EFLÂL | RAFLARDA

By idelirukiye

13.6M 257K 567K

🥀 "Geçmiş, bazen mutlu bir anı bazen acı bir tebessüm. Bazı zamanlarda ise adı konulamayan duygunun adı..." ... More

GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
1. YABANCI SÜLİETLER | KİTAP VERSİYONU
2. ÇARE | KİTAP VERSİYONU
3. YALNIZLIK | KİTAP VERSİYONU
4. BAŞLANGIÇ | KİTAP VERSİYONU
5. BİLİNMEZ BİR YOL | KİTAP VERSİYONU
6. KADERİN SALINCAĞI | KİTAP VERSİYONU
7. AN | KİTAP VERSİYONU
8. YOL AYRIMI | KİTAP VERSİYONU
9. PİŞMANLIĞIN İKİ YÜZÜ | KİTAP VERSİYONU
10. BEKLENMEYEN TEKLİF | KİTAP VERSİYONU
11. MAZİ | KİTAP VERSİYONU
12. BAZI GERÇEKLER | KİTAP VERSİYONU
13. ÇIKMAZ SOKAK | KİTAP VERSİYONU
14. GECEDEN KALAN | KİTAP VERSİYON
15. AÇIĞA ÇIKAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYON
16. BİR RUHUN VAVEYLASI | KİTAP VERSİYONU
17. KİMSESİZLİĞİN YUVASI | KİTAP VERSİYONU
18. CEVAPSIZ SORULAR | KİTAP VERSİYONU
19. GEÇMİŞTEN GELEN | KİTAP VERSİYONU
20. MÜHÜRLENMİŞ RUHLAR | KİTAP VERSİYONU
22. RUHUN ZELZELESİ | KİTAP VERSİYONU
23. CAM KIRIKLARI | KİTAP VERSİYONU | I. KİTAP FİNALİ
II KİTAP | GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP 1. BÖLÜM | BASTIRILAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYONU

21. SANRILAR | KİTAP VERSİYONU

151K 8.9K 20.4K
By idelirukiye

İyi okumalar minik kuşlar.

Beni idelirukiye buraya basarak takip edebilirsiniz❤️

🕊️

Kuş kafesini severse kavuşur muydu özgürlüğüne? Ağacı seven yaprak küsmez miydi sonbahara? Kül olmayı seven ateş yanar mıydı bir daha? Beyazı seven gece, âşık olmaz mıydı
kışa? Gönül tutuldu mu sevdaya öldürmez miydi gururu?

İçimde adını koyamadığım sevda sorunu...

Annem derdi ki, "Sevda, bir insanın kalbine pençe de atar taş da bağlar. Pençe atar çünkü daha da çok kapılmak ister yangına. Kalbine taş bağlar çünkü ne zaman acı vereceği belli olmaz."
Annemi şimdi daha iyi anlıyordum. Bile bile yanmaya gidiyordum. "Senin gönlün değişirse dünya değişir," diyen Şems kadar derinden hissettiriyordu anlatmak istediğini. Kuş olup kafesimi sevmiştim, kavuşamıyordum özgürlüğüme.

Karan'ın elini avucumda yavaşça sıktım. Gece söyledikleri kulaklarımda çınlıyordu. Rüya görmediğimi biliyordum. "Bir gün affeder misin?" diye sormuştu. Onun yüzünü izliyordum ve affedilir bir şey yapmamış olmasını diliyordum. Hem ne yapabilirdi ki? Daha birbirimizin hayatlarına gerçek anlamda dâhil olalı kaç gün olmuştu? Beni üzecek ne yapmış olabilirdi? Kalbime yerleşen korkuyu söküp atmak istiyordum.

"Bu kadar dikkatli bakma..." dedi. Bir anda konuşunca irkildim. Gözlerini yavaşça araladığında odanın içini dolduran gri havanın dağıldığını hissettim. Boğuk ve sert sesiyle, "Günaydın," deyip gülümsedi. Bağdaş kurduğum bacaklarımı açtı ve beni kendine doğru çekerken, "Neden uzakta duruyorsun? Yaklaşsana," dedi. Ardından yüzümü, omzuna yasladı.

"Günaydın," dedim kısık bir sesle. "Erken gelmişsin," derken elimi kaldırıp göğsüne koydum. Kalbinin atışı, uğruna ruhumdan cümleler dökülen bir melodi gibiydi.

Şakağımı birkaç defa öptü. İçten bir şekilde, "Özledim," dediğinde beni kocaman gülümsetti. "Senin evde beklediğini bile bile dayanamadım daha fazla... Ben yokken uyuyabildin mi?"
İçimi ısıtan sesi, ona olan özlemimi hatırlatıyordu.

Çenemi kaldırarak gözlerine baktım. Uyandığımda Karan'ın odasında, onun yatağındaydım. Uykum o kadar ağırlaşmıştı ki
buraya geldiğimi bile fark etmemiştim. "Neden getirdin beni buraya?" diye mırıldandığımda gözleri kısıldı. "Seni burada görmek istedim. Tam burada, bana ait olan yatakta uyurken... Kokunu çarşafıma bırakırken, benim kollarımda..." deyip iç çekti. Söyledikleri yanaklarımın gül bahçesine dönmesini sağlarken yalnızca tebessüm ettim. "Hım..." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. Böyle şeyler söylediğinde ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Bir anda eyvallah ya da teşekkür ederim deyip saçmalamamak için konuyu değiştirdim. "Nasıldı? Bir sıkıntı var mı?"

"Birkaç pürüz oluştu ama çözülemeyecek bir şey yok. Bu hafta yine gitmemiz gerekecek. Son zamanlarda fazla boşladık o tarafı. Kargalar başımıza üşüşmeye başlamadan onlara biraz
malzeme vermemiz gerek," dedi soğuk bir tonla. "Bugün de toplantım var. Kahvaltı yaptıktan sonra çıkmam gerek." Konuşması sona erdiğinde merak ettiklerimi sormak istedim.

Anlatmasını dileyerek, "Siz tam olarak ne yapıyorsunuz?" diye sordum. "Bir örgütün içinde olduğunuzu ve bunu çökertmek istediğini anladım ama sanki uzun yıllardır bunu yapıyormuşsunuz gibi. Neden hâlâ yok olmadı bu örgüt? Abim bu işin tam olarak neresinde?"

Kısa bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra doğruldu. Konsolun üstündeki sigarasını yaktıktan sonra derin bir nefes aldı. Arkası bana dönüktü ve dirseklerini dizine yaslayarak eğilmişti. "Bazı kurallar var. Masada oturan herkes birbirini korumak zorunda. Sevsen de sevmesen de..." Ben de doğruldum. "O yüzden kimse kimseyi öldüremiyor. Biri ölürse masa da ölür. Nefes alırken öldürmek için çabalamamız bu yüzden."

Aç karnına sigarasından hızlı hızlı çektiği nefesler benim bile başımı döndürdü. Aldırış etmedim. "O yüzden mi o gece seni öldürmediler?" derken, sorduğum sorunun karnıma tekme yemişim gibi hissettirmesini sindirmeye çalıştım.

Kafasını yavaşça bana doğru çevirip gözlerime kısa bir bakış attı, ardından tekrar önüne döndü. "Daha yaşayacağım çok gün var. Terazi dengeye gelmeden son nefesimi veremem. Ödemem gereken bedeller var." Karan sabah sabah aforizma kasma, n'olursun ya. "O yüzden sen, o tatlı canını sıkma..." Dizlerine uzandım. "Benim daha gerçekleştireceğim hayallerim var," dedi gülümseyerek.

Alt dudağımı dişleyip kıkırdadım. "Ne gibi hayallermiş?" dedim.

Sigarasını söndürüp dumanı üfledikten sonra yüzüme doğru eğildi. Sigara kokusundan nefret ediyordum ama şu an umurumda değildi. "Sana attırmam gereken bir imza var," dedi tebessüm
ederek. "Şirketi üstüme mi yapacaksın?" dediğimde kısa bir kahkaha attı. "İste, canımı vereyim. Sen hâlâ şirket diyorsun..." dedi yarı sitem yarı alayla.

Kafamı kaldırıp dudaklarına uzanacakken telefonunun sesi aramıza girdi. Karan telefonuna bakmadan dudağıma küçük bir
öpücük kondurduğunda, "Belki önemlidir," diyerek geri çekildim. Homurdana homurdana telefonu eline aldı. "Barış" ismini görünce suratını astı. "Niye arıyor bu herif şimdi?" dedi sinirle.

"Ahu'nun abisi miydi?" diye sorduğumda kafasını evet anlamında sallayıp telefonu açtı.

"Efendim, Barış," dedi dümdüz bir sesle. "Ne? Ne saçmalıyorsun oğlum sen?" deyip ayağa kalktığında ben de kalktım. "Ne zaman oldu bu olay? Lan nasıl izin verirsiniz!" Elini sertçe
saçlarına geçirdi. "Tamam. Tamam, geliyorum. Kapat!"

"Ne olmuş?" dedim telaşla.

Üstündeki tişörtü çıkarıp yere attı. "Ahu, elinde bir silahla kendini öldürmeye çalışıyormuş," dediğinde elimle ağzımı kapattım. "Bebeğimizi kaybetmişiz," diyerek hızlı adımlarla giyinme odasına gitti. Duyduğum cümle, olduğum yere mıh gibi çakılmama neden oldu.

Bebeğimizi mi kaybetmişiz? Karan ve Ahu'nun bebeği mi? Yoksa bizimle Karan'ın bebeği mi? Bizim bebeğimiz olmadığına göre onların bebeği olmalı, Lâl! Dediğini idrak etmeye çalışarak, odanın ortasında durup geri gelmesini bekledim. Muhtemelen Ahu'nun uydurduğu bir şey olmalıydı. Yani umarım öyle olurdu.

Geri geldiğinde üstünde siyah bir boğazlı kazak ile pantolon vardı. Sandalyenin üstündeki siyah, uzun, kaşe kabanı da alıp üstüne geçirdikten sonra gelip alnımı öptü. "Ben sana haber vereceğim. Birkaç saate ararım," diyerek beline silahını yerleştirip daha ben ne olduğunu anlamadan odadan çıktı.

Arkasından öylece bakakalmıştım.

Peşinden gideceğiz, değil mi? Kesinlikle öyle yapacağız!

🥀

O kadar hızlı bir şekilde üstümü değiştirdim ki dünya rekoru bile kırmış olabilirdim. Koşar adım merdivenden inip, dış kapıyı açtığımda Arif hemen yanımda bitti. "Yenge nereye?" dediğinde kolundan tutarak onu arabaya doğru çekiştirdim. "Gitmemiz lazım, Arif. Çok acil hem de!" dedim telaşla.

Arabanın yanına geldiğimizde durdu. "Nereye gideceğiz? Birine mi bir şey olmuş? Abimin haberi var mı? O biraz önce..." Lafını kesip, "Acelemiz var!" dedim. Arabaya binip oturduğumda mecburen o da sürücü koltuğuna oturdu. "Ahulara gidiyoruz." Bir anda yüzü bana doğru döndü.

"Efendim?" dedi Arif kaşlarını çatarak. "Orada ne işimiz var bizim? Deli miyiz divane miyiz, niye oraya gidelim?" İnsan irisi, sence değil miyiz?

Kemerimi taktıktan sonra hızlıca, "Sürer misin Arif şu arabayı? Sana acelemiz var, diyorum ama sen boş boş bana bakıyorsun. Hadi be adam!" deyip koluna vurdum. "Sür şunu, sür!"

Bana dünyadaki en garip şeye bakıyormuş gibi baktı. Ne var der gibi tek kaşımı kaldırdım. "Yenge, biz ecelimize mi susadık? Abim beni lime lime doğrasın mı? Öleyim mi ben?" dedi kendini acındırarak. Ben bir inandım gibi ama yemedim de.

