerinden sıçradı ve yüzünü acıyla buruşturdu.

"Yoo beğeniyor. Arkadaşımın talibi çok." Nehir az önce ki uyarıma rağmen yürek yemişçesine olmayan şeyleri oldu gibi gösterirken, abimin yüzünün rengi anbean kırmızıya boyandı.

"Kimmiş onlar.." Dediğinde sağ gözü seğirmişti.

"Ooo, çok.." Deyip elini sallayan Nehir'in o elini kırmak gibi fanteziler kafamda canlandığında, neyse ki masanın bir köşesinde bizimle hiç ilgilenmeyen büyüklerimiz bu saçma sohbeti duyup dahil olmadılar..

"Ayza neden bana söylemiyorsun sen bunu?" Abim bağırmadan bu sert ses tonuyla aynı etkiyi üzerimde yaratırken, göz ucuyla Nehir'in asıl tepkisini görmek istediği kişiye baktım.

Asaf herhangi bir tepki vermeden sadece o çatık kaşlarıyla bakışları kardeşi ve benim aramda gidip geliyordu. Parmaklarımı yüzüne götürüp o çatık kaşlarını düzeltmek istedim. Fakat diğer istediklerimi de yapamadığım gibi bunu da yapamayacaktım. Sadece onun yüzüne dokunmak için sızlayan parmaklarımı masanın altından bacağımın üzerine koyup elimi yumruk yaptım. Sahi Nehir neden abisinin bir tepki vereceğini düşündü ki? Bu adamın hiçbir şeyi değildim. Arkadaşının kardeşi ve komşu kızı için bir tepki vermesi anlamsız olurdu.

"Abi.." Diye mırıldanıp ne söyleyeceğimi, Nehir'in beni attığı ateşle nasıl bir açıklama yapacağımı bilemezken benim hayatımı kurtaran bir ses duyuldu.

"Çocuklar takıları siz takın, hem arkadaşlarınızla fotoğraf çekilirsiniz." Annemin kurtarıcı sesiyle rahat bir nefes verdiğimde, abim bana sonra görüşeceğiz temalı o tehdit barındıran bakışlarını attı. Şimdilik yırtmak benim için yeterliydi. Evde bir şekilde yırtardım bu konudan. Nehire ise sonra hesabını soracaktım. Şimdilik bacağına ikinci bir çimdik attım.

"Meyra nerede? Nereye kayboldu bu kız?" Annemin dakikalardır ortada olmayan ablamın yokluğunu fark etmesiyle telaşlanırken, ablama idare edeceğimi söylediğimden küçük bir yalan söyledim.

"Az önce Beril ablaların yanında gördüm." Dedim ve yalanım anlaşılmasın diye yüzümü oldukça düz tutup renk vermemeye çalıştım.

"O da gelip girseydi fotoğrafa." Diyerek bakışlarını ablamı görmek istercesine salonda dolaştırdığında "O sonra çekilir." Dedi abim bekleyemeyeceğini belli ederek Asafla birlikte ayaklanmaya başladıklarında.

Annem abimi onaylarken bu konuyu üstelememesiyle derin bir rahat nefes bırakarak, Asaf'ın bana verdiği ve bir çatal dışında alamadığım pastayla çabucak koca bir lokma daha aldım. Bu pasta belki de ondan geldiği için az öncekinden daha güzel gelmişti damak tadıma. Abim annemin çantasında duran altını ondan alana kadar yarım kalan pastadan bir çatal daha aldım.

"Kızım hadi!" Nehir beni dürterek yememi sonlandırırken, çiğnediğim pastayla elimi ağzımın üstüne götürüp "Tamam be!" Dediğimde sesim ağzımda ki pastadan dolayı boğuk çıkmıştı. Bir çatallık parçası kalan pastaya üzgün gözlerle bakarak ayaklandığımda, kaldırdığım başımla bana gülen bir Asafla karşılaşmak kalbimi hoplattı.

Gülüşünün güzelliğiyle afalladığım kadar bana yakalanmasıyla ellerini ceplerine sokup başını eğerek gülmeye öyle devam etmesi kalbime asla iyi gelmemişti. Gözlerinden sonra aklım birde gülüşüne gitmişti. Ne yapacaktım, kalbimin her seferinde bu adamın tek bir hareketine böyle delice çarpmasını nasıl önleyecektim bilmiyordum. Ama yaşadığım en güzel hislerdi bunlar. Bu adamdan gelen her şey güzeldi.

