EFLÂL | RAFLARDA

idelirukiye

13.6M 267K 602K

🥀 "Geçmiş, bazen mutlu bir anı bazen acı bir tebessüm. Bazı zamanlarda ise adı konulamayan duygunun adı..." ... Еще

GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
1. YABANCI SÜLİETLER | KİTAP VERSİYONU
2. ÇARE | KİTAP VERSİYONU
3. YALNIZLIK | KİTAP VERSİYONU
5. BİLİNMEZ BİR YOL | KİTAP VERSİYONU
6. KADERİN SALINCAĞI | KİTAP VERSİYONU
7. AN | KİTAP VERSİYONU
8. YOL AYRIMI | KİTAP VERSİYONU
9. PİŞMANLIĞIN İKİ YÜZÜ | KİTAP VERSİYONU
10. BEKLENMEYEN TEKLİF | KİTAP VERSİYONU
11. MAZİ | KİTAP VERSİYONU
12. BAZI GERÇEKLER | KİTAP VERSİYONU
13. ÇIKMAZ SOKAK | KİTAP VERSİYONU
14. GECEDEN KALAN | KİTAP VERSİYON
15. AÇIĞA ÇIKAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYON
16. BİR RUHUN VAVEYLASI | KİTAP VERSİYONU
17. KİMSESİZLİĞİN YUVASI | KİTAP VERSİYONU
18. CEVAPSIZ SORULAR | KİTAP VERSİYONU
19. GEÇMİŞTEN GELEN | KİTAP VERSİYONU
20. MÜHÜRLENMİŞ RUHLAR | KİTAP VERSİYONU
21. SANRILAR | KİTAP VERSİYONU
22. RUHUN ZELZELESİ | KİTAP VERSİYONU
23. CAM KIRIKLARI | KİTAP VERSİYONU | I. KİTAP FİNALİ
II KİTAP | GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 1. BÖLÜM | BASTIRILAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 2. BÖLÜM. GÜVEN DUYGUSUNUN YANIK KOKUSU | KİTAP VERSİYONU

4. BAŞLANGIÇ | KİTAP VERSİYONU

176K 11.3K 19.7K
idelirukiye

İyi okumalar minik kuşlar.

Beni  buraya basarak takip edebilirsiniz❤️

🕊

İnsanın içine düşen yalnızlık hissi, ansızın yağan yağmurun şehri ıslatması gibiydi. Toprak kokusu ciğerlere ne kadar bayram ettirse de ıslanma korkusu baskın gelirdi ve damlalardan korunmak için insana sığınacak yer aratırdı. Yalnızlık bazen çok güzeldi, bazen can yakıyordu.

Toprak kokusunu içime çekmek için ıslanmaya değer miydi?

Yalnızlığımı paylaşmak için kendimden ödün vermeye değer miydi?

Kalbimi sahibine kavuşturmak için yanmaya değer miydi?

Beynimi kemiren soruların belirli bir amacı yoktu. Her zaman, acı çekmeden ve bedel ödemeden güzel şeylere kavuşamayacağıma inanmıştım. Zihnim bu duygu ile dolup taşıyordu. "Fedakârlık yapmadan kazanamazsın," diyen yanım, bana kade- rin cilvesini yeniden hatırlatıyordu.

İçimi, adını koyamadığım bir korku kaplamıştı. Aldırmadım.

Uyku ile uyanıklık hâli arasındaki o çizgiden çıkıp bilincimi uyandırmaya çalıştım. Yakınımdan gelen birtakım sesleri işitince, kendimi uykunun kollarından kaldırıp konuşanlara odaklandım.
 
"İyi diyordun, neden bir anda ağladı?" diye meraklı bir sesle soran Ömer'di.

Gelmişlerdi.

"Bana bozuldu sanırım, abi," dedi Arif. Sesinden hayıflandığını anladım. Kendimi ağlıyor gibi gösterip adamı gereksiz yere suçlu durumuna sürüklemiştim. Ha şunu bileydin!

Ömer merakla, "Ne yaptım oğlum kıza?" diye sorduğunda dudaklarımı dişledim. Bir parça olsun yaptığım şeyden utanmam, erdemli olmaktı. Kandır kendini.