Göz devirdim. "Abartma istersen! Eğer götürmezsen..." Sena ile tehdit edelim! "Sena'yı arar, seni kötülerim!" dedim utanmayarak. Gözleri irileşti. "Babasına senden bahsederim. Yetmez, abisine de senden bahsederim. İçkisi var, sigarası var... Silahı var derim!" Kollarımı göğsümde bağlayıp karşıya baktım. "Kaybeden
ben olmam, Arif. Hiçbir zaman olmadım," dedim kendimden emin bir sesle.

Birkaç saniye süren sessizlikten sonra arabayı çalıştırdı. İçimden "YES BE!" diye bağırırken dışımdan gayet sakin duruyordum. "Bindik bir alamete..." diye homurdandığını duyduğumda
bir kere daha hanımcılığın kazandığını anladım. Sena'yı ilk gördüğüm anda alnından öpecektim.

Tüm yol boyunca Arif'in söylenmelerini dinledim. Yok derdimiz neymiş, yok biz orada ne yapacakmışız, yok abisi onu dövecekmiş, yok benimle bir daha yola çıkarsa iki olsunmuş...
Konuştu da konuştu. Bir ara telefondan birine mesaj attığını gördüm. Mesaj attığı kişinin Karan olduğuna adım kadar emindim. İş işten geçtiği için umursamadım. Meraktan çatlamamı mı istiyorlardı?

Büyük bir villanın önüne gelince Arif arabayı durdurdu. Neredeyse yalvarır gibi, "Yenge, emin misin?" dedi. "Gel, vazgeç şu sevdadan. Gel, eve dönelim. Çay demlerim sana." Sesindeki umudu duyunca gülümsedim. "Beni böyle mi kandıracaksın, Arif? Tiryaki miyim ben?" deyip suratımı buruşturarak arabadan indim. O da hemen inip yanıma geldi. Etrafa göz gezdirdim.
Her yer araba ve adam doluydu. Kendimi bir filmin içinde gibi hissettim. Menopozluya hak verdim. Zaten biz olmuşuz aksiyon, onu da geçiyoruz.

Arif'i gören çocuk, evin demir kapısını açıp önünü ilikledi. "Bari yanımdan ayrılma," diyen beni yavaşça kolumdan tutan Arif'e baktım. Yavrusunu koruyan tavuk gibi, bize doğru bakan
herkese ters ters bakıyordu. "Yiğit siz de girin," diye arkaya doğru seslendi. Sayamadığım kadar adamla villaya doğru yürüdük.

Kapının üstünde yazan yazıyı görünce durdum. Welcome to Karan and Ahu's House (Ahu ve Karan'ın evine hoş geldiniz) yazılı tabela gözüme gözüme batıyordu. Hatta beynimde şimşekler çakmaya başladı. Ahu, dua et hastasın. Dua et, canım. Bunu daha sonra kafayı takmayı aklıma koyup seslerin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladım. İçerisi insan
kaynıyordu. Büyük bir kalabalığın ilerisinde duran Ahu'yla göz göze geldim.

Bir anda öfkeyle, "Sen kimsin?" diye ağlayarak bana doğru bağırdı. "Seni onların evinde de görmüştüm. Kimsin sen? Ne arıyorsun burada!" diye avazı çıktığı kadar haykırdı. Bir elinde
oyuncak bir bebek vardı. Ağlamaktan akmış makyajı ve diğer elindeki silahla korku filminden fırlamış gibiydi. Bana doğru bu şekilde bağırmasından ürktüm.

Herkesin bakışları bana doğru dönerken kalabalığın içinde Karan'ın gözlerini seçtim. Karan bana doğru gelecekken, Ahu'nun, "Gitme!" diye bağırması üzerine durdu. Ahu'ya doğru dönüp ellerini kaldırdı. "Gitmiyorum, Ahu!" dedi. "Bir yere gitmiyorum!"

Ahu silahı bana doğrultup salladı. Birkaç kişinin bağırdığını duydum. Karan, "Arif!" diye bağırdı. Arif daha o bağırmadan önüme geçmişti zaten. "Senin burada ne işin var diyorum! Sen, Karan'ın nesi oluyorsun?" diye yeniden bağırdı Ahu.

Arif, "Yenge, hemen çık!" dedi ve Yiğit'e kafasıyla işaret yaptı. "Sana takmış kafayı. Baksana, ne kadar öfkeli. Çık hemen."

Ortam öyle karışık ve gergindi ki başıma ağrı girdi. Yavaş bir şekilde Arif'in önüne geçtim. Arif, kolumdan tutarak Ahu'ya doğru ilerlememem için beni durdurdu. O anda, "Neden onlarla yaşıyorsun sen?" diye bağıran Ahu'ya baktım. "Bu yüzden mi Karan uzak duruyor benden. Senin yüzünden mi? Biliyordum! Bu yüzden olduğunu biliyordum!" deyip kafasına silahı dayadı. O anda kadınlardan bazıları çığlık attı.

"Dur!" diye bağırdım Ahu'ya. "Ben onlarla yaşıyorum ama Karan Bey'le falan alakam yok!" Kısa bir an Karan'a bakış attım. Öldürmek ister gibi bakıyordu bana. Arif'in elinden kolumu
kurtarıp ortaya doğru yaklaştım. "Sen bir şeyleri yanlış anlamışsın, Ahu. Benim Karan Bey'le ne işim olur?" dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan.

Ahu silah tutan elinin tersiyle yüzünü sildi. "Peki, kimsin sen o zaman?" diye burnunu çekerek sordu. "Ne işin var burada?" Sesi ağlamaktan kısık çıkıyordu. Bu hâli içimi sızlattı. Elinde tuttuğu bebeği, son umudu gibi göğsüne bastırdı. İçi kırmızının her tonunu barındıran kanlanmış gözleri, Karan'la benim aramda gidip geliyordu.

Lütfen aklından geçeni söyleme. Ölümü gör söyleme ya! Kalabalığın arasından geçerken o klişe cümleyi söylemezsem içimde kalaca-
ğını biliyordum. "Açılın ben doktorum!" dedim göğsümü kabartarak. "Bebeğe bakmak için geldim," deyip Ahu'ya doğru yaklaştım. Hiçbir fikrim olmamasına rağmen kendimi ortaya atmıştım.

"Lâl!" diye seslenen Karan'ın sinirini sesinden anlıyordum ama ona dönmedim. Ahu, "Ne?" dedi inanamayarak. "Gerçekten doktor musun?"

"Evet," dedim kafamı sallayarak. Ona doğru iyice yaklaştım. Silahı bana doğrultmadığı için şu anlık rahattım. "Yalan söyleme!" diye bir anda yükseldiğinde korksam da belli etmedim.
"Neden onlarla yaşıyorum sanıyorsun? Şu an hâlâ atanamadığım için onların evinde yardımcı görevli olarak çalışıyorum." Kalabalığın içindeki sesler yükselirken ben Karan'a bakarak, "Bebeğinizin nesi var?" diye sordum. Sen rolüne kendini fazla mı kaptırdın? Karan sinirle güldü. Ellerini ceplerine koyup kaşlarıyla bebeği
işaret etti. Gözlerindeki endişe yerini koruyordu. "Bana ölmüş olduğu söylendi. Bir de siz bakın isterseniz!" derken ise sinirden
köpürüyordu. Buna da iyilik yaramıyordu.

Ahu'ya doğru döndüm. "Ölmemiştir, ölmemiştir. Ver bir bakayım," diyerek oyuncak bebeği elinden aldım. Katıksız bir umutla bana bakan Ahu'nun gözünden akan yaşlar kalbime batıyordu. Bu şekilde ağlaması, ona olan duygularımı değiştiriyordu. Oyuncak bebeği gerçek bir bebek tutuyor gibi tutup vücuduna
bakmaya başladım. Ben elimde oyuncak bir bebeğe bakarken belki de Ahu'nun son umudunu ellerimde taşıyordum.

Adının "Barış" olduğunu tahmin ettiğim adam bize doğru yaklaşınca Ahu bağırdı. "Yaklaşma, abi!" Barış ellerini kaldırarak, "Tamam kardeşim, yaklaşmıyorum. Ama hadi, ver elindeki silahı. Hadi, abisinin güzeli," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Hadi, abiciğim."

Ahu kafasını sağa sola sallayarak bana baktı. Gülümseyerek, "Yaşıyor!" dediğimde herkes gibi o da derin bir nefes verdi. Hadi, ben kendimi rolüme fazla kaptırmıştım da buradakilere ne
oluyordu? "Sadece biraz ateşi çıkmış. O yüzden size ölmüş gibi gelmiştir..." dedim bebeği kucağımda sallayarak. Alakasını çözemedim, Lâl. Herkesin bakışları bende olduğu için gergindim ama gülesim de geliyordu. "Sen biraz ilgi gösterirsen hemen iyileşir. Sadece Karan Bey'den biraz uzak tut. O grip olmuş da, bulaşmasın," dedim hızlıca. Vaziyet almışken Karan'dan da uzak tutalım tabii.

Ahu gözyaşlarını silerek silahı koltuğun üstüne koydu. Biri hemen silahı aldı. Bebeği elimden alıp bağrına bastı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Gördüğüm manzara karşısında öyle-
ce kalakaldım. Gerçek bir anne değildi ama sanki öyleymiş gibi feryat ediyordu. Kalbimin sıkıştığını hissettim. Fiziksel sağlık önemli bir şeydi ama akıl sağlığı çok daha önemliydi. Onun gözlerinde, kaybolmuşluğu gördüm. Yüreğim sızladı. Ahu, güzel bir kadındı. Umarım bahtı da onun gibi hep güzel olurdu.

Abisi gelip Ahu'ya sıkıca sarılırken yaşlı bir kadının köşede bayıldığını gördüm ama ilgilenmedim. Herkese ben bakamazdım ya canım. Büyük başın derdi de büyük oluyordu. Karan yanında duran yaşlı adama bir şeyler söylerken gözlerini benden ayırmıyordu. Arif yanıma gelip, "Gidelim mi, Doktor Hanım?"
diye sorduğunda kafamı hafifçe eğip, "Gidelim," dedim.

Beraber evden çıkarken herkes bana minnet dolu gözlerle bakıyordu. Yanımda duran adamlar, orada bulunan insanların benden çekinmesine neden oluyordu ki kimse yanıma yaklaşmaya cesaret edemiyor gibiydi. "İyi ki silahın içinde plastik mermi varmış, yenge," dedi Arif. "Yoksa abim beni öldürürdü. Hoş yine
ağzıma edecek ama olsun..."

Kapının önüne çıktıktan sonra arabanın önünde Karan'ı beklemeye başladık. Birkaç dakika sonra ilerde onu gördüğümde postürümü dikleştirdim. Yanında üç tane adamla bize doğ-
ru yürürken direkt olarak gözlerime bakıyordu. Birazdan güzel bir azar yiyeceğime emindim. Yanıma yaklaşmadan, "Arabaya!" diye seslenince hemen arabaya bindim. Ufaktan bir korktuk gibi. Kendisi de arabaya binmeden önce Arif'e sert bir bakış atıp, "Seninle evde görüşeceğim, eşekbaşı!" diye seslendi.

Tabiri komik geldiği için gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Hızlı bir manevra ile U dönüşü yaptı. "Bu yaptığın!" dedindişlerinin arasından. "Hangi akla, hangi mantığa uyuyor? Senin orada ne işin vardı, Lâl? Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Sesi, öfkenin her tonunu barındırıyordu. "Ya başına bir şey gelseydi? Ya
sakinleşmeseydi? Ya sana zarar verseydi?" Vermedi ama! "Nasıl kendini riske atabilirsin? Bu kadar mı değersiz senin canın?"

Eflâl, bebek için de sosyal medyadan destek toplasak güzel olacak. Sonumuz yaş gibi.

"Yardım ettim, Karan," dedim kısık bir sesle. Sinirle güldü. "Sen de bebeğine baksaydın da ölmeseydi!" derken sesim yükseldi.