Başını kaldırıp yavaşça sönen ama hâlâ hafifte olsa dudaklarında asılı kalan o tebessümle bana bakarak işaret parmağını dudağının kenarına hafifçe vurdu. Daha ne kadar şaşırabilirim derken şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşadığım saniyelerde, otomatik olarak parmağım havalandı ve dudağımın kenarına ulaştı. Bir şey mi vardı yüzümde?

Birbirimizden çekmediğimiz bakışlarla parmağımı derime bastırarak indirdiğimde, bakışlarımı güçlükle onun güzel yüzünden alarak parmağıma düşürdüm. Bulaştığını gördüğüm çikolata lekesiyle kafamı deve kuşu gibi gömmek istediğimde, pastayı sanki çocuk gibi yemişimde ağzıma yüzüme bulaştırmıştım. Bu beni utançtan kıvrandırırken, Asaf'ın bunu görüp gülmesi yerin dibine girme isteği uyandırdı bende.

Onun yüzüne bakamadan masadaki temiz peçetelerden birine uzanarak dudağımın kenarını ve bulaştırabileceğim her bir noktayı sildiğimde, ayak uçlarımdan başlayan ve yüzümde noktalanan bir ısı beni yakıyordu.

"Hadi.." Abimin komutuyla onlar önden gitmeye başladıklarında, elimdeki peçeteyi tabağın içine atarak aptallığıma yakına yakına onları takip ettim.

Neyse ki biraz kalabalığın dağılmasını beklediğimiz için bir takı sırası yoktu. Abim takısını takıp ben Sevgi ve de Emrah abiyi tebrik edene kadar Asafla Nehirde hemen peşi sıramızdan takılarını takmıştı. Fotoğraf çektirmek için gelinle damadın yanlarına dizileceğimiz sıra ben abimin yanına geçmek için hareket etmiştim ki, yanımdan bana çarparak geçen Nehir geriye doğru sendelememe neden olmuştu.

Bir çarpmayla artık üzerinde durup yürüyebildiğim sandığım bu topukluların azizliğine uğrarken, dengemi kaybetmemle düşmeyi korkuyla beklediğim an belime sarılan elle sırtım güvenli bir göğse yaslandı. Çok ani gelişen bu anla neye uğradığımı şaşırmışken, burnuma dolan o sigarayla karışık parfümünün kokusu, tek bir kişiye ait olabilirdi. Beni tutan Asaf'tı. Nerede olsa tanırdım o kokusunu.

"Çekiyorum.." Diyen kameramancı çocuğun sesiyle bile kendime gelemezken, bu anın gerçekliğini sorgulayan zihnimle elim benden bağımsız havalandı ve belimde duran elin üzerine kapandı.

Elleri sıcacıktı. Gerçekti. Heyecandan terleyen ellerimden utandım onun sıcacık ellerinin karşısında. Delicesine atan kalbimi duymasından korkarken, elimin altındaki elini sıktım bilinçsizce. Ve o an bir deklanşör sesi duyuldu. Bu onunla uzun zaman sonra çekildiğimiz ilk fotoğraftı. Uzun bir süre boyunca bakıp, olmayacağını bildiğim hayallere kapılacağım fotoğraftı. Tek bir anla yüreğimdeki yaraların üzerinde çiçekler açmış, karanlık bulutların arasında sıkışıp kalan ruhumun üzerine ansızın bir güneş doğmuştu. Tıpkı aniden kalbimde doğan Asaf'ın aşkı gibi.

Elimin altından çekilen elle gerçek hayata dönerken, belimden ayrılan sıcacık el beni bir derin bir boşluğun içine yuvarladı. Geri çekilmesiyle tepe taklak o boşluğa düştüğümde, terleyen ellerimi elbisemin eteğine sildim. Ne ara tuttuğumu bile bilmediğim nefesimi bıraktığımda, koluma girerek yanımda beliren Nehirle kendime geldim.

"Nasıl ittim seni ama.." Deyip yaptığından gururlu bir şekilde göğsünü kabarttığında, beni çekiştire çekiştire masamıza doğru ilerletti. Ne kızabiliyordum ne de küçükte olsa bana böyle bir anı bahşettiği için ona teşekkür edebiliyordum. Etkisinden çıkabileceğimi sanmıyordum. Aptal bir aşık olarak bu anı zihnimde başa sarıp sarıp oynatacaktım.

"Ayza yakın arkadaşım olduğun için mi bu kadar istiyorum sizi bilmiyorum ama çok yakışıyorsunuz be." Nehir'in hayranlık dolu sesiyle ona dönerken, içimde onun sözleriyle öldürdüğüm umudun dirilmesine engel olamadım.

"Yakışıyor muyuz sahiden?" Diye sordum gülümserken.