"Bir şey yapmadım, abi. Dünkü olaydan sonra araya girdi diye biraz bozuk atmıştım. Bozulduysa ona bozulmuştur." Sesi bir suçlununki gibi değildi, yine de ağlamama sebep olduğunu düşündüğü için üzgün geliyordu.

"Ne olayı?" diye merakla soran bir diğer kişi ise Karan'dı.

Kimsenin Arif 'i kandırmak için ağlamış gibi davrandığım hakkında bir tahmini yoktu. O an gülsem, eminim ki bu sefer kliniğe yatmam gerektiğini söylerlerdi.

"İfade olayı, abi," diyen Arif, sanırım Karan'ın hâlâ anlamaması üzerine, "Polis vardı ya, abi," diye ekledi.

Karan, "Bunun için mi ağladı?" diye sordu. Sesinden hem ağlamama hem de Arif 'in bahsettiği ağlama nedenine şaşırdığını anladım. Adamın bizi tanımadığı belli...

"Aklıma başka bir şey gelmiyor, abi," diyen Arif 'in sesi düşünceli çıkıyordu. "Ama zaten nahif biri, hemen gözleri doluyor. Damar yolu takılırken bile ağladı birkaç kez."

Ağlamamın sebebi damarımı bulmakta zorlanan, beni kevgire çeviren hemşirelerdi. Her zaman bu sorunu yaşıyordum ve canım çok fazla acıyordu. Ağlamakta haklıydım. Morarmaktan sararmaya doğru giden kolumu her gördüğümde canım yeniden acıyordu. Beni, damarları görünmeyenler anlardı.

Arif 'in söylediğine kimse cevap vermediği için odada derin bir sessizlik oldu. Kapının açıldığını duymadığıma göre yüksek ihtimalle bana bakıyorlardı. Beni izlemeye iyi alışmışlardı.

Artık uyanıyormuş gibi yap, Lâl. Gözlerin hareket ediyor, anlayacaklar.

Yavaş yavaş gözlerimi açarken yeni uyanmış gibi davrandım. Zaten sağa dönük yatıyordum. Cenin pozisyonu almış, ellerimi de bacaklarımın arasına koymuştum. Kafamı kaldırıp her biriyle göz göze geldikten sonra tebessüm ederek doğruldum. Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına kıstırıp, "Hoş geldiniz," dedim.

İkisi koltukta oturuyor, Arif ise ayakta duruyordu. Hepsi birbirinden yorgun gözüküyordu.

Arif yine, her zamanki takım elbisesinin içindeydi. Siyah pantolon, siyah ceket ve her an patlayacakmış gibi duran beyaz bir gömlek. Bedenine uygun gömlek bulamamasına şaşırmamıştım. Öyle iriydi ki boyu en az iki metre olmalıydı. Ne bu adam, insan irisi mi?

Ömer, lacivert pantolon ve pantolonundan bir iki ton açık, koyu mavi bir gömlek giymişti. Abimle liseden arkadaşlar ise, yirmi sekiz yirmi dokuz yaşlarında olmalıydı ama Ömer'in gözleri, kırk yaşında bir adamın tecrübelerine sahipmiş gibi bakıyordu. Kalbimin bir köşesinin, daha doğru düzgün tanıyamadığım bu adam için sızladığını hissettim.

Hangi hayat, dışarıdan göründüğü kadar kusursuzdu?

Bana diğerlerinden daha derin baktığını hissettiğim gözlerin sahibi olan Karan ise simsiyah giyinmişti. Üzerinde başka renk yoktu. Siyah gömlek, siyah kumaş pantolon ve siyah ayakkabı giymişti. Üzerinde eşofmanla bile görsem, onun bir iş adamı olduğunu anlayabilirdim. Çok farklı bir aurası vardı. Ona her baktığımda, onu tanımak isteyen yanım dörtnala koşuyordu.

Üçü de gerçekten zarif duruyordu. Kendimi biraz paspal hissetmiştim. İçimden siz beni gerçekte görün diye geçiriyordum. Adamlar şu an Instagram'daki postlarına baksalar, "first date"e çıktığı kişiyle sosyal medyadaki kişi arasındaki farkı görünce gençliği solanlar gibi kalırlar. Abartma be!

"Hoş bulduk. Nasılsın, Eflâl?" diyen Ömer'in gülerken kısılan gözlerime bakarak gülümsedim.