Direksiyonu sertçe sıktı. "Hâlâ dalga geçiyorsun! O an ne düşündüğüm umurunda bile değil. Canımdan can gitti! Sıkardı o kurşunu. Yanlış bir şey söyleseydin düşünmeden sıkardı!" !" dedi öfkeyle. "Hadi kendini düşünmedin ya bizim yüzümüzden
Ahu'ya bir şey olsaydı? O hasta, Lâl. Senin söylediğin en ufak bir şeyi kafasına takar ve kendine zarar vermeye kalkar. Ya onda
kalıcı bir hasara neden olsaydık? Bunu hiç düşündün mü?" Konuşmasının bitmesini beklerken yalnızca ona bakıyordum.

"O yüzden gerçeği söylemedim ya!" diye çıkıştım. "Sanki bir şeyleri batırdım. Neden abartıyorsun?"

Sesli bir nefes verdi. "Sus lütfen! Sus ve beni daha fazla sinirlendirme." Kırmızı ışıkta sertçe durup bana döndü. "Beklemek bu kadar zor olamaz, değil mi? Sana haber vereceğimi söyledim. Neden geliyorsun?" Cevap vermemi beklemeden, "O Arif'e de gününü göstereceğim ben!" diye sinirle devam etti. "Küçücük kadını durduramamış!"

Kısık bir sesle, "Ben tehdit ettim..." dedim.

Yeniden ilerlemeye başladığında, "İyi yapmışsın," dedi ters bir şekilde. "Aferin mi bekliyorsun?" Ben bekliyorum. Güzel tehdit ettik.

Suratımı buruşturup, kollarımı göğsümde bağlayarak önüme döndüm. Tamam, merakıma yenilmiş olabilirdim. Gelmem yanlış olabilirdi ama kötü bir şey de olmamıştı. Bardağın biraz dolu tarafından bakmak gerekiyordu. Ya da Karan her şeyi kontrol edemeyeceğini öğrenmeliydi. Özellikle beni kontrol edemezdi.
Ben bile kendimi kontrol edemiyordum.

Eve gelene kadar ikimiz de sessiz kaldık. Arabadan inip içeri yürürken peşimden geldiğini ayak seslerinden duyuyordum.
Ayak sesleri bile sinirliydi. Ömer'in merdivenlerin yukarısında gelen sesini duyunca durdum. Onun aşağı inmesini beklerken
Karan da bana yetişmişti. Bana doğru yaklaşan Ömer'in kolunun sargılı olduğunu gördüm.

"Ömer, ne oldu? Yaralandın mı? Nasıl?" deyip sargılı kolunu tuttum. "Ne oldu? Bu sargının nedeni ne? Canın acıyor mu?" dedim telaşla. Karan'a döndüm. "Neden oldu bu? Ne yapıyorsunuz siz? Neye bulaştınız!"

"Ömer, beni kendine çevirip, "Şş!" dedi. "Onlar bize bulaştı, minik kuş... Bir şey olduğu yok, iyiyim ben. Önemli bir şey değil," dedi boş vermiş bir sesle.

Yaralı olmayan kolundan tutup salona doğru çekiştirdim. "Nasıl önemli bir şey değil?" Yanına oturup sargıya baktım. "Kurşun yarası mı bu? Ya da bıçak mı? Nasıl oldu?" Gözlerine baktım. "Konuşacak mısın yoksa beni sinirlendirmeye devam mınedeceksin!" Sorularımın yanıtsız kalması, beni sinirlendiriyordu.

"İkisi de değil," dedi Karan. Karşımıza oturdu. Kollarını göğsünde bağlamış, bize bakıyordu. "Her şeye bu kadar karışırsa olacağı budur," deyip kaşlarını çattı. Karan mı yapmış?

Ömer öne doğru eğildi ve "Sen gitmeseydin bulaşmak zorunda kalmayacaktım. Bir de bana suç atıyorsun... Sen hasta mısın, birader?" dedi sinirle gülerek.

Karan bana kısa bir bakış attı. "Sana ne lan? İster gelirimmister giderim, sana ne?" Erken geldikleri için mi Ömer'in başına bir şey gelmişti? Yani Karan beni görmek istediği için... Boğazıma bir yumru oturdu. "Sen işine bakıp ses çıkarmasaydın böyle olmazdı. Ama ağzın dursa başka bir tarafların durmuyor, Ömer.
Suçunu benim üstüme atma!"

Ömer cevap verecekken araya girdim. "Sonra tartışırsınız. Senin canın acıyor mu?" deyip sargının üzerine dokundum. "Nemvar bunun altında? Ne yarası?" Ömer elimi tutup gülümsedi. "Yandı biraz. Önemli bir şey değil dedim sana, minik kuş. Üzülme sen," dedi yumuşak bir sesle.

Üzülmüştüm ama onu üzmemek için bunu belli etmedim. Benim yüzümden olmasa da kendimi bir şekilde suçlu hissettim. Bu yüzden ikisi birbirine kötü kötü bakışlar atarken ben mutfağa geçip Ömer'e çorba yapmaya başladım. Züleyha teyze birkaç gündür memleketinde olduğu için mutfakla çok haşır neşir olmuştum. Her şeyin yerini öğrendiğim için malzemeleri bulmak kolay oluyordu.

Çorbayı karıştırırken ecza dolabında yanık kremi var mıdır acaba diye düşünüyordum. Yanlışlıkla doktor olacağız diye korkuyorum.

Karan, yanıma gelip kollarını belime doladı ve göğsünü sırtıma yasladı. Düşüncelerimden sıyrıldım. "Ne çorbası bu?" dedimve yanağımdan öptü. Dudakları yanağıma küçük küçük öpücükler bırakıyordu. "Sebze çorbası," dedim kısık bir sesle. "Affettin mi de beni yanıma yaklaşıyorsun? Geçti mi sinirin?" diye sormadan edemedim.

