EFLÂL | RAFLARDA

By idelirukiye

13.6M 277K 639K

🥀 "Geçmiş, bazen mutlu bir anı bazen acı bir tebessüm. Bazı zamanlarda ise adı konulamayan duygunun adı..." ... More

GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
1. YABANCI SÜLİETLER | KİTAP VERSİYONU
2. ÇARE | KİTAP VERSİYONU
3. YALNIZLIK | KİTAP VERSİYONU
4. BAŞLANGIÇ | KİTAP VERSİYONU
5. BİLİNMEZ BİR YOL | KİTAP VERSİYONU
6. KADERİN SALINCAĞI | KİTAP VERSİYONU
7. AN | KİTAP VERSİYONU
8. YOL AYRIMI | KİTAP VERSİYONU
9. PİŞMANLIĞIN İKİ YÜZÜ | KİTAP VERSİYONU
10. BEKLENMEYEN TEKLİF | KİTAP VERSİYONU
11. MAZİ | KİTAP VERSİYONU
12. BAZI GERÇEKLER | KİTAP VERSİYONU
13. ÇIKMAZ SOKAK | KİTAP VERSİYONU
14. GECEDEN KALAN | KİTAP VERSİYON
15. AÇIĞA ÇIKAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYON
16. BİR RUHUN VAVEYLASI | KİTAP VERSİYONU
18. CEVAPSIZ SORULAR | KİTAP VERSİYONU
19. GEÇMİŞTEN GELEN | KİTAP VERSİYONU
20. MÜHÜRLENMİŞ RUHLAR | KİTAP VERSİYONU
21. SANRILAR | KİTAP VERSİYONU
22. RUHUN ZELZELESİ | KİTAP VERSİYONU
23. CAM KIRIKLARI | KİTAP VERSİYONU | I. KİTAP FİNALİ
II KİTAP | GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 1. BASTIRILAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 2. GÜVEN DUYGUSUNUN YANIK KOKUSU | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 3. BİR ADAM TANIDIM | KİTAP VERSİYONU

17. KİMSESİZLİĞİN YUVASI | KİTAP VERSİYONU

154K 9.1K 22.8K
By idelirukiye

İyi okumalar minik kuşlar.

Beni idelirukiye buraya basarak takip edebilirsiniz❤️

🕊️

Gecenin karanlığı, biz insanlar gibi derin bir uykuya dalmıyordu. Kötü insanlara, aydınlığın öte tarafında olanlara ev sahipliği yapıyordu. Gece, saatlere bölünmüş anlardan oluşuyordu. İnsan bunun gibi anlarda tuhaf şeyler hatırlıyordu. Gözümün önünde şimşek gibi çakan anıların hepsi çocukluğuma aitti fakat aralarında farklı bir anı vardı. O da yukarıda uyurken benim ne yaşadığımdan habersiz olan adama aitti. Uyku, ölümün arkadaşı olduğu için mi sessiz çığlıklarım kimsesizdi?

Boğazıma dayanan soğuk bıçağı düşünmeden yapacağım bir hamle, belimde hissettiğim farklı bir soğukluktan sonra yerini hareketsizliğe bıraktı. Beni alıkoyan kişi, "Aklından bile geçirme!" diyerek silahı belime yasladığında, korku artık tüm hücrelerime yayılmıştı.

Bu Serhat'tı, sesinden tanımıştım. Nefesi öyle kötü kokuyordu ki ayık olmadığı belliydi. Yoksa bunu yapacak cesareti bulamazdı. Damarlarında gezinen alkol, mantığının önündeki en büyük engeldi.

"Serhat," dediğimde bıçağın boğazımdaki baskısı arttı. "Mantıklı düşünemiyorsun. Bırak beni. Birazdan..."

Sözümü kesip beni içeri doğru sürükledi. Ayağıyla kapıyı kapattı. "Zaten benim hareketlerim hiçbir zaman mantıklı değildir." Kelimeleri telaffuz ederken dili dolanıyordu. "Sevgilin bunu çok iyi bilir! Bunu da, beni herkesin içinde rezil etmeyi de çok iyi bilir!" derkenki öfkesini iliklerimde hissettim.

Zorlukla nefes alıyordum. Ellerimi koluna koyup onu uzaklaştırmaya çalıştım ama gücüm yetmiyordu. Sırtını duvara yaslayıp beni de kendine doğru bastırdı. Böylece bahçedeki korumaların bizi görme ihtimalini ortadan kaldırdı. Boğazıma yaslanan bıçağın, ruhumu bedenimden ayırması saniyeleri almazdı. Korkudan dizlerim titriyordu. İçimi saran duygu, tehlikenin soğuğunu bedenime sarıyordu.

"Benim suçum ne?" dediğimde, kolunu daha da sert bastırıp dişlerinin arasından konuşmaya başladı. "Senin suçun, onun hayatında olmak! Bana yaşattığının aynısını o şerefsize yaşatmam
için tek çarem sensin!" Lâl, bağırmazsak belki burada bizi öldürecek. Bağırırsak da bıçağı saplayabilir. Ne yapacağız? "O yüzden sessiz olup cezanı çekmeni bekleyeceksin!"

Koluna tırnaklarımı batırdığımda belime doğrulttuğu silahın baskısı arttı. Doğru düzgün nefes alamadığım için başım dönmeye başladı. Ölümle burun burunaydım. Serhat, bir anda yerimizi değiştirdiğinde, hızlı hızlı nefesler alıp öksürmeye başladım. Eliyle ağzımı kapatıp, "Sus!" diye uyardı. "Sus, sesini duyacaklar. Sus!" dedi telaşla.

Sesindeki korku, elle tutulur cinstendi. İkimiz de korkuyorduk. Ama o, korkarken bile eylemini sürdürmeye devam ediyordu. Silahı şakağıma dayadı. Bıçağı köprücük kemiğime doğru yasladı. O anda bıçak canımı acıtmasa bile deli gibi korkuyordum. Aklı başında olmayan bu adam, her an her şeyi yapabilirdi.