"İyiyim. Yarın çıkıyorum," dedim heyecanla. Hastane maceramın sonuna gelmiştim.

Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yasladı, ellerini birleştirdi. "Evet, öyleymiş, sevindim."

Başka kimseden ses çıkmayan kısa bir an Karan'la göz göze geldim. Her zaman olduğu gibi kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslanmıştı. Hesap sorar gibi bir üslupla, "Aramadın?" dediğinde, gerçekten aramamı beklediğini anladım.

Aslında aramamı beklemeseydi "Ara," demezdi, yine de kibarlıktan söylemiş olabileceğini düşünmüştüm. "Evet, uyuyakalmışım," deyip dudaklarımı büzdüm. Bilerek uyudun, Lâl.

Anladım anlamında kafasını salladı. "Şu an bir şey yemek ister misin?" diye ilgili bir sesle sorması kalbimin hızlanmasına neden oldu. Kalbimiz hızlanacak yer arıyor.

"Aç hissetmiyorum, teşekkür ederim," derken sesim titremesin diye uğraşıyordum.

Açtım ama Karan'dan nedenini bilmediğim bir şekilde çekiniyordum. Sabaha kadar dayanabilirdim açlığa. Saat zaten 23.00'e geliyordu, yeniden uykuya dalabilirdim.

Kafasını hafifçe sağa doğru yatırıp, "Sen bilirsin," dedi. Üstelememişti ama bu durumdan memnun olmadığı, yüzündeki hoşnutsuz ifadeden belliydi.

Yine bir süre sessizlik oldu. Kimse ne konuşacağını bilemiyor gibi birbirine bakıyordu. Saçma sapan bir şey söylememek için ben de suskunluğumu koruyordum. Bir anda "Herkesin hayatına kimse karışamaz," diye bağırmaktan korkuyordum. Sessizlik o derece yoğundu.

Bakışlarımı ellerime indirdim. Manikür zamanın gelmiş.

Derdim de buydu sanki.

Tırnak etlerimi yolmamak için kendimi zor tutuyordum. Sonra sıkıştığımı fark ettim. Lavaboya gitmem gerekiyordu. Neden her seferinde adamlar varken geliyor tuvaletin? Nereden bileyim?

Bağdaş kurduğum bacaklarımı açıp yataktan sarkıttım. Terliklerimi giydikten sonra "oda arkadaşlarıma" bakmadan, ayağa kalkıp yavaş adımlarla lavaboya doğru yürümeye başladım. Arkamdan bana baktıklarını hissedebiliyordum. Lavaboya girip kapıyı kapattığımda, içeride oturan üç tane adamın burada ne yaptığımı biliyor oluşu, suratımı buruşturmama neden oldu. Yaptığım çok doğal bir şeydi ama ne yaptığımı bilmeseler daha iyi hissederdim. Aman canım, sanki onlar hiç yapmıyordu.

İşimi hallettikten sonra elimi yıkayıp dağılan saçlarımı tekrar topladım. Yüzümdeki şişlik biraz inmişti ama kaşıma ve alnıma yayılan morluk hâlâ geçmemişti. Kaşıma atılan dikişin estetik dikiş olması çok iyi olmuştu. Aslında duşa girsem iyi olurdu, terlemiştim. Onlar gittikten sonra yıkanmayı aklımın bir köşesine koydum ve lavabodan çıktım.

Odaya adım attığımda Karan'la göz göze geldim. Odada sadece o vardı. Ayağa kalkıp bana doğru yaklaştı. Yüzüne kondurduğu hafif bir tebessümle bana bakıyordu. "Seni iyi görmek, beni mutlu etti," dedi. Ellerini ceplerine koymuş, karşımda gülümsüyordu. Ben kısa bir kadın değildim ama o, 190 boylarında olmalıydı ki yüzüne kafamı kaldırarak bakmak zorunda kaldım. Gerçekten yakışıklı bir adamdı. Benimle, arkadaşı için bile olsa ilgileniyor oluşu, heyecanlanmama neden oluyordu.

Aslında ilk defa yakışıklı birinden ilgi görmüyordum, alışıktım buna. Yaptığım iş dolayısıyla beğeni dolu bakışlarla çok fazla karşılaşıyordum. Bazı günler teklifler de alıyordum. Hatta bir tane takıntılı sapığım bile vardı. Bu yüzden ilginin kimden geldiği de önemliydi. Karan'dan gelen ilgi dış görünüşüm nedeniyle değildi. Şefkat doluydu. İşte bu durum heyecanlanmamı sağlıyordu.