"Yemin ederim ki çok yakışıyorsunuz.." Dedi dudakları bana eşlik ederek kocaman sırıttığında.

Birlikte masaya geçerek yerimize oturduğumuzda, abim ve Asaf'ta hemen arkamızdan gelerek aynı yerlerinde yerini almışlardı. Biten takı merasimiyle oyun havaları çalmaya başlarken, abimlerin arkadaşı olan Cihangir abi masamıza gelerek ikisini de alıp kendi ortamlarına götürdü. İster istemez yanımızdan ayrılmasıyla yüzüm düşerken, birkaç masa ötede toplanan arkadaş çevreleriyle en azından yine gözlerimin önünde olduğu için astığım suratımı toparladım. Belki bir türlü ondan çekemediğim bakışlarımla çok belli ediyordum ama gözlerim onun üzerinden ayrılmamaya yemin etmişti sanki.

Ben arkadaşlarıyla girdiği ortamda gülmeye başlayan Asafı küçük tebessümümle izlerken, beni oynamaya kaldıran Nehiri geri çevirmiş bana söylene söylene kendisi mahalleden olan kızların arasına karışarak oynamaya gitmişti. O ara nihayet ortadan kaybolan ablam belirdiğinde, gitmeden önce yüzünde bulunan sırıtışı daha da büyütmüş olmasıyla onun aralarındaki sorunları çözdüğünü anlamış ve ikisi adına sevinmiştim.

Sonra, ruhumda açan güneşin içimi ısıtmasına yetmeyecek kadar kısa bir anda güneşim söndü. Asaf'ın arkadaşlarıyla oturup güldüğü masaya gelerek onun kulağına bir şeyler söyleyen Nurcanı gördüm. Kalbim, onun söylediğini başıyla onaylayıp yerinden kalkan adamın elleri arasında bir kez daha un ufak oldu. Nurcan'ın yüzündeki gülümseme benim göğsüme bir bıçak gibi inerken, gözlerim yaşlarımla sızladı. İlk kez bu yaşlar dolmuyordu. Ama ilk kez bu kadar sızlatmıştı.

İkisi kalkıp salonda daha sakin olan kısımda ki boş bir masaya geçip oturduğunda, göz ucumda akmaya hazır bekleyen yaşı bakışlarımı yukarı kaldırarak yollamaya çalıştım. Derin nefes al ve ağlama Ayza. İçimden tekrarladığım cümle hiçbir işe yaramazken, aldığım nefes ciğerlerime ulaşmıyordu.

"Ayzam.." Çekilen sandalyeyle yanıma oturan Nehir'in o sesi bu çabamı yerle bir ettiğinde, sol gözümden akan gözyaşımla küçük bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Bu hıçkırığım çalan eğlenceli şarkının arasına karışıp duyulmadığında, başımı eğip saçlarımın yüzümü kapatmasına izin vererek yaşlarımı serbest bıraktım.

"Şşş, ağlama." Kolumu sıvazlayan Nehirle bu söylediğini yapmak daha güçtü. Kalbim Asaf'ın ellerinin arasında her defasında böyle bir acı yaşarken, yaşlarımı durdurmak zordu. "Kalk dışarı çıkalım bir hava al." Deyip sıvazladığı koluma girdiğinde, daha yarım saat öncesinde heyecandan titreyen ellerim bu kez kalbimde ki şiddetli sarsıntıdan dolayı titriyordu. Yüzümü ıslatan yaşlarımı elimin tersiyle silip Nehire diktim yaşlı gözlerimi. Benim için üzüldüğü belli olan o bakışlarla bakıyordu. Bana üzülüyordu. Bana acımıyordu.

Ama ben kendime acıyordum.

"Nehir yalnız kalayım biraz." Dedim titreyen sesimle. Hoş bir düğünün salonundan çıkıp nasıl yalnız kalacaktım bilmiyordum. Kolumdaki kolunu uzaklaştırdığımda onun itirazlarını duymadım. Ayağa kalkıp gözlerimin yaşlarla titremesine sebep olan o manzaraya diktim son kez.

Bir mahalle düğününde baş başa bir masada oturup konuşan ikiliyle kalbim sayamadığım darbelerinden birini peş peşe yedi. Açtırdığı çiçekler solup boynu bükük kaldığında, o çiçeklerin üzerleri de benim yara izlerimle kaplandı. Onu sarıp iyileştirecek bir bant yoktu. Beni yine o karanlık bulutların arasında bırakmıştı. Aptal gibi küçücük bir anla yeniden yaktığım umudumun ışığı sönmüştü. Yine ve yine ışıksız kalmıştım.