Karnımı okşamaya başladı. "Hayır," deyip saçlarımı arkaya attı. Burnunu boynuma yasladığı için gıdıklanıp kafamı eğdim.mHem hayır diyordu hem de sarılıyordu. Hem menopozlu hem bipolar. Boynumdan uzaklaşıp saçlarımı öptü. Avucu karnıma yaslıydı. "Boş şimdi burası..." diye mırıldandı.

"Evet, açım," deyip kaynayan çorbanın altını kıstıktan sonra ona doğru döndüm.

Gülümsedi. Elleri belimi bulurken, "Öyle değil," deyip burnunun ucunu burnuma sürttü. "Doldururuz," dedi tatlı bir sesle. Kaşlarım çatıldı. Çorba içmek mi istemiyordu? Aslında sabah sabah haklıydı. Daha kahvaltı yapamadan çorba içmek istemiyordum ben de. "Kahvaltı hazırlayayım mı?" diye sordum.

Cevap vermeden gözlerimin içine baktığı birkaç dakikadan sonra, "Beraber hazırlayalım. Sen kahvaltılıkları götür, ben omlet yapayım," dedi. Burnumun ucunu öpüp buzdolabına doğru
gittiğinde gülerek, "Omleti dışarıdan söyletemezsin yalnız..." diye onunla alay ettim.

Elinde yumurtalarla bana bakarken, "Dalga geçme sevgiliyle!" diye sinirlenmiş gibi yaptı. Yanına gidip, yanağından öptükten sonra dediğini yaparak masayı hazırladım. Ömer salonda uzanmış, telefonuna bakıyordu. Karşısında oturan Arif de aynı şeyi yapıyordu. İkisi de yardım etmeyi teklif etmedi. Ömer'i yaralı olduğu için, Arif'i de benim yüzümden azar yediği için azat etmiştim. Onların da çok umurundaydı.

Karan, omleti tabaklara koyarken, ben de kapıya yaslanıp onu izlemeye başladım. Ne ile ilgilenirse ilgilensin hep ciddi bir surat ifadesi vardı. İşini dikkatle yaparken kaşları hafif çatıktı. Ona doğru yavaşça yaklaşıp arkasından beline sarıldım. Sırtını öpüp, "Ne kadar da hamaratsınız..." dedim. "Acaba sizi kızıma
mı alsam?"

Sessizce güldü. "Beni alan almış. Siz kızınıza başka birini bulun, hanımefendi." Karnının üstünde birleştirdiğim ellerimi açıp beni tezgâhla arasına aldı. "Bugün pek bir enerjiksiniz. Bunu neye borçluyuz?" Dudaklarımı büzdüm. Ellerini iki yanımdan
tezgâha yaslayıp bana doğru hafifçe eğildi. "Yokluğum size iyi mi geldi? Ne yapsam, arada gitsem mi?" dedi muzır bir sesle.

Kollarımı boynuna doladım. "Yok yok, gitme," dedim hızlıca. Dudağına küçük bir öpücük kondurup uzaklaşacakken ensemden baskı yapıp bana engel oldu. Daha uzun bir öpücük
bırakırken mutfağın girişinden gelen bir öksürük sesi duyduk. Arkamı dönüp, "Bu omletler olmamış, Karan. Yenisini yap!" diyerek Karan'ın kollarının arasından çıktım. Hızlı adımlarla mutfaktan çıkarken Ömer'in yüzüne bakmadım.

"Kızı neden utandırıyorsun, salak herif!" diyen Karan'ın sesinin yanında Ömer'in kahkahasını duyuyordum. Hiçbir şey olmamış gibi masaya oturdum. Utançtan yanan yüzümü ellerimle
yelledim. Umarım bir gün Ömer'i yanlışlıkla yakmazdım. Ya da kafasını küvete geçirip ona suyun içinde nefes almayı öğretmeye çalışmazdım. Ona uyuz oluyordum!

Herkes masaya otururken ben hiçbir şey olmamış gibi yapmaya çalışarak Ömer'e baktım. "Sen şirkete gitmeyeceksin bugün, değil mi? Bugün biraz dinlen bence, yarın gidersin," dedim. "Gitmem gerek," dedi. Kaşlarımı çattım. "Lütfen, Ömer. Aklım sende kalacak. Bu kolla nasıl çalışacaksın?" diye üzgün bir sesle sordum.

Arif gülünce bakışlarım ona değdi. "Yenge, abartmasan mı? Altı üstü bir yanık. Abim bunların kaç kat beterlerini atlattı. Hem sanki koluyla ne yapıyor? Birilerine emir verip duruyor..." Arif ne yemiş? Yürek mi?

Ömer, Arif'in ensesine bir tane yapıştırdı. "O ne demek lan? Benim görevim bu mu? Şirkette ben olmasam hangi boku becerebileceksiniz? Herife bak ya!" dedi ağzına koca dilim bir ekmek atıp. Arif'e ters ters bakıyordu ama Arif hiç oralı değildi. Hatta Ömer'le uğraşmanın zevkiyle gülümsüyordu.

"Gitmesen?" dedim gözlerimi kısıp. "Hem sana çorba yaptım. Onu içmeyecek misin?"

Ömer, şefkatle gülümseyince ben de gülümsedim. Göz kırpıp, "Gidersem adam değilim," dedi.

"Ya..." dedim. Yumuşacık olmuştum. "İstediğin bir şey varsa, onu da yaparım. En sevdiğin tatlı ne?" diye sordum heyecanla. "Onu yapayım." Kafasını hafifçe eğerek, "Gerek yok, minik
kuş," dedi ama ısrar ettim. "Yapmak istiyorum. Söyler misin?"

"Yap diye söylemiyorum ama şekerpareyi severim," dediğinde suratım asıldı. Onu yapmayı bilmiyordum. Karan gibi dışarıdan
söyleyelim. Dışarıdan söylemek mantıklıydı ama kendim yapmak istiyordum. Onun yerine kek mi yapsaydım? Lâl, ikisinin ortak tek bir yanı yok ama sen bilirsin. Arif'le göz göze geldim. "Seninki ne?" diye sordum.

Utanarak gözlerini kaçırdı. "Gerek yok, yenge. Ben sevmem tatlı falan," dedi hızlıca. İnsan irisinin biraz ilgi görünce utanması çok tatlı değil mi? Arif'in tavırları sayesinde onu kardeşim gibi görüyordum. Bazı zamanlarda küçük bir çocuk gibi oluyordu, ona kıyamıyordum.

"Lütfen," dedim gözlerimi büyüterek. "Yapamayacağım muhtemelen. Merakımdan soruyordum."

Alnını kaşırken, "Baklava," dedi. Lâl, biri de bisküvili, pudingli bir şey sevsin. Biz nasıl yapalım bunları? Acaba Arif'e baklava aldırsam kendim yaptığıma onu ikna edebilir miydim? Bence bu kadar saf baktığı sürece ikna edebilirdim.

"Bana niye sormuyorsun?" diyen asabi sesin geldiği yöne doğru döndüm. Karan sitemli bir şekilde bana bakıyordu. "Neden benim en sevdiğim tatlıyı merak etmiyorsun? Herkese sordun, bir bana sormadın," dedi. Kısa bir kahkaha attım. Öyle küskün bakıyordu ki yanaklarını ısırmak istiyordum.

Ömer, ağzının içinden, "Bir de bayıl istersen..." dedi.

Karan'ın masanın üstündeki elini tuttum. "Güzelim, çünkü seninkini biliyorum," diye yalan söyledim. Evde olmayacak diye Karan'a sormamıştım. Aklıma beraber yediğimiz kazandibi gelince, "Kazandibi değil mi?" diye sorup tek kaşımı kaldırdım.

Tekdüze ses tonuyla "Evet," dedi. "Attın, tuttu ama neyse..." demeyi de ihmal etmemişti.

Dudaklarımı birbirine bastırarak önüme döndüm. Arif, "Abi, ben de geleyim mi seninle? Hem dışarıda birkaç işim var hem de şu diğer mevzuyu konuşuruz," dediğinde konu dağılmıştı. Karan kafasını tamam anlamında salladığında Arif bu sefer bana baktı. "Yenge, dışarıdan istediğin bir şey var mı? Gelirken getireyim."

Regl olmak için içtiğim ilacı almam gerekiyordu. İlacın adını söyleyip, "Bu ilaçtan alır mısın?" diye sordum.

"Ne ilacı o?" dedi Karan. Masada bu konulardan bahsetmek istemiyordum. "Önemli bir şey değil." diye geçiştirdim. Arif, Karan'a bakıp onay aldıktan sonra alacağını söylemişti. Sanki
Karan izin vermese almayacaktı. Artık Arif'i parmağımda oynatabileceğim bir kozum vardı. İstersem onu kölem yapabilirdim. Ama zaten her istediğimi yapıyordu, buna gerek yoktu.

Kısa bir kahvaltıdan sonra ben Arif'le beraber masayı toplarken Karan üstünü değiştirmeye gitti. Ömer de salonda uzanıyordu. Karan yardımcı birini çağıralım dediğinde reddetmiştim. Burayı artık kendimi evim gibi görmeye başlamıştım. İki tane bulaşığı toplamak bana zor gelmiyordu. Zaten geriye kalan işler için temizlik ekibi geliyordu.

İçeri geçtiğimde Ömer yattığı yerden doğruldu. "Ee Doktor Hanım, ne var ne yok? Hastalarınız nasıllar?" dedi dalga geçerek. Sırıttığımda arkasına yaslanıp biraz ciddi bir ifadeye büründü. "Şakasını yapıyorum ama yaptığın doğru bir şey değildi, Eflâl. Senin orada ne işin var? Ya gerçek bir silah olsaydı elindeki? Plastik kurşun da can yakar. Hem de çok can yakar," dedi azarlayarak.

Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Karan salona girip benim yerime cevap verdi: "Laftan anlamıyor. İlla burnunun dikine gidecek," dedi bu durumdan rahatsız oluyormuş gibi. Başka ne zaman laftan anlamamıştım da genelliyordu? Onu yolcu etmek için ayağa kalktım. "Ben çıkıyorum. Akşam görüşürüz," diyerek alnımdan öptü. Arkamızdan, "Sana da güle güle!" diye bağıran Ömer'i umursamadan kolunu belime sardı. "İşim erken biterse beraber yemek yiyelim mi?" diye sorduğunda kapının önüne gelmiştik.

Dudaklarımı büzüp, "Ama Ömer'le Arif ne olacak?" diye sordum.

"Her gittiğimiz yere onları da mı götüreceğiz?" dedi ters bir sesle. "Ne yapıyorlarsa yapsınlar onlar. Bize ne?" Vicdansız menopozlu.

"Peki peki, tamam," deyip, uzanarak yanağını öptüm. "Nasıl bir yere gideceğiz? Ne giymem gerekir? Ama yanımda giyecek çok bir şey yok. Ona göre bir yer seç." Aklıma gelen şey üzerine heyecanla, "Balık ekmek yiyelim mi? Herkes yerken fotoğraf atıyordu, canım çok çekiyordu. Hem oraya eşofmanla da gidebilirim," dedim.

Beni dinlerken yüzüne yerleştirdiği gülümseme genişledi. Dudağımın kenarından öptü. "O zaman alışverişe de çıkmamız gerekecek. İstediğin yere gideriz. Sen iste, balık tutmaya gidelim."

Kafamı sağa doğru yatırıp ona tatlı tatlı baktım. "İşin biterse haber verirsin. Hadi, şimdi git ve eve ekmek getir," diyerek beline sarıldığımda hemen karşılık verdi. "İlacını içmeyi unutma."
Tamam anlamında kafamı salladım. "Dikkat et kendine."

"Sen de güzelim," deyip alnımdan öptü ve son kez gözlerimin içine bakıp benden ayrıldı. Bahçeden çıkana kadar arkalarından baktım. Hem soğuktan hem de uzun bir süredir regl
olmadığımdan dolayı karnım ağrımaya başlamıştı. Yukarı çıkıp üstüme hırka giydim ve yeniden aşağı indim. Ömer'in salonda
olmadığını görünce, Patron'un mama ve su kabını doldurup salona geçtim. O sırada Ömer de geldi.