"İyi hissediyorum. Sen nasılsın? Yorgun gibisin." Gerçekten yorgun görünüyordu. Uzun zamandır iyi bir uyku çekmemiş gibiydi.

"Öyleyim. Ertelenemez bir durum söz konusuydu. O yüzden gitmek zorundaydık," dedi. Adam sana açıklama yapıyor, Lâl. Doğru ya, adamlara gittikleri için bir ton trip atmıştım.

"Anladım," diyebildim sadece. Yaptığım şey çocukça ve gereksizdi. Ben onların hiçbir şeyi değildim, bu tavrımın bir mantığı yoktu. Keşke bunu şu an değil, o zaman akıl edip öyle davransaydım.

Akılsız kafam deyip kendimi duvardan duvara vurmak istiyordum.

Mahcup bir şekilde bakmamdan çıkardığı anlamla anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Tek elini cebinden çıkarıp yatağı gösterdi. "Ayakta kalma istersen, geç lütfen," dedi kibar bir şekilde.

Tamam anlamında kafamı sallayarak, bir şey demeden yatağa geldim ve bağdaş kurarak oturdum. Kafamı kaldırdığımda onun da koltuğa geçmiş olduğunu gördüm. Yine birbirimize bakıyorduk. Bana bu kadar dikkatli bakması, elimi kolumu koyacağım yeri şaşırmama yol açıyordu. Gözleri, tek bir hareketimi bile ka- çırmak istemezmiş gibi üzerimdeydi. Bu bakışlarının bir anlamı yoksa bile benim bir anlam çıkarmama çok az bir zaman kalmıştı.

Aklımda yarın çıkınca nereye gideceğim vardı yine. Karan, abimle konuşmuş muydu?

Beni duymuş gibi, "Yarın çıktıktan sonra nereye gitmeyi düşünüyorsun?" diye merakla sorduğunda rahatlayarak verdiğim nefesin, niyetimi açık etmemiş olmasını umdum.

Gülümsemeye çalışarak, "Ankara yolu gözüküyor gibi," dedim. Bu kadar hızlı nasıl yalan söyleyebilirsin?

Karan, bir iki saniye dediğimi tartar gibi düşündükten sonra tok bir sesle, "Yasin bazı durumlardan bahsetti. Eğer senin için de uygunsa her şey yoluna girene kadar bizde kalabilirsin," dedi. Duymak istediğim şeyi söylemesi, gülümsememek için mimiklerimi zor tutmama neden oldu. Sen de ne yüzsüzsün, Lâl. Sadece yalnızım. Cevap vermediğimi fark edince yerinde hareket etti. Göz göze geldiğimizde kaşlarını kaldırarak, "Ne dersin?" diye sordu.

Öylesine sormuyordu, gerçekten gelmemi istediği belliydi. "Size daha fazla yük olmak istemem," deyip gülümsedim. İstemem yan cebime koy.

"Sırtımda taşımayacağım."

Keşke taşısa, Lâl. İç sesimin dediğini hayal ederken gözlerimi ona çevirmeye utandım. Bunu düşünürken bile kızarmıştım.

Ah! Ben bu adamdan etkileniyordum. Ha şunu bileydin, gülüm.

Hevesli olduğumu belli etmemeye çalışarak, "Peki," dedim. Cevabımdan sonra ayağa kalkıp derin bir nefes verdi. "Anlaştığımıza göre ben artık gideyim, sen de uyu."

Ona bakıp gülümseyerek, "Tamam, iyi geceler," dediğimde o da gülümsedi.

"Yarın çıkmadan önce gelirim. Bir şeye ihtiyacın olursa söyle lütfen." Kafamı tamam anlamında salladım. Son kez gözlerimin içine bakıp odadan çıktı.

Arkasında bıraktığı kokusunu içime çektim, sonra yanlış bir şey yapışım gibi kafamı sağa sola sallayarak duş almak için ayağa kalktım. Bavulumdan birkaç parça alıp banyoya geldim. Üstümü çıkarmadan önce aklıma Arif'e haber vermediğim geldi. Odaya gelip beni göremezse merak ederdi, haber versem iyi olacaktı. Yeniden odaya gelip, kapıyı açarak dışarı çıktım. Kenarda bekleyen, koruma olduklarını tahmin ettiğim adamlara kısa bir kafa selamı verdim. İçlerinden bir tanesi bana doğru bir adım attı.

"Bir şey mi isteyecektiniz, Eflâl Hanım?" diyen genç adama, "Neden kapımda bekliyorsunuz?" diye saçma bir soru sormak istemedim. Bunu güvenliğim için abim rica etmiş olmalıydı.

"Arif 'e bakmıştım..." Bakışlarımı koridorda gezdirdim ama kimseyi göremedim.

"Arif abi, koridorun sonunda, solda. İsterseniz çağırayım?"

"Yok yok..." dedim hızlıca. "Ben giderim." Tebessüm edip, "Teşekkür ederim," dedim. Koridorun sonuna doğru yürümeye başladım.

Odadan çıkınca hastane kokusunu daha fazla almaya başladım. Sanırım biraz da açlıktan midem bulanıyordu. Hastalık hastası olduğumu söylemiş miydim?

Koridorun sonuna gelince sola döndüm. Biraz ileride, Karan'ın, Ömer'in ve Arif 'in ayakta durup bir şeyler konuştuğunu gördüm. Yaklaşmak için hamle yapacağım sırada Karan'ın söylediği şeyle adımlarım taş kesildi.

"Söyledim bir kere, Ömer. Geri alamam," dedi Karan sinirli bir sesle.

Neyi, kime söylemişti?

Ömer kızar gibi, "Başka bir yer ayarlardık, Karan. Bizim eve gelmesine gerek yoktu. Yanlış yapıyorsun," dedi. "Yasin'e de bunu uygun bir dille açıklardık. Böyle olmaz."

Beni eve davet etmesinden bahsediyordu. Neden gelmemi istemiyordu ki Ömer? İyi anlaştığımızı düşünmüştüm. Sorunun beni sevip sevmemesi olduğunu sanmıyordum aslında, başka bir şey olmalıydı.

Karan taviz vermeyen bir sesle, "Uzatma artık. Ne dediysem o, tamam," dedi.

"Hata yapıyorsun ama sen bilirsin," dedi Ömer. Sesinden, bu durumu onaylamadığını çıkardım ama neden onaylamıyordu?

Peki, ne yapacaktım? Karan'ın gelmemi istemesiyle Ömer'in istememesi arasında sıkışıp kalmıştım. Onların arasında Karan'ın dediği olmuştu. Ben ne karar verecektim? Bunu sonra düşünmeye karar verip, yakalanmadan buradan uzaklaşmam gerektiği için birkaç adım geri gidip yeni geliyormuş gibi köşeden döndüm.

Karan ve Arif 'in sırtı bana dönüktü. Biraz onlara doğru ilerleyince yüzü bana dönük olan Ömer beni hemen fark etti. Beni gördükten sonraki ifadesinden bir şey anlamadım. Beni isteme- mesine bozulmuştum ama bir şey belli etmeden yanlarına doğru yaklaştım.

Ömer'in bir yere baktığını anlayan Karan ve Arif de arkalarına dönüp beni gördüler. Neden burada olduğumu soran gözlerle bana bakıyorlardı.

Ömer ellerini ceplerinden çıkarıp, "Eflâl, bir sorun mu var?" diye sordu. Sana sormak lazım.

Yüz ifademe yansıyan duygu ve düşüncelerimi belli etmemeye çalıştım. "Arif 'e duşa gireceğimi söyleyecektim." Karan ve Ömer neden bunu söyleme gereği hissettiğimi anlamamış gibi bir bana bir Arif 'e bakarken, ben onlara bir açıklama yapmadan Arif 'e bakıyordum.

Arif anlayarak, "Tamam, Eflâl Hanım," dediğinde diğer ikisine bakmadan Arif 'e kafa selamı verip gerisin geri odama döndüm.

Ömer'in beni istememesinin nedeni onlara tehlike arz edecek oluşum muydu, yoksa onların bana tehlike arz edebilme ihtimali miydi? Aklıma başka bir şey gelmiyordu. Bana kibar davranıp her seferinde gülümseyen bir adamın evinde benim için tek bir oda yok muydu?

Üstümdekileri sertçe çıkardım. "Sanki ben de sizde kalmaya çok meraklıydım!" Lâl? Sadece yalnız kalmak istemiyordum. Bir de güvenlik sorunum vardı. Bunu düşünüp üzülmeyecek, direkt duşa girecektim.

Sıcak suyun altında kendi kendime kızarken dişlerimi sıkıyordum. Birine muhtaç değildim, bunu çok iyi biliyordum. Yanımda birilerinin olmasını istemem, beni onlara muhtaç etmezdi. Onların olması şart değildi, farklı kişiler de olsa yine yanımda birileri olsun isterdim. Benimle beraber kalmak için birilerini mi tutsaydım? Kiralık, kafayı yemiş bir kadına bakıcılık edecek biri var mı, bak bakalım. Şakamatik.

Duş kabininden çıkıp kurulandıktan sonra saçımdaki ıslaklığı havluyla hafifçe alıp saçlarımı yarına dalga dalga olması için balıksırtı ördüm.

Şimdi soyadını bilmediğim o adamlar düşünsün. Aynen öyle.

🥀

Sabah Karan'ın telefon sesiyle uyandım. Ne zaman gelmiş ve uyanmamı beklemeye başlamıştı, hiçbir fikrim yoktu. Gözlerimi araladığımda koltukta oturduğunu gördüm. Ceketini koltuğun kenarına bırakmıştı, üzerinde yine takım elbisesi vardı.

Karan uzanıp ceketinin cebindeki telefonunu alırken göz göze geldik. Beni uyandıranın telefonunun sesi olduğunu anlayınca kusura bakma der gibi gülümseyip odadan çıktı.

O çıktıktan sonra hemen kalkıp lavaboya gittim. İşimi halledip elimi yüzümü yıkadıktan sonra dolaptan giyeceğim kıyafetleri aldım. Beyaz bir eşofman ve siyah, düz tişört, üstüme de siyah oversize bir hırka giydim. Saçımı açıp ellerimle biraz şekillendirdim. Saçımın dalgaları istediğim gibi güzel olmuştu. Yüzümün makyaja ihtiyacı vardı ama şu an öyle bir imkânım yoktu. Elimdeki imkânlar sınırlıydı.

Yapacak başka bir şeyim kalmayınca koltuğa oturup Karan'ı beklemeye başladım. Valizimi topladım ve gitmeye hazırdım. Çantam kucağımda beklerken birkaç dakika sonra Karan içeri girdi. Beni hazır bir şekilde görünce, biraz şaşırarak gözlerini üzerimde gezdirdi. Yüzü ne düşündüğünü anlamayacağım kadar mimiksizdi. Doktorun geleceğini, ondan sonra çıkacağımızı söyledi. O daha cümlesini bitirmeden ise doktor geldi.

Doktor, birkaç gün sonra dikişlerimi aldırmak için hastaneye uğramam gerektiğini söyledi, kremleri düzgün kullanmam gerektiğinden bahsetti. Ben de doktora, yüzümdeki morlukların geçmesi için kremleri kesinlikle kullanacağımdan emin olmasını söyledim.

Kaldığım hastane, özel bir hastaneydi. Bir süredir kaldığımı ve geçirdiğim operasyonu düşünürsek, hastaneye yüksek bir meblağ ödemem gerekecekti. Sıkıntı etmemiştim, cüzdanım yanımdaydı ve kart limitim Türkiye şartlarında bir ev almaya yeterdi. Bence herkes zengin olduğunu anladı.

Masrafları ödemek için odadan çıkacakken Karan anlamadığım bir şekilde sinirlendi. Ters bir sesle, masrafın ödendiğini söylediğinde ben de sinirlendim. Tamam, yaptıkları şeyler kendi başıma halledemeyeceğim şeylerdi ama hastane masraflarımı kendim ödeyebilirdim. Hem buna imkânım vardı hem de bu beni ilgilendirirdi.

Bunu ona söyledim. Israr edip ne kadar tuttuğunu söylemesini istediğim zaman, hem kibar hem de ters bir şekilde, "Lütfen, susar mısın? Başım ağrıyor" dedi. Haspam.

