EFLÂL | RAFLARDA

By idelirukiye

13.6M 277K 639K

🥀 "Geçmiş, bazen mutlu bir anı bazen acı bir tebessüm. Bazı zamanlarda ise adı konulamayan duygunun adı..." ... More

GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
1. YABANCI SÜLİETLER | KİTAP VERSİYONU
3. YALNIZLIK | KİTAP VERSİYONU
4. BAŞLANGIÇ | KİTAP VERSİYONU
5. BİLİNMEZ BİR YOL | KİTAP VERSİYONU
6. KADERİN SALINCAĞI | KİTAP VERSİYONU
7. AN | KİTAP VERSİYONU
8. YOL AYRIMI | KİTAP VERSİYONU
9. PİŞMANLIĞIN İKİ YÜZÜ | KİTAP VERSİYONU
10. BEKLENMEYEN TEKLİF | KİTAP VERSİYONU
11. MAZİ | KİTAP VERSİYONU
12. BAZI GERÇEKLER | KİTAP VERSİYONU
13. ÇIKMAZ SOKAK | KİTAP VERSİYONU
14. GECEDEN KALAN | KİTAP VERSİYON
15. AÇIĞA ÇIKAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYON
16. BİR RUHUN VAVEYLASI | KİTAP VERSİYONU
17. KİMSESİZLİĞİN YUVASI | KİTAP VERSİYONU
18. CEVAPSIZ SORULAR | KİTAP VERSİYONU
19. GEÇMİŞTEN GELEN | KİTAP VERSİYONU
20. MÜHÜRLENMİŞ RUHLAR | KİTAP VERSİYONU
21. SANRILAR | KİTAP VERSİYONU
22. RUHUN ZELZELESİ | KİTAP VERSİYONU
23. CAM KIRIKLARI | KİTAP VERSİYONU | I. KİTAP FİNALİ
II KİTAP | GİRİŞ | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 1. BASTIRILAN DUYGULAR | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 2. GÜVEN DUYGUSUNUN YANIK KOKUSU | KİTAP VERSİYONU
II. KİTAP | 3. BİR ADAM TANIDIM | KİTAP VERSİYONU

2. ÇARE | KİTAP VERSİYONU

210K 11.7K 22K
By idelirukiye

İyi okumalar minik kuşlar.

Beni idelirukiye buraya basarak takip edebilirsiniz❤️

🕊

Ciğerlerime dolan buhranlı havayla sancıyan kaburgalarım yavaşça genişlerken, kelimeler dudaklarımdan tek nefeste döküldü karşıdan bir cevap beklemeden. Ağladı ağlayacak bir sesle, "Abi," dedim acı içinde inler gibi.

"Eflâl, sen misin?" diyen abimin telaşlı sesini duyduğumda, göğüs kafesimdeki kemiklerin birbirine girerek kördüğüm olduğunu hissettim.

Sesini duymak duygusal boşluğuma iyi gelmediği gibi, abimin varlığını yanımda hissetme isteğiyle dolmama neden olmuştu. Yalnızdım, hastaydım, biçareydim. Abimin elini tutmak istiyordum, uzaktan sesini duymak değil.

"Benim," dedim gözlerimden yaşlar boşalmasın diye kendimi zor tutarken.

Abimin titrek bir soluk verdiğini işittim. "Nasılsın, Eflâl'im? Bana güzel haberler ver. Nasılsın? Ağrın var mı? Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordu telaşla.

Var, abi. Kalbim ağrıyor.

Sağ elimle gözlerimi kapattım. "Abi, seni çok özledim," dedim ağlamaya başlayarak. Kendimi tutamamıştım. Hangi özlemdi bu yaşadığım? Aileme olan mıydı, sevgiye olan mıydı, abime olan mıydı, bilmiyordum.

"Ağlıyor musun sen? Bir yerin mi ağrıyor? Ben yanında değilim diye mi ağlıyorsun?" Cevap vermemi beklemeden devam etti: "Yetişmeyi denedim ama biliyorsun, kardeşim. Yurt dışındayım, gelemedim. En yakın zamanda geleceğim, söz veriyorum. Sakın kendini yalnız hissetme. Ben her zaman yanındayım. Birkaç güne kalmadan orada olacağım."

"Abi... Ben... Ben seni özledim sadece. İyiyim," dedim ama hıçkırarak ağlıyordum.

Yaşadığım olay da tuz biber olmuştu artık. Hepsi için ağlıyordum.

Kalabalık olan yalnızlığıma ağlıyordum. Annesizliğime, babasızlığıma ağlıyordum. Beni tanımadığım iki adamın yardımına muhtaç eden hayatıma ağlıyordum. Kimden gördüğümü bilmediğim şiddete ağlıyordum. Canımın acısına ağlıyordum. Kısacası ağlamak için bile ağlıyordum.

"Kardeşim, ne olursun yapma böyle, biliyorsun durumları," dedi, sesine yansıyan üzüntüyle. Biliyordum ve bu durumlardan nefret ediyordum. "Gelebilecek imkânım olsa bir dakika durur muyum sanıyorsun?" Tabii ki biliyordum beni yalnız bırakmayacağını ama kendimi durduramıyordum yine de.

Gözyaşlarımla ıslanan yanaklarımı sildim. "Sadece seni özledim, abi. Ondan ağlıyorum," dedim burnumu çekip.

"Beni kandırmaya çalışma," dedi uyarır bir tonlamayla. "İyi değilsen bunu direkt söyle bana. Benim üzülüp üzülmeyeceğimi düşünme. Biliyorum, kendini yalnız hissediyorsun. Yanında olamadığım için bana içten içe kızıyorsun. Haklısın da..." Derin bir nefes verdi. "Yanındakiler benim kardeşim gibidir. Ben gelene kadar onlara emanetsin. Sadece birkaç gün ver bana, olur mu? Sonrasında seni görmeye geleceğim."

Aceleyle konuşuyordu. İşinden nefret ediyordum.

Titrek bir nefes verip gözyaşlarımı sildim. Fakat ben sildikçe yenisi akıyordu. Hissettiğim bu yalnızlık hissi, derin bir çukurun içinde tek başıma kalmışlığımı, bana ulaşabilecek insanların ise uzaklarda oluşunu yüzüme vuruyordu. Yapayalnız hissediyordum.

Ben cevap veremediğim için abim konuşmaya devam etti ama artık onu duymuyordum. İçimdeki bütün hisler dışarı vurmuştu. Elimdeki telefonla beraber iki elimi yüzüme kapatmış, kendimden geçercesine ağlıyordum. Hıçkırıklarımdan onun sesi gelmiyordu kulağıma. Yaşadığım olayın etkisini her hücremde hissediyordum.

Ağlamak ağlamayı getirir miydi? Bataklığın içindeymiş gibi hissediyordum.

Bir anda telefon elimden çekilince irkildim.

Karan, telefonu Ömer'e uzatıp, yatağın kenarına oturarak gözlerimin içine bakmaya başladı. Yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımı fark etti. Gözlerine hüzün oturmuştu. Bunu görmek kendime gelmemi sağlıyordu ve yüzümü sertçe sildim. Acınmak, en son istediğim şeydi.

Ömer, ne kadar telaşlandığını bildiğim abime telefonda açıklama yapıyordu. "Yasin, tamam, iyi olunca arayacağım diyorum. Tamam, konuşursunuz. Tamam dedim, oğlum. Tamam, eyvallah."

Karan bana kararsız bir şekilde bakarken kısık bir sesle, "İyi misin?" diye sordu. Sehpanın üzerindeki mendil kutusundan bir tane mendil alıp bana uzattı.

Mendili alıp, "Te..." dedim ama boğazım acımıştı, devam edemedim.

Karan anlayışla bakıyordu, yan taraftaki su şişesini bana uzattı. Şişeyi alırken, elimin titrediğini görüp nazik bir şekilde elimi itti. İtiraz edip kendim içeceğimi söyleyebilirdim ama mecalim yoktu. Şişeyi dudaklarıma doğru yaklaştırdı, diğer eliyle çenemden destek alıp suyu içmeme yardım etti. Alışkanlık oldu bu. Sudan bir yudum aldıktan sonra bu sefer konuşmayı becerip, "Teşekkür ederim," diye mırıldandım.

Şişeyi tekrar yan tarafa koyup ayağa kalktı. Tedirgin bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. İyi değildim, yalan söylemek istemiyordum. Zaten söylesen bile inanmaz, Lâl. Aynı şekilde, Karan'ın yanında duran Ömer de elinde onun telefonu vardı hâlâ bana bakıyordu. Ne olduğunu, neden bir anda böyle olduğumu merak ediyor olmalıydılar. Adamın telefonunu izinsiz alıp açmıştım. Utandım. Başkasının eşyalarına onlardan izinsiz dokunan bir insan değildim. Bir şey söylemem gerekiyordu.

Boğazımı temizleyip suçlu bir çocuk gibi, "Özür dilerim," dedim. Bakışlarımı onlardan kaçırdım.

Karan, "Ne için?" diye sordu. Sesinden bir şey çıkaramayacağım dümdüz bir tonlamayla sormuştu.

Hâlâ ona bakmadan, "Telefonuna senden izinsiz baktığım ve aramanı yanıtladığım için," dedim.

Söylediğimi umursamayıp yeniden, "İyi misin?" diye sordu. Bu, öylesine sorulmuş bir soru değildi; hissediyordum. Gerçekten iyi olup olmadığımı merak ediyordu, sormak için sormamıştı. O yüzden yalan söylemek istemedim.

"Bilmiyorum," dedim çatallaşmış sesimle.

Ömer, "Yasin'le konuşunca mı böyle oldun? