Seninim Son Kez (Düzenleniyor)

By kimselerduymadi

2.3M 64.8K 27.8K

"Bak ulan bana!" Diye bağırdığında komodinin üzerindeki su bardağını yere fırlattı ve bardak tıpkı benim kalb... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36 Part 1
Bölüm 36 Part 2
Bölüm 37 Part 1
Özel Bölüm.
Bölüm 38 Part 1
Bölüm 38 Part 2
Bölüm 39 Part 1
Bölüm 39 Part 2

Bölüm 37 Part 2

35.1K 992 518
By kimselerduymadi

Herkesee merhabaaa. Şükür kavuşturana. Çooook özledim ve bizi 745 bin okunma yapan herkese çok çok teşekkür ederim. ❤️❤️
Uzun bir bölümle geldim ve umarım keyif alarak okuyacağınız, seveceğiniz bir bölüm olur. Elimden geldiğince göze çarpan yazım hatalarını bulup düzelttim ama gözden kaçan olduysa affola. İyi okumalar. 💞

Oy ve yorumlarınızı da esirgemeyin lütfen.

~

Uzun ve bitmek bilmeyen bir kabusu yaşadığımı düşündüğün saatleri geride bırakabilmiş olmama seviniyordum. Kabus olmasını dilediğim ama fazlasıyla gerçek olan anıların ruhumda, bedenimde yarattığı enkazın izleri ne yazık ki hâlâ benimleydi.

Asaf'ın iyi olmasıyla karanlık bulutlar dağılmış ve güneş doğmuştu. O güneş doğmuştu, sanki ben bu dünyaya yeniden doğmuştum. Sadece yaşadığım deprem bir süre daha artçı sarsıntılarını üzerimde sürdürecekti.

Aynanın önünde kuruttuğum saçlarımla fön makinasını prizden çekip gelişi güzel bir şekilde yatağımın üzerine bıraktığımda, dalgalı saçlarımı bir tarak yardımı ile tarayıp iki yanımdan aldığım tutamları arkada küçük bir tokayla birleştirdim.

Üstümdeki hardal sarısı renginde ki tek omuzu düşük kazağımı düzeltip saçlarımı da önüme aldığımda, duş alıp biraz kendime gelmek isteyerek yanından ayrıldığım Asafı daha fazla bekletmeden odamdan çıktım.

Eve geçeceğimi söylediğim zamansa çocuk gibi nazlanmaya başlamıştı. Asaf kendine bakan ve dikkat eden bir adamdı ve ilk kez onu hasta bir halde görüyordum. Ve ilk kez hastalanınca annesi ilgi göstersin diye naz yapan küçük çocuktan farksız hallerini görüyordum. Ama o ilgiyi beklediği kişi annesi değil, bendim.

Hastaneden geldiğimizden beri yanından ayrılmama müsaade etmemiş, güç bela duş için eve geldiğim bu yarım saatlik anda ise beni beş kez nerede kaldın diye aramıştı. Böylelikle Asaf'ın hastalandığında nasıl çekilmez biri olduğuna da şahit olmuştum. Geldiğimiz andan itibaren üstüne düşülmesinden oldukça rahatsız olup homurdanıyordu. Benim haricimde üstüne düşüp ilgi gösterenlerden rahatsız oluyordu.

Ben zaten ondan şefkatimi de, sevgimi de eksik etmezdim. Ama bunu muhtaç bir çocukmuş gibi öyle masum bakışlar altında belli etmesi yüreğimi titretiyordu. O an istediğini yapıp şefkatli kollarımın arasına alarak sayısız öpücükler bırakmak istiyordum bu koca adama. Koca adamdı ama çocuk ruhluydu birazda. Onda en çok sevdiklerimden biride buydu.

Annemler zaten Asaf hastaneden döndüğünden beri onun yanındalardı. Anneme olanlardan sonra o panikle Eymen emanet edildiği için hastaneye bizle beraber gelmesi gibi bir seçenek kalmamıştı. Telefonla arayıp ne kadar gelmek istediklerini söyleseler de, boş kalabalıktan başka bir şey yaratmayacaktık hastanede. Neyse ki umduğumuzdan daha hafif atlatılmıştı bu durum.

Onların eve geçtiğimde bana kapıyı açarak karşılayan kişi Nehir olmuşken, içeriden gelen yüksek seslerle herkesin Asaf'ın başında toplanıp onu çıldırtmak üzere olduğunu daha içeri geçmeden anlamıştım. Kendi evine gitmek istemiş, onu gözünden ayırmak istemeyen annesine ben çocuk muyum kendi kendime bakarım diye yakarışlar koparmıştı. Ama gel gör ki bana gelince çocuk gibi şefkat ve ilgi dileniyordu. Asaf'ın zaman zaman, hatta özellikle dün geceden beri herkese aslan kesilip bana kedi olması beni keyiflendiren tek şeydi.

"Allah aşkına Ayza şu nişanlına sen bir şeyler de! Yine eve gideceğim diye tutturdu!" Nehir'in söyledikleri beni şaşırtmazken, ayakkabımı çıkarıp salona doğru ilerlediğimde "Yine mi başladı?" Diye hiç şaşırmadan bıkkınlıkla ofladım.

Hastaneden çıkıp o arabaya bindiğimizden beri ağzından düşmeyen tek şey buydu. Kendi evime gitmek istiyorum deyip tutturmuştu. Benim yakınımda, gözümün önünde olması işime gelirken buna asla izin vermezdim. Üstelik bir anne şefkati ve ilgisi çok daha başkaydı.

"Yemin ederim ben hayatımda bu kadar yoran bir adam görmedim!" Salona doğru yaklaşmamızla abisinin korkusundan sesini alçattığında, bu beni alayla güldürdü. "Allah sana sabır versin. Vallahi sana bu kötülüğü de ben yapmış gibi hissettim, sonuçta benim abim." Asaf'ın duyacağı an onu ayaklarından ters bir şekilde tavana asacağı sözleri kısık sesiyle rahatlıkla sarf ederken, "Ben halimden oldukça memnunum. Olsa olsa iyilik yapmış olursun." Dedim gülerken.

"Ay yazık, aşk başına vurmuş bunun. Aptallaşmış iyice." Dedi bana acırcasına.

Salona girmeden duraksadığımda, beni takip eden Nehir duraksamam ile otomatikman durdu. Bedenimi ona döndürüp alayla sırıtırken, "Bunu Poyrazla birlikte olan sen mi söylüyorsun bana? Hangimiz daha aptalız acaba?" Dedim tek kaşımı dalga geçercesine havaya diktiğimde.

"Gelin dedik bağrımıza bastık, şunun ettiği laflara bak.." Yüzüme memnuniyetsiz bakışlarla baka baka burun kıvırdığında, onu Poyrazdan vurmamla bozularak bana omuz atıp yanımdan geçti. "İlla görümce tarafımı ortaya çıkaracak.." Diye ağzının içinden söylenip salona girdi.

Gözlerimi gereksiz alınganlığı ile devirerek arkasından salona girdiğimde, canı sıkılmasın diye salondaki koltuğa yastık ve battaniye getirilerek uzandırılan Asaf'ın odağı olmuştum. O gözlerinden okunan yakarışlarla nerede kaldın diye isyan eden sesi sanki beynimin içinde yankılanmıştı. Asaf uzun bir zamandır tüm benliğimi ele geçirdiğinden, bir bakışıyla ne demek istediğini anlayabiliyordum.

"Gel kızım gel.." Semra teyzenin neredeyse iyi ki geldin diyen o sesiyle, Asaf'ın katır inadıyla baş edemediklerini ve bana paslayacaklarını ön görerek adımlarımı bu inatçı adamın uzandığı koltuğa yönlendirdim.

Sırtını arkasındaki yastığa dayayıp destek almışken, onun bedeni yanında daha küçük kalan bedenimi bacaklarının yanında kalan ufacık boşluğa oturttum. Kalçamı küçücük uca dayayarak oturtmuşken, Asaf hâlâ kırışmadığına şaşırdığım alnıyla kaşlarını derinden çatmıştı.

"Neredesin sen?" Diye sorup, sanki çok uzun saatler yanından ayrı kalmışım gibi dik dik yüzüme baktı.

"Yarım saattir yoktum Asaf!" Deyip abartmıyor musun dercesine bir bakış atarken, hayatımın en kısa duşunu sırf onun yanına çabuk geleyim diye hızlıca almıştım. Bir iki lokmayı ağzıma zorlukla sıkıştırıp üstümü giyinmiştim ve yarım saat bunları yapmak için oldukça makul bir süreydi.

"Ben burada bıçaklanmışım, sen yarım saattir yanımda yoksun!" Dedi büyük bir suç işlemişim gibi kızarcasına.

Bir an şaka mı yapıyor yoksa gerçekten ciddi mi diye anlayamazken, bu söylediklerinin şakadan uzak olduğunu tek bir mimik bile oynatmadığı yüzüyle bana dik dik bakmayı sürdürmesiyle anladım. Ağlasam mı gülsem mi ikilimi arasında gidip geldiğimde, hastalanınca baya bir nazlı olan bu adam bana her seferinde böyle kök söktürecekti sanırım. Nazını çekmeye dünden razı olduğumu ise bunun hiçbir şekilde sorun teşkil etmemesinden ve hatta hoşuma gitmesiyle fark etmiştim.

Tıpkı Asaf'ın da bana dediği gibi, ondan gelecek her şey başımın üstüneydi.

"Aaa, abimde iyice hanımcı oldu başımıza.."" Nehir alaycı sesiyle bize dahil olduğunda, onun dışında salondakilerinde bizi duydukları gerçeğinin yeni farkında varmış ve Asafın annesinin olduğu bir ortamda yokluğumdan şikayet etmesi ister istemez beni utandırmış ve o tarafa bakamamıştım ama Asaf'ın kardeşine attığı kötü bakışları çok net görüyordum.

"Abartma istersen.." Asaf'a söylediğim cümleyle salondaki gözlerin ilgi odağı biz olduğumuz için sesim ister istemez sesim çekingen çıkmışken, kardeşine attığı o ters bakışlarını ondan çekerek bana döndü. Bakışları benim yüzümü odağına almışken o siyah hareler daha yumuşak bir hâle geçiş yapmıştı fakat o kaşlar hep olduğu gibi çatık durmaya devam ediyordu.

"Ay, çocukcağız nişanlısı yanında olsun istiyor demek ki." Teyzeme bu durum çok tatlı gelmiş olacaktı ki ona bakışlarımı çevirip baktığımda, bana doğru seçim yapmışsın aferin dercesine tebrik eden bakışlarla bakıyordu.

"Çocukcağız mı?" Nehir bunun karşısında alayla güldüğünde, yer bulamamış olacak ki Cansel'in oturduğu tekli koltuğun koluna oturmuş ve sesi gibi alayla parlayan bakışlarını bize dikmişti. "İlahi Nesrin teyze, küçülsün de cebime girsin. Kazık kadar adam abim, ne çocukcağızı?" Deyip bu kez kahkahasını tutmak yerine serbest bıraktı.

Başımı eğip çaktırmadan bende diğerleri gibi güldüğümde, Nehir'in abisiyle eğlenen halleri haliyle bir tek Asaf'ı eğlendirmemiş, öldürücü bakışlarını kızın yüzüne ok gibi atmaya başlamıştı. O gözlerden çıkan ateş evi bile ateşe verebilecekken, dudağımın üstünü kaşır gibi yaparak elimle gülüşümü gizledim. Beni güldüren, Asaf'ın yaş konusuna fazlasıyla takıntılı olup konu açıldığı zaman nasıl rahatsızlık duyduğunu bilmekti.

30 yaş sendromuna girmiş ve bir türlü çıkamamış bir nişanlım vardı.

Bunun sebebi sürekli ona yaşlı iması yaparak kızdıran bende olabilirdim. Ama bunu Asaf'ı gerçekten yaşlı gördüğüm için değil de, keşfettiğim zayıf noktasına dokunduğum anda onu kızdırmanın bana verdiği o zevkten yapıyordum. Fakat bunu yaparken gerçekten bu kadar sorun edeceğini hiç düşünmemiştim. Oldukça genç olan bu adama şakayla yaptığım yaşlı iması beni küçük bir an suçlu hissettirdi.

Ama gerçekten de çok küçük bir an sürdü. Çünkü zamanında bana tam tersini yapan, sen çok küçüksün diyen bu adama az bile yaptığım gerçeği dank etti kafama.

"Otuz yaşında ki kazık kadar adama da çocuk demezsiniz canım.." Nehir, Asaf'ın renkten renge girmeye başlayan suratını görmeden devam ederken, dudaklarımdan küçük bir kıkırtı firar etti ve boğazımı temizler gibi yaparak onu sinirlendirecek olan gülüşümü içime attım. Yani ben öyle yaptığımı sandım.

Asaf bacağı ile bacağımı uyarı verircesine sertçe dürttüğünde, ona yakalandığımı ve gülerek sinirine sinir eklemiş olduğumu anlayarak dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim. Nehir'in üzerinden çektiği o bakışları benim yüzüme fırlatırken, gülmemek benim için oldukça zor bir eylem haline geldi.

"Ne o hoşuna mı gitti?" Dedi dişlerinin arasından buram buram kızgınlık kokan bir sesle.

"Çok.." Diye fısıldadığımda, sinirini tepesine çıkarmaya yemin etmişçesine sırıttım.

Suratıma seninle yalnız kalınca görüşeceğiz dercesine bakarken bile yüzümde ki sırıtma yerini koruduğunda, Nehir sanki aramızdaki yaş muhabbetini biliyormuşçasına abisini habersizce delirtmeye devam etti.

"Abi otuz bir oldun mu yoksa ya? Kaçlıydın sen?" Diye soran Nehir abisinin yaşını hatırlamaya çalışarak düşüncelere daldığında, bir yaş daha büyütülmüş olmanın siniriyle Asaf'ın gözü seğirdi.

"Sana ne Nehir?" Artık şu konuyu kapat dercesine Nehir'i tıslarcasına uyarırken. Bağırsa daha az etki edecek bu sesin barındırdığı tehdidi ben iliklerime kadar hissederken Nehir hiç farkına varmadı.

"Niye bana ne olsun ya?" Dedi abisinin yaşını kendine dert etmişçesine konuyu sürdürmeye devam ettiğinde.

"89 doğumlu vardır bence Ömer abi." Diyen Cansel tahmin yürütüp bir nevi Nehir'in otuz bir yaş gafının aynısını yaptı.

"1989 mu?" Diye soran Nehir bana bakmadığı için görmese de, sen bir salaksın temalı bakışlarımı yolladım. Abisini kaçıncı yüzyıldan sanıyordu acaba?

"Yok 1189 am.." Asaf'ın dudaklarından firar edecek olan küfürü son anda bacağından dürterek engellerken, sinirle alıp verdiği nefeslerle burun delikleri genişliyordu.

"Yok Nehir, abin aslında ilk insan!" Cansel, Nehir'in sorduğu soruyla ona benim baktığım bakışlardan farksız bakmazken, Nehir onun bu söylediğine küçük bir kahkaha patlatıp abisini delirttiğinden bir haber "Bak buna inanırım işte." Dedi.

Asaf'ın yüzü kasılırken yanakları içe doğru çöktü ve orası çukurlaştı. Bu da kız kardeşinin gevezeliğine ne kadar sinirlendiğini gösterirken, gözlerini sabır dilenircesine yumdu. Nehir'in son söylediği aslında abisinin bazen onun üzerinde uyguladığı katı kuralları kapsıyordu. Zaman zaman ikimizin de Asaf'ın medeniyet timsali olmadığıyla acı bir şekilde yüzleştiği anlar olmuştu.

"Nehir alemsin ya.." Diyerek gülen teyzemle, Asaf yumduğu gözlerini aralayıp üzerinden yapılan espri komikmiş gibi gülen teyzeme dik dik baktı. Teyzeme öyle bakmaması için boğazımı uyarırcasına temizleyip o bakışlarını bana çevirmesini istediğimde, benim uyarımı fark etmeyip hâlâ hiçbir şeyin farkında olmayan teyzeme dik dik bakmasıyla bu defa bacağından sertçe dürterek uyardım onu. İyi mi yapmıştım bilmiyordum. On kat daha koyulaşmış o siyah hareler artık benim gözlerimi delip geçiyordu.

"Bakma kadına öyle!" Dedim dudaklarımı oynatarak. Dudaklarımın hareketini okuduktan sonra o gece karasını anımsatan bakışlarını yeniden gözlerime sabitlediğinde, "Komik miydi?" Diye sordu kısık sesiyle adeta hırlayarak.

"Evet." Dediğimde, onun sinirini göz göre göre ciddiye almayıp damarına basmıştım. Dudaklarım küçük bir tebessüme ev sahipliği yaptığında, elimi bacağının üzerinde ki elinin üzerine bırakmıştım usulca. "Üzerinden yapılan yaş muhabbeti beni her seferinde eğlendiriyor sevgilim, üzgünüm." Dedim ve bundan zevk alırcasına gülüşümü büyüttüm.

"Ben otuz yaşında adamım Ayza!" Yaşına vurgu yaptığında sanki bunu anlamamışım da aklıma kazımak istiyordu. "Altını çiziyorum otuz! Otuz bir değil!" Dedi salağa anlatır gibi.

Keyifli bir kıkırtı dudaklarımdan kaçarken, şu an salondaki kişilerden tamamen kopmuş ve onların konuştukları konudan ilgimi tümüyle çekmiştim. "Asaf, kız şaka yaptı sadece." Deyip onu artık daha fazla sinirlendirmekten kaçındığımda, baş parmağımla elinin üstünü hafifçe okşamaya başladım. Ufacık bir temasımın bile onun üzerinde etkisi olduğunun bilincindeydim.

"Yapmayın bana böyle şakalar.." Dediğinde ses tonunda ki sertlik yavaştan kaybolmaya başlamıştı. Öyle ki kasılan yüzü de gevşemiş, bakışlarında ki koyuluk normale dönmüştü.

"Yapmam.." Dedim ama asla ona bunun sözünü vermedim. Kendimi tanıyordum. Saatler önce hastanede yaptığımız anlaşmaya uymayacağım gibi bu dediğime de uymayacaktım.

"Ben bıçaklanmış, yaralı bir adamım! Benimle uğraşmayın!" Hastalanınca annesinden ilgi görmek için bu durumu kullanan küçük çocuklar gibi nazlanmasıyla bu kez biraz daha sesli güldüğümde başımı sağ omuzuma yatırıp, yalnız olsak bu sevimli gelen halleri karşısında yanaklarını sıka sıka seveceğim adamın yüzünde içli bir bakış attım.

"Sen bayağı kullanıyorsun bu durumunu.." Zaten farkında olduğum bu gerçeği yüzüne vururken bu yaptığı fazlasıyla normalmiş gibi omuzlarını silkti.

"Kullanmayıp ne yapacağım kızım?" Diyerek ciddiyetle kaşlarını çattığında, onun bunu yapmaması zaten hata olurdu. "Sana da ilgi göster dedik yarım saattir yoksun!" Deyip evdeyken ikide bir arayıp telefonda yaptığı nazı burada da devam ettirdi.

"Duşta mı almayayım Asaf?" Diyerek bıkkınlıkla ofladığımda, sesim onun duyacağı bir tondaydı. Gözlerini üzerimizde hissettiğim ailelerimizin konuştuklarımıza da kulak misafiri olmalarına gerek yoktu.

"Alma!" Dedi istediği yerine getirilmeyen küçük bir çocuk şımarıklığında. Elinin üzerinde ki elime sıkıca yapışırken, "Ayrılma yanımdan!" Diyerek kendince bir önlem almıştı bu hareketiyle.

Hasta, inatçı ve nazlı halleriyle üçünü bir arada bulunduran Asaf bana kök söktürmeye kararlı gibiyken, onunla zıtlaşıp kendimi yormak yerine suyuna gitmeyi tercih ettim. "Ayrılmam Asaf.." Dedim bezmişçesine.

"Aferin.." Dediğinde, benim onunla inatlaşmamam karşısında dudağı çarpık bir gülüşle kıvrıldı. Sanki karşısında ki nişanlısı değil de öğrencisiymiş gibi öğretmen edasıyla bana aferin demesi kaşlarımı derinden çatarak ters ters ona bakmama neden olurken, dudaklarında ki kıvrılma şimdi yüzüne yayılmıştı.

"Bakma öyle, yoksa öperim." Diyerek sırıtan yüzüyle bakışlarını dudaklarıma düşürmüşken, böyle bir şeyi demesini beklemediğim için afalladım.

"Ne?" Diye şaşkınlık dolu bir nida dudaklarımdan fırlarken, çattığım kaşlarım düzelmiş ve bakışlarımda da aynı şaşkınlık yer etmişti.

Dudaklarımın da o şeklinde açılmasını engelleyememişken, annelerimizin olduğu ortamda bile bunu bu kadar rahat yapabileceğini söylemesi beni hayrete düşürüyordu. Düşürmemesi gerekirdi ama her seferinde bir üst seviyeye atlattığı arsızlığına hayret etmemek elde değildi.

"Kapa o tatlı ağzını. Yoksa öpmekle kalmam." Diye fısıldayarak konuştuğunda, benim bu halimden keyif aldığını belli eden yüzü sırıtmasını iyice genişletmişti. Sırtını yasladığı yastıktan ayırarak yüzünü bana doğru yaklaştırdığında, söyleyeceği şeyi bizden başkası duymasın diye yapmıştı bunu galiba. "Isırırım da." Deyip siyah harelerini yeniden dudaklarıma düşürmesi ve iç çekmesi bir olmuştu. Bunun hemen peşi sıra ayak uçlarımdan başlayan bir titremenin beni ele geçirmesi, bu adam karşısında alışık olduğum bir şeydi.

Sanki dudaklarımı kapatmazsam dediğini gerçekleştirecekmiş hissine kapıldığımda, açılan ağzımı kapatıp dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Seslice yutkunduğumda tenime bir sıcaklık yayıldı usulca. Hayır utançtan kızarmadım. Bunun isteğiyle yanmaya başladı tenim. Sırtını keyifle arkaya doğru yasladığında, tek bir cümlesiyle içimde ona dokunma arzusunu yeşertmişti. Dokunmak istedim. Öpmek. Yalnız olsaydık bunu gerçekleştirirdim.

Tecrübesizdim. Bu duyguları ilk kez onunla yaşıyordum ve bunun nasıl önüne geçeceğimi bilemeyecek kadar tecrübesizdim. Boğazımın ve dudaklarımın kupkuru olduğunu sezdiğimde, susuzluğumu gidermesini istediğim şey bir yudum su değil de, Asaf'ın dudaklarıydı.

"Utanmaz." Dediğimde güçlükle bakışlarımı dudaklarından çekebilmiştim. Sesim ise içimde başlayan yangını ele vererek titremiş, bana ihanet etmişti. O ise utanmaya dair tek bir belirti bile göstermezken, "Annemler ve teyzem burada ne biçim konuşuyorsun ya?" Dedim kızgınlıkla. Sesimi daha anlaşılır çıkarmak için boğazımı temizlemiş ve ona kınayan bakışlarımı yollamıştım.

Kendi aramızda kısıkça konuştuğumuzdan bizleri duymaları pek olanak değildi. Saçlarımı sağ omuzumun üzerinde toplayıp göz ucuyla salondakilere baktığımda, az önceki muhabbetten yeller estiğini anlamam uzun sürmedi. Nehir ve Cansel telefondan bir şeye bakarken, annemler kendi aralarında konuşacak bir başka konu bulmuşlardı. Gözlerimle yaptığım saniyelik turu sonlandıracakken, Semra teyzeyle göz göze geldim.

Oğlunun söylediklerini duymuş ve benim düşüncelerimi okumuş gibi hissettiğimde, onun tatlı tatlı gülümsemesine çekingen bir gülüşle karşılık vererek bakışlarımı hızla kaçırdım. Onun bizi böyle gördüğü için mutlulukla bakan gözlerinden bakışlarımı kaçırarak kendimi daha çok ele vermişte olabilirdim.

"Annemler diyen o ağzını.." Deyip sustuğunda, alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı. Bakışlarımın dudaklarına kaydığı gibi aklımda çok başka şeylere kaymaya başladığında, kendi iradesizliğime sinirlendim.

"Ya gerçekten bir sınırın olsun!" Diye kısıkça konuştuğumda, kendime sinirlenmeme sebep olan adamdan çıkardım hıncımı. Elimi elinin arasından kurtarıp koluna acıtmasını umduğum bir çimdik attığımda "Sapık var diye bağıracağım şimdi!" Dedim söylediğime tezat bir şekilde fısıldamayı sürdürerek.

Başını geriye atıp salonda yankılanacak gür bir kahkahayı bıraktığında, yeniden tüm ilgiyi üzerimize çekmeyi başarmıştı. Ona kızgın kalamayacağımı ve güldüğü zaman şahane bir görsel şölen oluşturan görüntüsüne rağmen sinirli gözlerle bakarken, az önceki çimdiğimin aynısını bu kez bacağına bıraktım çaktırmadan. Canını acıtmaya kıyamadığım için sinek ısırığından farksız bir çimdik olmuştu bu.

"Ne oldu oğlum?" Semra teyzenin sorusuyla yüzümün bu defa gerçekten utançtan kızarmaya başladığını hissederken Asaf kahkahasını kısa tutup ama yüzünde hâlâ bulunan o güzel gülüşüyle annesine döndü. Kadına, oğlun bir sapık gibi bana asılıp duruyor diyemeyeceğime göre yerin yarılıp beni içine çekmesini beklemekten başka bir şey elimden gelmedi.

"Ne olacak anne?" Nehir soru ona yöneltmiş gibi abisinden önce konuya dahil olurken, "Ailelerimiz burada demeden karşımızda fingirdeşiyorlar." Diyen muzip sesiyle yerde hayali açtığım çukura beni sırtımdan tekmeyle itti.

Şaka yapmakla patavatsızlık arasındaki dozu asla tutturamayan ve artık Asaf'a gerek kalmadan kendi ellerimle yaşamını sonlandıracağım Nehir'e bunun sinyalini veren bakışlarımı kıvılcımlar eşliğinde yolladım.

"Gencecik yaşımda görümce katili olacağım!" Dedim sinirle Asaf'a dönerken. Bana attığı, şimdi beni anlıyor musun ve ben demiştim temalı bakışlarını okudum. "Senin bu kardeşin bir gerizekalı!" Diyerek kısık sesimle öfkeyle solurken, her an koltuktan fırlayıp arkadaş demeden Nehir'in saçlarına yapışacaktım.

"Yeni mi anlıyorsun bunu?" Dedi alayla gülerek.

"Ne biçim konuşuyorsun kız sen?" Semra teyze tam bir anne edasıyla ayağındaki terliğe uzandığında, o varken benim kendimi yormama gerek kalmamıştı. "Yolarım o süpürge saçlarını senin!" Deyip terliğini eline aldığı gibi çoktan oturduğu yerden ışık hızında kalkan Nehir'in arkasından fırlattı. "Edepsiz köpek!"

Terlik Nehir'in bacağını sıyırıp geçerken, acıtmayan bir darbeyle de olsa o terliğin ona inmesiyle salonun girişinde duran Nehir, yaptığı yaramazlık sonrası herkesin içinde annesinden azar işittiği için daha da sinirlenen o huysuz çocuklara benziyordu şu an.

"Ana bacı küfür mü ettim? Adam mı öldürdüm? Ne yaptım be kadın? Ne diye herkesin içinde terlik atıyorsun?" Bir hayli bozulan Nehir'in huysuzluğu tavan yaparken, kısa bir an benimle göz göze geldi. Ona, terlikten ucuz kurtuldun ama benim elimden kurtulamayacaksın diyen sessiz bir tehdit yolladım gözlerimle. Kaç yıllık arkadaşını anladı ve tırsmış olacak ki bakışlarını hızla benden kaçırdı.

"Fingirdeşmek.." Diyerek cümlesine devam eden Nehirle yine ne saçmalayacak diye beklerken, parmaklarını birbirine geçirip ellerini önünde birleştirdi. "Yani birbirini seven iki nişanlı insanın gülüşerek hoş sohbet etmeleri demek anne.." Dedi Türk dil kurumuymuş gibi sözlük açıklamasını bizlere yaparak.

Boş boş yüzüne bakarken, kendini tatlı tatlı aklamaya çalışması yaptığı patavatsızlığı ve beni utandırmış olmasını unutturmuyordu.

"Anne bak kızın Türkçe sözlüğü yalayıp yutmuş." Dedi Asaf kardeşine küçümseyen bakışlarla bakıp alay ederek.

"Kızma kıza Semra.."

"Senin yanında düzgün konuşsun Nergis!"

"Genç onlar Semra, olur öyle." Diyen annem Nehir'in söylediğini pek sorun etmiş gözükmüyordu. Buna şaşırdım çünkü hep beraber olduğumuz anlarda zaman zaman Asaf'la ortadan kaybolmalarımızı anlayıp, yalnız kaldığımızda kolumu meşhur çimdikleriyle kızartan kadın gitmiş gibiydi. Ya da Semra teyzenin yanında modern Anneyi oynuyordu.

"Git Fırında ki böreği çıkart!" Nehir annesinin emirini oflayarak ve baya isteksizce yerine getirerek mutfağa doğru giderken, hastaneye oğlunu taburcu etmeye gelemeyen Semra teyze sabah erkenden evi temizlemiş ve Asafı ziyarete gelenler olur diye bir şeyler hazırlamıştı. Annelerin böyle bir durumda bile bunları düşünebilmesi benim için hayret vericiydi.

"Bizde eve geçelim de bir şeyler hazırlayalım." Annem teyzeme hadi dercesine işaret verdiğinde, ikisinin ayaklanmasıyla Semra teyzeden itiraz nidaları koptu.

"A-aa! Ne gerek var Nergis? Ben hazırladım bir iki şey."

"Hasta ziyaretinize gelen giden çok olur Semra. Bulunsun birkaç çeşit ne olacak?"

"Ama.."

"Aması falan yok. Biz dünürüz. Aramızda böyle şeylerin lafı bile olamaz." Annemin itiraz kabul etmeyen sesi beni gülümsetirken, Semra teyze peki dercesine başını sallayıp mahcup bir teşekkür etmişti. "Akşama yemek falan hazırlama onca işinin arasında. Biz hazırlarız, hep birlikte de yeriz olur mu?" Annemin bu sözleriyle gerçekten bir aile olduğumuzu çok daha iyi anlıyordum. Komşuluktan öte sıkı bir dostlukları vardı ama bu artık Asaf ve benle kuvvetlenmiş, aile bağına dönüşmüştü.

İlişkimizin başlarında Asaf ve benim birlikteliğimizin ailemiz üzerinde bir sorun olacağını düşünerek endişelenmiş, korkmuştum. Bu sebeple de bazı şeyler netliğe ulaşıncaya kadar saklama gereği hissetmiştim. Ama korktuğum gibi olmamasına ve bu insanların arasında ki bağı biraz daha güçlendirmiş olmamıza seviniyordum.

"Nergis gerçekten zahmet etme. Dicle ve Nehir de halleder." Semra teyzenin bu kadarına gerek yok diyen o mahcup halleri annemi ikna etmediğinde, "Dicle'nin küçücük çocuğu var kızı uğraştırmaya gerek yok." Dedi düşünceli bir sesle. Annem salonun girişine doğru bir bakış atıp sır verecekmiş gibi Semra teyzeye yaklaştığında, "Ayrıca Nehir yemek yaparsa bu akşamda hepimiz hastanelik olabiliriz." Diyerek mutfağa giden Nehire sesinin ulaşmaması için kısıkça konuşmuştu.

"Doğru.." Diyen Semra teyze bu gerçeği acı bir gerçeklikle kabullenmiş ve ardından annemle küçük bir kahkaha atmışlardı.

"Oğlum senin istediğin bir şey var mı?" Gitmeden önce Asafa bir isteği olup olmadığını soran annem, gerçekten de o ne istese bir koşu gider yapardı.