Karşısında ki Nurcanı dinlerken birden başını bizim masaya çevirmesiyle olduğu yere mıh gibi çakılmış bana değdi gözleri. O bakışlarını üzerimde hissetmek ilk kez heyecan yaratmadı bende. Sadece acı verdi. Saf bir acıydı iliklerime kadar yaşadığım his. Hatta bana bakmasın istedim. Onun gözlerinde ufacık bir parıltıya sebep olmak için her şeyi feda edeceğim adamın o kadına değen gözlerini üzerimde hissetmek istemedim.

Bakışlarımı ilk kez isteyerek ondan koparıp üstüme ceketimi bile almadan salondan çıktığımda, buz gibi havanın esip yüzüme çarpması bile kendime getirmemiş içinde kavrulduğum yangını söndürmeye yetmemişti. Kapının önünde bulunan birkaç genç mahalleden tanıdık çocuklarken, hâlâ içeriden gelen müzik sesleriyle girişteki merdivenlerden inerek kendimi sokağa attım.

"Ayza!" Nehir'in arkamdan gelen sesini duyduğumda, gelme dememe rağmen gelmesi beni şaşırtmamıştı. Durdurduğum adımımla onu beklediğimde, koşarcasına gelip hemen koluma girdi.

"Bak abim.."

"Boş ver Nehir." Diyerek buruk bir sesle sözünü kestiğimde, söylediğim gibi keşke kendim de boş verebilseydim. Bunu yapabilseydim çok uzun zaman önce yapardım. Söylendiği gibi kolay olmuyordu yapması ne yazık ki.

"Gördüm ben, o kadın geldi çağırdı. Yoksa abim gitmezdi." Koluma girerek bizi salonun oradan ara sokağa soktuğunda, hâlâ müzik sesini duyacağımız kadar biraz uzaklaştık. Düğün salonun binasının duvarına sırtımızı dayadığımızda, ilerimizde birkaç kişi vardı fakat bizi duyamayacak kadar uzağımızdalardı.

"Abin ikinci kez gitti onun yanına Nehir." Dedim kabullenmesi zor bu gerçeği acıyla dile getirdiğimde. "Kimse ona istemediği şeyleri yaptıramazmış ya, demek ki istiyor ki ikidir o kadının yanında." Deyip bana neredeyse bir saat önce söylediği cümleyle bu durumu kabullenmeye zorladım kendimi.

Asaf verdiği karardan emin değildi demek ki. İstiyordu da belki de o kadınla bir birliktelik yaşamayı. Sadece aptal gibi bir şeylere umut edip her defasında yere sertçe çakılmaktan çok yorulmuştum. Düştüğüm an her yerim parçalanıyordu. Yara almadığım yer kalmamıştı.

"Sanmıyorum Ayza. Eminim ki yine istemediğini söyleyecektir. Bak görürsün." Bundan oldukça emin olan sesi artık söndürdüğüm umudumu tekrardan yakmama yetmedi. Güçtü artık o umut ışığının yanması.

"Nehir çok yanıyor canım.." Dedim tükenmişlikle başımı arkamdaki duvara yaslayıp gözlerimi kapatarak. Gözlerimi kapadığım an beni daha beter alevlerin arasında yakan o görüntüler gözümün önünde oynarken, kapalı gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Tutamamıştım kendimi daha fazla.

"Biliyorum Ayzam.."

"Şuramda ki yangın var ya.." Diye güçsüzce mırıldanıp elimi sol göğsümün üzerine koyduğumda, zihnimde tekrar tekrar dönen görüntülerle baş edemeyip gözlerimi araladığımda bana üzgün gözlerle bakan Nehire çevirdim başımı. "Cehennem ateşinden beter.." Dedim elimi göğsüme vurarak.

"Abim adına ben senden özür dilerim canımın içi.." Diyerek perişan bir sesle önüme geçtiğinde, başımı yasladığım duvardan ayırmış ve hüzün kokan bir tebessümle "Sen neden özür diliyorsun ki?" Diye sordum.

"Seni bu kadar üzüp, canını böylesine yaktığı için ben özür dilerim Ayza." Dedi gerçekten samimi bir özürle. Bu sanki onun suçuymuş gibi özür dilemesi tebessümümü büyütmeme neden olurken, dudaklarımdaki sahte gülücüğe inat edercesine gözlerimde ki yaşlar sicim akmayı sürdürüyordu.

"Olsun Nehir.." Diye titrekçe mırıldanıp omuzumu bitkince silkerken, "Ondan gelen acıda güzel.." Dedim bir aptal gibi.