Öksürüğüm bitene kadar bana büyüyen gözleriyle baktı. "Lütfen, Serhat!" dedim nefes nefese yalvararak. Kısık bir sesle, "Öcünü ondan al. Benim bir suçum yok! Sevgili falan da değiliz!" dediğimde bıçağı yavaşça boynuma doğru sürttü. Nefesini yüzüme doğru üflediğinde, midem ağzıma geldi.

"Sana değer veriyor," dedi. Bu durum onu çok mutlu ediyormuş gibiydi. "Beni rezil etmenin bedelini bu şekilde ödeyecek!" dedikten sonra yaptığı hareket yüzünden gözlerim irileşti. Silahın emniyetini açıp kalbime yasladı.

Lâl, bağır!

"N'apıyorsun? Bırak beni! Bırak! Gücün bana mı yetiyor?" dedim canhıraş bir şekilde.

Sesimin yüksek çıkması, öfkesinin artmasına neden oldu. "Tek bir ses daha çıkartırsan..." Cümlesine eşlik eden, boğazımdaki bıçağın baskısı oldu. "Basit bir bıçak darbesiyle ölmezsin!" Sesinde iğrenç bir ton vardı.

Boğazıma bir yumru oturdu. Bıçağı masanın üstüne bırakmak için uzandığında, yanlışlıkla bardağa çarptı. Düşen bardağın sesi, sessizlik yemini etmiş evin içinde yankılandı. Birinin
bunu duyması için dua ettim. O kadar adam neredeydi?

"Allah kahretsin!" deyip yeniden bana döndü. "Ne yapacağım şimdi?" dediğinde çıldırmış gibi bir hâli vardı.

Onu kendine getirmek isteyerek, "Mantıklı hareket edemiyorsun!" dedim. "Beni öldürürsen buradan elini kolunu sallayarak çıkabileceğini mi sanıyorsun?" Cümlelerim onu ikileme
düşürmüştü ve gözlerindeki ikilemi görebiliyordum.

Yeniden boğazıma sarılacağı sırada Patron havlayarak içeri girdi ve Serhat'ın bacağına yapıştı. Patron'u itmeye çalışan Serhat, küfürler savurarak bağırmaya başladı. Fakat Patron dişlerini onun bacağına geçirmişti ve bırakmıyordu. Benden uzaklaşarak mutfağın ortasına doğru gittiklerinde dizlerim tutmadı ve
yere düştüm. Yaşadığım anın gerçekliğini idrak edemiyordum. Serhat'ın silahı Patron'a doğrulttuğunu gördüğümde güçlü bir
çığlık attım.

"Hayır!" diye bağırdığım sırada içeri giren Arif, hızla Serhat'ın üstünde atlayıp silahı ondan aldı. "Lan!" deyip Serhat'ı yakasından tuttu. İki kaşının ortasına kafa attığı sırada, bedenimi taşıyamayıp yere doğru devrildim.

Gözlerimden boşalan yaşlar görüş açımı bulanıklaştırıyordu ama "Lâl!" diye bağırarak içeri giren Karan'ın endişe dolu gözlerini görebildim. Arif ve birkaç adam, Patron'un elinden Serhat'ı kurtarmaya çalışırken, doğrulup Karan'ın beni göğsüne doğru çekmesine izin verdim. "Geçti, Lâl. Geçti, güzelim," derken onları görmeyeyim diye kafamı göğsüne doğru bastırıyordu. "Bittin
lan sen!" diye bağırdığında, beni kendine daha da bastırdı. "Ecelin olacağım!"

Titreyen ellerimi ona sarmaya çalıştım ama başarılı olamadım. "Karan," deyip, titreyerek ağlıyordum.

Kulaklarım uğuldamaya başladığı sırada Ömer'in sesini duydum. Yaşadığım anın etkisi, bedenime yansımaya devam ediyordu. "Nasıl yaptın lan?" diye bağırıp Serhat'ın yüzüne yumruk attığında kırılan kemiklerin sesiyle ve yaşadığım olayların etkisiyle öğürmeye başladım.

"Lâl?" dedi Karan endişeyle. Kafamı kaldıracakken onu durdurdum. Ciğerlerime dolan kokusunu içime çekip kendime gelmeye çalıştım. Ömer bağırarak küfürler savururken yumruk sesleri gelmeye devam ediyordu. Mutfakta şu an kaç kişi vardı, bilmiyordum ama ben sanki tek başımaydım. Karan'ın saçlarımı
okşayıp bir şeyler söylemesi bile kendimi yalnız hissetmeme engel olamıyordu. Korkum hâlâ geçmemişti.

Bacaklarımın üstünde hissettiğim tüylü dokunuşlarla beraber daha çok titremeye başladım. Patron kendini bana doğru sürterken sanki korkma diyor gibiydi. Kahramanım beni yalnız bırakmıyordu.

Birkaç saniye sonra Karan beni hafifçe kendinden uzaklaştırıp gözlerine bakmamı sağladığında, bu sefer ona izin verdim.
Gözlerindeki endişenin arkasındaki öfkeyi gördüm. Bedenimdeki titremeyi görünce, üstündeki tişörtü ensesinden tutup çıkardı
ve hiç beklemeden kafamdan geçirdi. Benim bedenim boşalmış gibiydi. Elimi kolumu hareket ettiremiyordum. "Ağlama..." dedi yalvarır gibi. Kollarımı tişörtten geçirip beni yeniden göğsüne
yasladı. "Yalvarırım ağlama!" Boğazımdan sesli bir hıçkırık kaçtı. Kendimi durduramıyordum. "Beni daha da çıkmaza sürükleme, n'olursun!"

Ağladım. Birileri Serhat'ı mutfaktan çıkarırken korkumun geçmesini bekleyene kadar ağladım. Ölüme bu kadar yakın olmanın hissettirdiği tarif edilemez korkuyla derin derin nefesler
almaya başladım. Patron biraz geç gelse ne olacaktı? İnsan böyle anlarda ailesini yanında istiyordu. Karan'ın yanımda oluşu yetiyordu ama babamın "Lâl'im" demesini hiçbir şeye değişemezdim.

Bir gün en sevdiklerim öldü ve ben neye üzülsem onların ölümüne ağladım.

Karan birkaç dakikadır saçlarımı okşayarak, "Geçti," demeye devam ediyordu. Gözyaşlarım onun çıplak göğsüne doğru akarken Karan beni sıkıca tutuyordu. Sanki bıraksa başıma bir şey gelecek gibiydi. Gerçekten de öyle hissediyordum. Köklerini toprağa salan bir ağaca sarılmış bir sarmaşık gibiydim. Köklerim
olan ailemi, toprağın altına gömmüştüm lakin ailem olacak bir adama sarılmıştım.

Biraz sonra Ömer'in kısık bir sesle, "Minik kuş," diye seslendiğini duyduğumda, kafamı çevirip onunla göz göze geldim.

Gözlerinde gördüğüm endişeye karşılık, "Ömer!" dedim. Yanımıza doğru eğilip titreyen elimi ellerinin arasına aldı. "Şşş, geçti," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Bak, biz yanındayız. Artık o şerefsiz sana bir şey yapamaz. Kimse yapamaz!"

Kafamı sağa sola salladım. Karan gözümden akan yaşları parmak uçlarıyla sildikten sonra dudaklarını alnıma bastırdı. "Ömer," dediğinde sesinden yayılan soğukluk, bedenimle aynıydı. Karan yavaşça ayağa kalktığında göğsüne yaslı duruyordum. Titreyen dizlerimi fark ettiğinde beni kucağına aldı. "Bana bırak," dedi Ömer'e bakarak. Serhat'tan bahsettiğini anladım.
"Ben gelene kadar başına bir şey gelmeyecek!" dediğinde sesinde ölüm kol geziyordu. Serhat'a yaptığının bedelini kendisi ödetmek istiyordu.

Ömer kafasını tamam anlamında sallayarak bana baktı. Dudaklarını alnıma bastırıp, "Sabaha hepsi kötü bir kâbus olarak kalacak," dedi beni ikna etmek ister gibi. "İnan bana." Güven vermek adına gülümsedi. "Şimdi sadece uyu. Tamam mı?" Gözlerimi yavaşça yumup açtım. Kafamı sallamaya bile mecalim yoktu. Ömer son kez gözlerimin içine bakıp bahçeye çıktı. Nereye gittiğini de ne yapacağını da biliyordum.

Karan beni hafifçe yukarı doğru kaldırıp adımlamaya başladığında kafamı tekrar göğsüne yasladım. "Özür dilerim," dedi canı yanıyormuş gibi. "Özür dilerim, Lâl. Affet beni." Dudaklarını saçlarımın üstüne bastırdığında, gözlerimi kapattım. "Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim..." Yukarı çıkana kadar dilediği özürlere gerek olmadığını söyleyecektim. Onun suçu olmadığını, böyle olacağını bilemeyeceğini, kendini suçlamaması gerektiğini söyleyecektim ama yapamadım. Tek yaptığım, sessizce gözyaşı akıtmak oldu.

Odaya girip beni yatağa yatırdığında, titrediğimi fark edip üstüme örtü örttü. Soğuktan değil, geçmeyen korkumdan titriyordum. Karanlıkta zar zor seçtiğim gözlerini sertçe yumup açtı.
Yatağın kenarına oturdu. Elimi ellerinin arasına alıp dudaklarını avuç içime bastırdı.

Çatallaşmış sesimle, "Karan," dediğimde hızla, "Lâl," deyip, beni yeniden doğrulttu ve göğsüne yasladı. Sıkıca sarılırken derin derin nefesler alıyordu. "Kurban olurum sana. Ağlama artık,
n'olursun. Ağlamana dayanamayıp ona gününü göstermeye gideceğim!" Titrememi almak ister gibi beni hızlı çarpan kalbine doğru bastırıyordu. "Ağlama. Ağlama, öldürme beni."

Böyle demesi içimdeki yangını daha da harladı. Avuçlarımı göğsüne yaslayıp kendime onun burada olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Birkaç dakika ile sıyrıldığım olayın etkisi, bedenime
yansıyordu. Tansiyonum düşmüş olmalıydı. Bu kadar titremem normal değildi.

"Buz gibisin," dedi kısık bir sesle. Beni yavaşça yatırıp yanıma uzandı ve yeniden göğsüne bastırdı. Üzerimizi örtüp ısınmamı sağlamaya çalışıyordu. "Üstüne başka bir şey giydirelim
mi? Kazak giymek ister misin?" Sorusuna cevap vermediğimde, kafasını eğip bana baktığını hissettim. "Güzelim?"

Hareketleneceğini anladığımda, "Gitme!" dedim hızlıca. "Yalnız kalmak istemiyorum."

"Allah kahretsin!" dedi kısık bir sesle. Saçlarımın üstünde sıcak nefesini hissettim. "Gitmiyorum, Lâl. Gitmem. Buradayım,
güvendesin. Kimse sana dokunamaz." Kolumu yavaşça okşamaya başladı. "Titreme artık, güzelim. Titreme, kurban olurum. Buradayım işte." Yumuşak ses tonunu duymak, korkuya esir olan bedenimin gevşemesini sağlıyordu. "Ağlama da," dedi yalandan bir kızgınlıkla. "Ağlama da daha fazla kendimden nefret etmeyeyim."

Gözlerimi yumup titrek bir nefes verdim. "Senin suçun yok," dedim sesim de titrerken.

Kolumdaki eli durdu. "Onun derdi benimleydi!" dedi nefret dolu bir sesle. Verdiği sert soluklar ciğerlerime doluyordu. "Şimdi bunu düşünme. Sadece uyu, sabah olduğunda..."

"Gitmemiş ol," diye araya girdim.

Derin bir iç çekti. "Ağlamazsan eğer..."

Yanaklarımı silip, "Söz," dediğimde, belimden tutarak beni biraz yukarı doğru çekti. "Gitmem," dedi kısık bir sesle. "Gidemem."

Hissettiğim nefesi, Serhat'ın ensemde hissettiğim nefesini hatırlattı. Vücudumdan sert bir rüzgâr geçti. Serhat'ın gözündeki o ifadeyi unutmak için Karan'ın kalbinin sesini dinlemeye başladım. Avucumu kalbinin tam üstüne bastırıp aklımdan o bakışı silmeyi denedim. Avucumda hissettiğim kalp atışları nefes almamı kolaylaştırıyordu.

Benim için endişe dolu olduğunu bildiğim bu kalpte bana yer var mıydı?

Tıklanan kapının sesini duyunca irkildim. Karan bana daha da sıkı sarıldı ve "Şş korkma," deyip saçlarımın arasından öptü. "Yanındayım, Lâl. Korkma, güzelim." Ona daha da sokuldum.
"Söyle," diye seslendi. Gelen Arif'ti.

"Abi," dediğinde bir şey olduğunu anladım. "Bakman lazım," dedi telaşla.

Kafamı kaldırıp Karan'a baktım, gitmemesi için gözlerimle yalvardım. "Gider miyim?" dedi gözlerime dikkatle bakarken. "Kıyamet kopuyor deseler bile seni bırakıp gider miyim?" Tuttuğum nefesimi bıraktım. Alnımı öpüp kafamı yeniden göğsüne yasladıktan sonra, "Ömer halletsin," diye seslendi.

"Senin bakman gerek, abi. Ben kapıda beklerim. Gelmen gerek."

Karan'ın cevap vermesini beklerken gideceğine dair olan korkuyu içimden atamıyordum. Sık nefesler alıp ona sıkıca sarıldım.
Giderse bir daha karanlıkta kalamazdım.

"Başlatma gelmene!" dedi sinirle. "Ne oluyorsa bensiz halledin!"

"Abi..." dedi Arif çaresizce. "Gelenler var."

Karan onu hiç umursamadan saçlarımı okşamaya devam etti. "Gelsinler," dedi boş vermiş bir sesle. Arif cevap vermedi. Karan
kulağıma doğru fısıldadı: "Üşüdüğün için titremiyorsun, değil mi?" diye sordu. Vereceğim cevaptan korkuyor gibiydi. "Sana bunu yaşatanın iflahını keseceğim!" diye bağırdığında kollarının arasında kasıldım. "Tamam, tamam," dedi sesini alçaltırken. "Şimdi sadece uyuyacağız. Sabaha her şey geçmiş olacak."

Birkaç dakika sonra yaşadığım olayın etkisiyle güçsüz düşen bedenimdeki titreme, Karan'ın yatıştırıcı sesiyle yavaş yavaş azaldı. Bilincim karanlığa doğru düşmeye başladı. Kapının açılma sesini, beni uyandırmamak için Ömer'le ikisinin sessiz konuşmalarını duyuyordum ama ne dediklerini anlayamıyordum.

Uykuya değil, karanlığa doğru daldığımda en son hissettiğim şey, Karan'ın saçlarımın üstündeki eli ve dudaklarıydı. "Lâl'im."

🥀

Babamın kucağında hareket ettim. Belimden tutarak beni durdurdu. "Lâl, annen kızacak şimdi. Lütfen dur, kızım," dedi, yumuşak bir sesle. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda, "Ama babacığım," dememe kalmadan işaret parmağını dudağıma bastırdı. "Beni kandırmazsınız, Küçük Hanım. Sessiz sessiz oturup annenin resmi bitirmesini bekleyeceksin."

Küçük bir çocuk gibi omuz silktim. Küçüktüm ve çocuktum. Dokuz yaşındaydım, hayata dair hiçbir endişem yoktu. Annem, babamla bizim resmimizi çizerken babam sabırla bekliyordu. Bense çizgi film izleme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

Şimdi uzaktan izlediğim bu manzaraya bakarken rüyada olduğumu biliyordum. Birazdan uyanacak ve yaşlı gözlerimi silecektim.

"Baba," diye seslendi küçük Eflâl. Ona bir daha seslenemeyecek olmanın acısıyla yutkunmaya çalıştım. "Beni seviyorsun, değil mi?"

Babamın dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Çok seviyorum," deyip alnımdan öptü. Kulağına doğru yaklaşıp, "O zaman kaçır beni buradan!" diye sitem ettim.

Gözümden yaşlar boşalıyordu. Bu manzaraya bakıyor olmak, hem bu kadar iyi hem de bu kadar kötü hissettiremezdi. Boğuluyordum ama beni sevdiklerim boğuyordu, onların yokluğu.

Babam küçük bir kahkaha atarken annem yakın gözlüğünü düzeltip bana, "Az kaldı..." diye söylendi. "Sadece birkaç dakika."

Dizlerimin üzerine çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. "Bir ömür beklerim. Son nefesime kadar beklerim, yeter ki gelin!" Yavaş yavaş kaybolan silüetlerine bakarken bağırıyordum ama beni duymuyorlardı. "Baba! Bırakma beni!"

Uzaklardan, "Lâl," diyen Karan'ın sesini duydum. "Lâl. Uyan, güzelim."

Annemle babama son kez baktım. Onlara hiçbir zaman veda edemeyecektim. Ağlayarak uyuduğum her gece gördüğüm bu rüyanın, beni daha fazla hırpalamasına izin vermeyecektim.
Gözlerimi kapatıp yeniden açtığımda Karan'la göz göze geldim. "İyi misin? Ağlıyordun. Rüya mı görüyordun?" diye sorarken gözyaşlarıma bakıyordu. Yutkundu. "O anı mı gördün?"

Yanaklarımı silip doğrulduğumda benden uzaklaştı. Üzerinde hâlâ bir şey yoktu ve uyumadığı gözlerinden belliydi. "Saat kaç?" diye sordum. Sesim o kadar cansız çıkmıştı ki bunu fark eden Karan'ın gözleri kısıldı.

"Öğlene geliyor," dedikten sonra elinin tersini alnıma bastırdı. "Biraz ateşin var. Ağladığın için mi?" diye sordu kısık bir sesle.