"Yok Nergis teyze, teşekkür ederim." Asaf'ın sesinde annemin onu düşünmesinden dolayı bir memnuniyet hakimken, gülerek bir şey isteyip istemediğini soran annemin yüzünde ki gülümseme Asaf'ın cümlesiyle solmuştu. Az önce şefkatle baktığı Asafa şimdi kaşlarını çatarak bakarken, bu tepki karşısında şaşırarak baktım annemin suratına. Asaf bakışlarını kısık seste oynayan televizyona öylesine dikmişken, bunun farkında değil gibi duruyordu.

"Ne teyzesi oğlum?" Diyerek söze girdiğinde, birkaç gün önce yaptığımız konuşmanın zihnime doluşmasıyla annemin takıldığı detayın ne olduğunu anladım ve benim maruz kaldığım anne de baskısının aynısını birazdan yaşayacak olan Asafa çevirdim keyifli bakışlarımı.

Asaf anlamayarak tekrardan bakışlarıyla annemi odağı altına almışken, beklediğim o cümle çok geçmeden annemin dudaklarından döküldü. "Anne de sen bana artık."

Annemin bu isteği karşısında hazırlıksız yakalanarak gözlerini şaşkınlıkla açan Asaf'la dudaklarım yukarı doğru kıvrıldığında, her an dudaklarımdan çıkmaya hazır bir kıkırtıyla kendimi zor tutarak bakışlarımı bana keyif veren yüzünden bir an olsun çekmedim. Aynı şaşkın ifade eminim ki günler önce de benim suratımda oluşmuştu.

"Ben şey.." Derken resmen ne söyleyeceğini bilemeyip elini ensesine götürüp kaşıdığında, "Denerim.." Diye geveledi ağzının içinden.

"Şimdiden alıştırın kendinizi canım!" Annem bu isteğini günler önce Semra teyze ile aynı anda dile getirdiğinden bu benim için çokta şaşırtıcı olmamıştı ama Asaf için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

"Tamam Nergis teyze.." Dediğinde, bunu sanki annemin inadına yapar gibi gözükmüş olsa da, kesinlikle bilinçsizce yaptığı bir şeydi. Asaf ne söylediğinin farkına vararak dudaklarını birbirine bastırıp sustuğunda, dudaklarımda ki tatlı bir kıvrılmayla bu sevimli hallerini izlemek bana aşırı keyif vermişti. Asaf'ın utanıp, çekinebildiği anlara çok ender rastlandığı için bunun tadını çıkardım.

"Hâlâ teyze diyorsun oğlum.." Dedi annem tatlı bir azarlamayla.

"Ağız alışkanlığı Nergis teyze." Bu cümlesinden sonra daha fazla dayanamayıp sesli gülüşümü dudaklarımdan bıraktığımda, Asaf hariç herkes bana eşlik edercesine gülmüştü. Asafa alttan attığım bakışlarla bakarken, benim gülmemle o siyahlarını yüzüme ok gibi fırlattığını görmüştüm. O bakışlarının altında ise yalnız kalınca seninle görüşeceğiz diyen, sadece benim anlayacağım gizli bir tehdit vardı.

"Neyse zamanla alışacaklar.." Diyen Semra teyzeye döndüğümde, onun bu cümleleri bana bakarak dile getirdiğini gördüm. Günler önce istediği şeyi şu an tekrardan belli eder gibi alttan alttan mesaj yolladığını hissederken, benden bunun beklentisini istediğini çok net bir parıltılarla gözlerine yansıtmıştı zaten. Anlamamak imkansızdı.

Asaf'a yapılınca komik gelen bu durumun okları bana çevrilince o kadar da komik gelmemeye başlamıştı. Yıllardır teyze dediğim insana birden Anne diye seslenmek oldukça zordu. Asaf içinde aynısı geçerliydi elbette ben sadece zor durumda kalan hallerinden keyif almıştım.

Sessiz kalarak bir şey demezken, onlarda bu konuyu daha fazla üstelemeyip bize bunun baskısını yapmadılar. Annemle teyzem birlikte giderlerken, Semra teyze de onları kapıya kadar geçirmeye gitmişti. Cansel de Asafa tekrardan geçmiş olsun dileyip yine yanına geleceğini söylemiş ve bir işi için dışarı çıkacağı bilgisini bana verdikten sonra o da ayrılmıştı yanımızdan.

"Çok eğlendin bakıyorum!" Asaf'ın sesiyle bakışlarım ona dönerken, hafiften kızgınlık sezdiğim ses tonu beni tekrardan güldürdü.

"Hem de çok.."

"Şöyle biraz yanıma gel de, bende eğleneyim azıcık.." Demesiyle az önce azıcıkta olsa sezdiğim kızgınlığı anında yok olmuştu. Ya da gerçek bir kızgınlık olmaması da bir ihtimaldi. Bileğimden tutup beni ucu ucuna oturduğum yerden kendine doğru çekerken, alanımın git gide daha da küçülmesiyle Asafa sitemle ofladım. "Ya düştüm düşeceğim, ne çekiyorsun beni?" Diye yakarış ederken, onun eğlence anlayışının benimle çok farklı olduğu için tatlı bir heyecanla midem kasıldı.

Bedeni zaten tüm koca koltuğu kaplamışken, kenarına zar zor oturduğum koltukta kalçam uca doğru kaymıştı. Sitemimle birlikte kendini toparlayan Asaf bana birazcık daha yer açarken, hareket etmesiyle canını yakacak endişesi sardı yine yüreğimi. Saliselik bir anda yüzünü acıyla buruşturduğuna şahit olurken, bunu hayal sanmamı sağlayacak kadar kısa bir sürede gizlemeyi başarmıştı.

"Yerinde dur biraz ya.." Onu azarladığımda, derin bir nefes verip soluklandı. Canının yandığını ama bunu benden gizlemeye çalıştığını elbette görebiliyordum.

"Bir şeyim yok, çok abartıyorsun." Dediğinde, sanki hiç bıçaklanmamışta bu benim kuruntumdan ibaretmiş gibi davranıyordu. Önemsiz bir şeyi geçiştirircesine geçiştiriyordu beni.

"Bıçaklandın Asaf!" Dedim belki de milyonuncu kez bu gerçeği ona hatırlatarak. Ama o her seferinde bunu unutup çokta önemli bir şey değilmiş gibi davranarak beni çıldırtıyordu.

"Ve iyiyim güzelim!" Dedi bunu söylemekten bıktığını belli ederek ofladığında. Yine de ne kadar iyiyim dese de yüzünde gördüğüm ufacık bir acı kırıntısıyla yüreğim korkuyla çarpıyordu. Elimde değildi.

"Evet gitmek istiyormuşsun?" Diyerek Nehir'in içeri girer girmez bana şikayette bulunduğu konuya değindiğimde, birazdan yiyeceği azarı biliyormuş gibi bu defa daha derin bir of çekti.

"Bunaldım kızım, bunaldım!" Asaf'ın sıkıntıya gelemediğini etraftan azıcık gördüğü ilgiyle bu ben hariç çok çabuk bunaldığını biliyor ve eve gitmek istemesine de şaşırmıyordum. Çünkü geldiğinden beri kendi annesi olsun, annem olsun çok fazla üstüne düşüyordu. "Annem zorla bir şeyler yedirmeye çalışıyor, sabahtan beri geleni gideni bitmedi! İyiyim demekten, yaşanan olayı defalarca kez dinlemekten bıktım be güzelim!" Dedi ve bu isyanıyla yüreğim adeta sızladı. Ona hiçbir şekilde kıyamadığım gerçeği vardı ya, hep böyle anlarda ortaya çıkıyordu işte.

"Tamam haklısın. Böyle şeyleri pek sevmediğini de biliyorum ama biz seni düşünüyoruz, senin iyi olmanı istiyoruz." Dedim bizim yönümüzden bakıp, anlamasını umarak.

"Biliyorum yavrum, biliyorum.." Deyip derin bir soluğu sıkıntıyla bıraktığında, onu ikna ettiğimi ve eve gitmek gibi bir düşünceyi aklından sildiğimi düşünmüştüm ki "Ama Allah için Ayza, ben neden Nurgül ablanın kızı Sevcan'ın nişanlısından ayrılıp, berber Muharrem abinin oğlu Sefa'ya kaçtığını biliyorum?" Diye sordu.

O kadar hazırlıksız yakalanmıştım ki buna, "Sevcan, Muharrem abinin oğlu Sefa'ya mı kaçmış?" Dedim kulaklarım duyduklarına inanamıyorken.

"Ulan konu kimin kimle kaçtığımı? Delirtme beni!" Asaf'ın bana kızan sesiyle dedikodu yaparken basılmış gibi anında susup yerime sinerken, "Bana ne kızıyorsun ya?" Dedim cılız bir sesle.

"Güzelim.." Deyip sakinleşmeye çalışırcasına yeniden derin bir nefes çekti. "Sana kızmıyorum. Ben neden bu bilgiyi biliyorum diyorum? Bana bu bilgiyi verenlere kızıyorum!" Dediğinde cümlesinde ki gibi sesi sonlara doğru tekrardan kızgın bir tona bürünmeye başlamıştı.

Onun geçmiş olsun adı altında yapılan ev ziyaretiyle bünyesine dedikodu yüklenmesi yapılması karşısında gülmek isterken, dudaklarımı birbirine bastırıp her an ağzımdan firar etmeye hazır kıkırtımı içime attım. Gülerek onu daha da kızdırmak istemedim.

"Şimdi neden evime gitmek istediğimi anlıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda, gözlerimin içine ne olur beni anla dercesine bakıyordu.

Dudaklarım onun maruz kaldığı aşırı doz dedikodu yüklenmesiyle dayanamayarak kıpırdarken, "Anlıyorum.." Diyerek başımı salladım ve gülüşümü gizlemeye çalıştım. Boğazımı temizler gibi yapıp çabucak kıpırdayan dudaklarımı tek çizgi haline getirdiğimde, tek kaşımı kaldırarak Asafa ciddi bir görünüm verme çabasına girdim. Ve umarım becerebilmişimdir. "Ama gözümün önünden ayrılmana da izin vermiyorum." Dedim bu eve gitme konusuna oldukça kesin bir sesle nokta koyarak.

"Ayza..."

"Gözümün önünden ayırmam seni, konu kapandı!" İtiraz dahi kabul etmediğimde, Asaf benimle yarışmak yerine tıpkı hastanede olduğu gibi yeniden mağlubiyetini ilan etti.

"Tamam.." Dedi pes etmişlikle.

"Aferin." Zaferimle birlikte yüzüme ukala bir gülümseme kondurduğumda, "Şöyle yola gel.." Diyerek küstahlık tasladım.

Bu şımarık tavırlarımla o kaşlarını çatmasını ve küçükte olsa bir kızgınlık belirtisi görmeyi beklerken, "Sende şöyle benim yanıma gel bakayım.." Dedi.

"Geleyim madem.." Deyip hiç naz yapmadan koltukta ona doğru biraz daha usulca kaydığımda, "Yaklaş.." Diyerek eliyle işaret verdi. Buna dünden hazırmışım gibi hiç ikiletmeden başımı ona yaklaştırmamla sırıttığında, "Biraz daha.." Dedi bu mesafemiz ona yetmiyormuş gibi fazlasını isterken.

Uslu bir çocuk gibi sözünü dinleyip ona istediğini verdiğimde, "Yaklaştım.." diye fısıldadım.

Burnum kokusunu bu yakınlıkla daha derinden içine doğru solurken, yüzlerimiz arasında hatırı sayılır bir mesafe vardı. Elini kaldırıp omuzlarımdan dökülen saçlarımı arkaya atarken, giyindiğim kazakla omuz detayım böylelikle ortaya çıkmıştı. Düşük omuzlu kazağımla parmaklarını orada dolaştıran Asaf'ın tenime yaydığı sıcaklıkla sanki bedenim bu dokunuşlara hiç alışık değilmiş gibi aldığım nefes sekteye uğradı.

"Getir bakayım o güzel boynunu.." Dediğinde, kıkırdayarak boynumu ona yaklaştırıp bir kere daha isteğine boyun eğdim. İnce ve kemikli parmakları bu kez de saçlarımı sağ omuzumun üzerinde topladığında, başımı yana yatırarak tamamen boynumu meydana çıkarmıştım.

Asaf'ın burnunu çok geçmeden boynumda hissettiğimde, tenime sürttüğü burnuyla derin bir nefes çekti içine. Öyle bir nefes çekmişti ki, yaşamını sağlayan oksijeni benim boynumdan alır gibiydi.

"Mis gibi kokuyorsun.." Deyip burnunun ardından dudaklarını da tenimle buluşturdu. Göğsüne koyduğum ellerimle bu küçük çaplı saldırısına zevkle boyun eğerken, Asaf'ın müptelası olduğum yanık teninden burnuma yayılan kokusunu onun gibi derince soludum. O hastane kokusu hâlâ onunla birlikteydi fakat saatler önce ki kadar baskın değildi. Asaf'ın kendi tatlı ve mayıştıran kokusunu içime çektiğim an ciğerlerimde bayram havası esmişti.

"Sende öyle.." Diye mırıldandım varla yok arası bir sesle.

Mutfaktan Nehir ve Semra teyzenin yükselen seslerini duyarken bile bu andan sıyrılamazken, dudakları boynumdan açıkta kalan omuzuma doğru usulca indi. Sakallı çehresinin tenime bıraktığı iç gıdıklayıcı hissiyatla kıkırdadığımda, neye güldüğümü anlamış gibi sakallarını omuzuma sürttü bilinçli bir şekilde.

"Ya Asaf.."Sesimde onu hafif azarlayan fakat bundan hoşnut olarak kıkırdayan bir dengesiz ton varken, omuzuma batan sakallarıyla göğsünde ki ellerimle onu uzaklaştırdım. "Batırma şu sakallarını!"

"Sende bir karar ver kızım, sakallarımı seviyor musun sevmiyor musun?" Diye benim dengesiz hallerimle serzeniş ederken, onu uzaklaştırmış olmamdan olsa gerek yüzü memnuniyetsiz bir ifadeye bürünmüştü.

"Seviyorum.." Dedim bu tatlı isyanıyla birlikte ellerimi yüzüne çıkararak. Aldığı cevapla yüzü şimdi hoşnut olmuşçasına aydınlandığında, sakallı yüzünü yumuşak hareketlerle okşadım. "Ama onları bana batırmadığın zaman Asaf! Tahriş oluyorum ya." Diyerek isyan eden ben oldum bu defa.

"Keseyim o zaman?" Diye fikir sunduğunda, başımı bunu kabul etmeksizin şiddetle iki yana sallayıp ellerimin arasında ki yüzünü daha sıkı kavradım.

"Hayır ya.." Dedim cılız bir sesle karşı çıkarken. Parmaklarım onun sakallarının arasında olmaktan ve onların uçlarına tatlı tatlı batmasından fazlasıyla memnundu.

"Her öptüğümde böyle nazlanacaksan, keserim." Dedi bunu yapacağını gösteren net bir tavırla.

"Kesemezsin!" Dediğimde, buna ben karar verirmişim gibi kendimden emindi sesim.

"Bak sen.." Diyerek bu emin tavırlarım karşısında sırıttığında, bu hallerimin hoşuna gittiğini sezdim.

"İzin vermiyorum." İnatçı bir çocuk gibi omuz silktiğimde, dudaklarından kopan erkeksi gülüşü kulaklarımın pasını siler nitelikteydi. "Sadece, uzadığı zaman azıcık kısaltmana izin veririm o kadar." Diye son sözü söyleyen olarak bir üstünlük tasladım.

"Mağara kaçkını gibi mi dolaşayım ortalıkta Ayza?" İsteğim karşısında sitem ettiğinde, yüzünde ki ellerimden birini ensesine götürerek saç diplerini yumuşak dokunuşlarla okşarken, "Dolaş, ben seni öyle de severim ki.." Dedim kendimden beklenmeyecek kadar cilveli bir tonda.

Küçük dokunuşlarımla titrek bir nefes verirken, benden duyduğu bu cevap hem fazla hoşuna gitmişti hem de "Hiç sanmıyorum be güzelim." Diyerek yüzünü buruşturmasına neden olmuştu. Sanırım o hallerinin görüntüsü gözlerinin önünde belirmişti ki oldukça sevimli gelen bir tepki vermişti bana.

"Ben seni küfürbaz, medeniyetten yoksun, zaman zaman kıro ve de kıskanç hallerine rağmen hâlâ seviyorsam öyle de severim sevgilim merak etme." Dedim sivri dilimle sarf ettiklerimi tatlı göstermek amacıyla sırıtırken. Nasıl az önce hoşuna giden sözler dile getirdiysem şimdi de tam tersi sinirine dokunacak sözler söylemiş ve keyifle yüzünün bozulmasını izlemeye başlamıştım.

"Sana bu kadar yüz vermemeliydim.." Ağzının içinden homurdanarak kalın kaşlarını kızgınlıkla çatarken, lafımı esirgememiş olmanın küstahlığı ile ellerimi ondan çekip burnumu havaya dikmiştim. "Seni hep ben şımarttım bu kadar.." Diyerek benden duyduklarıyla huysuzca söylenirken, küstahça kaldırdığım burnumu işaret ve orta parmağı arasına alıp sıktı. Dakikalar önce ona yapılan şakaya ve annemin karşısında çocuk gibi çekingen hallerine bürünmesine güldüğüm o anların intikamını alırcasına sıkıyordu. "Koparırım o burnunu Ayza!"

"Ya bıraksana!" Diye sinirle cırladığımda, söylediğim cümle dudaklarımdan daha çok yi biriksini gibi çıkmıştı.

"Kıro ve medeniyetten yoksun öyle mi?" Hakaret sandığı ama bizzat gerçekler olan kelimeleri sinirle tekrarlarken, kıstırdığı burnumu biraz daha sıkıp başımı iki yana sallamaya başladı. "Bir daha söylesene yiyorsa.." Dedi bunu yapamayacağımdan eminmiş gibi keyifliydi sesi.

Burnumla başımı bir o yana bir bu yana sallaması dengemi alt üst ederken, ellerimle elinin üzerine kapanıp tırnaklarımı derisine geçirdim hırsla. Hıncımı almak isteyerek tırnaklarımı adeta derisine gömmüşken, küçük acı dolu bir iniltiyle elini burnumdan hızla çekti.

Kızgınlıkla burnumdan derin derin soluklanırken, "Medeniyetten yoksun kıro!" Dedim damarına basarcasına. Resmen dengemi alt üst etmişken, dilime kilit vurmak oldukça zordu. "Ayrıca kıskanç ve de küfürbaz olduğunu kabul ettin demek mi bu?" Diyerek sinirime rağmen fark ettiğim detayla kızgınlık ve alayla karışık güldüm.

"Kıskanç ve de küfürbaz olduğumu dünya alem biliyor.." Dediğinde, böyle bir adam olmasından dolayı asla pişmanlık duymuyor gibiydi. Ya da böyle bir adam olmasını yüzüne vurmamdan gocunmuyordu. Asaf'a göre bu oldukça normaldi anlaşılan.

Ters ters yüzüne bakmamla sırıtarak "Vahşi.." Dediğinde, tırnaklarımı geçirdiğim elini tutmuş ve tenine bıraktığım izleri benimde gözlerimin önüne sunmuştu. Tırnaklarımı resmen elinin üstüne saplamış kendimden izler bırakmıştım. Bu anında pişmanlık duygusunu damarlarıma aşılarken, Asaf'ın bundan hoşlanmış gibi karşımda sırıtması da beklediğim bir şey değilken, "Nasıl hoşuma gidiyor şu hallerin bir bilsen.." Dedi gözlerimin büyümesine neden olacak arsız bir tonlamayla.

"Asaf sana inanamıyorum.." Hayret dolu bir sesle gözlerim gibi ağzımda şaşkınlıkla açılmışken yine boynuma kadar ısındığımı hissettim. Birazı az önce Asaf'ın başımı sallayarak dengemi sarsmasından, birazı arsız sesinin üzerimde ki etkisindendi. Bunlar ise bedenimin alışık olduğu tepkilerdi artık.

"Nasıl bir adamsın ya sen?" Diye onunla ne yapacağımı bilmeyen bir sesle yakındığımda, başımı sallamasından dolayı bir kısmı omuzlarıma yeniden dökülen saçlarımın uçlarına dokundu parmakları.

"Sana vurgun bir adamım ben.." Yüzünde asılı kalan gülüşüyle ciddiyete büründüğünde, parmaklarıyla dokunduğu saç uçlarımı narin bir şeymiş gibi dikkatle tutarak burnuna götürdü. Derin bir nefesi içine çekerken, "Şu kokuya divane olmuş bir adamım.." Diye mırıldandı boğukça.

Gözlerim benim elimde olmadan kapanırken, dudaklarından dökülenler bana bir şiir niteliğinde gibi geliyordu. Bu kadar yalın cümleler bir onun dudaklarından bu kadar şiirsel dökülürdü zaten. Bu ise bir türlü zincir vuramadığım ağlama hissimi tetikliyordu.

Saçlarımı bıraktığını ve yeniden geriye attığını kapalı gözlerimin ardından hissederken saniyeler sonra açıkta olan omuzumda dudaklarının varlığını hissettim. Omuzum dudaklarıyla bir ateşe tutulmuş gibi yanarken, titrek bir nefes kaçtı iki dudağımın arasından.

Omuzuma uzunca bıraktığı derin öpücüğünden sonra dudaklarını çekti fakat kendi geri çekilmedi. Dudaklarından çıkan sıcacık nefesi omuzumu ateşinde kavururken, "Tenine bağımlı kıldığın adamım ben Ayza.." Diye mırıldandığında, tıpkı cümlesindeki gibi sesi bir bağımlıymışçasına titredi.

Saniyeler önce ona kızıyordum. Damarına basacak sözleri dile getiriyordum. Birden nasıl bu hale geldiğimizi aklım almıyordu. Onunlayken aklımın ve kalbimin almadığı birçok şey vardı zaten. Olduğum yerde mıhlanmış ve gözlerimi bile açma gücü bulamazken, dudakları omuzumdan yukarılara çıkmaya başladı. Bir ara duyduğum Nehir ve Semra teyzenin sesleri de kesilmişti. Kalbimin atışını bile duyarken, onlar susmuştu. Bir Asaf'ın dudaklarından dökülenleri duyuyordu kulaklarım. Bir onun sözlerini algılıyordu zihnim.

Dudakları boynumdan, kulak arkama, saçlarıma ve oradan yüzümle bulaşarak her bir noktama sayısız öpücükler kondururken buna dur diyemiyordum. Buna dur demek içimden gelmiyordu. Asaf'ın şefkatli öpücüklerini kısıkça araladığım gözlerimle yakınımda ki yüzünü kavrayarak karşıladım. Kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından bir kere daha hazırlıksız yakalandığım bu istilasıyla ellerimle yüzünü kendimden biraz uzaklaştırarak sonlandırdım. Ama bunu çok uzun sürdürmedim. Dakikalar önce onun dudaklarıyla buluşmak için sızlayan dudaklarımı nihayet onunkilerle birleştirdim.

Başlattığı yangınımı kavuştuğum dudaklarıyla harladım. Ve yine yangınımı onun dudaklarıyla söndürdüm.

Sanki günlerce ayrı kalmışım gibi bir özlem sarmıştı içimi. Onu bu şekilde özlemekte neyin nesiydi anlamıyordum. Bu birleşmeyi bekliyormuş gibi dudaklarını aralayarak öpücüğüme karşılık verdiğinde, aceleci bir tavırla ondan geleceğini bildiğim hamleyi sabırsızca bekleyemeden, dilimi onunkiyle buluşturup öpüşmemizi derinleştiren taraf ben oldum. Bu hareketimle ağzımın içine boğuk bir inilti bırakırken, bir eli saçlarımın arasına girdi ve daha fazlasını istercesine ensemden baskı uyguladı. Sonrasında inanamayacağım bir edepsiz mırıltı benden döküldüğünde, içimde ki arzuyla savaşmayı çoktan bırakmış ve teslim düşmüştüm ona. Öpüşümde ki bu sabırsızlık ve aceleciliğin kaynağı neydi bilmiyordum da. İçimde fitillenen bir arzu vardı. O arzunun başımı döndürmesinin sebebi de ondan duyduklarımdı belki de.

Nefesimin kesilmeye başladığını ve küçücük bir havaya ihtiyacım olduğunu hissederek kısa bir an ayrılırken, alınlarımızı birleştirerek mırıldandım. "Seni o kadar çok seviyorum ki.." Dedim kesik nefeslerimin arasından. Bu içimde ki sevgiyi tarif edebileceğim kelimeler bulamıyordum. Tarifi yoktu. Ellerimi ensesinde birleştirirken, "Çok çok seviyorum." Diye fısıldadım bunu onun aklına kazımak istercesine.

Bir şey söylemesine fırsat tanımadan dudaklarından art arda tatlı ve küçük öpücükler çalarken, her öpücüğüm sonrası mırıltılarımın dudaklarımdan dökülmesine engel olamıyordum. "Çok.."

"Çok seviyorum.." Diyerek boğuk fısıltısıyla tekrarladı sözcüklerimi öpücüklerimin arasından. Küçük bir fısıltıyla sarf ettiği şu iki kelime tüm kalbime ilmek ilmek işlendi. Zamanında bu iki kelimeyi duymaya muhtaç hisseden yanım az önce bunun fazlasıyla doyumuna ulaştı. "Deli gibi seviyorum.." Boğuk mırıltısının ardından bu kez dudaklarıma küçük bir öpücük bırakan o olurken, bu sözcükler karşısında kıkırtımı serbest bırakmadan duramadım.

"Deli gibi.." Diyerek onu tekrarlarken, Asaf benim bu kıkırtıma dudaklarına kondurarak bana bahşettiği güzel bir gülücükle karşılık verdi. Burunlarımızı birbirine içimi gıdıklayan bir yumuşaklıkla sürttüğünde, "Zaten bizden de normal sevmemiz beklenilmezdi." Dedim ve sözcüklerimin ardından yeni bir kıkırtıyı iki dudağımın arasından bıraktım.

Asaf'ı tanıyordum. Asaf benim yıllar önce tüm benliğime sızmış ve her hareketini, düşüncesini bilecek kadar benimleydi bu adam. Küçük öpücüklerim hiçbir zaman ona yetmiyordu, yetmezdi. Az önce kısa bir anlığına da olsa diliyle ağzımın içinde hüküm sürmemiş gibi ensemden tutup yeniden dudaklarımızı birleştirdi. Bir saniye bile beklemeden şevkle karşıladı dudaklarım dudaklarını.

Dudaklarını, bu dünyada kalan son su gibi yudum yudum tükettim. Bitmesinden korka korka içtim can suyumu. Bunu bir gün farkında olmadan son kez yapacağımız gerçeği beni korkutuyordu. O gerçek beni öldürüyordu. O gerçekle ruhumun üzerine toprak atılıyordu ve ben nefes alabildiğimi bile hissetmiyordum.

"Ama gerçekten yeter ya!"

Arkamızdan gelen o sesle hem düşüncelerimden hem de Asaf'ın dudaklarından kopmak zorunda kalırken, yakalanmış olmak ve bunun yine Nehir olması beni bir gram şaşırtmamıştı. Bir anı defalarca kez yaşıyormuş gibiydim.

"Gözlerimde akacak bir damla kan bile kalmadı artık!" Nehir'in ağlamaklı ve bol isyan içeren sesiyle yüzümü Asaf'ın omuzuna gömdüğümde, utançtan ve de saniyeler önce ki kısa süren öpücüğümüzün etkisiyle yüzüm müthiş bir sıcaklıkla kavruluyordu.

"Artık bilerek yaptığını düşünmeye başlayacağım Nehir!" Yüzümü omuzuna sakladığım Asaf'ın alıp verdiği hızlı soluklarında ki o siniri fazlasıyla hissederken, Semra teyzeye değil de Nehir'e yakalandığımız için şükür mü etmeliydim yoksa milyonuncu defa diline düşmektense Semra teyzeye yakalanıp utançtan ölmeyi mi tercih etmeliydim bilemiyordum.

"Yalnız olduğumuzu bilmene rağmen ne diye geliyorsun lan sen?" diye öfkeyle bir soru yöneltti ona Asaf.

"Şu surata bir baksana. Abisini ve en yakın arkadaşını basmaktan keyif alıyor gibi bir ifade var mı?" Dediğini duyduğumda, yüksek sesinin mutfakta ki Semra teyzeye ulaşmasından endişe ederek yüzümü sakladığım yerden çıkardım.

"Biraz daha bağır, herkes duymadı!" Dedim omuzumun üzerinden yüzümü ona çevirdiğimde. Nehir yüzünden ikinci kez Semra teyzeye rezil olursam, saçına bu defa gerçekten yapışacaktım. Yüzümü görmesem bile kıpkırmızı olduğuna eminken bu tiple Nehire nasıl korku salabilirdim hiçbir fikrim yoktu. Atmaya çalıştığım kötü bakışlarla ciddiye alınmadığıma emindim.

"İki dakika yalnız bırakmaya gelmiyorlar ya!" Diye bize sitemle söylenerek arkasını döndüğünde, yanan yüzümle elimi yelpaze gibi kullanarak kendimi serinletmeye çalıştım. Nehir'in ise salondan uzaklaştığı sıra "Bu gözlerim bunları görmeyi hak etmiyor. Psikolojim bozuldu benim ya!" Dediğini duymuştum.

"Yemin ediyorum Çetin bir, bu kız iki!" Diye sinirle söylenen Asaf'a bakışlarımı çevirdiğimde, "Bilerek en güzel anlarımızın içine sıçtıklarını düşünmeye başladım artık.." Dedi bundan emincesine.

O öpüşmemizin yarıda kalmasını kendine dert etmişken, benim takıldığım ve dert ettiğim nokta çok daha farklıydı. "Ya annen gelseydi ve bizi o halde görseydi..." Bunun ihtimalini bile düşünmek beni yerin dibine sokarken gerçekleşmiş olmasını düşünmek bile istemiyordum. "Nasıl bu kadar dikkatsiz olabiliriz?" Diye daha çok aptallığıma yakınırcasına kendi kendime söylendim.

"Onu, bu öpüşmeyi başlatmadan önce düşünecektin." Asaf az önceki anımızın bozulmasının öfkesini çok çabuk üzerinden atıp, sırtını keyifle arkasına yaslarken bunu başlatan ben olduğum için bu defa suçu ona atamıyordum da.

"Ben başlattım, sen niye karşılık verip devam ettiriyorsun?" Küçükte olsa altta kalmamak adına onu suçlayabileceğim bir nokta bulurken, Asaf'ın öpücüğüme karşılık vermemesi gibi bir durumda da yaşanacak şeyler az çok gözümün önünden geçmişti. Asaf tarafından geri çevrilmek kafaya balyoz yemekten beterdi.

Sırtını keyifle arkasına yaslayan Asaf, baş parmağını iki dudağımın ortasına getirip müthiş bir yavaşlıkta beni çıldırtmaya yemin etmişçesine sürterken, "O dudaklara karşı koymak ne mümkün.." Dedi çarpık gülüşüyle.

Dikkatim anında dağılırken, bakışlarım çoktan az önce dudaklarımın üzerinde olan o dudaklara düşmüştü. Asaf'ın bunu bozulan anımızı devam ettirmek için yaptığına ise yemin edebilirdim. Tekrardan basılmak isteyeceğim bir şey değildi o yüzden kendimi çabucak toparlayıp bakışlarımı o dudaklarından çektim.

Aralık dudaklarımdan firar eden titrek nefesim onun parmağına çarpıp yok olurken, onun karşımdaki sırıtışıyla içimdeki fırtınayı görmezden gelip kendi iradesizliğimin faturasını ona kesmek istedim. Asaf'ın parmağını ısırdım. Beklemediği anda baş parmağını yakalayıp dişlerimle kıstırmak onun bana az önce dediği gibi beni vahşi biri yapıyordu sanırım. Fakat onun gibi bende üzerime yapıştırılan bu damgadan gocunmadım. Keyif aldım.