"Sessizlik..." diye mırıldanarak karşıma oturdu. "Çok özlemişim."

Bakışlarım kolundaki sargıya değdi. "Nasıl oldu bu? Kolun nasıl yanmış olabilir ki?" diye sormadan edemedim. Bu konuyu açtığımda yüzü ifadesiz bir hâl aldı. "Merak ediyorum. Lütfen, geçiştirmeden anlat."

Kısa bir süre sessizlik oldu. O bana bir şey söylemek ister gibi bakarken ben de ona açıkla der gibi bakıyordum. Söylemek ister gibi bakıyor ama aynı zamanda da bundan çekiniyor gibiydi. Sanırım olay artık kolu değildi. Ömer'in söylemek istediği çok daha başka bir şey vardı. Gözlerinin arkasında duran gerçekleri
öğrenmek için yapamayacağım şey yoktu.

Sabırlıydım. Çok sabırlıydım. Gerçeği öğrenmek için ne kadar beklemem gerekiyorsa beklerdim. Ama sona ulaşmıştım. Gözüm kapalı attığım adımların sonu gelmişti. Zaman bu sefer
benim yanımdaydı, hissediyordum.

"Baran Demiroğlu," diyerek sessizliği böldü. Bu ismi duyunca sırtım dikleşti. Hızla, "O mu yaptı?" diye sordum. "O mu yaptı sana bunu?" Bu ismi duyunca bedenime dikenler batıyormuş gibi hissettim.

"Hayır, hayır," dedi elini sakin ol der gibi kaldırarak. "Birkaç gündür sana ulaşmak için yapmadığı şey kalmadı. Karan bu konuyu seninle konuşacaktı ama ben konuşmak istedim." Önemdoğru eğilip direkt gözlerimin içine baktı. "Önceden de sana ulaşmak istiyordu, biliyorsun ama bu sefer aracısız ulaşmaya çalışıyor. Arada Ali Demiroğlu yok. Kendisi, bizzat seninle görüşmek için haber göndermiş. Pardon, tehdit etmiş."

Boğazım düğümlendi. "Ne ile tehdit etmiş? Neden görüşmek istiyormuş?" diye korkarak sordum.

"Deden kapalı bir kutu, minik kuş. İnan, biz de bilmiyoruz ne istediğini," dedi. "Seninle görüşmeden Karan'la görüşmek istemiş. Karan bunu soracaktı sana... Ne ile tehdit ettiğine gelecek olursak, hiçbir şeyi bırakmamış. Sana ulaşmadan durmayacak ve Akdoğan soyunun kökünü kazıyacakmış." Benim tüylerim diken
diken olmuştu ama Ömer gülümsüyordu. "Çok deneyen oldu. Bir kere de o denesin, sıkıntı yok," dedi umursamaz bir sesle.

"Karan görüşmesin!" dedim telaşla. "Ne istediğini, ne yapacağını bilmiyoruz. Böyle bir şey yapmasına izin verme, Ömer. Görüşmek istiyorsa telefonda görüşsün. Ne bileyim, mektup yazsın, faks çeksin ama yüz yüze görüşmesin! Ne gerek var? Karan'la
ne konuşabilir ki? Neden onunla görüşmek istiyor?" Ardı ardına sorduğum sorular, yüreğimin nasıl da korkuyla çarptığının kanıtıydı. Bu evde sevgi duyduğum herkes, tehdit ediliyordu. Canım yanıyordu. Ömer'e baktım, gözlerimde nasıl bir korku gördüyse
ayağa kalkıp yanıma geldi. "Hey, hey! Sakin ol. Karan salak bir adam mı?" Hafifçe tebessüm edip, "Yani seninle ilgili konularda biraz salak ama neyse..." dedi. "Kendini ya da seni tehlikeye atacak bir şey yapmaz. Emin ol, görüştüklerinde canı için korkman gereken kişi Karan değil." İçime büyük bir sıkıntı yerleşmişti.

Gözlerimi kapatıp, koltuğun kenarına yasladığımda sessizliğin sesi zihnimde yankılandı. Uzun zamandır öğrenmek istedi-
ğim şeyler önüme seriliyordu. Gerçek, adım adım bana yaklaşıyordu. Aldığım nefes, kalbime yetmiyordu. Küçük bir kızdım, ailem elimden kayıp gitmişti. Büyümüştüm. Ailem gibi gördü-
ğüm, aynı evde kaldığım insanları kaybedemezdim. Bir salıncak kuruldu göğsüme; çocukluğum, gençliğim sırayla sallandı göğe doğru. Bir nefes çektim içime, yalnız olmadığımı hatırlattım kendime.

Sevgi, bütün kötülüklerin üstesinden gelirdi. Benim duvarlarım, sevgiyle çiçeklenmişti. Gelecek günler kim bilir nelere gebeydi, bilemezdim. Tek bildiğim, korkunun, olacaklara engel olmayacağıydı.

Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere minik kuşlarım💖

Instagram: idelirukiye
Kitap: eflalofficialpage
Twitter: idelirukiye
TikTok: idelirukiye

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 55.2K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
AHVEB By hazel

Teen Fiction

2.5M 151K 34
❝Benim şeytanlarım iyiliğe içiyor. Çünkü dünyam alt üst. Tanrı'yı gördün mü? Son zamanlarda aramız bozuk. Görürsen selamımı söyle ona. Bence onun...
428K 8.3K 22
Gökyüzünden ne zaman bir melek serçelerin barındığı ağacın altına düşse bir serçe ağacın yanındaki gölden gagasında su taşır meleğin kırılmış kanatla...
AÇARYA By 1

Fantasy

3.9K 1.1K 84
❝Ay'ın karanlık yüzü, geçmişin duru su kokuyor olsa bile geleceğinin acı kömür kokusu ciğerlerimi yakıyor.❞ - "Karşımda iki kere intihara kalkıştın."...