Sırtımı yatak başlığına yasladım. "Genelde çok üzüldüğüm zamanlarda hastalanırım," deyip burnumu çektim. "Annemden bana kalan bir özellik."

Dudaklarını birbirine bastırıp, yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında nefesimi tuttum. Gözlerim kendiliğinden kapandı ve dudaklarının baskını alnımda hissettim. Karan'ın uzaklaşmadan önce derin bir nefes aldığını işittim. "Yavaş yavaş yükseliyor. Yarım saat önce bu kadar yüksek değildi," dedi kendi kendine konuşur gibi.

Titriyordum, bu sefer üşüdüğüm için. Boğazım ağrıyordu. "Başım ağrıyor," deyip suratımı buruşturdum. "Ağrı kesici var mı?"

Kafasını sağa sola salladı. "Önce bir şeyler yiyeceksin," deyip telefonuna uzandı ve birini aradı. Kafamı yatağa yaslayıp ona bakarken dün geceyi düşünmemeye çalışıyordum ama başaramıyordum. Karan bunu fark etmiş gibi yanıma oturup, omzumdan tutarak beni kendine doğru yasladı. "Arif, yiyecek bir şeyler ve soğuk algınlığı ilacı gönder yukarıya. Ne zaman geldi?" diye sorduğunda kafamı çevirip ona baktım. Kaşları çatılmıştı. "Beklesin," dedi sert bir sesle. "Kız iyi değil şu an. Evet, hemen gönder," dedi ve telefonu kapattı.

"Kim gelmiş?" diye sordum. Karan cevap veremeden kapının arkasından abimin, "Kardeşim nerede lan?" diyen sesi duydum.
"Bırak lan beni! Kardeşim nerede? Arif! Eline ayağına başlayacağım şimdi ha! Bıraksana, hayvan herif!"

"Geç kaldın!" diye söylenen Karan'a aldırmadan hızla ayağa kalktım. Arif, "Abi, uyuyor," derken Ömer, "Lan ne bağırıyorsun?" diye söyleniyordu. Abim kapıyı açmayı deneyip, açamayınca yumruklamaya başladı. "Karan puştu nerede? Kardeşimnerede lan benim?"

Lâl, kapıyı kırmadan aç artık.

Tam kapıyı açacaktım ki Karan'ın elini belimde hissettim. Ona döndüğümde, "Yasin'le ilgilen ve bir şeyler yemeyi ihmal etme. Benim birkaç saat işim var, yanında olamayacağım," dedi.
Gülümseyip beline sarıldığımda şaşırsa da hemen karşılık verdi. Minnetle, "Yanımda olduğun için teşekkür ederim, Karan,"
dediğimde saçlarımdan öptü. Abim kapıya vurmaya devam ediyordu. Keşke kapıyı açsanız da öyle sarılsanız. Yasin de kalp krizi geçirse. "Etme," deyip benden uzaklaştığında, ona son bir kez gülümseyip kapıyı açtım.

"Abi!" dedim özlemle. Hiç beklemeden boynuna sarıldım. O da bana sarılıp, "Eflâl," dedi yumuşak bir sesle. "Abisinin bir tanesi, nasılsın? Dün olanları duyunca hemen geldim abim." Havalanan ayaklarımı yere indirip gözlerime baktı. "Nasılsın, iki gözüm?" derken hızla vücudumu tarıyordu.

"İyiyim, abi," diye yalan söylediğimde abimin kaşları çatıldı. Lâl, üstünde Karan'ın tişörtü var ve Karan'ın üstü çıplak. Hayda!

"Lan!" dedi abim arkamda duran Karan'a bakarken. "Lan, ne oluyor burada? Sen neden kardeşimin odasındasın? Neden üstünde bir şey yok?" Yeniden bana baktı. Karan'ın tişörtü bana
elbise gibi olmuştu, altımdaki şort görünmüyordu. "Lan senin üstünde neden onun tişörtü var?"

"Saçma sapan konuşma!" dedi Karan sinirle.

Yatıştırmak isteyerek, "Abi..." dedim ve elimi koluna koydum. "Karan sadece bana yardım etti," dediğimde Karan da beni destekledi. "Yalnız uyumasını istemediğim için Lâl'le kaldım. Başka bir şey..."

Abimin kaşları havalanırken, "Lâl mi?" diye beni tanıyan herkesin bu seslenişi duyduğunda sorduğu gibi- şaşkınlıkla sordu. "Ne Lâl'i lan? Ne Lâl'i?" diye sertçe çıkıştı.

Ben bir şey söyleyecekken Karan, "Evet, Lâl," dedi ne var bunda der gibi. Sanki ne olduğunu bilmiyor, bilerek yapıyor.

Abim bana bakarak, "Bunu sonra konuşacağız. Şimdi seninle konuşalım," dedi. Karan'a ters bir bakış attı. Beni de kendisiyle beraber aşağı doğru indirdi. Ya sabır çektikten sonra şakağımdan öptü. Salona gelip koltuğa oturduğumuzda gözlerimin içine bakıp, "Dün olanlar..." dedi üzgün bir şekilde. "Canım kardeşim, özür dilerim."

Elini tuttum. "Abi, senin ne suçun var? Kimsenin suçu yok," dediğimde beni kolunun altına çekti. "Yüzün gözün nasıl şişmiş.
Boynundaki kızarıklığı da gördüm. Bazen doğru bir karar verip vermediğimi sorguluyorum. Burada olmak sana iyi gelmedi, Eflâl. Hatayı hatayla telafi edemezmişsin."

Karan, "Ne saçmalıyorsun, Yasin?" dediğinde sesin geldiği tarafa doğru kafamı çevirdim. Hâlâ üstüne bir şey giymemişti. Evin 304 305
içinde büst gibi geziyordu. "Ne demek iyi gelmedi? Buna sen mi
karar veriyorsun?" Gözlerimiz buluştu. "Sen de mi böyle düşünü-
yorsun?" diye sorduğunda hayır dememi ister gibi bakıyordu.

"Ben böyle düşünüyorum?" dedi abim üstüne basa basa. "Var mı bir itirazın?"