"Lan!" Boğuk inlemesiyle parmağını dişlerimin arasından çekip kurtarırken karşısında keyifle sırıtan şimdi bendim.

"Oynama benimle!" Dedim ne yapmaya çalıştığının gayet net farkında olarak.

"Hassiktir.." Boğuk sesinden kopup kulaklarıma dolan o küfürüyle bakışları ısırdığım parmağı ve benim yüzüm arasında gidip gelirken, ondan duymayı beklediğim fakat her seferinde hazırlıksız yakalanarak şaşkına döndüğüm cümlelere bir yenisi daha eklendi. "Şu an nasıl tahrik oldum bilemezsin.." Dedi arsızlıkla donatılmış o ses tonuyla.

"Pes artık.." Diyerek suratımda donan gülümsememle gözlerimi büyütmüşken, sesim titremiş ve ne yazık ki içimde ki o fırtınayı böyle dışa vurup beni ele vermişti.

"Karnımda büyük bir bıçak yarası olmasa, şu an sana neler yapardım biliyorsun değil mi yavrum?" Edepsizleşen cümleleri ve o ses tonuyla ayak uçlarımdan kulaklarıma kadar kızarırken, zihnimde canlanan görüntülerle kasıklarıma doğru ılık bir şeyler aktı. Kafamda canlananları kıpkırmızı yüzümü eğlenerek izleyen bu edepsiz adam görüyormuş gibi daha da kızarırken, her an çığlık ata ata buradan kaçabilir, o görüntüler zihnimin içinde değil de gözlerimin önündeymiş gibi ellerimle gözlerimi kapatabilirdim.

"Sen..." Anlamsız mırıltımla ne diyeceğimi bilemeyerek sustuğumda, dilim bu adamın edepsizlikleri karşısında tutulmuştu.

"Ben?" Dedi keyifle sırıtıp cümlemi tamamlamamı istercesine.

"Sen edepsizin tekisin!" Diyerek kıpkırmızı suratımla yerimden adeta fırlarken, "Her seferinde kendime utanmayacağım dememe rağmen beni yerin dibine sokacak kadar edepsizsin!" Dedim bir ayağımı yere vurmadığım kalmışken.

Kasıklarımda bu adamın arsızca dile getirdikleriyle bir yangın başlamış, sesim bir kere daha çatırdayarak bana ihanet etmişti. Bu adamın benim tecrübesizliğimi çokta güzel kullandığını tamda şu an farkına vardım. Ve her seferinde ona yenik düşerek ona bu zevki yaşattığım içinde kendi aptallığıma, iradesizliğime, tek bir cümlesiyle bu kadar kendimden geçebilmeme küfürler yolladım içimden.

"Nişanlımın beni tahrik etmesi..." Deyip kollarını birleştirdiğinde, gözleri tıpkı sesindeki tonlama gibi beni arsızca süzmeye başladı. "Onu arzulamam.." Boğuklaşmaya başlayan sesiyle cümlesini devam ettirip bakışlarını tüm vücudumda gezdirerek yüzüme çıkardığında, kendimi o bakışlar altında çıplakmışım gibi hissetmeden duramadım. "Ve bunu dile getirmem çok olağan şeyler değil mi güzelim?" Dedi sanki bu olması gereken bir şeymiş gibi.

"Sen gerçekten büyük bir sapıksın!" Dedim dehşetle. O bakışların dizlerimi titretmesi ve avuç içimi sırılsıklam olacak kadar terletmesine rağmen karşısında dik durmaya çabalarken, ellerimi pantolonuma sildim çaktırmadan.

"Evet, senin sapığınım.." Diyerek göz kırptığında, bu bana birkaç gün öncesini hatırlattı. O günde verdiğim tepkinin aynısını vererek yüzümü buruşturdum.

"Nişan için geç kaldım ama evlilik fikrini gerçekten de enine boyuna düşünmeliyim.." Dedim bu gerçekle hüsrana uğramışken.

"Düşünmene fırsat tanımadan seni evimin kadını çocuklarımın anası yaparım Ayza, aklın şaşar." Diyerek sırıttığında, bu bilindik ve başkasından duysam sinir olacağım sözcükler onun dudaklarından dökülürken nasıl yüreğime kuş gibi kanat çırptırabilirdi anlamıyordum. Asafa kızmak ve gülmek arasında gidip gelirken, bu söylediğini yapacağından emin ve fazlasıyla kendine güveni olan bu adamla daha fazla baş edemeyecektim.

"Deli ediyorsun beni!" Ayak ucunda duran kırlenti alıp ona fırlatırken, "Gerçekten deli oluyorum sana ya!" Dedim çıldırma eşiğine geldiğim sıra.

Güçlü refleksiyle o kırlenti yüzüne bile değmeden yakaladığında, suratında ki sırıtma daha da büyümüş ve yakaladığı kırlenti arkasında ona dayanak olan bir yastık yokmuş gibi sırtına koyup yerinde keyifle yayılmıştı. Ona daha fazla bu keyfi yaşatmak istemeyerek arkamı dönüp mutfağa Semra teyze ve Nehir'in yanına gitmek üzere adımlarımı atmışken, arkamdan yaralı bir adama göre oldukça eğlenen kahkahası ve sesi duyulmuştu.

"Bende sana deli oluyorum.."

~~

Kucağımda ki Eymeni koltuk altlarından tutarak bacaklarımın üzerinde zıplatırken, dakikalardır oynadığımız bu oyunla içime huzuru yayan o kıkırtısını minik ağzının arasından bir kere daha bıraktı. Yine dakikalardır olduğu gibi bende onunla birlikte güldüğümde, gel beni ısır dercesine bağıran tatlı yanaklarıyla tabiri caizse ağzım sulanmaya başlamıştı. Bu kucağımdaki minik o kadar tatlıydı ki dişlerimi yanaklarına geçirmemek için çok zor duruyordum.

"Aşkım, yakışıklım benim.." Diye sevdiğimde, o tombik yanaklarını düşüncelerimdeki gibi ısırmak yerine derin ve sesli bir öpücük alıp bu kadarıyla yetinmeye çalıştım. Mis gibi kokusuyla da bütünleşen bu öpücüğü aldıktan sonra geri çekilirken, "Oh!" Diye huzur dolu bir rahatlayış göstermiştim. Bebeklerin kokusu başlı başına bir huzur kaynağıydı. Dünyanın en masum varlıkların kokusunun bu kadar huzur dolu olmamasını beklemek imkansızdı. Öpülmekten pek hoşlanmayan Eymen fazlasıyla alışık olduğum bir görüntüyü bana sundu. O minicik kaşlarını çattı.

"Dayısı kılıklı.." Dedim ellerimin arasındaki bu miniğin yüzünü yüzüme yaklaştırıp fısıldayarak. Karşı koltukta uzanan ve bakışlarının bizim üzerimizde olduğunu bakmadan bile hissettiğim nişanlımın bu benzetmeyi duymasını istememiştim. Eymen sanki söylediklerimi anlıyormuş gibi sesler çıkarmaya başlarken, eğer gözlerimin yanılması değilse o minik kaşlarını da daha çok çatmış gibi gelmişti bana.

Sevimli halleriyle dayanamayarak bu küçük adamın hoşlanmayacağını bile bile yanaklarına sayamadığım öpücüklerimden birini daha bıraktığımda hemen ardından isyan dolu bir ses salona dolup benim kulaklarıma ulaştı.

"Ulan bana göstermedin şu ilginin yarısını!"

Sitemle dile getirdiği sözcüklerle Asaf'a artık şaşıramadığım için pes dercesine bakakaldım. Küçücük çocuğa gösterdiğim ilgiyi gerçekten de kıskanabilirdi. Çünkü o Asaf'tı ve bu tamda ondan beklenilecek bir hareketti.

"Sana da yeterince ilgi gösterdiğimi düşünüyorum.." Dedim dakikalar önceki anlarımıza imalı bir gönderme yaparak.

"O benim neyime yetsin kızım?" Diyerek beni yine ve yine şaşırtmazken, kucağıma oturttuğum Eymene ilgimi verip "Sana ne zaman yetti ki?" Diye ağzımın içinden duymayacağını düşünerek homurdandım.

"Doyumsuzum ben." Asaf arsızlıktan usanmazken, düşündüğümün aksine beni duymuş olmasıyla yeniden onu bakışlarımın odağı altına aldım.

"Biliyorum.." Dedim bu konudan dertliymişim gibi iç çekerken.

Kucağıma oturttuğum Eymeni bacaklarımın üzerinde küçük hareketlerle zıplatarak oyunumuza devam ederken, halinden oldukça memnun duran bu küçük adamın başının üstüne dudaklarımı bastırmadan duramadım.

"Ulan benim ondan daha çok ilgiye ihtiyacım var!" Asaf, Eymene gösterdiğim ilgiyi kıskanma konusunda oldukça ciddi dururken, Eymeni koltuk altlarından tutup bacaklarımın üzerinde kaldırdığımda, Asafa onun ne kadar küçük olduğunu göstermek istedim.

"Gerçekten şu küçücük bebeği kıskandığına inanamıyorum!" Dediğimde, her şeyden bir haber karşıda uzanan dayısına masum masum bakan Eymen'in yanağına yanağımı yaslayıp, bizi kıskanç gözlerle izleyen Asafa sırıttım. "Ama sende haklısın. Bu yakışıklı varken senin asla şansın yok.."

"Yeğen falan dinlemem, kalkarsam onun o götünü keserim." Diyerek bu küçücük çocuğa hep yaptığı tehdidi yollarken, Eymen sanki dayısının neden bahsettiğini anlamış gibi ağlamaya başladı.

"Ne istiyorsun şu çocuğun poposundan ya?" Diye kızarken, ağlayan Eymeni kendime çevirip başını dikkatli davranarak omuzuma yasladım. Başının üstüne küçük bir öpücük bırakırken hâlâ ağlayan Eymen'le Asaf'ın yüzüne ters ters bakarak "Gaddar Dayı!" Dedim.

"Şuna bak, benim olmam gereken yere nasılda sokulmuş." Çocuk gibi huysuzluğa devam ederken, Asaf'ın inadına Eymeni daha sıkı sararak ağlamasını durdurmak amaçlı sırtını usulca sıvazladım.

"Uslu durursan belki sende orada yer bulabilirsin.." Dediğimde, benim alaycı tavrım karşısında öyle mi dercesine havalandırdı o kaşlarını.

"Yalnız, orası zaten bana ait. Götü boklunun teki beni yerimden edemez." Dedi kendinden emin bir tavırla.

"Bu kadar emin olma." Deyip alayla sırıtırken, o sıra açıkta kalan omuzumda Eymen'in dudaklarını hissettiğimde bu sırıtmam kahkahaya dönüştü. "Bence çoktan yerinden etti seni." Dedim keyifli kahkahamın arasından.

Eymen omuzumu öpmüyor, çıkmaya başlayan dişlerinden olsa gerek açtığı minik ağzını omuzuma dayayarak oraya sürtüp duruyordu. Kahkahalarım gittikçe artarken, omuzumda Eymen'in o tatlı ağzından dökülen salyaları hissettim.

"O tatlı ağzını yerim ben senin." Dediğimde, bu küçük adamla bulunduğum durumun içinden fazlasıyla keyif alıyordum.

"Oğlum, onun yengen olduğu konusunda anlaşmıştık be!" Asaf'ın sahte bir kızgınlıkla söylediklerini dudaklarında peydah olan gülümsemesi yerle bir ederken, "Küçük Behlül seni!" Demesi ise beni şoka sokmuştu.

"Ne?" Dedim duyduğuma inanamazken. Bir ara yaptığım aşkı-ı memnu benzetmesiyle bana tuhaf tuhaf bakan ve söylediğimden hiçbir şey anlamayan adamın şu an bu yaptığı benzetme beni şaşkına çevirmişti.

"Yengesine göz koyan Behlül'den ne farkı var bunun şimdi?" Diyerek beni daha da hayrete düşürürken, "Asaf, sen aşk-ı memnu mu izledin?" Diye sordum gülmeye başladığım sıra. Kitabı okumuş olması da bir ihtimaldi tabi ama daha üç gün önce onları tanımıyorum diyen adamın bu kısa sürede internetten diziye bakmış olma ihtimali daha büyüktü.

"Sen sakalımı kestiğim zaman Behlül benzetmesi yapıp, birde onları tanımıyor musun deyince, bende bu pezevenk kim diye internetten baktım." Dedi hiç lafı çevirme gereği duymadan dürüstçe.

"Ciddi misin sen?" Deyip hâlâ buna inanamazken, başımı arkaya atarak daha sesli bir kahkahayı dudaklarımın arasından bıraktım.

"Kitabı biliyordum ama karakterlere ve konuya hakim olmadığım için internetten dizisine bakmak daha kolayıma geldi." Dediğinde bile sanki izlemeyerek kalsam bir şey kaybetmezdim diyen bir yüz ifadesine hakimdi o suratı. "Yengesine yavşayan pezevengin olduğu bir dizi izlettin bana. Senin için nelere katlanıyorum görüyorsun değil mi?" Dedi büyük bir şey yapmış gibi.

Dizi izlemekten pekte hoşlanmadığını söyleyen hatta bizim dizilerimiz saçmalıklarla doluyken Asaf'ın birkaç dakikasını bile ayırıp benim için aşk-ı memnu izlemesi gözüme çok tatlı geldi. O kadar tatlı geldi ki, birazdan kalkıp bu adamı ya sen benim için aşk-ı memnu mu izledin diyerek yanaklarını sıka sıka sevecektim.

"Üstelik birde aynı diziyi gözümün önünde çekiyorsunuz!" Deyip hâlâ omuzumu emmekle meşgul olan Eymeni işaret ederken, dur durak bilmeyen kahkahalarıma bir yenisi eklendi. "Bu kadarına da bu yaralı adam daha fazla katlanamaz Ayza.."

"Korkma hayatım, ben Bihter değilim. Gözüm senden başkasını görmez." Deyip havadan öpücük yolladım ona.

"Beni pekte görüyor gibi değilsin.." Çocuk gibi huysuzluk eden ve ilgi göstermediğimi düşünüp bozulan bu adamla gerçekten ne yapacağımı bilemiyordum.

"Asaf, sana yaşlı dediğim için özür dilerim." Diyerek birden söylediğim bu cümleyle onu şaşırttığımda ağlamaları kesilen Eymen'in sırtını sıvazlamaya devam ederken, "Sen resmen çocuksun!" Dedim bunu yeni farkına varıyormuş gibi dehşete kapılırken.

Pek belli etmiyor olabilirdim ama çocuk gibi benden ilgi dilenen Asaf'ın bu halleri fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Ama her hasta olduğunda böyle olacaksa, işim biraz zor gibiydi. Annem, babam hastalanınca çok fazla şikayet ederdi. Hatta babamın hastalandığı zaman anneme nazlı halleriyle çektirdiklerine şahit olmuşken, Asaf'ın bu ilgi budalası halleri onun yanında hiçbir şeydi. Tüm erkekler mi böyleydi?

"Bir çocuk olmadığım kalmıştı zaten anasını satayım." Asaf'ın huysuzluğu durmak bilmeden devam ederken, ağzının içinden kendi kendine mırıldanmasını işitmiş ve bu beni daha çok güldürmüştü.

"Hasta olunca annesinden ilgi isteyen şımarık çocuklar gibisin Asaf, yalan mı?" Yaptığım bu benzetmeyi sadece içimde tutmayıp onunla da paylaşırken, Asaf'ın keskin siyahları mümkün olsaydı yüzümü delik deşik ederdi.

"Öyle mi?"

"Öyle ama.."

"Tamam! Bir daha benimle ilgilen dersem, beni buraya yatırıp si.."

"Asaf!" Şok dolu bir sesle ani çıkış yaptığımda, onun küfürle biteceğine emin olduğum cümlesini kesmiştim. İrileşen gözlerimle bana dik dik bakan suratına baka kalmışken, "Eymen burada!" Dedim edeceği küfürden ötürü ona kızarak.

"Henüz altına sıçan bebek ne anlayacak benim ettiğim küfürden?"

"Şu yaptığını eminim ki beş yaşında ki çocuk bile yapmaz!"

"Peki.." Deyip bir şey dememi istemezmiş gibi kollarını birbirine bağlayarak göz temasını benimle kestiğinde, pekte ilgisini çektiğini düşünmediğim televizyonda oynayan diziye dikkatini verdi.

Bozulmuş muydu?

Gülmek ve hayret etmek ikilemine düşerken, az önce cümlemi kesmeme neden olmasaydı onun bu hallerini de sevdiğimi ve istediği tüm ilgiyi ona zevkle verebileceğimi söyleyecektim. Şu an gerçekten çocuktan farksızdı ve bunu tekrar dile getirirsem sanırım ondan trip yiyecektim.

Somurtarak televizyonda ki diziye bakıp duruyorken, içimden kendi kendime sorduğum sorumun cevabını almıştım. Kesinlikle bozulmuştu. Gülmemek için kendimi toparlayıp boğazımı temizlediğimde, Eymen o minik ağzıyla omuzuma yaptığı saldırıyı sonlandırmış, yanağını yaslayarak kesilen ağlamasıyla sessizliğe bürünmüştü.

"Asaf.." Bana bakması için seslendiğimde, beni duymasına rağmen bakışlarını televizyon ekranından çekmedi. Asaf'ın tribi de gerçekten çok pis oluyordu. Bunu öncesinden tecrübe ettiğim için bir daha bu adamın trip atmasına neden olacak bir şey yapmamaya kendi kendimi şartladım.

"Aşkım.." Diye uzatarak cilveli bir sesle şansımı denediğimde, genelde yaptığım bir hata sonrası bu kelimeyi mırıldanıp ona kedi gibi sokularak hatamı telafi ettirmeye çalıştığımdan, Asaf artık bunu yemiyordu.

"Eymen, dayı bize küsmüş.." Üzgün bir sesle Eymene dert yandığımda, Asaf'ın o çatık kaşlarının altından televizyona kilitlediği bakışlarına rağmen kulaklarının bende olduğuna emindim. "Ne yapsak ki? Bu koca adamı öpsek bizimle barışır mı?" Diyerek tepkisini gözlemlediğimde, o çatık kaşları duyduklarıyla azıcık düzelir gibi olduğunda göz ucuyla bana baktı.

Ona baktığımı görür görmez yakalandığını anlayarak bakışlarını hızla çektiğinde, gülüşümü dudaklarımı birbirine bastırarak engelleyip kucağımdaki Eymen'le beraber ayaklandım. O ise az önce düzeldiğine emin olduğum kaşlarını daha derinden çattı.

"Şansımızı bir deneyelim bence.." Diyerek Asaf'ın yanına gelip başında dikildiğimizde, hiç bizim tarafımıza dahi bakmadan o bakışlarını çok önemli bir şey varmış gibi televizyona dikmeye devam etti. Ben yine bacaklarının kenarında bulduğum küçük boşluğa otururken, Eymeni koltuk altlarından tutup dayısına doğru döndürdüğümde, belki bana değil ama kesinlikle bu boncuk boncuk bakan minik adama dayanamazdı.

"Eymencim, dayına de ki, yengem seni bu çocuk hallerinle de çok seviyor." Eymen sanki bunları söyleyebilecekmiş gibi küçücük çocuğu kullandığımda, Asaf hiç oralı olmamaya devam etti. Ama ben pes etmeyip tüm kozlarımı sonuna kadar kullanacaktım.

"Birde şey der misin? Varsın çocuk olsun veya yetişkin koca bir adam, ne gelirse yeter ki ondan gelsin. Hepsi yengemin başı üstüneymiş dayı de, lütfen." Asaf'ın günler öncesinde bana söylediği ve kalbime ılık ılık sevgiyi akıttığı o sözcüklerini şimdi ben Eymen aracılığı ile dile getirirken, bu sözlerim işe yaramış olacak ki bakışları nihayet bana döndü.

Somurtkan yüzü yumuşamış, tek çizgi halinde duran dudakları sonunda kıvrılmıştı. İstediğimi elde etmenin zaferiyle sırıtırken, hiçbir şey anlamayan Eymen konuşmaya çalışıyormuş gibi sesler çıkarmaya başlamıştı.

"Bak ben değil, yeğenin söylüyor.." Deyip, Eymenin söylemeye çalıştıkları sanki benim onunla birlikte ilettiklerimmiş gibi topu ona attım. Eymen ise birazdan gerçekten dile gelip, beni rahat bırakın diye bağıracaktı. "Barıştık mı?" Diye sordum yumuşamış olduğunu görmeme rağmen cevabı onun ağzından duymak isteyerek.

"Az önce söylediğin öpücüğü de ver, düşünürüz." Dedi kendinden taviz vermemeye çalışarak. Ama dudaklarında ki kıvrılma onun gardını çoktan indirdiğini ele veriyordu. Ayrıca her fırsatı değerlendirmesi gözümden kaçmıyordu. Gözlerinde bile kızgınlığa ait tek bir kırıntı yoktu ve bakışları yumuşacık bir ifadeye bürünmüştü. Yine de onun bu fırsatı değerlendirmesine izin verecektim. Çünkü ondan bir farkım yoktu. Bende azıcık fırsatçı biri olabilirdim.

Eymeni dizlerimin üstüne oturtup, Asafa yaklaşarak öpmem için çevirdiği yanağına doğru uzandığımda, dudaklarım sakallı yanağıyla buluşacaktı ki tamda ondan beklenen bir hareket gerçekleştirdi. Beni kandırdı ve yüzünü aniden çevirip dudaklarıyla dudaklarımı yakaladı. Asaf'ın böyle küçük oyunlarına kanıyor olmak benim için sorun değildi. Hatta hep beni böyle kandırabilirdi. Araladığım ağzımla alt dudağımı vahşice kavradığında, aklımı kaybetmemeyi, kucağımda küçük bir çocuğun olduğunu, mutfakta ise her an içeri girebilecek olan aile üyelerinin varlığını kendime hatırlatıp durdum. Fakat, elini enseme atıp başımı kendine daha çok bastırması ve alt dudağımı emmesiyle bu çok ama çok zor oldu.

Mantık kırıntılarım elimden uçup gidecekken ve tam kendimi bırakmaya hazırken, dudağımda hissettiğim şiddetli acıyla hemen ardından saçımın bir el tarafından aynı acıya eş şekilde çekilmesi ağzımdan boğuk ve de acı dolu bir iniltinin firar etmesine neden oldu.

Asaf ısırdığı dudağımı dişlerinin arasından çekiştirerek bırakırken, saçımda ki o küçük el orayı yolmaya yemin etmiş gibi kavradığı saçımı çekmeye devam etti. Başım, Eymen'in saçımı çekmesiyle yana doğru yatarken, hem dudağımda ki hem de saç diplerimde ki sızıyla yeniden acıyla inledim.

"Oğlum, yengenin saçını niye çekiyorsun?" Asaf saçıma yapışan Eymen'in o küçük elini gayet de bundan keyif aldığını belli edercesine ayırmaya çalıştığında, elimi acıtmasını umduğum bir şekilde dizine indirdim. "Sen niye dudağımı ısırıyorsun?" Dedim kızgın sesimin mutfağa gitmemesi için kısık tutarken.

"O senin küçük cezandı yavrum." Deyip indirdiğim darbeden hiçbir şekilde etkilenmediğinde daha da geniş sırıttı. Eymen'in minik ama fazlasıyla can yakan o elini saçlarımdan ayırmayı da başarmıştı. "Sende bir daha yengenin saçını çekme, keserim o götünü!" Diyerek Eymene sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çatıp kollarımdan almak için uzandığında, Eymeni geri çekerek kucağına vermedim.

"Bir yerine falan vurur Asaf, alma kucağına." Saniyeler önce yaptığı harekete kızmamışım gibi şimdi onu düşündüğümde, beni bir şey olmaz dercesine geçiştirip Eymeni kucağına aldı. Dudaklarını Eymenin öpmelere doyamadığım tatlı yanağıyla buluşturduğunda, iç çekerek karşımda ki bu güzel görüntüyü izledim. Asafa neden kızdığımı bile unuttuğumda, alt dudağımda ki sızı bunu hatırlatmak istercesine baş gösterdi. Fakat karşımda ki görüntüyle ona yeniden kızmak aklımın ucundan bile geçmedi.

"Bak aslanım, seninle şu konuda bir anlaşalım. O benim.." Deyip havaya kaldırdığı Eymenin yüzünü kendine yakınlaştırıp alnını onun küçük alnına dayadığında, "Neymiş? Ayza, Ömer Asaf'ınmış.." Diyerek bunu daha birkaç aylık olan bebeğin aklına kazımaya çalıştı.

Beni şaşırtan Asaf'ın bu sözleri değilde, Eymen'in bu söylenenleri anlamış gibi dudaklarından anlamsız sözcükler bırakması olmuştu. Asaf başını arkaya atarak kahkaha attığında, gülüşü bana da bulamış ve Eymen'in bu tatlı hallerine kıkırdayarak eşlik etmiştim.

"Aferin, dayısının aslanı.." Dedi keyifle ve Eymen'in yanağından sesli bir öpücük aldı.

Asaf, yarasına dikkat ederek Eymenle oynamaya devam ettiğinde, elim benim farkında olmadığım bir şekilde pantolonumun arka cebinde ki telefonuma gitti. Bu anı ölümsüzleştirmem gerektiğini hissederek tuş kilidini açtığım telefonumda kameraya girerken, birazdan fotoğraflarını çekeceğimin henüz farkında olmayan Asaf'ın, yeğeniyle oynarken ki yüzünde oluşan gülümsemeyle kocaman bir tebessüm ettim.

Eymen minik ellerinden birini dayısının elmacık kemiğine, diğerini ise Asaf'ın dudaklarının üstünde koymuşken buna kayıtsız kalamayan Asaf o tombik ve küçük ele bir öpücük kondurmuştu. Ve ben, tam da bu anı çektim.

Telefondan çıkan deklanşör sesiyle Asaf bana dönerken, gizlice fotoğraflarını çektiğim için yakalanmış hissettim. Ama asla suçlu değil. Neyse ki yakalanmış olmayı umursamadan fotoğraflarını çektiğim için şaşkınca bana bakan Asaf'ın bu halini kaçırmak istemeyerek yeni bir fotoğraf karesi daha yakaladım.

"Sen gizli gizli bizi mi çekiyorsun?" Dedi büyük bir suç işliyormuşum da, beni onun başındayken yakalamış gibi.

"Evet. İki aşkımın telefonumda fotoğrafı olması gerektiğini düşündüm." Dediğimde, başını çevirip bize boncuk gözleriyle bakan Eymen'le ikisinin bir fotoğrafını daha çektim.

"Birincisi, senin tek aşkın benim. Kucağımda ki götü boklu değil." Diyerek hâlâ sürdürdüğü kıskançlığıyla benim gülerek gözlerimi devirmeme neden olduğunda, "İkincisi, gerçekten bu hikayede Adnan olmaya artık kalbim dayanmıyor.." Dedi dramatize yaratarak.

"Hani böyle saçma sapan dizilerle işin olmazdı? Bakıyorum da, aşk-ı memnuya baya bir hakim olmuşsun.." Diyerek bana yaptığı gibi ona küçümseyen gözlerle baktım.

"Hâlâ işim olmaz. Ne saçmaladığını anlamak için bir göz attım sadece. Yoksa, dayısının karısına asılan bir şerefsizin ve kocasının yeğenine aşık olan kadının yasak aşkını izlemek tercihim değildi."

Asaf'ın dizinin genel bir özetini çıkarmasıyla gülerken, "Yalnız, amcası o." Dedim anlattıklarında takılmam gereken tek nokta buymuş gibi.

"Çok şeyi değiştirdi bu bilgi bebeğim, teşekkürler." Dedi alay edercesine.

"Of Asaf..." Beni alaya almasıyla bıkkınlıkla oflarken, telefonun ekranını kilitleyip arka cebime koyduğumda Eymeni kucağından almak için uzandım. "İşim olmaz deyip, karakterlerle kendini benzeştiriyorsun ama.." Diyerek Eymeni kendi kucağıma alarak ayaklandım.

"Yalan mı ulan? Gözlerimin önünde yeğenimle aşk yaşıyorsun!"

"Ama şunun tipine baksana, aşık olunmayacak gibi mi?" Eymen'in tombik yanağından öpüp, kendi yanağımı onun yanağına yaslayarak Asaf'a bizim bu ihanetimizi mazur görmesi için tatlı ve de masum olduğunu düşündüğüm bakışlar attık.

Asaf'ın çatık kaşlarla bize bakması, o gözlerinde ki bize baktığı an beliren parıltıları gizlemeye yetmemişti. Kıskançlığı kesinlikle gerçek olabilirdi ama bu adam bize kesinlikle kızgın değildi.

"Ben daha yakışıklıyım.." Dedi ona yakışır bir şekilde huysuzca somurtarak. Kendini pohpohlamasına kıkırdayıp daha fazla damarına basmamak için "Öylesin hayatım.." Dedim. Sanırım Asaf da azıcık şımartılmayı hak etmişti. "Hem Eymen de, dayısının yakışıklılığını almış." Deyip kucağımda ki yakışıklıyı es geçmediğimde, bize hiçbir şey anlamadığını belli ederek irileştirdiği gözleriyle bakan Eymene dönüp "Dimi paşam?" Diye sordum cevap verebilecekmiş gibi.

"Evet doğru. Zaten Çınar'a benzememesi büyük mucize. Babasının benzeri olsaydı, çocuk on sıfır geriden başlayacaktı hayata." Dedi küçümseyerek. Çoğu abi gibi o da kız kardeşinin hayatına giren erkeklerden haz etmiyordu. Evlenip, bir çocuk yapmış olmalarına rağmen üstelik.

"Deme öyle ya! Ayıp." Ona kızarak salonun girişine doğru bir bakış attığımda, "Dicle abla duyarsa üzülür.." Dedim sesinin duyulmamış olmasını umarak.

"Yanlış bir şey söyledik sanki.." Dedi uyarım karşısında gözlerini devirerek.

"Abim senin arkandan böyle konuşsa hoşuna gider mi?" Diye sorduğumda, empati yapmasını istemiştim.

Ben empati yapsın ve bana haklısın demesini beklerken, salonda yankılanacak bir kahkaha attı. Neye güldüğünü anlayamazken, dayısının gür kahkahasıyla kucağımdaki Eymen sıçradı ve şaşkın bakışlarla Asafa baktı. Eminim ki o şaşkınlığın aynısı benim suratımda da vardı fakat Eymen kadar tatlı ve ısırılası durmadığıma da emindim.

"Güzelim benim, o pezevenk abinin arkamdan konuşmadığını bana söyleyemezsin. Lütfen güldürme beni.." Kesik kesik gülüşlerinin arasından söyledikleriyle abimin onun arkasından sarf ettiği bazı sözcükler zihnime doluştuğunda, Asafa karşı aniden mahcup hissettim.

"Evet ama hepsini senin yüzüne de söylüyor. Arkandan konuşmuş sayılmaz ki.." Abimi nedensizce savunduğumda, ikisinin arasında bunun sorun olmayacağını elbette biliyordum ama ben kendimi aralarında kalmış gibi hissediyordum böyle anlarda. "Hem sende onun arkasından konuşuyorsun, yalan mı?" Diyerek Asaf'ın da ondan bir farkı olmadığını yüzüne çarptım.

"Bizim aramızda ki ilişkide böyle.." Dedi bundan zevk alıyormuş gibi sırıtarak.

"Tuhaf bir ilişki.." Deyip yüzümü ekşittim bu saçmalık karşısında. Birbirlerine her seferinde hakaret eden ama birine bir şey olduğunda da ilk kendilerinin koşup canını bile verebileceği tuhaf bir ilişkiydi Abim ve Asaf'ın ilişkisi.

"Ama birbirinizi kıskanacak kadar da baya seviyorsunuz birbirinizi ha?" Abimin hastanede ki hallerini unutmamıştım ve aklıma geldikçe bu durumun saçmalığı ve de komikliği karşısında kendimi gülerken buluyordum.

"Ben kıskanmıyorum ama senin o abin bana aşıksa bilemem." Asaf bunu ne kadar alaya vursa da abimin onu kıskanmış olmasının kendisine ne kadar zevk vermiş olduğunu ses tonuna yansıyan keyiften bile anlayabiliyordum.

"Asaf bak, gerçekten üzerime gelecek bir kuma istemiyorum." Dedim sesimi ve yüzümü ciddi tutmaya çalışarak. Nedense içimi abimin ve Timur'un ileride benim başıma daha çok bela olacakları hissi sarmıştı.

Asaf o güzel kahkahalarından birini daha atıp benim kulaklarımın pasını silerken, "Merak etme bebeğim ne tipim ne de tercihim değiller." Deyip abimle Timur ihtimalini gözlerinin önüne getirmiş olacak ki iğrenç bir şeymiş gibi suratını buruşturdu. Bu beni tatlı tatlı güldürdüğünde, Asaf çapkın ve de arsız bakışlarıyla yüzümü süzdü. "Benim tercihim siyah saçlı, yeşil gözlü, sivri dilli, dik başlı, şımarık, vahşi olan küçük bir kadın." Dedi saydığı tüm bu özelliklerden fazlasıyla memnunmuşçasına.

Güzel başlayıp bu kadar kötü bitirmek bir tek Asaf'ın yapacağı bir işti zaten. Başta gülen yüzüm sonlara doğru düşerken, kaşlarım her bir saydığı özellikle derinden çatıldı.

"Bana küçük demekten vazgeç, ciddi anlamda sinirlerim bozuluyor." Diğer söyledikleri sanki bu küçük kelimesinin yanında daha hafif kalıyormuş gibi bir tepki vermem onu güldürdüğünde, kanıma karışan öfkeyle şu an Asaf'ı çok daha iyi anlıyordum. Yaşlı veya dakikalar önce ona çocuk dediğim zamanda benim şimdi hissettiğim kızgınlığı hissetmiş olmalıydı.

"Küçücüğüm benim.." Dedi inadıma inadıma yapıp sırıtarak.

Ayağımı tamda onun dediğini kanıtlarcasına küçük bir çocuk gibi yere vurma isteğimi güçlükle bastırırken, ben ne kadar ona yaşlı deyip damarına basarsam o da aynısını bana yapacaktı anlaşılan. Neden birbirinin suyuna gitmek yerine zıttına giden bir çifttik anlamıyordum. Ama sanırım bizi biz yapanda buydu.

Yarım saat sonra Nehir, yorulduğundan yakınarak kendini koltuğa attığında onun bu hallerine alayla gülmüştüm. Semra teyze her yardım etmek istediğimde beni geri çevirmiş, hastanede kendini perişan ettin birde burada iş mi yapacaksın diye beni azarlamıştı. Annemle teyzem de bir iki çeşit şeyler hazırlayıp getirdiğinde, eve dönüp akşam için yemek hazırlamaya yine geri gitmişlerdi. Asaf'ın deyimiyle ev altın gününden farksızdı. Dicle ablanın da kaynanası ziyarete gelip ve sonra Eymeni de alıp erkenden gittiklerinde, ne kadar burada kalmak istediğini gözlerinden anlasam da, Çınar abinin de babası rahatsız olduğu için mecbur kaynanası ile beraber dönmüştü. Gelenler gidenler olurken, benim de isyan etmeme ramak kalmıştı.

Her gelen komşu, eş, dost, olayın nasıl olduğunu sorarken artık hepimizin dilinde anlatmaktan tüy bitmişti. Üstelik her konusu açıldığında elim ayağım buz kesiyor, sanki tekrardan o anı yaşıyormuşum gibi bedenim titriyordu.

Çalan kapıyla bu kez yorgunluktan yakınan Nehiri kaldırmak yerine ben kalkıp açtığımda, dünden sonra günüm ne kadar kötü olabilirdi ki diye düşündüğüm an karşımda Nurcanı görmek evrenin bana, senin iyi bir gün geçirmeye hakkın yok, huzur sana haram Ayza. deme şekliydi sanki.

"Hoş geldiniz." Suratımda ki zorlama gülümsemeyle annesi Gülten teyzeyle birlikte ikisini içeri davet ederken, "Ah kızım, çok geçmiş olsun.." Diyen yaşlı kadına içten bir tebessüm etmeden duramamıştım.

"Sağol Gülten teyze, buyur." O salona geçerken arkasından içeri giren kızı Nurcan, elindeki saklama kabını ve poşette ki meyve suyunu benim elime tutuşturduğunda "Geçmiş olsun." Dedi samimiyetten uzak bir sesle.

"Sağol." Ona buz gibi bir ses tonuyla karşılık verirken, zoraki tebessümü yüzüme kondurma gereği bile duymamıştım artık.

"Eli boş gelinmez diye kek çırptım bende."

"Zahmet etmişsin ama teşekkür ederiz." Deyip gülümsemem gibi zorlama bir teşekkür ettiğimde, daha fazla sohbet etme gereği duymayıp kapıyı kapatırken o salona geçmişti bende elimdekilerle mutfağa gitmiştim.

"Sevimsiz, sanki sana kek yap diyen oldu." Diye kendi kendime söylenip keki ve meyve suyunu masanın üzerine bıraktığımda, mutfakta oyalanmadan salona geçmiştim hızla.

Salona girer girmez Asaf'ın tıpkı hastanede Ezgi'nin gelmesiyle yüzünde beliren o panik duygusunun aynısı yeniden suratında yer etmişken, bu sefer ki nedenin Asaf'ın karşısında ki ikili koltuğa annesiyle geçip oturan Nurcan olduğunu anlamam bir saniyemi bile almamıştı. Asaf artık nasıl bir tepki vereceğimi düşünüyorsa, kocaman adam ikidir benden azar işitmeyi bekler gibi yüzüme masum masum bakıp duruyordu.

Hastane de Ezgi, burada Nurcan derken bozulan sinirlerim Asaf'ın bu hali karşısında yerine geldi ve zevkten dört köşe olarak tekli koltuğa geçip oturdum. Semra teyze de Nurcan ve annesinin yanına otururken duymaktan bıktığım o soru bugün bilmem kaçıncı kez kulaklarıma ulaştı.

"Nasıl oldu oğlum bu olay? Kim ne istesin senden?" Diye sordu Gülten teyze.

Ben gerçekten sıkılarak bıkkın bir nefes verirken, Nehir oturduğum koltuğun koluna kalçasını yerleştirerek kulağıma doğru eğildi. "Evin girişine olayın nasıl olduğunu mu yazsak ne yapsak?" Diye alaya alırken, ona gülecek dermanı kendimde bulamadım doğrusu.

Semra teyze bizi yorma gereği duymadan olayı kısa bir özetle anlatırken, Nurcan'ın Asafa olan bakışları sinirlerimi yeniden bozmaya yetmişti. Asaf zaten hiç o yöne bakmayıp arada benim tepkimi kestirmek ister gibi bana bakıp sonra Gülten teyzenin ona arada yönelttiği sorulara kısa cevap verip televizyona öylesine bakışlarını dikiyordu.

"Vah vah, olan Ömer oğlumla Çetine olmuş görüyor musun? Nasıl bir kızsa bu artık belalısını da bizim çocuklara musallat etmiş."

Sinirim daha fazla bozulmaz diye düşünürken Gülten teyzenin sarf ettiği sözler beynime kan sıçrattı adeta. Yerimde doğrulurken, öfke kıvılcımları saçtığıma emin olduğum bakışlarımı benden yaşça büyük kadına diktim.

"Kızı tanımam etmem ama temiz yüzlü, çok güzel bir kızdı. Belli ki o adam rahatsız edip duruyormuş kızı da. O kıza da yazık, suçlayamam ki ben onu." Semra teyzenin yumuşacık sesiyle söylediği sözler bile sinirimde azalmaya dair bir etki göstermemişti.

"Böyle kızları biliyoruz. Öyle bir kız ki o adam da ona bela olmuş.." Diyen Gülten teyzeyle öfkeyle aralanan dudaklarıma kilit vurmak için artık çok geçti.

"Öyle bir kız ki dediğin o kızın başına gelen şeyler senin kızının da başına gelebilirdi Gülten teyze!" Gözlerime yansıyan öfke sesime de sıçrarken, tüm gözlerin bana döndüğünü hissetmiş ama insanların ne yaşadığını bilmeden yargılamaya bayılan bu kadından bakışlarımı çekmemiştim. Benden beklemediği bu çıkışla şaşkınca benim yüzüme bakarken, susmak artık daha imkansız bir hâle gelmişti. "O pislik herifin benim arkadaşımın başına bela olmasının suçu onun değildi! Ne kadar bayılıyorsunuz bilmeden etmeden arkadan konuşmaya. O kızın yaşadığı şeyin binde birini senin kızın yaşasa yine böyle atıp tutabilir miydin çok merak ediyorum. Her şeyden önce de sende bir kadınsın ve senden yaşça küçük, evladın yaşında olan bu kızın maruz kaldığı şeye üzülmen gerekirdi!"

Upuzun cümlemle derin bir nefes bırakırken, sinirden hızla inip kalkan göğsüm ve düzensizleşen soluklarımla kendimi toparlamaya çalıştım. Nehir'in elini omuzumda hissettiğimde bile dönüp ona bakamazken, açılan dilime kilit vurmamaya ant içerek dudaklarımı tekrardan aralayıp zehirli sözcüklerimi bir yılan misali ona sokmaya devam ettim.

"Üzgünüm ama tecavüze, tacize uğrayan onca kadının arkasından, o saatte dışarı çıkmasaymış, mini elbise, etek giyip tahrik etmeseymiş diyen o yobaz zihniyetten farkınız yok!" Deyip sinirle yerimden kalktığımda, yaptığım çıkışa şaşıran tek kişi Gülten teyze değildi.

"Ayza, güzel kızım benim sakin ol.." Semra teyzenin ortamı yumuşatmaya çalışan sesi hiçbir işe yaramazken onun yumuşak sesinin aksine hemen ardından dolan sert sesin uyarı niteliğinde ki yaptığı tonlama, üzerimde bir gram bile etki yaratmamıştı.

"Ayza, annemle düzgün konuş! Kaç yaşında koca kadın, ayrıca kötü bir şey de demedi. Ne bu tavırlar şimdi?"

"Annen, bir genç kızın rahatsız edilip, tehditle susturulmasının suçu olarak onu görüyor Nucan abla!" Deyip vurgu yaptığım kelime ile alayla kaşlarımı kaldırırken, söylediklerime karşılık tek bir kelime bile etmeyen Gülten teyzeye dönüp "Aynı şey senin de başına gelebilecekken, kendisi bu kadar büyük konuşmamalı." Dedim ama sözlerim Nurcanaydı.

Ben Verda'ya kızgındım. Kırılmıştım. Onun için zaman zaman endişe duymuş ve o adam tarafından rahatsız edilmesinin tedirginliğini yaşamışken, bu maruz kaldığı tehdidi ne benimle ne de abimle paylaşmamış olması sırtıma inen bir tekmeyle beni uçurumdan yuvarlamasıyla eş değerdi. Ben onun asla bir manyak tarafından rahatsız edilip ve tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmasını istemezdim. Bu yaşadığının suçlusu olarak da onu asla görmüyordum. Benim içimde yaşadığım fırtınanın sebebi daha başkaydı.

Ben, eğer o anlatsaydı bunların hiçbirinin yaşanmayacağını söylüyordum. Anlatsaydı, Asaf elimden kayıp gitmiş gibi hissetmeyecektim. Anlatsaydı, bununla sınanmayacaktım. Anlatsaydı, abimle araları bu halde olmazdı. Ve daha bir sürü şey. Ben Verda'yı elimde olmadan bu sebeple suçluyordum fakat bu kadın bambaşka bir şey söylüyordu. Üstelik Verda ile öyle ya da böyle geçirdiğim kocaman aylar vardı. Susmam demek, Verda'yı komple silip atmak demekti. Bunu yapacağımı sanmıyordum.

"Ay kapatalım bu konuyu, yanlış bir anlaşılma olmuş işte." Semra teyze durumu toparlamaya çalışırken, biraz olsun Gülten teyzenin mahcup hissetmiş olmasını umdum. Kızının hayatı elbette bizi ilgilendirmezdi hatta kimsenin bilmediği ilişkimizi fark eden Nurcan'ın bana abime söylemekle şantaj yapmasına, tesadüfen duyduğum çocuk aldırma mevzusuyla karşılık vermiş olmak düşündükçe bana kendimi suçlu hissettiriyordu.

Bir kadındım ve gidip de bir kadını hassas olduğuna emin olduğum bir konudan vurmuştum. O an belki ondan duyduğum şantajın altında kalmamak isteyerek yapmıştım ve gram da pişmanlık duymamıştım. Şimdi ise ne kadar da saçma geliyordu bu yaptığım. Çünkü gerçekten beni ilgilendirmez ve ne yaşadığını bilmeden bu kullanmakta haddime değildi. Büyüyordum ve benimle birlikte düşüncelerimde büyüyordu.

Konu kapanıp başka bir muhabbet açılırken, bu süreçte hiç bakmadığım Asafa bakıp tepkisini görmek istedim. Sessizce dinlemiş ve hiç müdahale etme gereğinde bulunmamıştı. Ona baktığımda ise gözlerinde gördüğüm şey, yanılmıyorsam hayranlıktı. Birazda gurur mu? Asaf yaptığım bu çıkıştan ve ne olursa olsun arkadaşımı savunmuş olmamdan memnun gibiydi. Gibisi fazlaydı. Gözlerinde ki parıltılar ve dudağında ki kıvrılma bunu çok açık ve net belli ederken, bana göz kırptı.

Tüm sinirim balon gibi sönerken, ona gülümseyip aynı şekilde göz kırptım. Onda durduğu gibi bende karizma durmadığına emindim. Onları arkamda bırakıp mutfağa geçtiğimde, Nehirde arkamdan gelmişti.

Yaptığım ayıpsa ayıptı, hiçte umurumda değildi doğrusu. Onca derdim varken de kafamı buna yoramazdım. Onlar bir müddet daha içeride otururken, Nehir o sırada kahve yapmıştı ve salona götürüp ikram ettiğinde mutfağa geri gelmiş ve kahvemizi orada birlikte içmiştik. Çok geçmeden Nurcan ve Gülten teyze de giderken, babamlar gelmişti.

Semra teyzenin ilk işi hastanede kurban keseceğim dediği adağı yerine getirmek olmuştu. Babam ve Orhan amca öğlen bunu halletmeye gitmiş ve yardıma ihtiyacı olan evlere kurbanı dağıtmışlardı. Eve geldikten sonra dükkana bakmaya gideceğini söyleyen abimde babamların ardından geldiğinde, hastaneden gelince Asafı görüp Poyraz'ın kaldığı evi görmeye giden yengem ve amcamda gelmişti. Ve yengem oraya gitmişken, eve bir anne eli değdirmişti. Poyraz'ın senelik temizliği de böylelikle yengemle arada çıkmış olmuştu. Poyraz'ın gelmesi ise şüphesiz Nehiri mutlu olmuş, Asaf'ın sinirini tepesine çıkarmıştı.

"Paşamızın her dediği oluyor tabi, oh gel keyfim gel!" Abimin, Asafa sataşan sesiyle sofraya indirdiğim kaşıkları dizip gülerken, nişanlımı kızdırma fırsatını kaçırmayan Poyraz bundan eksik kalmamıştı elbette.

"Bilerek kendini bıçaklattığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam." Diyen Poyraza gözlerimi devirdiğimde, bardakların olduğu tepsiyi masaya bırakıp dizen Nehir sevgilisi komik bir şey söylemiş gibi gülmüştü.

"Şovcu herifin teki bu, yapar yani inanırım." Abimin sözleriyle Asaf'a bakarken, umduğumun aksine kızgın bir surat görmemiştim. Bu iki zevzeklik eden insanı hiç duymuşa da benzemiyor sadece bana bakıyordu. Kısa bir an direkt onunla göz göze gelmiş olmak beni şaşırtsa da bundan hoşlanarak genişçe sırıttım ve onları arkamda bırakarak mutfağa gittim.

Annem ve teyzemin bizim evde hazırladıkları, Semra teyzeyle Dicle ablanın da yaptığı birçok çeşidi sofraya götürürken, Nehir arkamdan söylenip duruyordu.

"Ordu doyuruyoruz sanki ya. Hayır ben hastalandığım da bir çorba yaptığını görmedim bu kadının!"

"Abart Nehir!" Deyip baygın bakışlarla ona baktığımda, Semra teyzenin evlat kayırmayacağını elbette biliyordum.

Sofrayı kurmamız bittiğinde çalan zille kapıyı gidip açtığımda, gelenlerin gezgin kuzenlerim ve bir adet Timur görmüştüm. Cansel'in yüzünde onunla aynı ortamda olmaktan pek hoşlanmayan bir ifade varken, Timur, Cansel'in arkasında olmasına rağmen o ifadeye zaten şahit olmuş gibi gözlerini devirmişti.

"Hoş geldiniz." Diyerek kapının önünden çekilerek onları içeri buyur ettim.

"Aynen, hoş geldim." Diyen Cansel somurtarak içeri girdiğinde, onun derdinin başta Timurla değil de kendiyle olduğunu az çok anlamıştım ama şu an sorun tamamen Timur gibi görünüyordu. Timur onun yaşanan mevzudan zaten utanç dolu hissettiğini bilmesine rağmen ters cevaplarla biraz üzerine gidince, anlaşılan kuzenim bilenmişti kendisine.

"Naber yenge?" Hastaneden bizi eve bırakan o değilmiş ve ofise gidip işlerini halledeceğini söylemesine rağmen iki üç kez telefonda konuşmamız gibi hal hatır sormasıyla sırıtırken, "İyiyim yengesinin gülü, sen?" Dedim.

Bana abi sıcaklığı ile yaklaşan Timura samimiyetimi göstermekten artık çekinmezken, içeri girip ellerinde ki poşetleri portmantonun yanına bırakan kızlar aramızda tatlı bir espri haline gelen bu sözcükleri anlamayarak yüzlerini buruşturdular.

"İyiyim yenge, bizim ki daha iyi mi?" Timur da içeri girdiğinde, arkalarından kapıyı kapatmış ve saniyelerdir yüzüme esen soğuk rüzgarın benle olan temasını kesmiştim. Elinde ki poşeti almam için bana uzattığında, onu başımı sallayarak onaylamıştım. Poşetin üzerinde ki logo ile onun ünlü bir tatlıcıdan tatlı getirdiğini anlarken, "Ne gerek vardı?" Dedim.

"Olsun, eli boş gelinmez.." Dediğinde, poşetin ağzını aralayarak içine baktım. Biraz ağırdı. İçinde üç adet tatlı kutusu varken, üçününde boyutları büyüktü.

"Kilo kilo tatlıyla da gelinmez Timur. Çok almışsın." Dedim ve hem mahcup hem de azıcık kızgınlık barındıran bakışlarımı tekrardan onunla buluşturdum.

"Aman, yeriz işte. Ağzımız tatlanır, midemiz bayram eder Ayza!" Gökçe, kendisinin kuzenim olmasından utandığım bir an yaşatırken Timur bunun karşısında güldü.

"Kız haklı yenge.." Dedi ve içeri geçen Cansel'in arkasından bakıp alaycı olduğunu sezdiğim bir gülümse ile az önceki sözlerin sahibi olan Gökçeye çevirdi bakışlarını. "Ablanın aksine sen daha komiksin."

"Duymasın bunu.." Diyen Gökçe ablasının arkasından konuşulmasında oldukça keyif aldığını yüzünde ki sırıtmayla belli ediyordu.

Onlar içeri geçtiğinde bende elimdeki tatlı poşetlerini mutfağa bırakmış yeniden salona dönmüştüm. Ablam ve Dicle ablalar hariç herkes buradayken, annem ablamı aramış ve gelebiliyorlarsa gelmelerini, onları bekleyebileceğimizi söylemişti. Fakat ablam yorgun hissettiğini söyleyerek gelemeyeceğim demiş ve Asafa yeniden geçmiş olsun dileklerini yollamıştı. Zaten hastaneye gelmişler ve gün içinde yine arayıp Asaf'ın nasıl olduğunu da sormuştu ama ben onu arayamamıştım. Hastanede Ilgaz abi onun olanlardan sonra bayıldığını söylemişken ablam için endişelenmeden edememiştim. Asaf'la dolu olan aklımın bir yanı şimdi de ablamla dolarken, onu en kısa zamanda arayacağımı hatta evine kalmaya gideceğimi de o aklıma not ettim.

Asaf otur pozisyonda sorunlar yaşadığı için masada bizimle birlikte yer alamazken, ona bir tepsi hazırlayıp götürmüştüm. Hatta ona kendi ellerimle çorbasını içirme teklifi sunduğumda, çocuk değilim diye beni geri çevirmişti. Bunu öğlen yaptığım benzetmeye gönderme olarak anlamama rağmen bir şey demezken, sofraya geri dönmedim. Asaf'ın ayak ucunda ki boşluğa oturup kırlenti kucağıma alarak orada oturdum.

"Gitsene sofraya!" Asaf ağzına götüreceği kaşığı benim oturmamla çorbanın içine tekrardan bırakıp bana kaşlarını çattığında, "Aç hissetmiyorum." Dedim omuzlarımı silkerek.

Gerçekten de hissetmiyordum. Hastaneden döndüğümüzde bir şeyler atıştırmış ve en sonda Nehirle kahve içmiştim. Ve gözüme bir gram uyku girmemiş olmasına rağmen şaşırtıcı bir şekilde iyi dayanmıştım.

"Ayza çıldırtma beni. Git yemeğini ye." Dedi kısık ama sinirli bir sesle.

"Tamam sen ye, ben sonra yerim." Hem bir şeye ihtiyacı olursa yakınında olduğum an daha çabuk hallederdim.

"Uykusuz kalıp o göz altlarını mor halkalarla doldurmuşsun ama kendini aç bırakmana izin vermem, çabuk kalk şuradan!" Dediğinde sesi gittikçe hiddetlenmeye başlıyordu.

"Ayza kızım, gelsene sofraya.." Gelmediğimi ilk fark eden Orhan amca olurken, Asaf'tan bakışlarımı ayırmamıştım. O bana başıyla hadi anlamında bir hareket yaparken, hâlâ kalkmadığımı yerimde oturduğumu görmesiyle sabır dilenircesine başını kaldırdı.

"Kızım yemek yemiyor musun?" Babam da bana seslenirken, sanırım kalkmaktan başka çarem kalmıyordu.

"Bak yemin ederim kalkarım o yemeği sana yedirtir sonra da odaya çıkar kapıyı üstümüze kilitlerim ve senide kollarımın arasına alıp uyuturum Ayza. Gerçekten yaparım!" Sadece bana duyurmaya çalıştığı o kısık ve tehdit dolu sesi bana korkuyu yaymak dışında birçok duyguyu yaşattı.

Çünkü bu dediğini yapmasını istedim. Onun söylediği an aslında buna ne kadar çok ihtiyacım olduğunu anladım. Kollarının arasında uyumak. Kesinlikle ihtiyacım olan ve tüm yorgunluğumu dindirecek tek şey buydu. Asaf'ın kollarında huzurlu bir uyku.

"Peki." Deyip içimdekilerin aksine pes ederek ayaklandığımda, bana seslenen babamlara ise cevap vermediğimi hatırlayarak "Geldim.." Dedim ve uyuşuk adımlarla masaya ilerleyip oturdum.

Mideme zorla yolladığım birkaç lokmayla doyduğumda, dün gece yaşanan o acı dolu anların aksine şu an tüm ailenin bir sofrada gülerek muhabbet ediyor olması tuhaftı. Ama hayat böyleydi işte. Acı ve tatlı yanlarını ne zaman göstereceği belli olmuyordu.

Yemek sonrası çay demlediğimizde, Timur'un getirdiği çeşit çeşit tatlıları tabaklara servis ederek geniş bir tepside içeri götürmüştüm. Koltukta oturan erkeklerin önüne bırakılan zigon sehpalara çaylarını ve tatlılarını indirdiğimde, Asaf'ın uzandığı koltuğun köşesine çektiği sandalyede oturan abim, tatlıyı getiren Timura hoş olmayan bakışlarla baktı.

"Fıstık sarma mı? Sevmem.." Dedi teşekkür edeceği yerde beğenmeyerek.

"Sana almadım ben bunu zaten." Timur'un ona cevap vermesiyle yine başladığımızı anlarken, Asaf'la göz göze geldik o an. Onun şerbetli tatlı sevmediğini bildiğim için önüne sadece çayı bıraktığımda, "İstersen sana da Nurcan ablanın yaptığı kekten getireyim. Belki zamanında tadına bakmak gibi bir şerefe de nail olmuşsundur. " Dedim iğnelercesine.

"İlla durduk yere o sivri dilini bana batıracaksın!" Durduk yere ona neden sataştığımı anlayamazken, bu kıskançlık benle olduğu sürece bu adamın başına daha çok kakacağım şey olacaktı ben bir ona emindim işte.

"Huyum kurusun.." Dedim sırıtarak.

"Senin tatlına kaldım çünkü, sevimsiz." Abimin homurdanmasıyla geri çekilip onunda önüne çayını koyduğumda, "Sevmiyorsa, sen bana ver o tabağı da yenge ben yerim." Diyen Timur önünde ki tabakta olan tatlılar yetmiyormuş gibi abiminkine göz dikmişti. Ya da inadına yapıyordu.

Sen bilirsin gibisinden bir omuz silkip tabağı onun ve önüne bıraktığımda, abime inat yaparcasına tatlıdan koca bir çatal aldı ve gözlerine bakarak yedi. Bu ikisinin eninde sonunda benim başıma gerçektende kuma olarak gelmelerinden aşırı korkmaya başlamıştım artık.

"Aç herif.."

"Kardeşim sende yesene, bak bulamazsın böylesini." Timur, Asaf'ın şerbetli herhangi bir tatlıyı çokta sevmediğini bilmeden ısrarcı bir sesle ye derken, birazda abimin sinirlerine dokunma çalışması gibi gelmişti bana.

"Ben sevmem ama yengenin en sevdiği tatlı olduğu için benim hakkımı da o yesin." Diyen Asaf'ın en sevdiğim tatlıyı bilmesi beni hazırlıksız yakalayarak şaşırtırken, gözlerimde ki şaşkınlığın aksine dudaklarım çoktan iki yana kıvırılmıştı. Bir zamanlar ne sevip ne sevmediğimi bile bilmeyen bir Asaf'tan şimdi en sevdiğim tatlıyı bilen bir Asaf'a gelmiş olmak mucize gibiydi.

"Yenge bak bir ortak yönümüz çıktı senle." Timur ikimizin aynı tatlıyı seviyor olmasına fazlasıyla sevinirken, farkında olmadan yaptığı küçücük bir şeyle beni çocuk gibi sevindiren Asaf'tan bakışlarımı alamayarak sadece Timur'a başımı sallamakla yetindim.

"Yengen kendi gibi fıstık seviyor.." Asaf'ın herkesin içinde sırıtarak söylediği sözcükler beni şaşkınlıktan sarsarken, yanaklarıma yayılan müthiş bir sıcaklıkla elimde ki boş tepsiyi suratıma kapatmak istedim.

"Oooo.." Poyraz ve Timur'un imalı sesleriyle suratım görmesem de domatesin rengine çalarken, televizyonda oynayan bir siyaset programını izleyip aralarında konuşan babamlar ve amcam bizi duymuş gibi değillerdi. Ya da duyup umursamadılar. Bilmiyordum. Bildiğim şey, utanmamam ve alışmam gerekirken suratımın kıpkırmızı olmasıydı. Birde abimin kötü bakışları. Asaf'ın ise kıpkırmızı olan yüzüme bakıp sırıtmasıydı.

"Abisi burada hayvan, kardeşime asılmayı kes!" Abimin kızgın sesiyle bakışlarımı ona çeviremezken, Asaf'a kızsam mı yoksa söylediğine tereyağı kıvamında eriyip bitsem mi bilemiyordum.

"Oğlum, yürümüyor koşuyorsun adeta.." Diyen Timur'la arkamı dönüp buradan ayrılırken, Asaf'ın bakışlarının ağırlığını sırtımda hissediyordum ve şu an yüzünü göremesem bile hâlâ sırıtmaya devam ettiğine emindim.

"Uçuyor uçuyor.." Diye dalga geçen Poyraz'da en son duyduğum sesti.

Annemlerin ve kızlar yemek masasında çay keyiflerine başlamışken, bende yüzümde ki utançla Nehir'in yanında ki sandalyeyi çekip oturdum. Dirseğini masaya dayayan ve bakışlarını kuzenime dikerek kendini apaçık ele veren şapşal arkadaşımı dirseğimle dürttüm.

"Az bak, abin görürse o gözlerini oyar."

"Burada, dokunamıyorum çok saçma! İçim gidiyor, sarılamıyorum çok saçma!" Nehir'in olayı dramatikleştirmesiyle bayık bakışlarla ona bakarken, kulaklarımın aşina olduğu replikle gözlerimi devirmemeye ve arkadaşımın ensesinin ortasına bir tane indirmemek için baya bir savaş verdim.

"Salaksın." Dedim sadece yüzümü buruşturmakla yetinirken.

"Çetin oğlum.." Semra teyzenin abime seslenmesiyle arkadaşımın bu drama queen hallerinden ilgimi koparıp merakla bakışlarımı oraya çevirdiğimde, "Arkadaşın Verda nasıl? İyi mi?" Diye sordu gerçek bir ilgiyle.

Abim derin bir nefes alarak buruk bir tebessümle başını salladığında, gözlerine çöken durgunluğu bu mesafeden görebiliyordum. Sıkıntıyla nefesimi verip sıcak çayımı yudumlayarak boğazımı yumuşattığımda, "İyi Semra teyze." Diye sesli bir yanıtta verdi abim.

"Aman iyi olsun o kızcağız da. Yazık." Dedi samimi bir üzüntüyle.

"O ziyarete gelmek ve geçmiş olsun dilemek istiyor." Abimin bakışları bu kurduğu cümle sonrası bana dönerken, "Ama kendini suçlu hissettiğini ve sizin yanınıza gelmekten çekindiğini söyledi." Dedi gözlerime bakarak. Az önce boğazımdan geçen o sıcak çay yudumu midemi alevlerle yakmaya başladı abimin bana bakarak söyledikleriyle. Bakışlarımı kaçırdığımda, gözlerimi çay bardağını tutan elime indirdim.

Bu elde dün gece Asaf'ın kanı vardı. Daha bir günü dolduramadığım nişan yüzüğümün içi, Asaf'ın kan lekesiyle boyanmıştı. Benim için kolay değildi. Bir başkası içinde kolay olamazdı. Ne zaman kendime bu onun suçu değil desem, konuşsaydı belki de Asaf'ın engel olabileceğimiz halleri gözümün önüne geliyordu.

"O da istemezdi böyle olmasını elbette oğlum. Çekinmesin, buyursun gelsin." Dedi Semra teyze.

"Kendini de suçlamasın. Kapımız her zaman açık, söylersin oğlum." Diyen Orhan amca ile herkesin hemen hemen aynı fikirde olduğunu da anlamış oldum.

Annem ve babam konuya dahil olmamışlardı ama Semra teyze ve Orhan amcadan farksız düşünmediklerine emindim. Üstelik o adamın kapıya gelip abime Verda dan uzak durmasını söylemesiyle falan ikisinin arasında bir şeyler olduğunu da anlamışlardır. Bu sebeple bile ne annem ne de babam Verda'ya karşı suçlayıcı bir tavır takınırdı. Benim aksime.

Ne zaman bende onlar gibi düşünmek istesem, abime hislerinin onu yanılttığını ve ona karşı bir duygu hissetmediğini söyleyerek abimi yıktığı aklıma geliyordu. Bu konuda bile ilk onu dinlemeyi seçip asla bir cephe almamışken, abimin günlerce yaşadığı üzüntünün bir hiç uğruna oluşu beni bile paramparça etmişti.

Çalan zille Nehir kalkıp kapıyı açmaya gittiğinde, saniyeler sonra içeri Cihangir abi girdi. Onun gelmesiyle hepimiz yerimizden sevinçle kalkıp sarıldığımızda, evlendikten bir süre sonra eşi Aysun abla ile mahalleden taşınıp gittiklerinden onu görmek bizi mutlu etmişti. Gözüm Aysun ablayı da arasa da o gelememiş ve eşi aracılığı ile geçmiş olsun dileklerini yollamıştı.

"Ah be Ömer'im senin şansın ha, nişanında başına gelenlere bak.." Dedi anlatılanlar sonrası üzgün bir sesle.

"Olacağı varmış Cihangir, sağlık olsun.." Diyen Asaf'ın o burukluğunu bir tek ben hissetmiştim ve bir tek ben anlayabilirdim. Nişanımızın bu şekilde sonlanmasının onu üzdüğünü biliyordum. Buna daha çok benim için üzülüyordu. Belli etmemeye çalışıyordu ama ben bu adamın bir mimik hareketiyle bile ne demek istediğini anlarken, onun benden saklamaya çalışması imkansızdı.

"Hak ettiği cezayı bulsun da o şerefsiz, değsin bari şu yaşananlara.."

"Bulacak kardeşim sen hiç merak etme." Diye öfkeli bir sesle bunun güvencesini verdi abim salondaki herkese. O sesinde ki öfke burada bulunan bizlere karşı değildi. O öfke, Cengiz denilen pisliğeydi.

"Eee, Aysun kızım nasıl iyi mi?" Semra teyzenin tatsız konuyu kapatma çabasını hepimiz anlarken, Cihangir abi bu soru karşısında gülümseyerek başını salladı ve "İyi iyi, çok şükür." Dedi.

"Alıp götürdün kızı bizden uzağa, göremiyoruz da canım." Annem küçük bir sitem ederken Cihangir abi küçük bir kahkaha attı.

"Niye sizden alıp götüreyim Nergis teyzem? O gelir yine buralara, sizde istediğiniz zaman buyurun gelin."

"Biz ne zaman torun seveceğiz peki?" Annemin bana göre yersiz sorusuyla gözlerimi devirirken, ona göre elinde büyümüş olan ve oğlundan farksız gördüğü Cihangir abiye böyle bir soruyu sorması çok normaldi ama evli çiftleri çocuk diye darlayan büyükler benim her zaman sinirlerimi bozmuştur. Annem şu an aynı şeyi ablama yapmakla da meşguldü.

"Nasipse altı ay sonra.." Demesini hiçbirimiz beklemezken, herkes şaşkınlıkla karışık büyük bir sevinç nidaları kopardı bu haber karşısında.

"İnanmıyorum, gerçekten mi?" Annem kendi kızı hamileymiş gibi büyük bir sevinçle şakırken, "Ay çok sevindim, Allah sağlıkla kucağınıza almayı nasip etsin inşallah.." Dedi.

Tüm herkes Cihangir abiyi baba oluşuyla tebrik ederken, bu haber dünden sonra gerçekten de eve neşe getirmişti. Çünkü Cihangir abi bu mahallenin oğluydu ve annemlerin, babamların elinde büyümüştü. Kendi çocuklarının bir bebek sahibi olmasından farksız değildi onlar için.

"Darısı sizin başınıza inşallah kardeşlerim.." Cihangir abi bunları abime ve Asafa bakarak dile getirmişken, Poyraza dönüp "Senin bunun için birkaç senen daha var aslanım." Dedi gülerek.

Poyraz onların arasında küçük olanken, kuzenim buna hiç takılmadan bizim oturduğumuz tarafa daha çok Nehire kısa bir bakış atıp "Onu bilemeyiz abi, nasipte varsa ne zaman olacağı hiç belli olmaz." Deyip sırtını yaslayıp kollarını birbirine bağlayarak Cihangir abi gibi güldü.

"Amin kardeşim." Poyraz'ın hemen ardından gelen Asaf'ın o sesi oldukça durgun çıkmışken, buradan bile seçebildiğim dudaklarında ki buruk tebessümünün nedenini ise anlayamamıştım.

"Amin." Dedi abimde.

"Hayırdı Poyraz, bir gelin adayımız mı var?" Diye soran annem tam ona yakışır bir meraklık da davranmıştı.

"Olabilir yenge.." Annemi yanıtlayan Poyrazla yanımda ki Nehir'in tatlı kıkırtısı kulaklarıma ulaşırken, ben bakışlarımı Asaf'tan çekememiştim. Bana mı öyle gelmişti acaba? Ama az önce gayet dinç olan o sesi aniden durgunlaşmıştı. Asafı tanıyordum ve bakışından, ses tonundan yaşadığı duyguların ne olduğunu kestirebiliyordum. Fakat bunu şu an yapamıyordum.

"Ay kim bu kız?"

"A-aa! Gelinim mi var yani?"

Annem ve yengemin aynı anda çıkan şaşkın ve heyecanlı sesiyle boş bir bakışla Poyraza baktığımda, bizimkilere sırıtıp "Yakında elinizi öpmeye getiririm hanımlar.." Dedi sırıtarak. Nehir heyecanla yerinde dikleşirken, Poyrazdan duyduğu bu sözler onu hazırlıksız yakaladığı kadar mutluda etmişti ki yüzünü tamamen kaplayan bir sırıtma vardı.

Asaf'ın bu dönen muhabbetle bir şeyler anlayıp da şüphelenmiş olabileceğini düşünerek yeniden bakışlarımı ona diktiğimde, düşündüğümün aksine bir görüntüyle karşılaştım. Tamamen buradan uzaklaşmış gözüken Asaf, kollarını birbirine bağlayarak bakışlarını karşıda ki beyaz duvara dikmişken, gözleri bir hayli dalgındı. Kaşlarım anlamadığım bu anlamsız durgunluğu ile çatılırken, herkesin burada olmasından ötürü gidip de ne oldu diye soramıyordum.

Cihangir abi biraz daha oturup kalktığında, Amcamlar da yarın geri dönecekleri için kalkmış ve Poyraz onları otogara bırakacağı için onun evine gitmişlerdi. Onlarla görüşüp vedalaştıktan sonra ardından Timur da geç olduğunu söyleyerek ayaklanmıştı. Onu ben kapıya kadar geçirdiğimde, arkamdan gelmesini beklemediğim kuzenim şaşırmama neden olacak bir şekilde onu durdurmuştu. Timur'un gideceği an ona bir dakika beklemesini söylemiş ve geldiğinde elinde olan poşetlerden biriyle onun karşısında durmuştu.

"Bu senin." Dedi mesafeli bir sesle elinde ki poşeti ona uzatarak.

"Benim mi?" Diye şaşkına dönen Timur onun uzattığı poşeti aldığında, beni de bir merak sarmıştı. Timur içinden yeşil bir kutu çıkarırken, kapağını açtığı kutuda gördüğü ayakkabılarla yüzünde ki şaşkınlık kayboldu ve dudakları büyük bir sırıtmayla aydınlandı.

"Ayakkabı.." Dedi ve küçük bir kahkaha attı.

"Tekrar kusura bakma, umarım beğenirsin ve ayağına olur."

"Teşekkür ederim, çok güzeller ama gerek yoktu."

İkisini dudaklarımda meydana gelen bir sırıtma ile izlerken, "Gerek yok muydu?" Diye kaşlarını çatarak ona bakan Cansel, kollarını birleştirdiğinde "Ablanızdan atmış olduğum ayakkabının özrünü duymuş değilim.." Deyip sesini kalınlaştırarak Timur'un taklidini yaptı.

Ben sesli gülerken, Timur sadece gözlerini devirmekle yetinmişti. "Bu ayakkabı alın demek değildi."

"Sonrasında bunu başıma vurmayacağın ne malum?"

"Sonrasın da?" Timur şimdi alayla sırıtırken, "Demek sonrasında da görüşeceğiz sizinle?" Dedi cümlesini sırıtması gibi alaycı bir üslupla tamamlayarak.

"Ne münasebet! Böyle denk geldiğimiz ortamlar için dedim.."

"Öyle olsun." Diyen Timur ayakkabı kutusunun kapağını kapatıp poşete geri koyduğunda, "Tekrar teşekkür ederim." Dedi. Timur'un teşekkürü gayet samimiyken, Cansel önemsiz bir şeyi geçiştirir gibi omuzlarını silkti.

"Umarım olur."

"43 numaraysa olur."

"Bende ayaklarınızın bebek mezarı gibi olacağını tahmin etmiştim zaten." Diyerek alayla sırıtan bu defa Cansel olmuştu.

Aralarında ki tatlı olduğunu düşündüğüm bu atışma beni bir kere daha güldürürken, içimden bir ses tam da o dizilerde ki klişeyi yaşayacağımızı ve bu ikisinin olacağını söylüyordu. Ve bunu çok isterdim. Ama Cansel'in İzmire dönecek olduğu gerçeğini de hatırlamam aynı zaman eşliğinde oldu.

"Sizin özrünüz de bu kadar oluyor anladığım kadarıyla."

"Beğenemedin mi?" Dedi ters bir sesle Cansel. Her an ayakkabıyı aldığı için pişman olup, Timur'un ellerinden alabilirdi.

"Beğendim.." Diyen Timur bu sefer alaydan uzak bir şekilde tamamen içtenlikle sırıttığında, bu Canseli kısa bir an şaşırttı. Niyeyse Timur'un beğendiği şeyin kuzenimin özür dileme şekli olduğunu sanmıyordum.

"İyi!" Daha fazla konuşacak bir şey kalmadığını düşünmüş olacak ki "Güle güle giyin!" Deyip arkasını döndüğünde, film izler gibi onları sessizce izlemeye devam ediyordum. Karşımda oynanan komedi dizisiyle keyifle arkamda ki kapıya omuzumu dayadığımda, Timur son sözü söyleyen kendisi olmak istemiş olacaktı ki yine çenesini tutamamıştı.

"Eğer buna da kusmazsanız güle güle giyeceğime eminim." Dedi ve bu benim kahkahamın holde yankılanmasına neden oldu.

Cansel omuzunun üzerinden arkasında kalan bizlere kötü bir bakış atarken, yüzünde ki o bozulma ifadesi bana keyif verdiği kadar Timura da vermiş olmalıydı. Timur'la daha fazla muhatap olmak istemeyerek sinirle ayağını yere vurarak içeri gittiğinde, bana attığı o son bakışla o sinirini benden çıkaracağına emin olmuştum.

Timuru yollarken, tamda tahmin ettiğim gibi Cansel nasıl gülersin diye bana sinirini kusmuş ve Timur'un arkasından sallayıp durmuştu. Ayakkabıyı keşke almasaydım dediğini bile hatırlıyordum. Bizimkilerde kalkınca, annemle göz göze gelmiştim. Sessiz dile getirdiğim isteğimi anlamış ve bana karşı çıkmadan babamla abimi alıp gitmişti. Asaf'ı gerçekten de gözümün önünden ayırmak istemiyordum. O daha iyi olana kadar burada kalabilirdim. Ne bizimkiler, abim hariç ne de Semra teyzeler buna bir şey derlerdi.

Semra teyzeye bana hiç yatak hazırlamamasını, Nehirle yatacağımı söylediğimde başta itiraz etse de sonra kabul etmişti. Asaf'ı odasına çıkarıp onunla ilgilenirken, Semra teyze yanımıza gelip bir şeye ihtiyaç olursa onları uyandırabileceğimizi söyleyip daha çok oğlunu tembihlemişti bu konuda. Orhan amca ve Semra teyze uyumaya gittiklerinde, Asaf'ın temizlenmesi gereken yarası için gerekli olanları ve on iki saatte bir alması gereken ilacını getirdim.

Hastanede ki hemşireden öğrendiğim şekilde yarasını dikkatle temizlerken, daha önce bu kadar ciddi bir bıçak yarasına pansuman yapmadığım için oldukça tedirgindim. Canını yakmaktan endişe ediyordum. Sıklaşan nefesleriyle bunu başaramadığımı anlarken, bakışlarımı yüzüne çıkardım.

"Çok acıyor mu?" Diye sordum üzüntüyle cevabını bilmeme rağmen.

"Çok değil." Dedi ama buna inanamadım. Kasılan yüzü onu ele verirken, kendimi birazdan ağlayacak gibi hissettim.

"Tamam bitti zaten.." Dedim çatlayan sesimle. Sargı bezinin poşetini yırtıp çıkardığımda, makasla kesip yarasının üzerine kapattığımda, Asaf elini yarasının üstüne koyup çok bastırmadan sargı bezini tuttuğunda, sargı bezini sabitleyeceğim bantını da poşetten çıkarıp ambalajını yırttım.

Bandı açıp sargı bezine yapıştırırken, Asaf'ın üzerine doğru eğilmiş olmamla onun burnunu saçlarımda hissetmem de kısa sürede gerçekleşti. Saçlarımın arasından derin bir nefes alırken, bezi sıkıca yapıştırdıktan sonra çıplak göğsüne hızlı ve küçük bir öpücük bırakarak işimin bitmesiyle geri çekildim.

"Bitti." Dedim derin bir nefes verirken. Canını yakacağım diye gerginlikten tüm bedenim kasılmıştı benimde. Böyle konularda beceriksiz ve de korkak olduğum gerçeğiyle yüzleşmiştim. Ama daha önce çevremde ki hiç kimse bu şekilde yaralanmamıştı ve bilmemem normaldi. Böyle durumlara hazırlıklı olmak için sağlık bilgimizin olması da şarttı aslında.

"Teşekkür ederim yavrum." Dedi minnetle. Teşekkürüne karşılık gülümserken, yatağın üzerinde ki çöpleri poşetin içine sıkıştırdım ve komodinin üzerine bıraktım şimdilik. Diğer eczane poşetinden Asaf'ın ilacını çıkardığımda, yukarı çıkarken yanımızda getirmiş olduğumuz suyu verip ilacı içmesini sağladım. İçtikten sonra onu yatağın içine sokup yorganı beline kadar örttüğümde, alnından derince öptüm.

"Nehirle yatmayacaksın değil mi?" Asaf böyle bir şeye şiddetle karşı çıkacağını sert sesiyle bile belli ederken, geri çekilerek bakışlarımı yüzüne dikip sırıttım ona.

"Hım, yatsam mı acaba?" Diyerek emin değilmişim gibi yapıp onu kızdırdığımda, sanki gidecekmişim gibi eli hızla bileğime kapandı.

"Bok izin veririm buna!" Deyip kızgınlıkla burnundan soluduğunda, çok küçük bir kahkaha attım.

"Gitmeyeceğim merak etme.." Onu sakinleştiren sözcüklerimle çattığı kaşları gevşerken, bileğime yapışan elini çekip başında dikilmeye son vererek uzaklaştım. Onun yatağın ucuna çıkarıp bıraktığı tişörtünü gözüme kestirirken, odanın içinin gayet sıcak olmasıyla üstümde ki kazağı çıkarıp Asaf'ın tişörtüne uzandım.

Asaf'ın hızlanan nefes sesi odanın içini doldururken, hemen ardından o boğuk ve arsız sesi de kulaklarıma ulaşmıştı. "Böyle mi kalsan acaba?" Diyen arsıza döndüğümde, onun bakışlarının benim yüzümde değil de, sütyenimden taşan göğüslerimde olduğunu görmek beni şaşırtmamıştı. Öyle çok büyük göğüslere sahip değildim ama şu an sunduğum manzara Asaf için görsel şölen niteliğinde olmalıydı.

"Oldu paşam, başka isteğin?" Diyerek alay ettiğimde, tişörtü başımdan geçirdim hızla. Asaf'ın kokusu burnuma dolarken, birazdan bizzat teninden de bu kokuyu soluyacağım için kendimi çok şanslı ve de mutlu hissettim.

"Ne isteklerim varda, şu an yaşanması pek mümkün değil." Dedi bu durum canını sıkıyormuş gibi.

Pantolonumun düğmesini ve fermuarını açıp bacaklarımdan çıkardığımda, Asaf'ın o isteklerinin ne olabileceğini tahmin ettiğimden, ne diye sormamıştım. O arsız bakışların bacaklarıma kaydığını bilmeme rağmen ona bakmadığımda, kazağımı ve pantolonu katlayıp camın önünde ki siyah küçük pufun üzerine bıraktım.

Kapıyı her ihtimale karşı kilitlediğimde, sabah erkenden kalkıp üstümü giyinerek Nehir'in odasına adeta uçacağıma kendimi tembihledim. Asaf'ın benim için açtığı yorganla o davetini geri çevirmeyip kendimi hızla içine attım. İkimizin üzerine örttüğü yorganla onun beni kolunun altına almasına izin verirken, başımı dikkatli davranarak göğsüne bıraktım.

"İşte şimdi huzurla uyuyacağım anasını satayım." Diyen sesinin hemen ardından dudakları başımın üstünde yer alırken, küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Göğsüne sokulur sokulmaz göz kapaklarıma yorgunluğumun izi olan o ağırlık çökmüştü. Kapatmak istemediğim gözlerimle başıma bıraktığı öpücüğe karşılık göğsüne öpücüğümü bırakarak verdim.

Titrek nefesini işitirken, parmaklarının saç uçlarımla oynamaya başladığını hissetmiştim ve bu beni her an mayıştırabilirdi. İkimizde sessizleştiğimizde, gözlerimde ki ağırlık giderek artmaya başlamıştı ve dayanamayarak onları yummuştum.

"Ayza.." Asaf dakikalar sonra fısıldayarak sessizliği bozarken, yumduğum gözlerimi hiç açacak güçte değildim ve sadece "Hı?" Diye boğuk bir mırıltı bırakmıştım.

"Ben baba olmak istiyorum." Dedi derin bir nefes vererek.

Kulaklarım duyduklarına inanamadı. Üstüme çöken ağırlıkla sersemleştiğim için yanlış mı duyuyordum ben? Yanlış duyuyor olmalıydım. Asaf gerçekten bunu dedi mi? Az önce aralamaya gücüm olmayan gözlerimi şimdi sonuna kadar açarken, başımı hızla göğsünden kaldırdım.

"Ne?" Şok dolu sesim oda da yankı yaparken, irileştirdiğim gözlerim her an yerinden çıkabilirdi.

"Duydun, baba olmak istiyorum." Yanlış duymamıştım. Kulaklarımın doğru duyduğunu tekrarladığı cümlesiyle onaylarken, kolunu başının altına koyup bakışlarını tavana dikmişti.

Ne demem gerektiğini bilemezken, onun böyle bir isteği olduğunu zaten biliyordum. Beni şaşırtan, bu isteğini hemen gerçekleştirmek istercesine dile getirmiş olmasıydı. Bunun nereden çıktığını zihnimde birleştirdiğim parçalarla yerine oturtabilmiştim.

Cihangir abi baba olacağının müjdesini verdikten sonra Asaf'ın aniden durgunlaşan yüzünün sebebini de anlamıştım şimdi. Asaf, özenmiş miydi? Kıskanmış? Seslice yutkunurken, ortaya attığı bombayla gözlerini kapatan güzel yüzlü adamımın kolunun altına koydum başımı.

Elimi yüzüne çıkardığımda, avuç içlerim sakallarının batışıyla huylanarak gıdıklandı. "Asaf, bunu en çok ben isterim ama.." Deyip iç çekerek o amanın devamını getiremediğimde, kapalı gözlerini sesimi duyduğu an araladı.

Asaf tavana sabitlediği bakışlarıyla "Ama.." deyip beni taklit edercesine mırıldandığında, "Hep bir ama var amına koyayım." Dedi bu onun çok fazla canını sıkıyormuş gibi dertli bir tonda.

"Asaf, biz evli bile değiliz.." Dedim unuttuğu gerçeği ona hatırlatarak.

Başını bana çevirdiğinde, burun buruna gelmiştik ve dudaklarından çıkan sıcacık nefesi yüzümü yalamıştı. Elim yüzünden arkaya doğru kaydığında, saç diplerini şefkatle okşamaya başlayarak gözlerine çöken sisi dağıtmayı amaçladım.

"Evlenelim.." Bunu bir emir gibi değil de adeta yalvarır gibi dile getirmesi saçlarında ki parmaklarımı bir anlığına duraksatırken, "Evleneceğiz zaten.." Dedim gülümseyip burnunun üstünden öperken.

"Ne zaman Ayza?" Dedi isyan edercesine.

"Ne sabırsız adamsın? Daha dün nişanlandık." Deyip tatlı tatlı kıkırdadığımda, o ne yapmaya çalıştığımı anlayarak bana kanmamıştı.

"Onu bile aylar sonra yaptık!" Dedi sesi sertleşirken.

"Bunun suçlusu ben miyim peki?" Dediğimde, bunu öyle bir tonda söylemişti ki sanki senin yüzünden nişanlanmayı aylarca bekledik, evliliği de senin yüzünden bekliyoruz demek istiyor gibi gelmişti bana. Ya da alınganlık yapmıştım şu an.

"Neyi bekliyoruz peki ulan neyi?" Diye sordu bunun cevabını bilmesine rağmen.

"Okulumu Asaf, ailemin en başından beri söylediği şey buydu. Ayza'nın okulu bitsin.." Ben yine onun gibi sinirlenmek yerine daha yumuşak bir tonla zaten bildiği nedeni açıklarken, gözlerini sıkıntıyla kapatıp açtı.

"Ne siktiğimin okuluymuş, bir bitmedi!" Diye homurdanırken, yüzünü yeniden çevirip çok ilgi çekici bir şey varmış gibi yine tavana mıhladı bakışları. Küfürlerine alıştığım bu adamla kıkırdayıp gerginliğini almak istediğimde, doğrulup yanağına dudağımı bastırdım ve sesli bir öpücük aldım.

"Bitecek, sadece birkaç ay. Azıcık sabır.." Dedim dudaklarımı geri çektiğimde.

Olanlardan sonra benim bu süreci uzatmak gibi bir niyetim asla yoktu. Okulumdan sonra belki birkaç ay beklemeyi düşünüyordum normalde. Ama şu an birkaç ay değil, bir hafta bile bekleme düşüncesi benimle değildi. Anneme ve babama okulum bitince olacak bu evlilik diye söz vermiştim. Şimdi bunu gidip çiğneyemezdim ve Asaf böyle yaparsa benim işimi daha da zorlaştırırdı.

"Sabırdan öteye gidemedik zaten." Ağzının içinden kendi kendine söylenirken bile inat etmiş gibi o bakışları bana çevirmemişti.

"Baba olmanı en çok ben istiyorum Asaf. Sana benzeyen kara kaşlı, kara gözlü bir oğlumuzun olmasını ve onu senin kucağında görmeyi o kadar çok istiyorum ki, tahmin edemezsin." Yüzü benden duyduğu kelimelerle gevşerken, bakışları nihayet istediğim gibi tekrardan benim yeşillerimi buldu. "Umut'u en çok ben istiyorum sevgilim." Diye fısıldadığımda, seslice yutkunmuş ve yumuşacık bir tona geçiş yapan siyahları, gözlerimden sonra yüzümün her bir noktasını turladı.

"Bende en çok senin o zümrüt yeşillerine sahip olacak ve annesi gibi güzelliğiyle aklımı başımdan alacak bir kız çocuğu istiyorum." Gözlerinden bile bunu ne kadar çok istediğini anlayabiliyorken, içimden o günlerin çabuk gelmesi için dualar ettim. "Işığımı en çok ben istiyorum." Diye pekiştirdi cümlesini benim gibi.

"Emin misin?" Diye sordum sohbetimizi daha da tatlıya bağlamaya çalışarak. "Annesi gibi şımarık, sivri dilli, dik başlı olursa işin biraz zor olur." Dedim ve onun söylediklerimle sırıtarak beni kollarının altına çekmesine izin verdim.

"Yeter ki olsun, gerekirse canımı bile veririm." Dedi iç çekerken. Başımın üstüne dudaklarını bastırıp, burnunu dayayarak kokumu içine çektiğinde onun elini saniyeler sonra tişörtümün içine süzüldüğünü hissettim.

Sıcacık elini tenimde hisseder hissetmez karnım kasılırken, tam orada duran eliyle "Şurada yeter ki bizden bir parça, bir can olsun Ayza. Uğruna feda edemeyeceğim şey yok." Diye mırıldandı tok bir sesle.

Kalbim sıkışırken, elimi tişörtün üzerinden onun elinin üstüne bıraktım. Asaf orada bir canın varlığını hissetmeyi o kadar çok istiyordu ki, buna şaşırmadan edememiştim. Birde bu adama dört beş sene çocuk düşünmediğimi söylemiştim. Sanırım bu ona yapılacak en büyük kötülüklerden biri olurdu. Asafla tatlı bir anlaşmamız olmuştu. İki sene demiştim çocuk için. Ama bu süre evlendikten sonra iki sene değil de iki ay olacakmış gibi gelmişti bana.

O sersemlik hissi beni terk etmişken, yirmi dört saati aşkındır ayaktaydım. Bu benim için ilkti. En son nişan sabahımıza uyanmış, gözlerimi de daha kapatamamıştım. Kapatsam, Asaf gidecek gibi geliyordu. Hastaneden döndüğümüzden beri birkaç saat uyumamı ısrar eden herkese ve arada beni yoklayan uykuya karşı iyi savaşmıştım.

"Asaf, sana bir şey söylemek istiyorum." Sessizliği bozduğumda, madem uykuya teslim olmama ramak kalmışken bu elimden alındıysa, gün içinde söylemeyi ertelediğim şeyle şimdi yüzleşebilirdim.

"Sinirleneceğim bir şey mi?" Diye sordu önce bunu test ederek.

"Delireceğin bir şey." Dedim dürüstçe.

"Şaşırmadım!" Diyerek şimdiden sinirlenmeye başlarken, elini tişörtün içinden çıkardı. Karnımdan çektiği eliyle boşlukta kalmışım gibi hissederken, "Söyle!" Dedi hemen duymak istiyormuş gibi.

Bakışlarımı kaçırırken, öfkeleneceğini bile bile dudaklarımdan bıraktım o sözcükleri. "Bugün hastaneye Furkan geldi." Dedim bir çırpıda. Tıpkı yara bandını daha acısız olsun diye hızla çeker gibi bende söylemiştim ama o hızlı çekilmiş yara bandı her zaman daha çok acıtırdı canı. Aynı Asaf'ın daha da harlanan öfkesi gibi.

"Anlamadım?" Anlamasına rağmen tekrar duymak istediğini belli ederken, kaskatı kesilen suratıyla hızla yataktan doğruldu. Panikle bende doğrulduğumda, "Dikişlerin açılacak, yavaş!" Dedim korku ve endişeyle.

"Ne demek hastaneye geldi lan?" Diye hiddetle kükrediğinde, susması için yalvarırcasına gözlerine bakarak "Ne olur bağırma, sizinkiler buraya gelecek şimdi." Dedim. Onlar buraya gelirse benim Nehir'in odasında kalacağım dememe rağmen Asaf'ın odasında üzerimde sadece onun tişörtünün olmasının açıklamasını yapamazdım.

"Delirtme lan beni, ne diye geliyor o orospu evladı hastaneye?" Diye sinirle solurken, alnında ki damar öfkeden atmıştı ve bu aşırı korkutucuydu. Öfkeden damarları patlamasaydı bari.

"Hem geçmiş olsun diledi hem Verda için konuştu benimle."

Ama keşke o son iki kelimeyi söylemeseydim. Boynunda ki damarlar da belirginleştiğinde, "Ha gittin konuştun yani?" Dedi kısık ve öfkeli bir sesle. Bu ses karşısında keşke az önce ki gibi kükreseydi diyeceğim aklıma hiç gelmezdi ama öyleydi. Kükrese daha az etki ederdi üzerimde.

"Timur da yanımızdaydı, tek değildik!" Deyip ben yanarsam yanımda birini daha alıp tek yanmayayım derken tam da umduğum gibi oldu.

"O arkadaşım olacak pezevenk bunu bilmesine rağmen gelip bana anlatmadı öyle mi?" Sinirle gülerken, elini burun kemerine götürüp sıktı. "Sikeceğim onunda belasını."

"Hayır Timura tek bir kelime bile etmeyeceksin! Söylememesini ben istedim ondan!"

"Sende bu saate kadar bekledin öyle mi?" Öfkeyle burnundan solurken, odanın karanlık olmasına ve sadece tülün altından çok hafif içeri sızan sokak ışığıyla onun yüzünün öfkeden kıpkırmızı olduğunu seçebiliyordum.

"Asaf hastaneden yeni çıktığın için dikişlerinin hemen patlamasını göze alamadım kusura bakma!" Dediğimde bende onun gibi sinirlenmeye başlamıştım ve bunu alaya vurmadan da üstesinden gelebilecek gibi değildim.

"Orada söyleyecektin ki inip evveliyatını sikecektim. Ben ona, bir daha senin karşına çıkmaması gerektiğini yoksa onu öldüreceğimi söyledim! Canına susamış piç kurusu!"

"Sen katil değilsin! Birini öldürmeyi rahatlıkla ağzına almaktan vazgeç artık!" Sesimi yükselttiğimi fark ederek gözlerimi yumup onun karşısında sakin kalmaya çalışırken, "Bak, sadece geçmiş olsun diledi ve Verda'nın çok üzgün olduğunu söyledi. Bu kadar." Dedim konuyu açtığıma bin pişman olurken. Ama söylemeseydim ve Timur yanlışlıkla ağzından kaçırsaydı çok daha kötü olurdu benim için.

"Seni sevdiğini söyleyen bir yavşağı çokta güzel öldürürüm!" Dediğinde, tam da beklediğim gibi delirmiş gözlere sahipti. Konu üçüncü bir şahıs olunca Asaf'ın gözü gerçekten de dönüyordu.

"Allah'tan daha anlayışlı bir adam olacaktın! Şuna bak, daha gelip seninle ilk paylaştığım şey de beni buna pişman ettin!" Deyip üstümü yorganı attığımda yataktan kalkacaktım ki, Asaf bileğime yapışıp beni hızla ve bir hayvan gücüyle yatağa geri çekti. Sırtım yatakla buluşurken, saçlarım etrafa yayılmış ve Asaf bir elini başımın yanına koyup destek alarak üstüme eğildiğinde, öfkeli nefesini yüzüme üflemişti.

"Görüşmeyeceksin! Sana, seni sevdiğini söyleyen bir adamla yüz göz olmayacaksın!" Deyip suratıma suratıma öfkeyle beni uyardığında, tam şu an Ezgi meselesini yüzüne tokat gibi indirmek geldi içimden. Ama bu gece birde bunu konuşup kendimi daha fazla yormaya halim yoktu.

"Ve bizi nişanımız için tebrik etti!" Dediğimde, benimle dalga mı geçiyorsun dercesine baktı yüzüme.

"Tebrik etmişmiş! Bu sana duyguları olduğu gerçeğini değiştiriyor mu peki?" Eğilerek yüzünü biraz daha bana yaklaştırdığında, bu onun onun canının yakmış gibi ağzından küfürlü bir inleme döküldü ve acıyla kasılan suratıyla kendini geriye çekti. "Delirtme lan beni!" Dedi yatağa elini sertçe vururken.

Derin nefesler eşliğinde acıyla kasılan yüzü yavaşça gevşerken, yüreğimi anlık yoklayan panik dalgası onun bir şeyi olmamasıyla uçup gitti.

"Bu delirmemiş halin mi?" Diyerek sırtımı yataktan ayırarak doğrulduğumda, ona ters ters bakarak dağılan saçlarımı düzeltmiştim.

"Emin ol bu hiçbir şey!" Dediğinde, seslice korkuyla yutkundum ve fular mevzusuna girmek gibi bir hata yapmayıp bu düşünceyi hızla kafamdan kovdum.

"Asaf gerçekten Verda dışında bir şey konuşulmadı. Tebrik etti ve umarım çok mutlu olursun deyip gitti." Daha da delireceği detaylara girmeden üstün körü anlattığımda, "Yüzüğü götüne soksaydın keşke. Anca kabullenir pezevenk." Diyerek tam da onun edepsizliğine yakışan sözcüklerle attı öfkesini. "Neyse bizim nişan yüzüğümüz böyle bir iğrençliği hak etmiyor." Dedi sonra kendi söylediğine bir kılıf bularak.

"Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum Asaf. En fazla Demet ablaları ziyarete gittiğimde görürüm. Fazlası olamaz bile." Deyip onun eline uzanarak kendime doğru çektiğimde, bana karşı çıkmadan birlikte yatağa uzandık ve kollarımın arasına aldım onu. Sinirini böyle alabilirdim belki. Belkisi fazlaydı kesinlikle alıyordum. Çünkü kasılan bedeni kollarımın arasında gevşemişti bile.

"Onun olduğu zamanlarda oraya gitmene asla izin vermem!" Diyerek kendinden ödün vermezken, o siniri başta ki yoğunlukta değildi. Göğsüme koyduğu başıyla saçlarının üstüne küçük bir öpücük bıraktım. Ona Ezgi ile görüşme deyip benim Furkan'la aynı ortama girmem kesinlikle mantıklı olmazdı.

"Senden izin alacağımı sanmıyorum." Düşüncelerimin aksine kendi bildiğimi okurken, çıplak bacaklarımda hissettiğim acıyla irkilerek boğukça inledim. "Beni delirtmek hoşuna mı gidiyor lan senin?" Demiş ve bacağıma bir çimdik atmıştı hiç acıması olmayan Asaf.

"Evet!" Diyerek ona meydan okuduğumda, başını göğsümden kaldırıp vahşice dudaklarıma kapanmasını beklememiştim. Gerçekten beklememiştim hem de.

Şaşkınlığım çok kısa sürdü. Başta şoktan sonuna kadar açtığım gözlerimi yummuş, araladığım dudaklarımla onun ani ve beklenmedik öpücüğünü şevkle karşılamıştım.

Yudum yudum içti dudakları dudaklarımı. Tıpkı bir su gibi kana kana.

~~

Hızlanmaya başlayan yağmurun altında kalıp da kendimi sırılsıklam etmemek için adımlarımı koşarcasına attığımda, okuldan döner dönmez yönümü kendi evime değil de sevdiğim adamın yanına doğru çevirdim. Sabah gitmeden önce onu görmeme rağmen içimde bir özlem yeşermişti. Bu Asaf'ın yanındayken bile benimle birlikte olan bir duygu olduğundan, birkaç saatliğine de olsa yanından ayrılmışken özlememem beklenilmezdi.

Aslında böyle bir süreçte okul bile umurumda değildi. Fakat son senemdi ve girmediğim her ders, teslim edemediğim her ödev, projeler benim aleyhime işlerdi. Bu sene bu okul yükünden kurtulmak isterken, aklımdan uçup giden proje teslimimle kendi topuğuma sıkmak üzereydim. Yalvar yakar, katı hocamızın karşısında birkaç günlük zaman daha istemiştim. Katı kurallarını asla esnetmedikleri için iki gün önce yaşadığım olayı kendi lehime çevirip ajitasyon yaparak anlattığımda, karşımda ki kadın dayanamamış olacak ki tamam diyerek beni kovmuş, bir haftayı bile geçmeyen birkaç günlük süre daha vermişti. Bu normalde imkansız olduğu için bu kadarına bile yatıp kalkıp şükretmem gerekiyordu.

Çaldığım kapının açılmasını beklerken, üstümde ki montuma sıkıca sarınıp yağmurla birlikte iyice soğuyan havadan korumaya çalıştım kendimi. Çok geçmeden Semra teyze tarafından açılan kapıyla kendimi içeri atarken, üstümdekileri çıkarmaya başladığım sıra onunla ayak üstü merhabalaşmıştık.

Salona girdiğimde, yine olduğu gibi onun için salonda ki koltuğa getirilen yastık ve battaniye ile uzanan Asafı görmek okulda ki saatlerin yorgunluğunu üzerimden alıp götürdüğünde, bunun yanı sıra annemi ve babamı da burada görmek benim için şaşırtıcı olmamıştı.

Benim içim şaşırtıcı olan şey, Ediz'in burada olmasıydı.

Elinde ki kahveyi ortada ki sehpaya bırakarak ayaklandığında, üstümde ki şaşkınlığı atmak uzun sürmüştü. Bana doğru gelip elini uzattığını görmemle bu şaşkınlık beni yavaş yavaş terk ederken, uzattığı elini sıktım.

"Hoş geldin." Dedim ayıp olmaması için zoraki bir tebessüm yollayarak.

"Hoş buldum, nasılsın Ayza?" Diye sorarak elini elimin arasından ayırdığında, başımı iyiyim dercesine sallayıp "İyiyim, sen nasılsın?" Diyerek onu sesli yanıtlayıp, aynı soruyu yöneltmiştim.

"İyiyim.." Benim aksime gerçek olduğunu sezdiğim bir tebessüm kondurmuştu dudaklarına.

Aynı yere geçip oturduğunda, bende Asaf'tan uzak kalmak istemeyerek onun ayak ucunda ki küçük ama benim sığabileceğim o boşluğa oturdum. Koltuğun kenarında duran kırlenti alıp bacağım ve karnım arasına koyarken, parmaklarım püskülleriyle oynamaya başlamıştı.

"Daha iyi misin?" Asafa dönüp kısık sesimle sorduğum soruyla onun bakışlarının zaten benim üzerimde olduğunu görürken, duymaktan bıktığı bu soru karşısında ilk kez oflayıp puflamadan "İyiyim güzelim." Diye yanıtladı beni.

Gitmeden onu görmüş olmama rağmen aklım tüm gün ondaydı ve bu cevabı duymak beni hep olduğu gibi yine rahatlattı. Sanırım benim iyi olmamda Asaf'ın iyi olmasından geçiyordu.

Edize neden geldin diye soramayacağım için dakikalarca edilen sohbete eşlik etmeye çalıştığımda, onun hastanede bize bir nevi söz olarak verdiği şeyi yerine getirdiğini söylemeye geldiğini ilerleyen dakikalarda anlamıştım. Ediz, abisinin de tanıdıklarının araya girmesiyle o adama hak ettikleri cezayı vermelerini sağlamıştı. Daha doğrusu yarın mahkemeye çıkacaktı ve cezası orada belli olacaktı. Bu umduğumdan da erken olduğu için şaşırsam da, öyle bir pisliğin dışarıda çok bile nefes aldığı gerçeği vardı ve içeriye tıkılacağından dolayı oldukça mutlu olmuştum.

Ediz'in abisi Sezgin ise durumu kardeşinden duyar duymaz Asafı aramıştı. Konuştuklarında yanındaydım ve Asaf sohbetinin detayından çok bahsetmese de azıcık da olsa tahmin edebiliyordum. Merak etmemesini ve bir öncekiler gibi o adamın rahatlıkla elini kolunu sallayarak dışarı çıkamayacağının güvencesini vermişti. Asaf yıllar önce kardeşleriyle kestiği iletişimine rağmen Sezgin denilen adamla arada görüşmeye devam etmişti. Bu da ona karşı içinde barındırdığı minnet duygusundandı sanırım.

Sonuç olarak artık bende o adama minnet duyuyordum. Cengiz denilen pislik herif belki daha önceleri kurtulduğu gibi yine kurtulacaktı. Asaf ne kadar başta abime onları aradığı için kızmış olsa da, sanırım gerçekten çok iyi yapmıştı. Asafa, o adamın ne iş yaptığını sormamıştım ama maddi durumlarının iyi, çevrelerinin de baya geniş olduklarını biliyordum. Yarın ki mahkeme de ise cezası neyse onu fazlasıyla alacağının güvencesini vermişti Ediz.

Bu beni en çokta Verda için sevindirdi. Kırgın olabilirdim. Kızgın da olabilirdim. Ama bir kadındım ben. O adamın uzun süredir ona yaşattığı psikolojik şiddetin cezasını çekeceği için seviniyordum. Ediz zaten Verda'nın daha önceki şikayetlerinin de orada görüleceği ve bu sebeple de artık hiç şansı olmadığını söylemişti. Keşke Verda'nın yaşadığı bu psikolojik şiddetin cezası o adama daha önce verilseydi. Daha önce duyulsaydı Verda'nın sesi.

Keşke, Verda susmasaydı da bize de duyursaydı sesini. Buydu benim kızgınlığım. Belki susmasaydı, bu noktaya gelmezdi hiçbir şey.

"Ben kalkayım artık.." Ediz ayaklandığında, Semra teyze de onunla birlikte ayaklanmış ve Ediz'in gitme isteğini kabul etmemişti.

"Olur mu öyle şey oğlum? Yemeğe kal."

"Çok teşekkür ederim ama gideyim ben, kız kardeşime sözüm var." Ediz makul bir sebeple bu teklifi geri çevirdiğinde, Semra teyze habersizce sırtıma bir hançer indirdi sözleriyle.

"Geçenlerde de gelip yemeğe buyur etmemiştin. Şimdi kabul etmiyorum oğlum. Ara kardeşini o da buraya gelsin." Dediğinde sırtıma saplanan hançerle yerimde huzursuzlukla kıpırdandım. Asaf'tan derin bir iç çekme sesi gelirken, bakışlarını profilimde hissediyor ama dönüp ona bakmamıştım. Huzursuz olduğumu belli etmemek için bakmadım ama beni gayet iyi tanıyan bu adamın annesinin sunduğu tekliften hoşlanmadığımı yüzümden anladığına adım kadar emindim.

"Peki.." Ediz, Semra teyzeyi kırmak istememiş olacak ki içten bir gülümsemeyle çabuk bir kabulleniş sergiledi.

"Ha şöyle oğlum." Diyen Orhan amca da bu karardan hoşnut olmuş gibiydi.

Ediz dediğini yapıp Ezgiyi arayarak buraya çağırdığında, şüphesiz bu fırsatı kaçırmayacağını düşündüğüm Ezgi şu an içinden bayram sevinci yaşıyordu. Benimde içimde solan çiçeklerim yeniden yeşermeye başlamışken sanki mutlu olmak, huzurlu hissetmek Ayza'ya harammış gibi açan çiçeklerimin ayaklarının altına alarak ezdiler, soldurdular. Yine ve yine.

Semra teyze ve annem mutfağa giderken, yerimden isteksizce kalkıp onlara yardım için peşlerine takıldım. İçimden o kız için tek bir şeye bile el sürmek gelmiyordu. Ama ne annemi ne de annemden farksız sevdiğim Semra teyzenin omuzlarına her şeyi yüklemeye gönlüm el vermemişti. Nehir şu an yoktu. Dicle abla kalp sorunu olan kayınbabasının yanına gitmek zorunda kalmıştı apar topar. Şu an bir ben vardım ve fazla hevessizdim.

Dışarıda hızlanan yağmur mutfağın camına vurarak çıkan sesle bana kendimi biraz iyi hissettirirken, böyle anların üzerimde terapi gibi bir etkisi vardı. Rahat bir nefes verip gevşerken, hastane de ona söylediğim şeyi tekrardan kendi içimden tekrarladım. O kız artık bizim aramızda bir sorun olamazdı.

Ben çorba yapmaya girişirken, annem ve Semra teyze karnıyarık yapmaya karar vermiş ve gerekli malzemeleri çıkararak yemeği hazırlamaya başlamışlardı. Biten çorbamın ardından pilavı yaptığımda, geçen sürede Nehir nihayet eve teşrif edebilmişti. Onun yağmur altında ıslanan saçları ve kıyafetleriyle kendini hızla odasına atmasına arkasından güldüğümde, onun okuldan değil de kuzenimin yanından geldiğini biliyordum. Amcam ve yengem bu sabah geri dönmüşlerdi ve Poyraz onları otogara bırakmak için izin almış, işe gitmemişti. Geri kalan vakti de birlikte değerlendireceklerini dün akşam, ne giysem ki diye beni darladığı andan itibaren biliyordum.

Üstünü değişip, Edize hoş geldin diyerek yanımıza gelen Nehire cacık yapmasını söylediğimde, oflayıp puflayarak kabul etti ve dolaptan yoğurtla salatalık çıkardı. Semra teyze karnıyarığı fırına verdiğinde, annemin başladığı pilavı ondan devralarak ikisinide geri kalanı biz hallederiz diyerek mutfaktan yollamıştım.

"Pek bir mutsuzsun, hayırdır?" Nehir yaptığı cacığı buzdolabına koyarken sorduğu soruyla yüzümden bile memnuniyetsizliğimi belli ettiğimi anladığımda, tekrardan yanıma gelen arkadaşıma bir şey yok dercesine omuzlarımı silktim.

"O kadın geliyor diye mi yüzünün bu hali?" Kendince tespitini yaparken, hiç yalan söyleme gereği duymadan "Evet." Dedim derin bir iç çekişle.

Cacık olmasına rağmen salata yapmayı düşünerek önceden çıkardığım ve yıkadığım malzemeleri kesme tahtasına aldığımda, tezgaha yaslanıp kollarını birleştirerek bana kaşlarını çatan Nehir, "Kızım, akıl yok mu sende? O kadın yüzünden bir kere kavga ettiniz zaten. Şimdi surat asmakta ne oluyor?" Dedi bunu kasten yapıyormuşum gibi kızarak.

"Nehir, bu abine karşı yaptığım bir şey değil zaten. O kadın geliyor diye Asafa gidip trip atacak ya da onunla tartışacak değilim.." Elime aldığım domatesi küçük parçalara bölerek doğramaya başladığımda, "Ama?" Diyerek bunun ardından bir şey geleceğini anlayarak sordu.

"Ama.." Deyip sıkıntıyla nefesimi bıraktığımda, eş zamanda elimde ki bıçağı da bırakıp ona döndüm. "Ezgi hastaneye geldiğinde, ben onu tesadüfen telefonla konuşurken duydum." Dedim konuya girerek. Bunu birine anlatıp yüklerimden birini azıcık hafifletmek istiyordum.

Hatırlamış olacak ki başını hızla sallayarak "Evet yanımızda telefonu çaldı ve dışarı çıktı." Dedi ve ardından merakla "Ne konuşuyordu ki?" Diye sordu.

"Abin için ne kadar endişelenip, korktuğundan ama onun yüzüne bile bakmayıp soğuk davranmasından yakınıyordu telefonda ki kişiye." Kulaklarımın şahit olduğu konuşmayı sesime yansıtmaya engel olamadığım alayla dile getirirken, sonradan aklıma gelmiş gibi "Ha birde bunun sebebi olarak beni gördüğünü söyledi." Dedim ve bıçağı elime alıp salatama kaldığım yerden devam ettim.

"A-aa!" Büyük bir şoka giren Nehir'in ağzı açılırken, neye şaşırıyorsun zaten ben bunları hissettiğimi söylemedim mi sana? diye ona kızmak istedim ama şu an buna gücümün olmadığını fark etmemde aynı saniyeler içinde gerçekleşti.

"Sonra bana hiç yormadan Asafa karşı duyguları olduğunu kabul etti. Eskiden beri varmış zaten ama yıllar sonra onu görünce bastırdığı duyguları yeniden ortaya çıkmış." Alay ve sinirle karışık güldüğümde, bıçağı domatese oldukça sert bir darbeyle indirdim. Elimin altında ki bir domates değildi de, Ezgiydi sanki.

"İnanamıyorum, yelloza bak sen!" Dedi benimle aynı siniri paylaşan arkadaşım.

"Neden rahatsız olduğumu ve yüzümün asıldığını şimdi anlıyor musun Nehir?" Dediğimde, bana kızacak tek bir noktası bile olmadığını göstermiştim ona.

"Annemde yani, bok var çağırıyor.." Dedi benim gibi suratını asarak. "Peki abim ne dedi sen bunları anlatınca?" Merak ettiği bir başka soruyu bana yönelttiğinde, omuzlarımı silkip "Anlatmadım." Dedim önemsiz bir şeymiş izlenimi vererek.

"Sen gerizekalı mısın?" Diye tamda ondan beklediğim şekilde cırladığında, kabuklarını soymaya başladığım salatalığı bırakarak bu ses karşısında yüzümü buruşturdum.

"Cırlama kulağımın dibinde!"

"Mısın fazla oldu. Sen direkt gerizekalısın!" Dedi bana öfkelenerek.

"Ne yapsaydım Nehir?" Bıçağı biraz gürültülü bırakarak yeniden ona döndüğümde "Asafa gidip bak ben haklı çıktım, o kadın seni seviyormuş mu diyecektim?" Dedim bende daha çok sinirlenmeye başladığımı hissettiğimde.

"Diyecektin!" Dedi bastırırcasına. "Abimin karşısına geçip, o haklılığının zaferini çıkaracaktın!" Deyip bunu nasıl yapmadığıma inanamıyormuş gibi sinirle güldü.

"Haklı haksız kavgası yapmak beni artık çok yordu Nehir. Bu olsun istemedim. Üstelik haklı çıkmış olmak umurumda bile değil. Emin ol hislerimin sadece kıskançlıktan yaptığım kuruntu olmasını isterdim. Haklı çıkmayı değil." Dedim ve uzun cümlemle yorgun bir nefes verdim.

"Abim sana bu konuda birçok şey söyledi! Kuruntu yapıyorsun, kıskançlık ediyorsun, abartıyorsun ve daha neler neler!" Zaten hatırladığım sözlerin aynısını bana unutturmak istemiyormuş gibi sertçe zihnime kazımaya çalışırken, "Her şeyi geçtim abim sırf o kadınla yemeğe çıktı diye sen ara vermek istedin ve abim seni güvensizlikle suçladı! Karşısına geçip o zafer kahkahanı atacaksın kızım!" Dedi sinirle sesini yükselterek.

Bunu yapmazsam her an saçıma yapışıp beni yerlerde sürükleyecek gibi bakarken, beni terk etmeyen sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Konuştuğumuz konu derdime dert ekleyerek buraya gelmeden önce hiçbir şey olmayan bedenimi aniden yorgun düşürdüğünde "Şimdi değil Nehir, şu an bu yüzleşmeyi gerçekten yaşamak istemiyorum." Dedim ve konuyu kapatmasını yalvaran gözlerle yüzüne baktım.

"İyi!" Dedi adeta küfür edercesine. Ona hafif bir tebessüm ettiğim sıra mutfakta yankılanan melodiyle Nehir masanın üzerindeki telefonuna yöneldi. Omuzumun üzerinden başımı ona çevirip bakarken, açacağını düşündüğüm telefona sadece ekrana bakmakla yetinip ağzının içinden anlamadığım şekilde homurdanarak aramayı sonlandırdı ve telefonu sertçe masaya geri bıraktı.

"Kim aradı?" Diye sordum kaşlarımı şüpheyle çatarken.

"Çok sevgili kuzenin." Deyip yanıma geri geldiğinde, yüzünde yapay bir gülümseme vardı.

"Neden açmadın?" Şimdi meraklı sorusunu yönelten ben olduğumda, konunun ben ve Asaf'tan çıkmış olmasına seviniyordum.

"Cevapsız kalmayı hak ediyor çünkü!" Dedi kollarını sinirle bağlarken.

"Bu sorumun cevabı değil.." Deyip konuyu üstelerken, çene çalmaktan bir yapıp bir bıraktığım salatayla bu kez biberleri alıp küçük küçük doğramaya başladım.

"Ya bak haksızsam haksız de.." Diyerek konuyu anlatacak olduğunda, Nehir'in telefonunun sesi yine mutfakta yankılandı. Anlaşılan Poyraz telefonu açılmadan aramaktan vazgeçmeyecekti. Onların yine tartışmış olmaları beni bir gram bile şaşırtmazken, Nehir aramayı reddedip anladığım kadarıyla da telefonunu sessize aldı.

"Bak şimdi, bu amcanla yengeni otogara götürüp yolcu etti ya.." Diye konuya en başından başlayarak tekrardan yanıma geldiğinde, söyledikleriyle evet dercesine başımı salladım ve anlatmasını bekledim.

"İşte oradan da çıkıp beni okuldan alacaktı zaten dersim erken bitiyor benimde. Her neyse, dersim bitti ben çıktım falan derken Cenk beni bahçede durdurdu."

"Şu karaoke de ki Cenk mi bu? Hani bizimkinin yumruk attığı?" Diye sordum emin olmak isteyerek.

"Evet o." Deyip beni kısa bir cevapla yanıtladığında, anladım gibisinden bir baş hareketi yaptım. Elbette onlarında konusu kıskançlıktı. Bu duygu öyle illet bir duyguydu ki, insana her şeyi yaptırabiliyordu. O yüzden kendim de bunu bizzat tecrübe ettiğim için duyacaklarıma şaşırmayacağıma emindim.

"Okuldan Sibel diye bir arkadaşım var ve ben abimin başına geleni ona anlatmıştım. O da sen yeme içme Cenk'e ve birkaç arkadaşıma daha gidip söyle!" Dedi sesinde o kıza karşı bir sinir hissederken. "Neyse, Cenk yanıma gelip geçmiş olsun diledi çocuk. Bu kadar."

"Bizimki de gördü bunu tabii.." Diye tespitimi söyleyip doğradığım biberleri salata tabağının içine döktüm.

"Gördü. Zaten Cenk'e o olaydan beri gıcık kapıyor. Neymiş efendim, niye gelip geçmiş olsun dilemiş. O herif senden mi hoşlanıyor, ben o gece anlamıştım zaten. Yok kimse kimseyi durduk yere o kadar korumazmış.." Poyraz'ın ona söylediklerini bana anlatırken bile iyice sinirlenen Nehir'in göğsü sinirle inip kalkmaya başlarken "Senin bu kuzenin beni delirtiyor!" Dedi.

"Delirtir, bilirim.." Dediğimde, bu dertten bende muzdarip olduğum için onu çok iyi anlıyordum. Ama elbette o sevgilisi olduğu için derdi daha büyüktü.

"Sonra arabada bana diyor ki, bu havada neden bu kadar kısa etek giydin! Ya ben sevgilime güzel gözükmek için hazırlanmışım, şunun dediğine bakar mısın Ayza? Tam bir öküz!"

Keyfim gerçekten yerine geldiğinde bunu belli edercesine bir kahkaha attım. Nehir onun canını sıkan bu konudan eğlenerek kahkaha atmama kötü bakışlarla bakarken, "Biliyor musun Nehir? Abinin birebir aynısı birini bulmuşsun.." Dedim ve bunun karşısında bir kahkaha daha patlattım.

"Ya hayır ama ya.." Dedi bu gerçekle ağlayacak gibi olduğunda..

"Çok üzgünüm bir tanem ama Poyrazın abinden bir farkı yok.." Gülmemeye çalışmak benim için oldukça zorken, Nehir'in dünya başına yıkılmış halleri beni bir saatin sonunda gerçekten eğlendirdi.

"Beni hep o Çetinciğimin bedduası yaktı!" Poyrazı sevmesinin suçlusu abimmiş gibi tüm suçu ona atarken "Alacağı olsun onun da." Dedi küskünce ve kollarını bağlayarak suratını astı.

"Bence sen kendi kendini yaktın." Dalga geçerek bakışlarımı doğramaya başladığım marullardan alıp ona çevirdiğimde, "Hani aşık olmak gibi bir aptallık yapmazdın?" Diye hayırdır anlamında göz kırpıp zamanında bana söylediğini ona zevkle hatırlattım.

"Her Allah'ın kulu gibi bende yaptım o aptallığı, ne var?" Sözlerini yüzüne vuruşumu çok hafif atlatarak kendini savunmaya geçtiğinde, alayla gülmeye devam ettim.

Salatayı bitirip etrafı Nehirle birlikte toplarken, Semra teyze fırındaki yemeği çıkarmış Nehire sofrayı kurmasına yardım etmesini söyleyerek birlikte içeri geçmişlerdi. Kısık ateşe aldığım pilavda suyunu çekince altını kapatmış dinlenmeye bırakmıştım.

Mutfak kapısının gıcırtısıyla annemler geldi sanarak elimdeki bezi tezgaha bırakıp kapıya bakışlarımı çevirdiğimde, gelenin Asaf olduğunu görünce kaşlarım saniyesinde kızgınlıkla çatıldı.

"Niye kalktın sen yerinden?" Deyip elimi belime koyduğumda, çocuğunu azarlayan bir anneden farkım yoktu.

"Yatalak muamelesi yapma bana." Kapıyı aralık bırakıp benim gibi kaşlarını çatarak yanıma doğru adımladığında, "Yat yat sıkıldım ulan.." Diye isyan etti.

"Dinlenmen gerekiyor!" Dediğimde, bu vurdum duymazlığı karşısında sinirim yavaştan artıyordu.

"Gayet iyi dinlendim güzelim merak etme.." Yanımda duran cüsseli bedeniyle başımı kaldırarak yüzüne ters ters bakarken, dudaklarını saç diplerime bastırıp yanımdan geçtiği gibi mutfağın camına ilerledi.

Yağmaya devam eden yağmurla camı açtığı an mutfağın içine buz gibi hava dolduğunda, içeri girerken elinde tuttuğunu fark edemediğim sigara paketinden bir dal çıkarıp ucunu çakmağıyla ateşledi.

"İçme diyorum sana şunu!" O zehiri keyifle içine çekip ciğerlerine yollaması beni deli ediyorken, her an üzerine atlayıp ağzında tuttuğu sigarayı alıp camdan dışarı atabilirdim.

"Sürekli içmiyorum.." Dediğinde, bu söylediğine inanmamamı istercesine dudaklarının arasından üflediği dumanla kaşlarım birbirine yapışacak kadar derinden çatıldı.

"Bok sürekli içmiyorsun Asaf!" Ağzımdan çıkan küfürü kulağım duymazken, şu an tek odak noktam onun hoşlanmadığımı bilmesine rağmen bu zehiri karşımda tüttürüyor oluşuydu. "Yine başladın, gözümden kaçmadı sanma!"

"Koparırım senin o dilini." Deyip sigarayı yeniden iki dudağının arasıyla buluşturduğunda, saniyeler önce ettiğim küfür gibi onun tehdidi de umurumda olmadı.

"Zıkkım iç!" Diye öfkeyle soluyup ayağımı yere vurduğumda, arkamı dönüp onunla iletişimimi sonlandırdım. Sigaradan gerçekten nefret ediyordum ve sevdiğim adamın bile bile kendini zehirlemesi hem üzücü hem çıldırtıcıydı.

"O dili terbiye etmenin zamanı gelmiş.." Dediğini duysam da dönüp bakmadım. Fakat içimden sen önce kendi edepsiz dilini terbiye et demeyi eksik etmedim.

Semra teyze ve Nehir tabaklarla birlikte kaşıkla çatalları sofraya götürmüşken, mutfak dolabından çıkardığım bardakları masanın üzerindeki tepsiye dizdim. Bu süreçte Asaf'ın yüzüne dahi bakmazken, hasta ziyaretiyle getirilen ve buz dolabında biriken meyve sularından iki tane çeşit çıkarıp geniş tepside bardakların yanına koydum.

Arkamdan camın kapanma sesi ve Asaf'ın anlayamadığım homurtularını duyarken, tepsiyi elime alıp masaya götürmeye hazırlanmıştım ki belime dolanan kollarla olduğum yere tutsak edildim.

"Attım.." Dedi arkamdaki boğuk sesi. Bunu isteyerek yapmadığını keyifsiz sesinden anlarken, tepsiyi masaya geri bırakarak kollarının arasında bedenimi ona döndürdüm. Elimi göğsüne çıkarıp aramıza koyduğumda, "Sana içmemeni daha öncede söylemiştim ve buna rağmen hâlâ içiyorsun Asaf. Sözümün değeri yok mu?" Dedim cılız bir sesle.

"Bir sözüne dünyayı yakarım bilmiyor musun Ayzam?" Bunu bana nasıl söylersin dercesine darılmış gözlerle baktığında, üzerinden buram buram gelen sigara kokusuyla yüzümü buruşturmamak için zor durdum.

"Dünyayı yakmanı istemedim senden. Sigara içip kendini zehirlememeni istedim sadece." Oldukça basit olan isteğimi yerine getirmesini dileyen gözlerle bakarken, "Bu dünyayı yakmandan çok daha kolay bir şey." Dedim.

Asaf sıkıntıyla soluklanıp o güzel dudaklarını alnıma bastırdığında, gözlerim bu birkaç saniyelik anla huzurla kapandı. Az önce ona kızgın mıydım? Bu çoktan mavi denizlerin dalgasına kapılarak kaybolup gitmişti.

"Tamam.." Dedi geri çekilirken. Bu niyeyse istekli bir kabulleniş gibi gelmemişti bana. Öncesinde sen içme dersen içmem diyen adam gitmişti sanki.

Şüpheyle yüzüne bakıp zorla ona verdirdiğim kararın doğruluğunu sorguladığımda, Asaf kendisine inanmadığımı anlamış ve bıkkınlıkla oflayarak "Tamam dedim ulan!" Demişti.

"Ben söyleyeceğimi söyledim. Uygulaması sana kalmış." Bunu çokta umursamıyormuşum gibi omuzlarımı silkerek geri çekildiğimde, az önce elime alıp içeri götüreceğim tepsiyi yeniden elime aldım.

"Bırak sen Nehir gelir götürür.." Asafa omuzumun üstünden bir bakış attığımda, yardım etmemden hoşlanmıyormuş anlamı çıkaracağım bir şekilde kaşlarını çatmış ve yüzü de memnuniyetsiz bir ifadeye bürünmüştü.

"Elime yapışmaz Asaf.."

"Bir saattir mutfaktan çıkamadın! Ne diye kendini yoruyorsun sen?" Diye bana kızarken, gözlerimi devirme isteğimi güçlükle bastırdım.

"Abartma lütfen, yardım ettim annemlere. Ne var bunda?" Bir türlü içeri götüremediğim tepsiyi yeniden masaya bırakarak bedenimi onda döndürdüğümde, "Kendini yorma, hoşlanmıyorum bundan!" Dedi.

Bu kez gerçekten göz devirme isteğime engel olamazken, Asafa ciddi misin sen dercesine baktım. Bir süre önce kafede çalıştığım gerçeğini unutmuş muydu? Hoş onda da aynı muhabbeti aramızda dönmüştü.

"Ayrıca o it geldi diye ona hizmet etmek zorunda değilsin!" Asaf asıl karın ağrısının sebebini yavaştan belli ederken "Bok yesin, ne uğraşıyorsun onun için?" Dedi.

"Ayıp Asaf! Misafir o. Her ne olursa olsun eve gelen adamı kovacak insanlar değil senin ailen." Sözlerim gibi ona ayıplayan bakışlarla baktığımda, bu sözlerim ayıp nedir bilmeyen Asaf'ın bir kulağından girip diğerinden çıkmıştı.

"Hem sana hastanede bir adam attı Ediz, dediği gibi elinden geleni yapmış abisiyle beraber. Senin için uğramış. Bir anlamı yok mu bunun sende?" Bu konuda düşüncelerini ve hislerini çok merak ediyordum. Hastaneden döndüğümüzden beri sormaya onunla konuşmaya fırsatım olmamıştı. Araya başka başka şeyler girince zihnimden çıkıp gitmişti ve şu an yakaladığım küçücük anda bunu sormadan duramamıştım işte.

Sorumla gerçekten ama gerçekten sıkıntılı bir nefes alarak geriye doğru adımladığında, arkasında ki tezgaha kalçasını dayayıp ellerini granit mermere yasladı. Gözlerine çöken sis bulutları benim yüreğime çöktüğünde, sormakta hatamı ettim diye düşündüm bir an. Onun hisleri benim için o kadar önemliydi ki merakıma engel olamamıştım.

"Bilmiyorum. Onca yıl sonra karşıma çıktı ve ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Ayrıca gerçekten samimi değil mi onu da bilmiyorum bebeğim." Dudaklarına silik bir tebessüm yerleştirdiğinde "Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum." Dedi.

"Senin için zor bir durum olduğunu biliyorum. Onu affedip bir arkadaşlık kurmak zorunda olmadığını da biliyorsun değil mi?" Ona doğru adımlayıp tam karşısında dururken, kollarımı beline sardım. Anında ellerini omuzlarıma koyarak beni karşıladığında "Senin canını sıkacak herhangi bir durumun içinde olmanı istemiyorum." Dedim.

Asaf ne düşünürse, ne karar verirse her daim onun fikirlerini savunur yanında olurdum. Hiçbir şey onun iyi hissetmesinden daha önemli değildi benim için. Ediz kendisinden çok hoşlanmadığım biri. Duygularım elbette nefret değildi. Tüm bu olaylara az çok hakim olduğum için en başından bu adama karşı bir antipatim oluşmuştu zaten. Şu an Asaf için bir şeyler yapıyor olması, on sekiz yaşında ki Asafımın paramparça etmiş olduğu gerçeğini bana unutturmuyordu.

"Bu saatten sonra benim canımı sıkamaz zaten Ayza." Net sesiyle yüzüme dökülen saç tutamımı parmağı ile çekip kulağımın arkasına sıkıştırdığında, "Buna bir daha izin vermem." Dedi.

"Peki görüşüp görüşmeme konusunda ne düşünüyorsun?"

"Eğer gerçekten samimiyse, geçmişte olanları ısıtıp ısıtıp önümüze çıkarmanın anlamı yok. Artık o on sekiz yaşında ki çocuklar değiliz biz." Ona hak vererek başımı salladığımda, içten içe biliyordum ki arkadaşım dediği adamın zamanında üzerine yapıştırdığı suçlu damgası ona hâlâ kendini kırgın hissettiriyordu. Fakat Asaf bunları unutmaya da razıysa, bende razı olurdum. Hayat gerçekten kısaydı ve saniyelik yaşıyorduk. O yüzden geride keşke bırakmamalıydık.

"Annemin kusura bakma yavrum benim. Onu biliyorsun.." Asaf konuyu şimdi bambaşka bir noktaya yönlendirirken, anlamayarak kaşlarımı çattım. O ise sanki ortada affedilmesi gereken bir kusur varmış gibi başını eğip dudaklarını bir kez daha alnıma bastırdı.

"Ne kusuru Asaf?" Dedim gerçekten anlamayarak.

"Davet etti ya şeyi.." Diye mırıldanıp bakışlarını yüzümden kaçırırken, ne demek istediğini şimdi anlamış ve çatılı kaşlarım onun özür dilenecek bir şey varmış gibi utana sıkıla söyledikleriyle gevşemişti.

"Asaf, sorun değil." Bunu ona inandırmak istediğimde, iç sesim önce sen bu kendi söylediğine inan diye ortaya çıkıp kendini göstermişti fakat ona kulaklarımı tıkayarak duymazdan geldim.

"Huzursuz olacağın bir ortamda bulunmanı istemiyorum." Deyip önce dudaklarını alnıma, oradan şakağıma ve yanağıma doğru öpücüklerini sıralamaya başladığında, gözlerim bu küçük ama yüreğime sevgi ve şefkat aşılayan öpücükler karşısında huzurla kapandı.

"Şu an oldukça huzurlu bir yerde olduğuma emin olabilirsin." Diyerek mest olmuşçasına mırıldanırken, yüzümü kavramış ve dudağımın kenarına derin öpücüğünü konduran Asafla titrek bir nefes bıraktım. Bu büyülü andan, duyduğum kapı gıcırtısıyla ve hemen ardından gelen öksürük sesiyle sıyrılmak zorunda kaldım. Telaşla Asaf'tan ayrılırken, yine Nehire yakalanmış olmak için neleri vermezdim.

İçeri giren Semra teyze olmasaydı tabi.

Bilmem kaçıncı rezilliğimle yüzüm kıpkırmızı olurken, az önce Asaf'ın sigara içmek için açtığı pencereden kendimi aşağıya atmak istiyordum. Semra teyzenin bana değil ama oğluna ters ters bakmasıyla bakışlarımı daha fazla onda tutamayıp, arkasından zevkle sırıtarak bana bakan Nehire diktim. Benim rezilliğimle keyif alan arkadaşıma sinirlenemeyecek kadar utançım hat safhadaydı. 

"Ben şunları götüreyim." Utançtan içime kaçan cılız sesimle masaya koyduğum bardak dolu tepsiyi alıp adeta kaçarcasına mutfaktan çıktığımda, arkamdan Asaf ve Semra teyzenin konuştuklarını duyunca daha çok yerin dibine girmek istemiştim.

"Utanmıyor musun kızı mutfak köşelerinde kıstırıp, öpmeye?"

"Utanmıyorum."

"Anası babası içeride oğlum, ayıp!"

"O benim nişanlım! Ayza'yı öpmeyip kimi öpeceğim anne?" Asaf benim yüzümde ki utanç ateşini harlarken, tüm bedenim adeta alev aldı. Böyle arsız ve ağzına geleni direkt söyleyen bir adama aşık olmak için ne günah işlediğimi düşünürken, Asaf'ın sözlerinin ardından kulağıma bir sinirli ses ve bir de kahkaha dolmuştu.

"Edepsiz!" Diye oğluna kızan Semra teyzenin ardından Nehir'in kahkahası duyulmuştu.

Sofra hazır olduğu sıra Ezgi gelmiş ve herkesle merhabalaştıktan sonra banyonun yerini gösteren Nehirle üst kata ellerini yıkamaya gitmişti. Aşağıya indiğinde, Semra teyze yemekleri soğutmamak adına herkesi sofraya davet etmişti. Mümkün olduğunca Ezgi ile herhangi bir sohbetin içine girmemeye çalışacaktım. Hoş, aramızdaki gerginlik ne kadar etrafa yansıyordu bilmiyordum ama bunu aileme yaymamak için zaten elimden geldiğinde sohbet içinde olmayacaktım.

Asaf hâlâ oturup kalkmakta biraz zorluk çektiğinden masaya gelip aramızda olma şansı yoktu. Ona önce çorbasını ve yanına koyduğum iki dilim ekmekle küçük bir tepsi hazırlayıp götürdüm. Dizlerine dikkatle bıraktığım tepsiyle tek başına yiyip yiyemeyeceğini kestirmeye çalıştığımda, ne düşündüğümü anlamış gibi ters ters yüzüme baktı.

"Yemeğini ye Ayza, başımda dikilme!" Diye beni adeta başından savuşturduğunda, hiç ikiletmeden masaya geçtim. Asafı bakış açıma alabildiğim yerime oturduğumda, yanımda da Nehir vardı. Geldiği andan beri Ezgi'yi kötü bakışlarla süzüp, her şeyi bildiğini adeta belli ederken sofrada bile buna devam etmesiyle dirseğimi çaktırmadan koluna geçirdim. Uyarımı alarak ofladığında, önündeki çorbasını içmeye başladı.

"Çetin oğlumda gelseydi.." Dedi Semra teyze, yokluğuyla üzülmüş gibi.

"Ben aradım onu birazdan geleceğim, yemeğe beklemeyin beni dedi." Annem, Semra teyzeyi cevapladığında, aç hissetmediğim için zorla yudum aldığım çorbamla annemin sesi yeniden ulaştı bana.

"Kızım sen evli misin?" Sorusunu yönelttiği kişiyi elbette tahmin ederek bakışlarımı Ezgiye diktiğimde, annemi tüm kibarlığı cevapladı. "Yok teyzecim değilim."

"Maşallah maşallah, pekte güzelsin." Dedi içten ve beğeni dolu bir sesle.

"Çok teşekkür ederim.." Dediğinde, yüzünde utangaç bir gülümseme peydah olmuştu.

Ezgi gerçekten de güzel bir kadındı ve kafamda bazen onunla kendimi karşılaştırmadan duramıyordum. Benim günlerdir berbat derecede solgun duran yüzüm bir ölüyü andırırken, onun capcanlı ve pürüzsüz duran cildi bebek gibiydi. Mavi gözleri ve dalgalı sarı saçları yüzünün güzelliğine güzellik eklemişken, fizik olarak benden çok daha ötedeydi zaten.

İçeri girer girmez üzerinde gördüğüm önü açık ve üstüne tam oturan kırmızı bluzu ona çok yakışmışken, beliren köprücük kemikleri ona seksi bir hava katmıştı. Teni benim gibi bembeyaz değildi mesela. Bronz bir tene sahip bu kadının altına giydiği ve uzun bacaklarını saran jean pantolonu ona yakışmıştı. Ve bu kadın Asaf'ı seviyordu.

Ama Asaf seni seviyor Ayza.. İşte bu gerçek, canımı sıkan o gerçekleri bana unutturuyordu.

"Ne iş yapıyorsun kızım sen?" Annemin bitmeyen sorularıyla Ezgiyi biri için gözüne kestirdiğini anlarken, bunun abim olmaması için içimden dualar ettim. Ki zaten abim böyle bir şeye şiddetle karşı çıkardı. Hem Verda olayına da az çok hakimlerdi. O yüzden abim seçeneğini eledim ve Poyraz olmamasını da umdum. Çünkü yanımda ki Nehir'in gazabından kimse kurtaramazdı annemi.

"Mimarım ben de." Ben de.

"Ömer'im gibi yani, ne güzel ne güzel.."

Semra teyze duyduğuyla oldukça mutlu olurken, olmayan iştahım iyice kapandı ve önümdeki çorbayı daha yarılayamadan olduğu gibi bıraktım. Sırtımı sandalyeye yaslayıp bakışlarımı sadece koltukta uzanan Asafa verdiğimde, onunla göz göze gelmeyi elbette beklemiştim. Sanki ne düşündüğümü biliyor gibi kaşlarını çatmış, ona götürdüğüm çorbayı içmeyi bırakmıştı.

"Zaten mimar olmamın sebebi o. Bana hep çizim yeteneğimin çok iyi olduğunu söyleyip beni o yönlendirdi buna. Çizdiklerime bayılırdı." Dediğinde, eskiyi anlatmaktan oldukça mutluydu ve bu sevinç ses tonuna da yansımıştı.

Asafa bakarak alayla güldüğümde, anlayamayacağım ve bu mesafeden bir şeyler homurdandı. Ne yazık ki hafifçe kıpırdayan dudaklarını da okuyamamıştım. Kollarımı birleştirip Ezginin geçmişi özlemle yad etmesini dinledim.

"Babam aslında Ezgi'nin doktor olmasını çok istedi. Abim ve bende isterdik doğrusunu söylemek gerekirse ama o bizi değil, Ömeri dinlemeyi tercih etti." Ediz de bu sohbete dahil olduğunda, içimden neden acaba diye geçirdim. Asaf'ın anlayacağı bir şekilde yüzümde bulunan o alaycı tebessümümde yavaşça solduğunda, Nehir'in kulağıma yaklaştığını hissettim.

"Sana dedim gerizekalı! Abime söyleyecektin ki bu kadın şu an karşında böyle neşeli neşeli oturup geçmişi anlatamazdı!" Nehiri duymamaya ve ona haklılık payı vermemeye çalışırken, Ezgi'nin bilerek veya bilmeden tamamen saf bir şekilde söylediği sözler sabır kotamı zorluyordu.

"Ama hep yeteneğimi harcamamı ve böyle bir alanda ilerlememi söyledi bana. Nasıl dinlemezdim ki Ömer Asafı? Hem, iyi ki de dinlemişim. Şu an olduğum yerden çok memnunum."

Sinirli bir nefes verirken, bu kızı sorun etmeme çabam buraya kadardı. Bu kız benim için koca bir sorundu. Bu tavırlarıyla canımı sıkmaktan başka bir şey yapmıyordu. Hastane de, ben sizin ilişkinizde sorun yaratacak bir kadın değilim demesine rağmen bunları bilerek yaptığını bile düşünecektim.

"Ne güzel kızım. Başarıların daim olsun inşallah."

"Çok teşekkür ederim Semra teyzecim." Dediğinde, o ses tonu bile beni irrite etmeye başlamıştı artık.

"Şu an nerede çalışıyorsun kızım?" Orhan amcanın yönelttiği soruyla bu konudan çıkamayacağımızı anlayarak bıkkınlıkla soluklandığımda, bu sorunun cevabını çok iyi bildiğim için bir gram merak uyanmamıştı bende. Hoş, bilmesem bile bu kadının nerede, ne iş yaptığını benim umurumda olmazdı.

"Ben, Ömer Asaf'ın eskiden çalıştığı şirkette çalışıyorum."

"Aa, öyle mi?" Diye şaşıran Semra teyze olurken, başını evet anlamında sallayan Ezgi'nin yüzünde ki gülümseme gittikçe büyüyordu.

"Evet, sağ olsun çok yardımcı oldu. Araya girerek işimin olmasını daha da hızlandırdı ve bana referans oldu." Deyip omuzunun üzerinden arkasında kalan Asafa bir bakış attığında, "Hakkını ödeyemem." Dedi minnet eder gibi.

Bu benim için son nokta olurken, sandalyemi bacaklarımla geriye itip hızla ayaklandım. Çıkan sesle bakışlar bana dönerken, içemediğim çorba kasemi servis tabağı ile birlikte alırken, "Şunları götüreyim.." Dedim.

Masadan kalktığım anda annemle göz göze geldiğimde, kaşlarını çatmış ve tepkimi anlamaya çalışıyor olduğunu görmüştüm. Annemin gözünden genelde bir şey kaçmayacağını bildiğimden, az çok kafasında parçaları birleştirirdi.

Kaçan iştahımla yarısına bile gelemediğim çorbayı döktüğümde, diğer yemeklerden yemek bile istememiştim. Kendimi toparlamaya ve sinirlerimi bozacağım bir şeyin olmadığını da kendime ispat etmeye çalıştığımda, bu hallerimin dikkat çekeceğini bilerek salona geri döndüm. Üstelik Ezgi'ye onu hâlâ sorun ettiğimi belli edip bu zevki yaşatmak istemedim.

Döndüğümde, konu Ezgi ve Asaf'tan tamamen uzaklaşmıştı. Babamlar Ediz'in ailesinin şirketi ve yaptığı işlerle ilgili konuşurken, çorbalarını bitirmeleriyle servis tabaklarını toplayıp mutfağa götürdüm. Arkamdan Nehir de bana yardım etmeye gelirken, hâlâ sıcaklığını koruyan yiyecekleri tabağa servis edip içeri götürdük.

Asaf'ın benim gibi içmediği çorbasının olduğu tepsiyi alarak mutfağa götürdüğümde, yemeği şimdi değil belki daha sonra yiyeceğini söylemişti. Kesinlikle huzursuzluğumu yansıttığım Asaf'ın da iştahını kapatmıştım. Uzanmaktan sıkıldığını söyleyerek oturur bir pozisyon aldığında, başta ona kızsam da Asaf'ı da anlayabiliyordum. Saatlerce uzanıp gelenin gidenin sana geçmiş olsun deyip durması bir müddet sonra insanın canını sıkıp bunaltırdı. O oturduğunda, bende battaniyeyi katlayıp üst kata çıkarmıştım.

Yenilen yemek sonrası sofrayı annelerimize, Nehirle birlikte yardım ederek topladığımızda, bize yardım etmek için ayaklanan Ezgiyi, sen misafirsin ve yabancısın otur lütfen diye kibarlık yapar gibi gözüken ama aslında onu iğneleyici bir şekilde bozan Nehirle, Ezgi yerine oturmuş ve elini bir şeye sürmemişti. Nehir gibi bir arkadaşı olanın sırtının asla yere gelmeyeceğinin bir kere daha farkına varmıştım.

Topladığımız mutfakla ardından çay suyu koyarken, telefonu ısrarla çalan Nehir odasına çıkıp konuşmaya gitmiş, annemlerde salona geri geçmişti. Aralık mutfak kapısından giren bedenle suyun kaynamasını beklerken oynadığım telefonumdan başımı kaldırdığımda, gelenin Ediz olduğunu görmüş ve telefonu arka cebime sıkıştırmıştım.

"Bir sigara içebilir miyim burada?" Diye kibarca sorduğunda, ona başımı sallayarak onay vermiştim.

"Tabi." Dedim birde bu onayı sesli dile getirerek.

Cebinden çıkardığı sigara kutusundan bir dal alıp kutuyu yerine koyarken, mutfağın camını açıp yaktığı çakmakla sigaranın ucunu ateşledi. İçine çektiği sigarayla dumanı dışarı üflediğinde, bedenini bana döndürüp içeriyi kokutmamak için kolunu camdan sarkıttı.

"Kardeşimden pek hoşlanmıyorsun anladığım kadarıyla?" Diye gülerek tespitini bana onaylatmaya çalıştığında, bir an ne diyeceğimi bilemeyerek kala kalmıştım.

"Hoşlanmıyorum." Dedim dürüst davranarak. "Hatta senden de çok hoşlandığım söylenemez." Deyip bu dürüst olma işini biraz fazla abarttığımda, başını eğip erkeksi bir gülüşle doldurdu mutfağın içini.

"Farkındayım.." Deyip Asaf gibi o zehiri ciğerleriyle buluşturduğunda, dışarıda ki rüzgarla onun camdan üflediği duman yine içeri doğru süzülüyordu ve burnuma dolan bu sevmediğim kokuyla yüzümü buruşturdum.

"Ezgi sandığın gibi biri değil." Dedi kardeşini savunma çabasına girerek.

"Kardeşinin veya senin nasıl biri olduğun beni pek ilgilendirmiyor açıkçası."

"O çocukluktan beri Ömer Asafı hep çok sevmiştir. Dert ettiğin buysa, merak etme. Ezgiden sizi huzursuz edecek bir şey çıkmaz." Yavaştan ciddileştiğinde, Ezgi'nin nişanlıma fazla gösterdiği ilgiyi demek ki abisi de farkındaydı.

"İçeride çokta huzurlu olup, kahkahalarla sohbetinize katıldığımı hatırlamıyorum?" Dedim alayla gülerken.

"Ezgiyi sorun etmek yerine kahkahalar atıp bize katılabilirdin." Dedi benim gibi alaycı bir tavırla.

"Kardeşini sorun etmiyorum." Dedim bunun aksi mümkün değil dercesine katı bir sesle.

"Hı hı, bunu çok net görüyorum." Alayla erkeksi kahkahasını atıp sigarasını keyifle içerken, yaslandığım tezgahtan ayrılıp ona doğru adımladım.

"Kardeşin ve sen bizim sorun edebileceğimiz insanlar değilsiniz bile! Sizi niye sorun edeyim ben?" Deyip sinirlenmeye başladığımı hissettiğim an karşısında dikildiğimde, sigarasını dışarı üflemiş ve yağan yağmurla sert esen rüzgar o dumanı benim yüzüme geri üflemişti.

"İşte bende onu diyorum, niye bizi sorun ediyorsun ki? Biz kötü insanlar mıyız?" Benim onları sorun ettiğimden emin gibiydi. Onlardan hoşlanmadığımı söylemişken, elbette bunu düşünebilirdi. Zaten kardeşi başlı başına bir sorundu ama Ediz bir sorun olur muydu emin değildim. Dönüp dolaşıp Asaf'ı yine aynı yerden vurmaya kalkarsa, evet o benim için artık büyük bir sorun olurdu.

"Bilmem, iyi insanlar mısınız?" Dedim karşısında kollarımı birleştirip cevabını merak ettiğim sorumu sorarken.

"Çokta iyi bir adam olmadığımı söylemiştim." Deyip komik bir şey söylemiş gibi sırıttığında, "Dini inançlarına aşırı bağlı biri değilim mesela. Eee sigara ve alkolde var. Aramızda kalsın ama lise döneminde de soruları çalıp cevaplarıyla birlikte para karşılığında satardım. Kul hakkına girer mi bu da?" Dedi beni şaşırtarak.

Dengesiz bir adam olduğu kanısına şimdi kesinlikle onaylamıştım. Beni arabasıyla eve bırakıp Asaf'ın bizi gördüğü gün bunun farkına varmıştım. Arabada kötü niyetim yok derken Asafla karşı karşıya geldiği an ona İzel muhabbetini açması bende büyük bir şaşkınlık yaşatmıştı.

"Onu bilemem ama bir kaza sonucu arkadaşını kaybeden yaralı bir genç adama, hiçbir suçu yokken katil yaftalaması yapıştırmak kul hakkı ve de büyük günahtır." Dedim şaşkınlığımdan sıyrıldığım an çeneme engel olamayarak.

Dudaklarına götüreceği sigarayla eli şokla duraksarken, onu aniden indirdiğim darbe anlaşılan baya sert gelmişti. Söylediğimden ötürü pişmanlık hissetmezken, yarıladığı sigarasını içmeyip camdan attı.

"Bak.." Deyip ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi derin bir nefes verdiğinde, sıkıntıyla elini ensesine götürüp saç diplerini kaşıdı gergince. "Ne kadar inanırsın bilmiyorum ama artık gerçekten geçmişe takılıp yaşayamayacağımın farkına varalı çok uzun zaman oldu."

"Neden inanayım ki? Asafa zeytindalı uzatıp yardım etmiş olman benim için pek bir şey ifade etmiyor." Dediğimde, ne kadar söylemek istemesem de evet bir minnet borcumuz vardı sanırım çünkü bu yargı sürecini daha da hızlandırmaya yardımcı olmuşlardı. Ama bu kadardı benim için. "Ben sadece Asaf'ın hisleri neyse onu bilir onu savunurum. O da şu an bir çıkmazda."

"Onu anlıyorum. Gençtik ve o yaşta birçok şey yaptık Ayza. Bunun sonuçları oldu. Bir tanesi çok ağır oldu hem de." Dediğinde sesi durgunlaşmış, gözleri o ana dönmüş gibi uzaklara dalmıştı. Onun ne hissettiğini bilmeden sert mi çıktım diye düşünürken, böyle bir durumla ikinci kezdir karşılaşıyordum. Başta acımasızca sarf ettiğim sözlerin karşımdakine verdiği etkiyi görünce anlık bir pişmanlık duygusu beni buluyordu. Bu onun arabasına bindiğim günde olmuştu.

"On sekizdik ve hangimiz mantıklı düşünebiliyordu ki o yaşlarda? Ben, sevdiğim kıza hislerimi söyleyemeden onun gitmesinin bir suçlusunu aradım belki de. Ya da onun hayatım boyunca sadece arkadaş olarak yanımda kalmasına bile razıyken, bir kazanın onu benden almasının suçlusunu aradım.." Sesi bir duvar gibi çatlarken, o çatlakların arkasında ki on sekiz yaşında olan ve sevdiği kıza hislerini söyleyemeden elinden kayıp gidişini izleyen Edizi gördüm. O Ediz, yaralıydı. "Ama ben artık keşke demek istemiyorum. İzel hep keşkem olarak kaldı benim. Bir zamanlar yediğimiz içtiğimizin ayrı gitmediği, dostum dediğim adama da keşkem demek istemiyorum Ayza."

Sözleri açık pencereden esen sert rüzgarla birlikte yüzüme çarpıp bedenimi üşütürken, seslice yutkundum. Sanırım bu da bana biraz ağır gelmişti. Üstelik iki gün önce Asaf'ı kaybetmenin eşiğine gelmişken, şu an onun ne demek istediğini biraz anlamıştım sanırım.

Kaynayan suyun fokurdayan sesiyle kendime gelirken, benden bir cevap beklemediğine emin olduğum Edize yavaşça başımı salladım anladım dercesine. Gerçekten de anlamıştım. Mutfağın kapısı tekrardan açılırken, Asafı bugün ikinci kez bu mutfakta görmek beni şaşırtmaktan çok artık kızdırıyordu.

"Ne konuşuyorsunuz siz?" Deyip açık pencerenin önünde duran Edizle benim suratıma dik dik bakarken, onun sorusunu duymazdan gelip "Ne diye yine ayağa kalktın sen? Hayır oturmak çok zor olmamalı!" Dedim azarlarcasına.

"Sigara içmeye gelmiştim." Asaf'ın sorusunu yanıtlamadan geçmeyen Edizle, bizimkinin bakışları sigara arar gibi Ediz'in elinde dolaştı. "Nerde lan sigaran?" Dedi tamda tahmin ettiğim gibi. Hayırdır gibisinden bir göz kırparken, bu adamın erkek bir sinekle bile aynı havayı solumama delirdiğine inanamıyordum.

"İçtim?" Dedi Ediz sorarcasına.

"O zaman salona geç?" Asafta aynı tonlamayla ona karşılık verirken, Ediz benim saniyesinde anladığım kıskançlığı daha yeni fark etmiş olacaktı ki elini omuzuma koyup "Allah sana sabır versin. Çekilmez bu bir ömür." Dedi dalga geçerek. Ama sesinde Asaf'ın bu kıskançlığının onu eğlendirdiğine dair izler vardı.

"Eline koluna sahip çık. Sonra senin o elini götüne sokmayayım." Tehdit dolu bir sesle adeta Edize hırlayan Asaf'ın bakışları onun hâlâ omuzumda duran elindeydi. Küfürüyle gözlerim büyüdüğünde, bir kurt gibi Ediz'in üzerine atlamayı bekleyen Asaf'la korkuyla kendimi geri çekerek o elin omuzumdan düşmesini sağladım. Ediz'in hayatta kalması için en mantıklı olanı yapmıştım.

Ediz bu tehdidi hiç ciddiye almadan kahkaha atarak Asaf'ın yanından geçip mutfaktan çıktığında, onun arkasından ters ters bakmaya devam eden kıskanç nişanlım "Gevşek.." Diye söylendi.

"Sen manyaksın!" Deyip bu anlamsız kıskançlığı karşısında cırladığımda, çoktan salona giden Ediz'in arkasından hâlâ kötü bakışlarla bakmayı sürdüren Asaf'ın o siyahları sesimle birlikte benim yüzümle buluştu.

"Yeni mi anladın?" Dedi burnundan solurken. Ne yazık ki bu gerçekle çok önceden tanışmıştım ben ama gel gör ki her seferinde bu tepkiyi vermekten kendimi alamıyordum. "O sana dokunan elini, kolunu sikerim. Delirtmeyin beni." Diyerek beni mutfakta şaşkınlıktan açılan ağzımla baş başa bırakıp salona geri döndü.

Asaf'ın kıskançlığına diyecek tek bir kelimem bile yoktu artık. Hem Ezginin içeride ona her attığı bakışta çok daha fazlasını o kadına kendim yapmak istemiştim. Zihnimde zevk alacağım birçok kanlı görüntü canlandırmışken Asaf'a kızmak pekte içimden gelmemişti. Bu kıskançlık bizi yiyip bitirecekti fakat buna engel de olamıyorduk. Ne o ne de ben.

Çayı demlediğimde, Nehir nihayet aşağıya gülen bir suratla inmişti. Yumuşamış olduğunu anlarken, arkadaşımda da bende bulunan saflığın aynısı vardı. Ve sanırım bu yüzden yakın arkadaştık. Ezginin getirdiği pastayı da dolaptan çıkarırken, demlediğim çayların yanına servis etmiştik. Ev tatlıdan geçilmiyordu ve bu en çok sanırım Nehir'in işine geliyordu. İstediği kadar yiyor ve asla kilo almıyordu. Çayları ve tatlıları salona götürüp bıraktığımızda, Asaf seviyor olmasına rağmen pastayı geri çevirmiş sadece çayını almıştı.

Herkese ikinci bardaklarını verip yerime geçeceğim sıra, çalan zille Nehir kapıyı açmaya yönelmişti ki ayakta olduğum için onu durdurup elimde ki tepsiyi masaya bırakarak kendim gidip açmıştım. Abimin geldiğini tahmin etmiştim zaten ama yanında Verda'yı görmek beklediğim bir şey değildi. Yüzüme tokat yemişim gibi irkildiğimde, dışarıda saatlerdir kesilmeden yağan yağmurun estiği soğuk rüzgar bile beni ürpertmemişti böyle.

"İçeri almayacak mısın Ayza?" Abimin benim kala kalmamla uyarı dolu sesi kulaklarıma dolarken, boş bakışlarımı benden bakışlarını kaçıran Verda'dan alıp abime diktim. Aynı boş ve ruhsuzlukta ona da bakıp kapının önünden çekilirken, hazır olmadığım bu yüzleşme beni erkenden yakaladığı için bozguna uğramıştım.

İçeri geçen abimin arkasından gelen Verda bana bakmayıp bakışları yere sabitlemişken, kapıyı arkalarından kapatıp üstlerini çıkarmalarını bekledim. Abim boynuna sardığı kırmızı atkıyı çıkarıp siyah paltosu ile birlikte asarken, Verda da beresini ve montunu çıkararak abiminkilerin yanına asmıştı.

"Nasılsın Ayza?" Verda'nın çekingen sesi ve bakışları bana yöneldiğinde, o bakışlarını bende çok fazla tutamıyor ve oynamaya başladığı parmaklarına düşürüyordu gözlerini.

"İyiyim, sen nasılsın?" Dediğimde, sesimde ki bu soğuk tona engel olamamıştım. Ve bu benim canımı sıkmıştı. Verda ile ilk kez böyleydik ve bu gerçekten acı vericiydi.

"İyiyim.." Dedi cılız bir tonda.

"Edizler hâlâ burada mı?" Abimin sorusu aramıza girerken, bakışlarımı daha bana uzunca bakamayan Verda'dan alıp abime döndüm.

"Evet.." Diye yanıtladım onu da soğuk bir sesle. Belki Verda'nın geleceğini haber verseydi, buna hazırlıklı olabilirdim.

Verda'nın geleceğini sana söyleseydi kabul edecek miydin Ayza? Diye cevabını bildiğim bir soru yöneltti bana iç sesim. Etmeyecektim. Çünkü bir yüzleşmeye hazır olduğumu hissetmiyordum. Üstelik onca ayların hatırına ağzımdan Verda'yı kıracak bir şey de dökülsün istemiyordum. Bu yüzleşmenin, içimde ki kırgınlığı ve kızgınlığı biraz daha aştığım zaman yaşanmasını isterdim.

Abimin içeri geçmesiyle bizde onu arkasından takip ederken, Verda'nın geldiğini gördüklerinde herkes ayaklanmış ve hoş geldin demişlerdi. Abim ise Ediz ve Ezgi ile sarılmıştı. Verda ise Semra teyze ve Orhan amcanın gayet samimi yaklaşımına karşı hâlâ çekingendi. Sanırım benim gibi olan bir de Nehir vardı.

"Nehir, Verda kızımızla Çetin abine bir çay getir." Semra teyzenin Nehire verdiği komutla o oturduğu yerden isteksizce ayaklanırken, Verda'nın o mahcup sesi durdurdu Nehiri.

"Gerek yok efendim, ben kalkacağım zaten." Dedi.

"Olur mu öyle şey? Bir sıcak çayımızı içmeden bırakmam." Diyen Orhan amca duraksayan Nehire dönüp, git getir anlamında bir baş hareketi yaptı ve Nehir adımlarını yeniden harekete geçirerek mutfağa gitti.

"Kardeşim daha iyi misin? Var mı bir sıkıntı?" Abimin ilgiyle Asafa yönelttiği soru karşısında Asaf ona sırıtırken "Ne o çok mu merak ettin beni?" Dedi hoşuna gitmiş gibi.

Onların bu hallerine herkes alışık olduğu için gülerken, benimde normalde tebessüm edeceğim bu anla dudaklarım bile kıpırdamamıştı. Günlerdir her şey üst üste geliyor gibiydi zaten birde bu beklenmedik anla buna gücümün olduğunu hissetmiyordum.

Abim ona gözlerini devirirken, herkes gibi o da gülmüştü buna. "İyiyim iyiyim, merak etme." Dedi Asaf bu kez ona düzgün bir cevap vererek.