"Aptalsın." Beni duymuş gibi içimden geçirdiğim hakareti sesli dile getirdiğinde, gözlerini bana dayanamayarak doldurmuş ve beni hızla kollarının arasına çekmişti. "Sen aptalsın, seni bir türlü göremeyen abim daha da aptal!"

"Ben görülmemeye alıştım Nehir." Acıyla kabullendiğim bu gerçekle yüzümü boynuna gömüp yaşlarımı sessizce akıtmaya devam ettiğimde, "Canı sağ olsun." Dedim boğuklaşan sesimle. Benim bir canım kalmamışken sadece onun canının sağlığını istedim.

"Beddualar sıralamamız gerekirken senin şu dediğin.." Nehir bana kızarak saçlarımın üstüne öpücük bıraktığında, bir başkası olsa belki şu an bana abisini savunacak duygularımı görmezden gelecekti. Ama Nehir asla öyle biri değildi. Bir kere daha iyi ki böyle bir arkadaşa sahip olduğum için şükrettim.

"Abim seni fark ettiğinde umarım kaybetmiş olmaz Ayza.." Dedi yüzümü kavrayıp omuzundan uzaklaştırırken. Onun omuzunu yaşlarımla ıslatmak umurunda bile olmamışken, sabah yaptığı gibi bir kere daha abisinin sebep olduğu yaşları Nehir sildi.

"Nehir onu içimden atabileceğimi sanmıyorum.." Dedim burnumu çekerek. Belki Nehir bana kızacak tıpkı kendimin yaptığı gibi yine aptal ithamını yapıştıracaktı yüzüme. Ama ben bu adamdan vazgeçemiyordum. Onca yıl ona yangın olan bu yüreğim onu söküp atamıyordu işte. "Benliğime kazınan bu adamı söküp atmaya çalışmak bile daha çok canımı yakar."

"Ne diyeyim ki ben sana.." Dedi sıkıntıyla derin bir iç çekerek.

"Aptal diyebilirsin.." Dedim zoraki bir gülümsemeyle.

"Onu diyorum zaten!" Deyip kıkırdadığında, yaşlarımla ıslanmaya devam eden yanaklarımı öptü. Yanımda olduğunu tüm hücrelerime kadar hissettirdi. Geri çekildiğinde "Daha iyi misin?" Diye sordu yüzümü cevabını öncesinden almak istercesine inceleyerek.

"İyiyim." Dedim içimde kopan fırtınalara rağmen küçük ve beyaz bir yalan söyleyerek.

"İçeri geçelim mi? Yani biraz daha bekleyebiliriz.." İkimizde üzerimize bir şey almadan olduğu gibi çıkmışken, soğuk havaya rağmen benimle burada beklemeye dünden razıydı. Hava soğuktu, rüzgar sert esiyordu fakat yanan kalbime bir tesiri olmuyordu.

"Alışmam lazım değil mi bu görüntüye? Sonuçta Nurcan olmasa bile ileride bir başkası olacak.." Acı gerçeğimle kendi kendimi bir kere daha yüzleştirirken, Nehir'in sildiği ama durmaksızın hemen ardından akmaya devam eden gözyaşım boynuma doğru yol aldı. "Başkası mutlaka olacak..." Dedim boğazımdan bir hıçkırık kopup sokakta yankılanırken.

Nehir iyi olmadığımı, olmayacağımı görüp beni tekrardan kendi kollarının arasına aldığında, bu defa içimi boşaltırcasına sarsılarak ağladım omuzunda. Kalbim, tutsak olduğu adam tarafından parçalara ayrılmış ve parçanın kesikleri en derinlerime saplanmış, sevdasıyla yaşattığım kalbimi kan revan içinde bırakmıştı.

"Biliyorum benime hiçbir zaman olmayacak ama başkasıyla da olmasın Nehir." Kesik kesik aldığım nefesler eşliğinde güçlükle bulup çıkarabildiğim sesim karşısında arkadaşımın güvenli omuzundan ayrıldığım da, benim üzüntümle dolan o gözlere acıyla gülümsedim.

"Yine biliyorum ki çok bencilce ama onu bu kadar çok severken bir başkasıyla görmeye dayanamam ben. Ölürüm."

~~

Ayza o an bu söylediklerine şahit olan adamın içinde yarattığı fırtınadan bir haberdi. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini şaşırmıştı. Bu küçük kızın ona olan hislerinin farkındaydı. Ama sadece bir hayranlık diye düşünüyordu Ömer Asaf.

Ya da böyle olmasını düşünmek istemiş ve kendisini artık çok daha farklı bir gözle baktığı bu kıza kaptırmak istememişti. Fakat Ayza'nın dudaklarından dökülen sözcükler ummadığı bir şekilde kalbini hızlandırmıştı. Günler öncesine kadar onun yanında duran kız kardeşinden farksız görüyordu bu küçük kızı. Fakat şimdi saçında yaptığı değişikliğe kadar fark etmişti ki Ayza'yı? Ve neden zihninde onunla nasıl olacaklarını düşünüyordu?

Kendini şerefsiz gibi hissetti Ömer Asaf. Kardeşi dediği adamın kardeşiyle ihtimalini kurmuştu. Kendine kızdı. En çok karşısında onun için ağlayan Ayza'ya kızdı. Sevecek başka adam mı yoktu da onu seviyordu? Yetmiyormuş gibi Ömer'in de aklını allak bullak etmişti. Ama hıçkırığı sokağı dolduran kıza olan kızgınlığı çok çabuk söndü. Kardeşi ona sarılıp teselli ederken, yumruk yaptığı elini duvara geçirdi.

"Ah Ayza..." Karşısında ağlayan kızın ismini iç çekerek mırıldanırken, daha öncesinde bu kızın küçücük kalbine sığdırdığı koca aşkını nasıl göremediğini anlayamadı Ömer. Son zamanlarda sürekli onu kendisine bakarken yakalıyordu ve her seferinde de yakalandığında bu kız tatlı tatlı utanıyordu.

Güzeldi Ayza. Bu gerçeği çok kısa bir zaman önce fark etmişti. Küçüktü ama artık o küçük kız olmadığı gerçeğiyle yüzleşmişti. Artık istese de onu öyle göremezdi. Büyüyüp, serpilen genç bir kadın vardı onun gözlerinin önünde. Zümrüt gibi gözlerle karşısında durup ona baktığı her an Ömer Asaf işinin daha da zor olacağını biliyordu. Küçükken bile o gözlerin büyüyünce can yakacağını söylerdi. Bunun kendisinin olacağını hiç düşünmemişti. Ve o an başkalarının o gözlere hayranlıkla bakma ihtimali bile onu rahatsız etti. Sonra kardeşinin salonda söyledikleri doldu zihnine. Gerçekten onu beğenen çok kişi mi vardı?

İnanırdı buna. Güzeldi çünkü. Büyüdükçe çok daha güzelleşmişti. Nedense kabul etmek istemediği bir kıskançlık süzüldü ve dolaşmaya başladı damarlarından. Zaten düğünde de bakan bir iki görmüş ve sinirleri tepesine çıkmıştı. İşte neden böyle hissettiğini anlayamıyordu Ömer. Hiç hissetmezdi böyle şeyler ve şimdi de ne yapacağını bilmiyordu.

Bildiği tek şey, Ayza'nın kalbinde o varken bir başkasına bakmayacağı ve onu söküp birini almayacağıydı. Buna emindi. Bu kız onu seviyordu. Bu küçük kızın yüreğinde ki yangın kendisiydi. Bu kız ona yangındı.

Ne hissettiğini bilmiyordu ve adlandıramıyordu. Ayza'yı karşısına alıp olmaz demek istiyordu ama bunu yaparsa elinden çok büyük bir değeri kaçıracağını hissediyordu. Ömer, Ayzanın sevgisini istiyordu ve fakat kalbinin bu hızlı atışının nedenini adlandıramıyordu.

İkilemdeydi. Bir yandan kardeşi dediği Çetin vardı. Ona nasıl açıklardı ki bunu? En başından oluru yoktu bu işin. Ama o bir tarafı vardı ki Ömer Asaf'ın, bu kızın sevgisini duyduktan sonra her şeyi göze almaya değer diyordu. Onu dinlemek istiyordu fakat cesaret edemiyordu.

İlk kez korkak davrandı. Sevgisini de istese, yüreği böyle çarpsa da olmazdı. En başından bunun önüne geçip Ayza'nın hislerini hiç bilmiyormuş gibi yapacaktı. Olurda o küçük onun gösteremediği cesareti gösterip Ömere hislerini açarsa, işte o zamanda olmaz diyecekti. Uzak dururdu.

Uzun bir süre sonra ilk kez böyle sevildiğini duyduğu için sarsılmıştı sadece. Evet, evet öyleydi. Öyle olmak zorundaydı. Öyleyse, dakikalar önce içeride ona ilgisi olduğunu söyleyen Nurcan'la neden kalbi böyle atmamıştı?

Kabul etmese de onu heyecanlandıran bu küçük kızdı. Günlerdir bitirdiği sigara paketlerinin de sebebi oydu. Uykusuzluğunun da. Kabul etmek istemese de Ayza onun aklına çoktan sızmaya başlamıştı.