Ömer, "Aralarına girmeyelim, Karan," dedi. Hapşırdım. "Çok yaşa, minik kuş. Gel, biz seninle bir şeyler yiyelim," deyip elini uzattığında, abimin yanından ayrılmak istemesem de elini tuttum. "Bunlar birbirini yesin."

Karan, "Hop hop hop!" diyerek bizi durdurdu. Omzuma sarıldığında abimin gözleri irileşti. Bu kez de, "Asıl sana hop, ulan!" diyen abim beni çekti. "Sen kimsin de hop diyorsun lan?"

"Sana diyorum lan, hop!" dedi Karan abime doğru dayılanırken.

Arif hayretle, "Abi o kadar derdimiz var, konu 'hop' mu oldu şimdi?" diye sorduğunda ona hak verdim. Aklı başında olan bir insan irisi.

Abim histerik bir şekilde kahkaha attı. "Lan sen kimsin ulan? Sen kimsin de kardeşim hakkında hop diyebiliyorsun?" Ne hopmuş arkadaş ya. Biz de diyelim. HOP! "Duracağın yeri bil! Sınırı-
nı aşma, Akdoğan!" dedi sinirle.

Karan gıcık bir şekilde sırıtıp, ellerini arkasında birleştirerek abime doğru eğildi. "Aşarsam ne olur, Görkem Amirim?" deyip bana göz kırptı. Kafamı dağıtmaya çalışıyordu.

Konu artık benden uzaklaşmış gibi hissediyordum. Hem bir anda ne olmuştu? Ben daha yaşadığımı atlatamamıştım ama onlar saçmalıyordu. Erkeklerin bazen beyni duruyordu. Başımın dönmesine aldırmadan abimin yanından uzaklaştım. İki dağ ayısı saçmalıyordu. Ömer başımın döndüğünü fark etmiş gibi yanıma gelip, belimden tutarak beni mutfağa doğru götürdü.

"Sakın sesini çıkarma!"

Kulağımda çınlayan ses yüzünden adımlarım durdu. Mutfağa girmeye şimdilik hazır değildim. Ömer neden durduğumu anlamayarak bana baktığında, bakışları mutfağa değdi. "Yukarı
çıkalım," dediğinde ise anlamış gibiydi. "Ben sana yiyecek bir şeyler getiririm."

İnsanın bulunduğu yerde güvende hissetmemesi o kadar kötüydü ki, içimde fırtınalar kopuyor gibiydi. Boğazıma dolanan o kol, sanki hâlâ aynı yerdeydi. Bir anda biri tarafından geriye doğru
çekilecekmişim hissini kafamdan atamıyordum. Sertçe yutkunarak yatağa oturdum. Abimin ve Karan'ın yukarıdan sesi geliyordu.

Bu sefer de Ömer'e, "Ağrı kesici var mı?" diye sorduğumda, o da Karan gibi, "Önce bir şeyler ye, sonra içersin," dedi. Odadan çıkacakken ona dur diyeceğim sırada Patron, içeri girip yatağın
üstüne atladı.

"Kızım," dedim gözlerimin dolmasına engel olamayarak. O, kafasını dizlerime yaslayıp alttan bana bakarken, eğilip kafasını
öptüm. "Teşekkür ederim, Patron. Teşekkür ederim, güzel kızım." Ben uzanınca, o da beklemeden yanıma uzandı. Patilerini
kafasının altına koyup yüzümü yaladığında, gözümden akan bir damla yaşı sildim. Akan yaşa da dilini değdirdiğinde, gülümsedim. "Tamam, ağlamak yok."

Ona doğru yaklaşıp karnına sarıldım. Gözlerim şiddetli baş ağrısı yüzünden kapanmıştı ve ateşimin de yükseldiğini hissediyordum. Bedenime sirayet eden hastalığın nedeni, ruhumda açılan yaraydı. O anın devamını düşünmek, korkuyla kasılmama neden oluyordu. Sadece kısa bir an sonra beni öldürebilirdi. Bu kadar etkilenmemin nedeni, son zamanlarda bu düşünceyle içli dışlı olmam mıydı?

Patron, kafasını boynuma doğru yaslayıp kısık bir ses çıkardı. "Tamam tamam, düşünmek de yok."

Hâlâ titriyoruz. Sanki titreşime alınmış gibiyiz. Bir duş mu alsak, Lâl? Kolumu kaldırmaya hâlim yoktu. Midemden gelen öğürme isteğini bile lavaboya gidemeyeceğim için bastırıyordum. İnsanın çok üzülünce midesi bulanır mıydı? Benim bulanıyordu.

Karan'ın "Lâl?" diye seslenmesiyle Patron'un hareket etmesi bir oldu ve tüyleri ağzıma girdi. Hızla doğrulup öğürdüğümde elimle ağzımı kapattım. Karan yanıma gelip, "İyi misin?" diye
sorduktan sonra Patron'un kalçasına vurdu. "Aşağı in, kızım!"

Derin derin nefesler alırken, "İyiyim," dedim kısık sesle. "Ağrı kesici..."

"Önce bunu yiyeceksin." Abim elinde tepsiyle içeri girip diğer yanıma oturdu. "Bir cam, kapı falan açın. Burası bu herif gibi kokuyor. Tabii kızın midesi bulanır," deyip suratını buruşturdu.

"Hadi lan oradan!" dedi Karan. "Benim kokumdan falan bulandığı yok. Değil mi?" diye bana bakarak sordu. Enayi.

Abim üzüldüğüm zamanlarda midemin bulandığını, hatta kustuğumu biliyordu ama Karan'la uğraşıyordu. "Başım ağrıyor.
Lütfen kısık sesle konuşun," deyip kaşlarımı çattığımda, başım daha da ağrıdı. Sallanan sandalyede oturan Ömer, "Bunlar gitsin. Biz seninle yalnız kalalım. Olur mu, minik kuş?" diye sordu. "Benim de başımı ağrıttılar," dedi tatlı bir şekilde hayıflanarak.

Karan'ın asla gitmeyeceğini biliyordum. Abim zaten benim için gelmişti. Kapının girişinde durup bana endişeyle bakan Arif de gitmeye yeltenmiyor gibiydi. Bu durum gözlerimin dolmasına neden oldu. Kimseden ses çıkmıyordu. Sehpaya uzanıp tostuelime aldım. Bir ısırık aldım. Odadaki kimse bu hâlimi sorgulamadı. Birkaç ısırık daha aldım. Karan ağrı kesiciyi çıkarıp bana uzattı, gözlerime şefkatle bakıyordu. Hâlâ kendini suçladığını
biliyordum.

Boğazıma doğru kaşlarını çatarak bakıyordu. Ona baktığımı fark edince gözlerime baktı. "Ona ne oldu?" diye sorduğumda, kaşları daha da çatıldı. "Yapma, Lâl," dedi ama direttim. "Ne
oldu? Burada mı hâlâ? Onunla aynı yerde durmak istemiyorum!" Geriye doğru gidip başlığa sırtımı verdim. Dizlerimi karnıma
doğru çekip kollarımı bacaklarıma sardım. "Burada kalmak istemiyorum."

Karan'ın omuzları çöktü. Gözlerine yerleşen ifadeyi gördüğümde karnıma tekme yemişim gibi hissettim. Ona böyle bir duygu yaşatmak istememiştim.

"Burada değil," dedi Ömer. Biraz önce merhametle bakan gözleri, şimdi öfkeyle bakıyordu. "Onunla aynı evde durmana
izin verir miyiz sanıyorsun?"

Abim elini dizime koydu. "Benimle İspanya'ya gelmek ister misin?" derken hafifçe tebessüm etti. "Her şeye biraz ara vermiş olursun. Ne dersin?"

Kalbim yerini arar gibi, beni Karan'a bakmaya zorladı. O, bana cevabımı bekler gibi bakarken yutkundum. Gözlerinde gördüğüm ifade, vereceğim cevaba karşı çıkmayacak olduğunu
gösteriyordu. Şu an dünyanın bir ucuna bile gitmek istesem, "Tamam" der ve beni elleriyle oraya götürürdü.

Abimin sorusuna cevap vermeden, "Ona ne oldu?" dedim direterek. Bunu bilmezsem yaşayamayacak gibi hissediyordum.

Arif, "Öldü," dedi. Bu beklemediğim cevap karşısında irkildim.

"Arif!" dedi Karan uyarıcı bir sesle. "Böyle mi söylenir, hayvan herif!" Gözlerime bakıp, "Sakın yanlış anlama. Ben, sen uyanan kadar odadan çıkmadım. Kimse ona bir şey yapmadı," dedi
beni ikna etmek isteyerek.

Serhat'ın ölmesi neden iyi hissettirmemişti bana? Ölmesini değil de sürünmesini isteyen içimdeki kadın, ne ara bu kadar cani olmuştu? Ne ara onun acı içinde kıvranmasını ister hâle
gelmiştim?

Abim, titreyen göz bebeklerime baktı. "Aşırı doz," dedi açıklayarak. "Seni yakalamadan önce..." Devam edemeyip sustu ve derin bir nefes verdi. "Çok az bir süre önce almış."

Daha da sıkı sarıldım kendime. Odanın içindeki adamların varlığı bana iyi geliyordu ama aynı zamanda da korkuyordum. Onların hayatlarının tehlikede olmasından çok korkuyordum. Yaşadıklarımın kâbus olmasını dileyerek gözlerimi sımsıkı yumdum. Tam olarak nerede güvendeydim? Abim beni buraya bırakırken ne
düşünmüştü ve başıma ne gelmişti. Benim evim neresiydi?

Karan'ın elinin baskısını alnımda hissettim. "Ateşin hâlâ aynı," dediğinde gözlerimi açarak ona baktım. "Duş al," deyip ayaklandı. "Ondan sonra yeniden uyuyalım."

"Uyuyalım?" dedi abim, duyduğu en garip şeymiş gibi.

Araya girdim. "Kaldıracak hâlim yok, abi. Lütfen," dedim kısık bir sesle. Gözlerime kusura bakma der gibi baktığında bu işi sonraya bıraktığını anladım. Karan'a bakıp, "Olur," dedim. Abim ayağa kalkacakken ona sıkıca sarıldım. "Birkaç saat sonra gideceksin, biliyorum. Seninle gelmeyi önceden olsa kabul ederdim ama şimdi bunu yapmaya ne isteğim ne de hâlim var. Yorgunum ama bedenen değil, abi."

Saçlarımı okşayıp öptü. "Biliyorum, güzel kardeşim. Şimdilik dinlen. Uyandığın zaman burada olmaya çalışacağım," deyip ayağa kalktı. "Sana süt getirmemi ister misin?"

Gülümsemeye çalıştım. İstemiyordum ama onu kıramadım. "İsterim." Kafasını tamam anlamında sallayıp odadan çıktığında, Ömer yanıma gelip yatağa oturdu. "İstersen beraber bir şeyler yapalım," dedi istekli bir şekilde. Bu sefer de ona sarıldım. "Teşekkür ederim, Ömer," dedim içten bir şekilde.

"Minik kuş," deyip aynı abim gibi bana sarıldı. "Sus, beni daha da üzme." Sırtımı sıvazladı. "Bir daha uyandığında daha iyi olacaksın ve zamanla tüm sıkıntıların azalacak. Her gece, merhem olmasa da yeni bir umut," dediğinde sanki bunu kendisi yaşıyormuş gibiydi. Son bir kez sırtımı sıvazlayıp ayağa kalktı. Gözlerime bakmadan hızlı adımlarla odadan çıktı.

Karan, "Sen gir duşa, ben üstümü değiştirip geleyim. Arif kapıda bekleyecek," dedi. Arif'e baktığımda kafasını evet anlamında salladı. "Ama bekle diyorsan da odada beklerim."

"Gerek yok." Ayağa kalkıp, dolaptan eşyalarımı alırken başımın döndüğünü belli etmemeye çalışıyordum. Karan yanından geçeceğim sırada elini karnıma koyup beni durdurdu. Birkaç
saniye gözüme bakıp konuşmadan öylece durdu. "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Yok," deyip dudaklarını şakağıma bastırdı. Bir süre öylece bekledi. Sağ elim gayriihtiyari çıplak göğsünün üstüne doğru gitti. Kalbi öyle hızlı ve güçlü atıyordu ki avucumun içindeymiş gibi hissediyordum. "Senin için," dediğinde, kafamı kaldırıp ona baktım. "Hı?" diyebildim. Gülümseyip, "Burada bekliyorum, başın dönüyor," dedi. Sonra Arif'e dönüp, "Arif, sen bana giyecek bir şeyler getir," dedi. Banyoya kadar bana yavaşça eşlik etti. Kapıyı kapatmadan önce, "Başın dönerse bir yere tutun ya da hemen otur. Havlun yanında olsun. Bana seslen, hemen gelirim. Tamam mı, güzelim?" dedi. Kafamı tamam anlamında salladım. Daha sonra kapıyı kapattı.

Aynaya bakmadan üstümdekileri çıkardım. Kısa bir duşun ardından hemen ıslak çamaşırlarımı çıkarıp kuruları giydim. Uzun kollu, ince bir pijama giydim. Üşümemi bastırmak isteyerek saçlarımı da kuruttum. Bunu da aynaya bakmadan yaptım.

Banyodan çıktığımda sandalyede oturan Karan'la göz göze geldim. Beni yavaşça süzdükten sonra konsolun üstündeki ilacı
alıp su ile beraber bana uzattı. "Ateş düşürücü." Alıp içtim. Sonra sütü de uzatıp, "İçesin yok, biliyorum ama bari bir yudum al," dediğinde onu kıramadım.

Birkaç yudum alıp yatağın içine girdim. Ayakta duran Karan, bana yukarıdan bakıyordu. "Birkaç saat işim var demiştin, ne yapacaksın?" diye sordum. Gözleri kısıldı. "Senden önemli
bir işim olmadığını anladım," diye cevap verdiğinde ağzım beş karış açıldı. Bu hâlime gülümseyerek, "Geleyim mi?" diye sorup kaşıyla yatağı işaret etti.

"Hı hı," dedim kafamı sallayarak. Ağzımızı kapatalım.

Yanıma uzanıp bana doğru döndü, ben de ona doğru döndüm. Üstüne tişört giymişti. Bu durum beni rahatsız etti. Yüzümü göğsüne doğru yaklaştırdığımda, çenesini başıma yaslayıp kolunu belime sardı. Derin bir nefes alıp, "Ne kokuyorsun sen?" diye sordu. "Var mı bunun bir adı?"

Gülümseyerek kafamı kaldırdım ve ona baktım. "Şampuan," dedim gülerek. Göz göze geldiğimizde onun da gülümsediğini gördüm. "Hayır, senin kokun bu," deyip burnunu boynuma yaklaştırdı. Kaskatı kesildim. "Çok başka bir koku," deyip derin bir nefes daha aldı. "Adamı meczup eder," dedi mayışmış bir sesle.

Burnunu boynumdan çekti. Fakat yüzlerimiz dip dibeydi. Dudaklarına değmesine ramak kalan dudaklarımın karıncalandığını hissettim. Karan da benim gibi bu yakınlıktan şaşkınlığa uğramış gibiydi. Kendime engel olamayarak dudaklarına doğru yaklaştım. Sanki tüm dermanım onun dudaklarındaymış gibi
hissediyordum.

Dudaklarımız birbirine tam değecekken kafasını geriye doğru çekti. "Yapma, Lâl," dedi boğuk bir sesle.

Bir anlığına dondum. Duygularımızın karşılıklı olduğunu düşünerek yapmıştım bunu. Hata mı etmiştim? Karan bana karşı ne hissediyordu da geri çekilmişti? Yanlış mı anlamıştım? Nasıl? Neyi? Kafam allak bullak olmuştu. Duygularımı ona belli etmek istemeyerek arkamı döndüm. Benden hoşlanıyor sanmıştım. Hatta bundan emindim. Neden böyle bir şey yapmıştı? Ne
sebeple?

Aradan ne kadar zaman geçmişti, bilmiyordum. "Lâl?" diye seslendiğinde, sesindeki pişmanlığı duydum. "Uyudun mu? Ben... Uyudun mu?" Bana dokunmamaya dikkat ediyordu.
Ağzının içinden küfretti. Tepki vermedim. "Hazır değilsindir diye... Hani yaşadığın olay... Yani iyi değilsin... Ben onun için... Bir de yanlış zaman..." Yutkunduğunu duydum. "Beni duyuyor musun? Uyudun mu?" Belirli aralıklarla kurduğu cümleler, pişmanlığın diyarından esintiler taşıyordu.

Beni düşündüğü için mi beni rezil etmişti? Kendimi iğrenç hissetmeme neden olmuştu. Keşke bunu düşünmeyi bana bıraksaydı.

Ben cevap vermeyince o da sessiz kaldı. Sessizlik, gecenin ardından aramızda akan bir nehir oldu. Ateş düşürücünün etkisiyle uykuya dalmadan hemen önce, beni belimden tutarak kendine doğru çekti. "Kaçıncı hatam oldu bu? Hatalarımın hangi birini telafi edeceğim?" deyip saçlarımdan öptüğünde karanlığa doğru
düşmeye başladım. Zihnim bana oyun oynamıyorsa son duyduğum şey, "Gül güzeli," dediğiydi. Ardından bana sıkıca sarıldı.

Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere minik kuşlarım💖

Instagram: idelirukiye
Kitap: eflalofficialpage
Twitter: idelirukiye
TikTok: idelirukiye

Continue Reading

You'll Also Like

3.4K 652 41
Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde yaygınlaştı. Artık cinsiyet ya da statü...
6.5M 405K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
2M 125K 43
Lina Kara, babasıyla ettiği kavga sonucu babasını kendi kafasına sıktığı bir kurşunla kaybeder. Bu kayıp kendisinden de birçok şey götürür. Borçlar v...
1.6M 59.6K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...