Ben sandalyeyi çekip oturduğum yerden ortamın sessizleşmesini boş gözlerle izlerken, Nehir elinde tuttuğu tepsiyle içeri girmişti. Onlara çay ve pasta verirken, Verda hiç birine elini sürmeden konuya girmişti.

"Ben yaşananlardan ötürü çok özür dilerim. İnanın böyle olmasını asla ama asla istemezdim." Diyerek cümlelerine başladığında, çatırdayan ses tonu onun her an ağlamasına ramak kalmasını ele vermişti. "Ömer, gerçekten çok üzgünüm."

"Kızım senin ne suçun var neden özür diliyorsun?" Asaf'tan önce Orhan amcanın gür sesiyle Verda'nın söylediklerine cevap verirken, "O kötü kalpli herifin yaptığı şey senin suçun olamaz." Dedi.

"Verda, kendini suçlu hissetme. Seni korkutup, sustururken yapacağın hiçbir şey yoktu." Diyen Asaf'la, başımı eğip sessizce gülmeme engel olamadım. Vardı. Yapacağı bir şey vardı. O da susmamaktı.

"Özür dilerim." Diye tekrarladı kendini. "Belki de nişanınıza hiç gelmemeliydim." Dedi ve başını eğdi mahcubiyetle.

"Verda, son kez diyorum. Bu senin suçun değil!" Asaf sertleşen sesiyle Verda'ya kızmıyordu. Ona bir abi edasıyla yaklaşıp üzerinde ki bu suçluluk hissini atmasına uğraşıyordu. Abim zaten Asaf'tan bunları duyacağını biliyor gibiydi ve oldukça rahattı. "Suçlu olan cezasını çekecek. Hem sana yaptığı tehdidin, tacizlerin, hem de bana yaptığının suçunu çekecek. Kendini suçlama ve gönlünü rahat tut." Dedi.

Verda peki dercesine başını sallarken, Asaf bana bir bakış atmıştı yaptığı konuşma sonrasında. Gözlerimde ne gördüyse o kaşlarını derinden çatarken, abim gibi o da benim bu tutumumdan hoşlanmıyordu. Fakat ikisi de aşık olduğu insanın bıçaklanma anını gözlerinin önünde yaşamamıştı. Asaf'ın gözleri önünde ben böyle bir şey yaşasaydım, tutumu yine bu olur muydu? Yoksa sebep olan herkesi öfkesiyle yakar mıydı? Ben ikincisi olacağından oldukça emindim.

"Sende bizim kızımızsın artık. Bir şeye ihtiyacın olursa, başına yine böyle bir şey gelirse bizim kapımızı çal kızım." Bu sözlerin sahibi babamken, Verda'yı en çok ondan bu kelimeleri duymuş olmanın mutlu ettiğini ise az çok tahmin ediyordum. Abimi seviyordu. Yani öyle umuyordum. Bundan sonra nasıl devam edeceklerdi bir fikrim yoktu ama abimi sevdiğini göz önüne alırsak, şüphesiz ki babamın bu yaklaşımı onu çok mutlu etmiş olmalıydı. Üstelik bir tek onun değil, abimin de babama gülen gözlerle bakmasıyla bu sözlerden mutlu olduğunu anlamıştım.

"Teşekkür ederim.." Dedi titreyen bir sesle. Ellerini dizlerinin üstünde birleştirmiş ve gerginliği her halinden belli oluyordu.

"Kaç yaşındaydın sen kızım?" Annemin Verda'yı göz alıcı bir bakışla süzerken sorduğu soruyla Verda'nın yüzünü tam göremesem de utandığı için saniyeler içinde kızaracağını biliyordum.

"Yirmi dört." Dedi utangaç bir sesle tahminimi doğru çıkararak. O benim arkadaşımdı ve tanıyordum.

"Maşallah.."

Arkadaşımdı. En çok bu üzücüydü benim için. Arkadaşı olmama rağmen gelip bana anlatmamıştı. Suçu kendimde de arardım. Ona gidip hiç o adam seni rahatsız ediyor mu etmiyor mu diye sormamış olsam, arkadaşlık görevimi yapmadığım için kendimi suçlardım. Ama ben ona açıkça gidip sormuştum ve gözlerimin içine bakarak öyle bir şey yok demişti. Evet öyle bir şey var deseydi şu an bu özür konuşmasını bile yapmıyor olurdu. Ben onu ne abimi dövdüklerinde ne de Asaf omuzundan yaralandığında suçlamıştım. O yine özür dileyip suçluluk psikolojisine girmişken bile ben onun yanında olmuştum. Bunu kabul edemiyordum.

"Ayza, biraz konuşabilir miyiz?" Verda'nın oturduğu yerden ayağa kalkıp, bana lütfen dercesine bakmasıyla benim sıramın geldiğini anlayarak başımı tamam anlamında sallarken bende yerimden kalmıştım.

"Mutfağa geçelim." Dedim önden ilerleyerek. Abime bir bakış attığımda, benim sanki Verda'yı kırıp, üzeceğimden emin gibi sadece dudaklarını oynatarak "Lütfen." Demişti.

Bir karşılık vermeden mutfağa geçtiğimde, arkamdan da Verda girmiş kapıyı kapatmıştım. Masaya geçip baş köşede ki sandalyeyi çekip otururken, Verda hâlâ ayaktaydı. Onun sandalyesini de uzanarak çektiğimde, "Otur lütfen." Dedim buz gibi hallerimden biraz arınmaya çalışarak.

Çektiğim sandalyeye oturup ellerini masanın üzerinde birleştirdiğinde, bakışlarını da ellerine düşürmüştü. Anlaşılan ne söyleyeceğini, nasıl başlayacağını bilemiyordu. Bende bilmiyordum. Kızgın ve kırgın biri nasıl başlardı ki cümleye?

"Ayza, öncelikle özür dilerim.." Deyip nihayet dudaklarını araladığında, içeride duyduğum sözlerin aynısını duymak istemeyerek "Özre gerek yok, olan oldu." Dedim. Ne kadar buzlarımı kırmaya çalışsam da, en azından bunu bana lütfen dercesine bakan abim için yapmaya çalışmış olsam da, ses tonumdan soğuk rüzgarlar esiyordu.

"Bilmiyordum böyle olacağını. Bilsem.."

"Bilsen yine susar mıydın?" Diye sordum gerçekten merak ederek. Kollarımı birleştirip sırtımı arkama yasladığımda, başını hızla iki yana salladı.

"Asla Ayza.." Dedi çatallı bir sesle. Gözleri ise kızarmıştı ve her an ağlayabilirdi.

"O zaman neden bunun olacağını hesap edemedin de sustun Verda?" Dedim sertçe.

"Ayza.."

"Susman hiçbir işe yaramadı! Olan Asafa, sana, abime, bana oldu!" Diye içimde ki öfkeyi döküp sırtımı yasladığım sandalyeden ayırıp masada ona doğru yaklaştığımda "Hiçbir şey daha iyi olmadı!" Dedim ve titreyen sesim güçlü durma çabamı yerle bir etti.

"Beni anlamanı beklerdim." Dedi hayal kırıklığıyla. "Belki hakkım değil, çünkü bende kendimi gerçekten suçlu hissediyorum ama senin beni anlamanı beklerdim Ayza." Deyip titreyen alt dudağını ısırdı ve kızaran gözlerini benden kaçırdı.

Bunu beklemediğim için bir an ne diyeceğimi bile bilemezken, sertçe yutkundum. Fakat boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Başkasının değil ama senin beni anlayacağını düşünmüştüm.." Dedi bir kere daha.

"Seni ben zaten anlıyorum. Senin hep de yanında oldum ben Verda. Ama susarak, kimseye bir şey anlatmadan olayların bu noktaya gelmesine izin vermeni anlamıyorum!"

"Hiç, sevdiğin birinin öldürülmesiyle tehdit edildin mi?" Diyerek beni bir kere daha beklemediğim bir yerden vurup hazırlıksız yakalarken, kızaran gözleriyle burukça gülümsedi. "İnşallah edilmemişsindir. Bunun olmasını asla istemem ama hiç oldu mu Ayza?"

Sorusu karşısında başımı yavaşça iki yana salladığımda, buruk gülümsemesi aldığı cevapla biraz daha yer etti yüzünde. "İyi ki de edilmemişsin." Dediğinde, bunu söylerken ki samimiyetinden şüphe etmemiştim bile. "Ben sırf Çetinin bir kılına dahi zarar gelmesin diye ondan uzaklaşmak zorunda kaldım. Eğer bunu yapmazsam, onu öldüreceğini söyledi. Yapamazsın dedim, Çetinin perişan olana kadar dövüldüğü gerçeği tokat gibi indi yüzüme. Bunu yapan adam daha ileriye de gidebilirdi." Dedi sesi gibi bedenide titrerken.

Söyledikleriyle elim ayağım aniden buz gibi olurken, birinin beni Asafı öldürmekle tehdit ettiğini düşünmek kanımı dondurdu. Ama ben böyle bir durumun karşısında asla susamazdım. Evet bazen benimde Asaftan korkup, çekindiğim için sakladıklarım oluyordu fakat bu çok başka bir şeydi. Orta da birinin canı söz konusuysa, ben bas bas bağırırdım.

Ya da bunu hiçbir zaman yaşamadığın için öyle sanıyorsun Ayza diyen acımasız iç sesimin gerçeklerine kulaklarımı tıkadım.

"Abime anlatsaydın..."

"Denedim!" Diye kesti sözümü. Dolan gözlerinde ki yaşları daha fazla taşıyamayarak bir damlayı özgürlüğüne kavuştururken, ördüğüm duvar çatırdadı bu görüntü karşısında. "Yemin ederim denedim. Sabah beni alıp birlikte kahvaltı yapmaya gittiğimizde söyleyecektim. Ama tam iki üç masa ilerimizde oturup, bana o iğrenç gözleriyle bakarak neler yapabileceğini hatırlattığı an yapamadım!"

"Sana geldim sordum. Orada yalnızdık, bana anlatabilirdin!" Dedim bu sebeplerin hiçbiri bana yeterli gelmediğinde. Belki çok acımasız görünüyor olabilirdim hatta bu benim tanıdığım Ayza mı diye sorguluyor da olabilirdi. Ama yaşananlar karşısında ben ailem gibi yumuşak kalamıyordum. En ağır, acı yarayı ben almıştım çünkü.

"Ayza, kafeden çıkıyorum sokağın karşısında. Eve gidiyorum yoluma çıkıyor. Cama çıkıyorum, evimin önünde! Böyle takıntılı birinin yapacaklarının sınırı yoktur, bende bunu riske atamadım. Belki inanırsın, inanmazsın ama kendimden önce ben Çetini ve seni düşündüm. Çetine bir şey olursa senin perişan olacağını biliyordum." Verda'nın usulca akıttığı gözyaşlarıyla ben bakışlarımı kaçırırken, çatırdayan duvarlarımı sağlama almak istedim ama bunu ellerimin üzerine kapanan ellerle yapamadım ve duvarlarım biraz daha yerinden oynadı.

"Bunların hepsi için çok üzgünüm ama perişan olmama da engel olamadın Verda. Sevdiğim adamdan olacaktım bunu sakladığın için." Deyip ellerimi son mantık kırıntılarımla ellerinin arasından çektiğimde, yüzünde yaşanan hayal kırıklığını gözlerim çok net görmüştü.

"Haklısın. Belki nişanına da gelmemeliydim. Ama sen benim uzun zaman sonra arkadaş, hatta dost diyebileceğim tek insandın. Bugünün de yanında olmak istemiştim ama bilseydim asla gelmezdim." Dedi ve yüzünü ıslatan gözyaşlarını sildi. "Hatta, Çetinin de hayatına hiç girmemeliydim. Gerçekten de benim yüzümden her şey.." Deyip tamamen saf bir acıyla güldü.

"Ben seni hiçbir zaman abimin başına gelenlerden dolayı suçlamadım. Asaf'a, Cengiz'in adresini verenin sen olmasına rağmen omuzundan bıçaklanmasında da suçlamadım Verda. Yanındaydım ben senin. Çünkü arkadaştık."

"Bu artık olmadığımız anlamına mı geliyor?" Diye sordu üzüntüyle.

"Verda, kırgınım. Ama seninle arkadaşlığımı da bitirecek değilim ki. Hem abim var. O çok üzülüyor ikimizin bu halde olmasından. Bana belli etmemeye çalışsa da biliyorum ve onu üzmek istemiyorum." Dedim abimi de göz önüne alırken. Verda'yı bir kalemde silmek bana haksızlıkmış gibi geliyordu ama şu an ona bir adım atabileceğimi bir sanmıyordum. O adımı atacak güç şu an bacaklarımda yoktu. Onu seviyordum. Nehirden bir farkı yoktu ama kırgındım işte.

"Çetin için benimle zorla görüşme Ayza. Buna mecbur değilsin. Hem abinle sandığın gibi aramızda bir şey yok." Dediğinde, onunla görüşmeye devam edersem bunu abim için yaptığımı sanmasından çok son söyledikleri kafama takılmıştı.

"Ne demek yok?" Dedim anlamadığımı belli ederken. Verda'nın bu hallerinin sebebinin ortaya çıkmasıyla ben ikisinin de bazı şeyleri konuşup yoluna koymuş olabileceklerini düşünmüştüm.

"O da kırgın bana. Senin gibi." Deyip hüzünlü bakışlarını benden kaçırdığında, yüreğim onun için sızladı tam da şu anla. "Yani yanımda bu olaydan beri. Yarın mahkeme de var. Yine yanımda olacak biliyorum ama o kadar. Destek oluyor sadece." Diyerek bana bakmadan bunun canını nasıl yaktığını belli eden bir sesle anlattı.

"Ona karşı hissettiğin duyguları yanlış anladığını söylemişsin Verda. Bu abimi elbette ki çok kırmıştır." Dedim gizlediği şeyin bir sonucunu daha yüzüne çarparken.

"Biliyorum.." Diye mırıldanıp yorgun bir nefes verdiğinde, kızaran yaşlı gözlerini bana dikti. "Ama ben onun için mecbur kaldım."

"Böyle olmasın isterdim. Ne o adam sana bunları yaşatsaydı, ne bu raddeye gelseydik." Keşke dercesine başını sallarken, dudaklarında silik bir tebessüm oluştu. "Özür dilerim tekrar." Dedi ve sandalyesini bacaklarıyla iterek ayaklandı.

Onunla birlikte bende ayaklandığımda, kendimi son kez ifade edecek ve gerisini zamana bırakacaktım. Verda ve abim olmasa bile birkaç ayda aramızda özel bir bağ oluştuğunu düşündüğüm Verda'yı sanırım kaybetmek istemezdim. "Ben, asla başına gelenlerden dolayı seni suçlamıyorum Verda. Beni sakın yanlış anlama olur mu? Çünkü ben de bir kadınım. Bunlar benimde başıma gelebilirdi." Dediğimde, bana bu kez ona yakışan içten gülümsemesiyle baktı.

"Biliyorum Ayza."

"Bu konuda ben de ailemde her zaman senin yanında olur. Ve yemin ederim en çok ben sevindim onun nihayet hak ettiği cezayı alacağına. Sadece bu, böyle olmasaydı keşke." Dediğimde artık kuşandığım gardımı tamamen indirmiş ve kendimi sıkmayarak titreyen sesimi özgür bırakmıştım.

"Onun hak ettiği yere bu sebeple tıkılmasını bende istemezdim. Keşke en başından sesim duyulsaydı da, adaleti öyle sağlasaydılar."

Verda'nın son sözleri bu olurken, konuşmamız burada noktalanmıştı. Kendimi kalktığım sandalyeye geri bıraktığımda, yüzümü sıkıntıyla ellerimin arasına aldım. Söyledikleri beni gerçekten sarsmıştı ve bir boşlukta sallanıyormuş gibiydim.

Bir şey düşünecek halde değildim. Bu yüzleşme biraz bana ağır gelmişti. Ama bu konuşmada gayet iyi anladığım bir şey vardı. Verda benim arkadaşımdı ve ben onun keşkem olmasını istemiyordum. Kırgınlıklar zamana bırakılınca kendiliğinden düzelirdi belki.

~~

Uykumun arasından kan ter içinde uyandığımda, başımı hızla yastıktan kaldırıp karanlık odanın içinde deli gibi çarpan kalbime elimi götürdüm. Büyük bir gök gürültüsü odanın içine düşerken, cama vuran yağmur damlalarının o sesi, ilk defa huzuru yaymak yerine yüreğimde ki korkuyu arttırdı. Gök gürültüsünden sonra oda da yankılanan tek şey benim hıp hızlı alıp verdiğim düzensiz nefesimin sesleriyken, kalbim biraz daha hızlı atsaydı onun sesi de nefes sesimin arasına karışıp odanın duvarlarına çarparak yankı edecekti.

Yüzümde ki ıslaklığı yeni fark ettiğimde, gözümden akan yaşın tuzlu tadını dudağımda hissettim. Oradan boynuma akan yaşlar tenimi alev alev ettiğinde, kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Kötü bir kabus gördün Ayza, sakin ol. Kabustu.

Olamıyordum.

Rüyamın izleri hâlâ benimleyken ve tazeliğini korurken, sakin olmak çok zor geliyordu. Bir mezar başında ağlayan kendimi görmek beni sarsmıştı. Gözümden akan yaşları titreyen elimi kaldırarak sildiğimde, rüyamda mezar taşında yazan ismin görüntüsü zihnimde tekrara alınmış gibi yeniden oynatılırken, sildiğim yaşın yerine yenisi aktı.

Ömer Asaf Çakır.

O beyaz mermerde yazan isim benim sevdiğim adama aitti. Doğum tarihi ve ölüm tarihi vardı orada. Başında ağlıyordum. O toprağı ellerimle eşeleyip onu oradan çıkarmaya çalıştığımda sanki o toprak daha çok artıyordu. Ona ulaşamıyordum. Çünkü o gitmişti. Çığlık atıyordum ama sesim duyulmuyordu. Ağlayan ailelerimiz vardı etrafımda. Onlara gidip Asaf'ın ölmediğini haykırıyordum fakat sesim hiçbirine ulaşmıyordu. Öldü deyip ağlıyorlardı sadece.

Öldü. Ömer Asaf öldü. Bunu duyduğumda yaşadığım o acı gerçekti. O acı tam yüreğimin ortasına oturmuştu. İkinci defa bir rüya ile bu kadar sarsılmıştım. İlki de onun ellerimden kayıp gidişini gördüğüm bir rüyaya aitti. Doğrusu kabusa.

"Asaf.." Deyip titreyen sesimle elimi yanımda ki bedenine uzattığımda, elimin bir boşluğa düşmesi beni tepe taklak etti. Yanım boştu. Asaf yoktu. Kendimi hızla yataktan atıp karanlık odanın içinde deli olmuşçasına dolaştığımda, bir kere daha adı dudaklarımdan döküldü.

"Asaf!" Umduğum gibi sesini duyamazken, kabusun etkisiyle akan gözyaşlarım sicim gibi suratıma akmaya devam edip görüşümü bulanıklaştırdı. Kapıya doğru ilerleyip kendimi duvarların üstüme geldiği bu odadan atıp Asafı arayacakken, ben daha oraya ulaşamadan kapı benden önce bir başkası tarafından açıldı.

Holün ışığı sayesinde kapının önünde ki sureti seçebildiğimde, gördüğüm yüzün sahibi bana derin ve rahatlamış bir nefes verdirdi. Dudaklarımdan bir hıçkırık koparken, bağları çözülmüş dizlerimle ona koştum ve sıkıca sarıldım.

"Nerdesin sen?" Dedim ağlarken. Parmak uçlarımda kalkıp yüzümü bir daha içime çekememekten korktuğum kokusunun merkezi olan boynuna gömdüm.

"Yavrum benim, ne oldu?" Onun şok dolu sesini işittiğimde, boynunda derin nefeslerle soluklanmayı sürdürdüm. Kokusu benim beceremediğim sakinliği bana verdi. Huzuru verdi. Burnumun ucundan içeri sızan o sigara kokusunu da aldım ama bunu önemseyemedim bile. Yanımdaydı ve iyiydi ya o bana yetmişti. Gözyaşlarım onun boynunu ıslatırken, şaşkınlıktan bana saramadığı kollarını etrafıma doladı. "Bebeğim ağlıyor musun sen?" Diye sordu bunu fark ederek. Şaşkındı ve neden böyle bir tepki verdiğimi anlamamıştı.

"Uyandım, yoktun.." Dedim korkuyla boynuna öpücüklerimi sıralamaya başladığımda. Asaf yüzümü kavrayıp bakışlarımızı birbirine mıhladığında, o siyahların içine süzülmüş bir endişeye şahit oldum.

"Ne oldu Ayzam?" Diye sorusunu yineleyip bakışlarını endişeyle suratımda dolaştırdı. Açık kapıyla holün ışığı odaya süzülmüşken, gözlerinde ki duyguları seçebiliyordum. Benim yaşlı gözlerimde ki korkuyu gördüğüne dair şüphem yoktu.

"Kabus gördüm." Dedim çocuk gibi burnumu çekerken.

Endişeyle kaplanan bakışları yumuşadığında, rahatlamış bir nefes bıraktı. "Bu muydu güzelim?" Deyip yorgun bir tebessümle yaşlarımla ıslanan yüzümü sildi.

Başımı evet buydu dercesine yavaşça salladığımda, dışarıdan bir gök gürültüsü daha koptu. Yağan yağmurun cama çarparken çıkardığı o ses yeniden kulaklarımla buluşunca, Asaf dudaklarını terli alnıma bastırdı.

"Korkulacak bir şey yok, bir kabus sadece." Dedi beni sakinleştiren o yumuşacık sesiyle. Parmak uçlarımın sızlamasıyla bacaklarım da titrerken, kendimi daha fazla taşıyamayarak topuklarımın üzerine indim ve başımı göğsüne bıraktım.

"Bir kabustu. Sen burada, yanımdasın." Diye fısıldadım varlığına sıkıca tutunarak.

"Hep yanındayım." Dedi güven dolu fısıltısıyla başımın üstüne öpücüğünü bıraktığında.

Başımı göğsünden ayırıp elimi sıkıca kavradığında, arkamızda açık olan odanın kapısına doğru adımlayıp kapattı ve ardından kilitledi. Onu takip eden küçük bir çocuk gibi peşindeyken, iç içe olan ellerimizin üzerine diğer elimi de koyarak hiç bırakmak istemezcesine sıkıca tuttum. Tutundum.

Bıraksa, dermanı olmayan bacaklarımla daha fazla dayanamaz ve düşerdim. Bizi yatağa doğru ilerlettiğinde de hiçbir şey demezken, titrek nefeslerim ve iç çekişlerim arada odanın içini dolduruyordu. Asaf az önce korkuyla fırladığım yatağa girip beni de kollarının arasına aldı. Başımı boynuna saklarken, hem burnum hem de zihnim bu defa sigara kokusunu daha net kavradı.

"Nereye gittin?" Diye sordum boğukça. Yüzümü boynuna sakladığım için sesim biraz anlaşılmaz çıkmıştı.

"Su içmeye gitmiştim yavrum." Boğuk mırıltımı anlayıp beni cevaplarken, boynundan uzaklaşıp yüzlerimizi aynı hizaya getirdim.

"Sigara içmişsin, yalancı." Dedim ona suç üstü baskın yaparcasına. Kızgın çıkarmaya çalıştığım sesimle ne kadar başarılı olmuştum bilmiyordum ama kaşlarımı çatmak bile yorucuydu şu an benim için.

"Son bir dal kalmıştı, ne yapayım çöpe mi gitseydi?" Diye bir savunma gösterdiğinde, dudaklarım yorgunca iki yana doğru kıvrıldı.

"Sondu ama?" Dedim bundan emin olmak istercesine.

"Sondu." Deyip bir kere daha isteksizce kabullendi.

Yeniden göğsüne, yuvama sığındığımda gözlerimi aynı kabusu görmekten korkarcasına yumdum. Asaf'ın ne gördüğümü bile sormadan beni sadece sarıp sarmalamasıyla içimden sayısız teşekkürlerimi yolladım ona. Uyku artık o kabustan sonra bana haram kılınmışken, saniyeler önce yumduğum gözlerimi tekrardan araladım.

"Asaf, ben bencil miyim?" Diye bir soru yönelttim ona. Verda ile konuştuklarımız aklımı kurcalarken, vicdanımla içsel bir hesaplaşma yapmadan edememiştim. Onun beni anlamanı beklerdim dediği an ki sesi ve yüzü aklımdan çıkmıyordu.

"Ne?" Diyerek şaşırırken, başımı göğsünden ayırıp doğrulduğumda, yüzümü ona çevirdim. Bakışlarımız birbirine değerken o şaşkınlık gözlerini de ele geçirmişti. Durduk yere neden böyle bir şey dediğimi de anlamamıştı. "O nereden çıktı?" Dedi kaşlarını yavaştan çatarken.

"Sen de bana bencil olduğumu söylemiştin. Sahiden öyle miyim?" Dediğimde, elimde olmadan sesim titremişti.

O siyahları kısa bir anlığına pişmanlıkla yandığında, başını hızla iki yana salladı. "Tabikii de değilsin bebeğim.." Dedi yumuşacık bir sesle elini yanağıma çıkarırken.

"Öyle düşünmeseydin, demezdin ki.." Dediğimde, sesimin bir çocuk gibi çıkması beni şaşırtmıştı. Yanağımı okşayan eli duraksarken, sıkıntıyla dolu bir nefesle havalandı göğsü.

"Kızgındım sana o gün Ayza.." Deyip beni yeniden kendine çektiğinde, saçımın üstüne şefkat ve sevgi dolu öpücüklerini dizdi. "Öyle düşünmedim hiçbir zaman. Sinirliydim ve ağzımdan çıkanları kulağım duymuyordu. Sen her zaman kendinden önce sevdiklerini düşünürsün güzelim. Asla bencil biri değilsin." Diyerek içime işleyen sesiyle, o gün duyduğum o kelimenin kalbimde açtığı kırıkları bir bir toparladı, yerine çiçekler ekti.

"Hem insanlar sinirlenince ağzından birçok şey çıkabiliyor, sende bana bencil diyorsun çoğu zaman. Gerçekten beni bencil mi buluyorsun yani?"

"Evet." Dedim dürüstçe ve hemen ardından patlattığım kahkaham kimseyi uyandırmasın diye yüzümü göğsüne gömdüm.

"Şuna bak sen.." Dedi bozulmuş bir sesle homurdanarak. Bu beni daha çok güldürürken, az önce gördüğü bir kabusla korkudan ağlayan ben değilmişim gibi sarsılarak güldüm göğsünde. "Neyse, haklılık payın olabilir bu konuda bebeğim. O yüzden o dilini koparmayacağım." Diyerek başta tatlı bir kabulleniş olduğunu düşündüğüm cümlesi sonlara doğru resmen tehdide dönüşmüştü.

Yüzümü sakladığım göğsünden çıkarıp ona sarılarak uzanmaya devam ettiğimde, bu tehdit karşısında sadece bir tebessüm ettim. Dışarıda yağan yağmurun sesi şimdi bana huzurlu bir ninni gibi gelirken, bunun en büyük faktörü de yanımda ki güvenli kolların sahibi olan adamdı.

"Peki ben kötü biri miyim?" Diye yeni bir soru sorduğumda, Asaf neden durduk yere bunları sorduğumu anlamamaya devam ederek, "Niye böyle salak salak sorular soruyorsun sen?" Demişti kızarcasına.

"Sence Verda'ya haksızlık mı ediyorum?" Dedim o gittiğinden beri beni yiyip bitiren hislerimi ona açarak. "Bu beni kötü biri yapar mı?" Diye cevabından korka korka sorduğumda, beni göğsünden ayırmasıyla yüz yüze baktık şimdi.

"Sen benim hayatımda gördüğüm en iyi kalpli insansın Ayza. Sil bu düşünceyi kafandan." Deyip yanağıma dökülen saç tutamımı oradan çektiğinde, burnumun üzerine küçük bir öpücük kondurdu. "Senin kötü biri olma ihtimalin yok güzelim. Sen şu an Verda'ya hem kırgınsın hem ona üzülüyorsun. Kendi kırgınlığın ve acın daha ağır bastığından ona haksızlık ediyormuşsun gibi düşünüyorsun." Diyerek bir psikolog edasıyla bana uzunca konuşması beni güldürürken, o da benimle birlikte gülümsedi.

"Ben seni kaybedeceğim sandım Asaf. O kanlar içinde ki görüntün gözümün önünden gitmiyor. Bu yaşadığım çok ağırdı ve suçlayacak biri aradım." Diye fısıldadım tebessümüm yüzümde solarken. "Üstelik suçladığım tek kişi Verda değildi ki. Abim, Poyraz, Timur, ve en başta sen! Herkesi suçlayacak bir neden buldum ben ama Verda gittikten sonra ona yaptığım suçlu muamelesi beni çok düşündürdü ve kendimi kötü biri gibi hissetim." Derin bir nefes vererek cümleme ara verdiğimde, o benim içimde ki karmaşayı pür dikkat dinliyordu. Onun bana iyi hissettirmek için elinden geleni yapacağıma şüphem yoktu. "Ben bir kadınım, onun yanında olmam gerekirken ne yapıyorum diye kendime kızmaya başladım şimdi de Asaf. Sahi ben ne yapıyorum?" Dedim duygudan duyguya dalgalanan sesimle.

"Sen zor bir şey yaşadın Ayza. Bu çok normal. Kendine bunun için kızma. Çünkü ne Verda suçluydu ne de sen kendi kırgınlığını ve acını yaşayıp başkasının duygularını önemsemedin diye kötü birisin." Asaf'ın şefkatli sesinden dökülen sözleri beni içime sızan zehirden arındırırken, alnımdan öptü derince. "Siz arkadaşsınız, olur böyle şeyler." Dedi teselli ederek.

"Seni çok seviyorum." Beni saran yoğun bir duygu silsilesi ile göğsüne tekrardan sokulduğumda, "Sensiz asla yapamam ben.." Diye mırıldanıp başımı boynuna yaklaştırıp burnumu oraya sürttüm. Banyo yaptığı için hastane kokusundan tamamen arınan o mis kokusunu içime çekerken, rahatsız olduğum sigaranın kokusu bile yine onunla güzeldi.

"Sana deli divaneyim ulan ben." Diyerek kollarını bana daha sıkı sararak bedenimi bedenine yapıştırdığında, dudaklarımdan kaçan minik kıkırtıyla bacaklarımı bacaklarının arasına kıstırdı ve beni tutsak etti.

Karnına doğru herhangi bir baskı uygulamamaya çalışıp dikkatli olarak onunla bu pozisyonda kalmaya devam ederken, içime çektiğim huzurlu kokuyla gözlerim çoktan kapanmış ve mayışmıştım. Bir kabus yüzünden yarım bırakıldığım uykumun içine yeniden çekildiğimde, onun saçlarıma bıraktığı öpücüğü ve duyduğum sesi uykuya dalmadan önce hissettiğim son şeylerdi.

"Sensiz ölürüm ben.."

Bölüm sonu.

Buraya kadar okuyan, gözlerini yoran herkese çokça teşekkür ederim.

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

83.1K 5.1K 28
Ateş kaya: Canım dediğim canımı aldı,yar bildiğim yara açtı ASme Sahra Şah: Coğrafya kaderdir denilirdi ama ben ailemin işlediği günahların kehaneti...
34.2K 1.4K 30
Melin; Kaç kez diyeceğim seninle davete gelmeyeceğim diye, hediye yollayıp durma! Ekin Soner; Kabul edene kadar yollayacağım. Melin; Desene o zaman p...
436K 20.4K 48
Hiç beklemediği bir anda baba olan Bora Bey ve hiç beklemediği bir anda iş sahibi olan Sevgili Bakıcı Yasemin.. ** Gözlerimi ağlama sesiyle açtım. G...
29K 3.1K 42
Boşanan bir çift birlikte kurdukları işlerini ayrılmalarına rağmen devam ettirmek zorunda kalır.