~~

Masaya dönmeden önce tuvalete uğramış ağlamaktan helak olmuş gözlerime su çarpmıştım. Nehir'in yanında taşıdığı makyaj malzemeleri benim kurtarıcım olurken, kızaran gözlerimi gizlemeyi başardıktan sonra birlikte masaya dönmüştük. Nehir keyfim yerine gelsin diye beni oynayanların içine sokmaya çalışırken, buna gücümün olmadığını görerek pes etmişti. Bakışlarım oturduğum yerden tek bir kişiyi ararken, salondan çıkmadan önce ikisinin oturduğunu gördüğüm o masada kendilerinden eser yoktu.

Dalgın gözlerle pistte oynayanları izlerken, benim dışımda herkes oldukça eğleniyor görünüyordu. Boş bakışlarım çekilen sandalye sesiyle odağını değiştirirken, kalbimi elleriyle bir sökmediği kalan Asaf karşıma geçip oturdu.

Bakmadım yüzüne. İlk defa çabucak çektim bakışlarımı üzerinden. Ama o çekmedi. Yüzümde onun bakışlarının ağırlığını hissettiğimde, neden bakıyorsun bana diye isyan etmek istedim. Bakmasın istedim. Çünkü kanattığı kalbim yine bir aptal gibi bu bakışlar eşliğinde ritmini arttırmıştı.

Düğün sonuna kadar o siyahların gölgesi hep üzerimdeydi. Anlam veremiyordum. Neden bana bakıp duruyordu. Bir şeylerin farkına varmış olması imkansızdı. Bunu düşünmüyordum. Beş yıldır görmeyen adam bugün mü görecekti beni?

Öyleyse neden bana öyle bakmıştı.

Nihayet evin önünde duran arabayla rahat bir nefes verirken, kendimi yatağıma atıp yorganımın altında ağlamak istiyordum. Asaf'ın sevgisinden sonra ihtiyacım olan şey buydu. İlki imkansızken, diğerini yapmak benim için oldukça basitti.

Onunda arabası tam kapının önünde durmuşken, Semra teyzeyi düğünden almaya gelen Çınar abiyle onlarında rotası direkt kendi evleri olmuş yol değiştirmek zorunda kalmamışlardı. Park edilen arabadan dermanı çekilen bacaklarımla güçsüzce indiğimde, benimle aynı anda arabadan inen Nehire ve Orhan amcaya bakarak iyi geceler diledim.

Bizimkilerde arabadan indiğinde, herkes birbirine iyi geceler dilemiş evine doğru yönelmişti. Annem açtığı evin kapısıyla babamla birlikte önden içeri girerlerken, arkamdan gelen bir başka kapı sesiyle oraya bakmak isteyip bakmadım.

Eve geçen ablam ve abimi de takip edip arkalarından içeri girecekken, evin basamağına attığım bir adamla o yüreğimi burkan gür sesin adımı seslenmesi sokakta duyuldu.

"Ayza.."

Asaf'ın sesiyle adımım yere çivi gibi çakılırken, bir saatten fazladır kaçtığım o gözlere bakmama çabam buraya kadar sürmüştü. Bitkin düşen bedenimi zorla ona doğru döndürürken, az önce basamağa attığım adımla geri indim.

"Efendim?" Dedim sokakta sadece ikimiz kalmışken.

Evlerimizin kapıları açıktı ama hepsi içeri girmişti. Sokağın lambasının aydınlattığı ışık direkt onun yüzüne çarparken, gecenin altında aydınlanan bir ışıkla ne kadar güzel göründüğünü düşündüm. Güzel bir adamdı. Fakat benim değildi.

Elini ensesine götürüp sıvazladığında, söyleyeceği şeyi nasıl demesi gerektiğini bilmiyor gibi bir hali vardı. İçimde ki acıya rağmen bir merak yeşerdiğinde, ona bir adım daha atıp "Asaf abi?" Diye mırıldandım.

Abi demek her geçen gün daha zor bir hâle gelirken, kaldırdığı başıyla gözlerime onda alışık olmadığım bir şekilde baktı. Çekinerek. Bu beni afallatırken, ilk kez şahit olduğum bu hâli tıpkı küçük bir çocuğu anımsatmıştı.

"Şey diyecektim.." Deyip boğazını temizlediğinde, bakışlarını gözlerimden kaçırmıştı. Bu beni daha da şaşırttı. Düğünün son anlarında bakışlarını benden hiç çekmeyen adam şu an çekiniyordu ve bakışlarını kaçırıyordu. Anlamıyordum.

"Dinliyorum.." Dedim ona küçük adımlarla yaklaşırken.

Ayağının ucundaki taşı sokağın bir ucuna savurduğunda, ellerini ceplerine sokmuş ve sıkıntıyla dolup taşan bakışları yüzüme çıkarabilmişti nihayet.

"Neyse, siktir et." Deyip söyleyeceği şeyden vazgeçtiğinde, bir buçuk saat öncesinde onun için ağlayan ben değilmişim gibi merakla öne atıldım. "Söyle lütfen.." Dedim küfürünü duymazdan gelerek.

Ağzının içinden anlamadığım bir şeyler homurdandığında, elini ensesine atıp saç diplerini gerginlikle kaşıdı bu sefer. Kalbim acısını göğüslediği gibi taşıdığı bu sevgiyle de bu adam karşısında kuş gibi çırpınırken, hiç beklemediğim bir cümle çıktı dudaklarından.

"Saçların güzel olmuş." Dedi ve rahatlamış gibi derin bir nefes bıraktı.

Saçların güzel olmuş.

Zihnimde yankılanan tek ses ve tek cümle. Saçların güzel olmuş.

"Ne?" Dedim duyduğum cümlenin gerçekliğine inanamayarak.

"Saçını kesmişsin, yakışmış." Deyip gülümsediğinde, farkında olmadan parçalara ayırdığı kalbimi yine farkında olmadan kırıklarını toparlamaya çalışıyordu sanki.

Abimin bile fark etmediği saçımı onun fark etmesi aklımı karıştırdı. Zihnim allak bullak oldu. Yine tepe takla düşeceğimi bile bile benim için yanan umut ışığını tuttum bir kere daha. Umut etmezse insan ölürdü. Ben umut ederek yaşayacaktım. Her defasında umudum kırılsa ve ışığım sönse de sanırım bu aptallığı yapmaktan vazgeçemeyecektim. Yüreğimde boynu bükük kalan çiçeklerim aldığı bu iltifat karşısında sulanarak can bulurken, aldığım yara izlerinin üzerine merhem gibi geldi bu.

Aldığım yaraları belki kapatmazdı ama üzerini örtmüştü. Bir yara bandı bu izleri kapatmaz ve iyileştirmez derken, Asaf bir cümlesiyle açtığı yaralara merhem olabilen bir adamdı.

"Teşekkür ederim.." Dedim bir çocuk gibi sevinip saatler sonra ilk gerçek gülümsememi yüzüme onun sayesinde yerleştirirken. Küçük bir kızın aldığı iltifat gibi ellerim saçlarıma gittiğinde, daha güzel gözükmesini isteyerek onları düzelttim. Eve girip yatağımda ağlama fikri çabucak beni terk ederken sanırım yapacağım şey, bugün uzun süre sonra onunla ilk kez çekildiğim o fotoğrafa bakarak bir aptal gibi umuda kapılıp hayal kurmak olacaktı.

Bu güzel adamın yüreğime ektiği acısı bile güzelken, benim olmayacağını bilmeme rağmen o çekindiğim hayalini kurmakta güzeldi.

~~

Ne olur biri bana, özel bölümü de bu kadar uzun yazma be desin AHAHAHAAHHAAAHAH

Yeni bölümü bırakıp birkaç günümü resmen şu özel bölüme ayırdım. Çünkü ilk bölümleri hep hızlıca işledim ve Asaf ve Ayzayı detaylı yazamamak içimde uktedir. O yüzden bu özel bölümü hem size kendime hediye etmek istiyorum. Bu düğün mevzusunu sözlendikleri zaman bahsetmişlerdi. Asafın yüreğine sızan Ayzayı kabullenemediği, kabullenmek istemediği ve iç hesaplaşması yaşadığı bir özel bölümdü. Umarım az çok Asafın zaten Ayzayı fark edip ama buna cesaret edemediği anları güzelce hissettire bilmişimdir. İnşallah keyifle de okumuşsunuzdur. Ve çok göze batan yazım hatalarım olduysa affola.

Belki zamanla böyle özel bölümler daha çok gelir.. ❤️

Yeni bölüme kadar hoşça kalın. 💕

Continue Reading

You'll Also Like

310K 19.7K 21
17 yıl önce bir kötülük yapıldı, bu kötülük herkesin ruhunda unutulmayacak yaralar bıraktı. Yara alanlar, asıl yaralıya yeni yaralar açmayı umursama...
292K 18.7K 25
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...
48.1K 1.4K 35
Arkadaşı tarafından para için ihanete uğrayan bir kızzın adama mahküm edilmesi ön izleme : 3.bölüm Helin ben çok özür dilerim pişman oldum gerçektenn...
668K 31.3K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...