Bozulmuştum ama uzatmadım. Ödemek istediyse ödeyebilirdi. Teklif var, ısrar yoktu. Onun bu parayı benden almaya ihtiyacı yoktu, benim de ısrar etmeye isteğim. Yine de bir şey demeden ilerleyip çıkışa geldim.

Kapının önüne geldiğimde arka arkaya dizilmiş, beşten sonrasını saymadığım siyah arabaların durduğunu gördüm. Arabaların önünde de takım elbiseli bir sürü adam vardı. Neden bu kadar fazla arabayla ve adamla gezdiklerini anlayamadım. İçimden bir ses, onların tehlikeli adamlar olduğunu söylüyordu ama içimdeki bu sesi susturdum. Abim, bu adamlara güveniyorsa ben de güvenebilirdim.

Yanıma gelip bana hangi arabaya bineceğimi gösteren Arif 'e teşekkür ederek, arabaya geçip oturdum. Krem rengi döşemeleri olan arabanın yeni olduğunu belli eden bir kokusu vardı. Karan sen bineceksin diye yeni araba mı almış? Abartma istersen. Arabayı inceledikten sonra dikiz aynasından Karan'ı izledim. Gıcık. Kendini beğenmiş. Çirkin. NE? Çarpılırsın, Lâl. Kendi kendime omuz silktim.

Karan karşısındaki Ömer'e sinirle bir şeyler söylüyordu. Tartışıyor gibi duruyorlardı. Hâlâ benim eve gelme konumu konuşuyor olamazlardı, değil mi? Bu kadar büyütülecek bir problem değildi. Uyumadan önce, bunu sabah düşüneceğime karar vermiştim. Sabah yanı başımda biten Karan'la, onların evine gitmeme ihtimalim ortadan kalkmıştı. Ya da kendimi böyle kandırıyordum.

Şu an bundan daha önemli sorunlarım vardı. Açtım. En son dün öğlenden sonra içtiğim çorbayla duruyordum. Midemden gelen seslerden, aç olduğumu herkes rahatça anlayabilirdi.

Karan arabaya binip hiçbir şey demeden sürmeye başladığında diğer arabalar da arkamızdan gelmeye başladı. Biraz ilerledikten sonra iki tane araba önümüze geçti. Bunun koruma taktiği olduğunu anlayacak kadar çok kitap okumuştum.

Karan'ın da Ömer'in de arabası Range Rover'dı. Diğer arabaların da pahalı olduğu belliydi, hepsi siyahtı. Bu adamlar bu kadar parayı nereden buluyordu ve nasıl kazanıyordu? Abimle arkadaş olmaları, illegal iş yapmadıklarına emin olmamı sağlıyordu, yine de işin aslını öğrenmeden rahat etmeyecektim.

Karan'ın kullandığı arabanın yan koltuğunda oturuyordum.

Sağ eliyle direksiyonu tutarken sol kolunun dirseğini de camın kenarına yaslamıştı. Sol elinin parmaklarıyla dudaklarını tutmuş, dikkatle yola bakıyordu. Arabayı iyi kullanıyordu. Hafif kısılmış gözlerine, direksiyonu sıkıca kavramış parmaklarına baktım. Çok güzel görünüyordu. Görmemiş misin, Lâl? Adamı dikizlemekten vazgeçip önüne döndüm.

Şu an ise ikimiz de hiç konuşmadan yola bakıyorduk. 15 dakikadır yoldaydık ama nereye gittiğimizi bilmiyordum. İstanbul'a ilk gelişimdi, sorsam bile nereye gittiğimizi anlamayacaktım. Bu yüzden hiçbir şey sormadan önüme bakmaya devam ettim.

Ağaçların yoğun olduğu uzun yolu izlerken midemden çıkan gurultular gelmeye başladı. Karan'ın bana döndüğünü hissettiğimde ben de ona döndüm, göz göze geldik. Bir saniye karnıma doğru bakıp tekrar önüne döndü, umursamadım. Aç olduğumu o da biliyordu. Dünden beri doğru düzgün bir şey yememiştim, elbette karnım guruldayacaktı. Sessizlik, aramıza misafir olurken neredeyse kırk beş dakikadır yolda olduğumuzu fark ettim. Gittiğimiz yerin uzak olduğu aşikârdı, trafiğin sıkışık olması da cabasıydı.

Sanırım açlıktan üşümeye başlıyordum. Ekim ayının ortalarındaydık, havalar yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Biraz dikleşip üzerimdeki hırkanın düğmelerini iliklerken kendi yöntemimle ısınmaya çalıştım.

Karan, hareket etmemle beraber bana döndüğünde üşüdüğümü anlamış olacak ki klimayı açtı. Hiçbir tepki vermedim, ondan tarafa da dönmedim. O konuşmuyorsa ben de konuşmayacaktım. Ne olurdu sohbet etseydi? Zaten gergindim. Biraz kibarlık yapıp hâlimi hatırımı sorsa olmuyor muydu?

Uzun bir süredir ilk defa dışarıda rahat bir nefes alıyordum ama yanımda oturan şahsın hiç konuşmayan varlığıyla, rahat nefesim bana zehrolmuştu. Yola odaklandım. Onun yaptığı gibi yapıp ben de onu görmezden geldim.

Sanırım şehir dışına çıkmıştık ya da şehir merkezinden çok uzak bir yere gelmiştik. Etrafta tek tük evler vardı ve burası beni buldukları evin olduğu yer değildi. Başka bir eve gidiyor olmalıydık ama bunu da sormadım, gidince kendim görürdüm. Sen adama trip mi atıyorsun, Lâl? Yo...

On beş dakika sonra bahçesi yüksek duvarlarla çevrili, büyük bir evin önüne gelmiştik. Büyük ve siyah kapı, bizim gelmemizle beraber ağır ağır açılmaya başladı.

İçeri girdiğimizde bu adamın benden daha zengin olduğuna emin oldum. Adam seni ona katlar, Lâl. Ev çok büyüktü. Bahçenin sonunda küçük bir ev daha vardı. Girişte de neredeyse geniş bir salon büyüklüğünde güvenlik kulübesi vardı.

Karan, arabayı sağ tarafta kalan garajın önüne park ederken, ben meraksız gözükmeye çalışarak etrafı inceliyordum. Yine şaşı oldun.

Arkamızdan gelen arabalar da içeri girdi. Evin bahçesi genişti, küçük bir alışveriş merkezinin otoparkı kadar araba alabilecek kapasitedeydi. Etrafta başka bir ev yoktu. Ev, ağaçlık bir alanın ortasında kalıyordu. Bu adamlar, kendilerini bir şeyden koruyor olmalıydı. Bu kadar güvenlik fazlaydı. Sherlock mübarek!

Karan, arabadan inmeden önce bana baktı ve kafasıyla gelmemi işaret ederek arabadan indi. Ben de arka tarafa koyduğum çantamı alarak, hemen onun peşinden inip yanına geldim. Beraber eve doğru yürürken bahçede ayakta dikilen adamların hiçbirinin bize bakmıyor oluşunu garipsedim. Biz yaklaşınca açılan kapının aralığından gördüğüm kişi, adımlarımın durmasına neden oldu. Kalbim göğüs kafesimi deler gibi atıyordu, çantamı yere bırakarak ona doğru koşmaya başladım.

🥀

Instagram: idelirukiye
Kitap: eflalofficialpage
Twitter: idelirukiye
TikTok: idelirukiye

Продолжить чтение

Вам также понравится

660 105 13
Freya o sabah normal bir şekilde uyanmıştı. Yine o korkunç adamla yüzleşecek, içinden annesine kızacak ve büyük bir öfkeyle okuluna gidecekti. Öyle d...
Bir Nefes Ölüm (+18) 17'

Подростковая литература

1.6K 72 1
"İtalya Sicilya topraklarından Türkiye İstanbul topraklarına kadar hüküm süren bir hikâye, bir sevda..." ... "Oradan bakınca bunları istiyor gibi mi...
Devin | RAFLARDA | can dikmenli

Подростковая литература

295K 21.1K 47
Babasının menfaatleri uğruna bir başkasına satılan Devin, yıllarca süren zulme boyun eğip susmuştur. Genç kadının tahammül sınırını zorlayan son daml...
BAZI İNSANLAR BÖYLE YAŞAR Filiz Puluç

Подростковая литература

2M 124K 42
Lina Kara, babasıyla ettiği kavga sonucu babasını kendi kafasına sıktığı bir kurşunla kaybeder. Bu kayıp kendisinden de birçok şey götürür. Borçlar v...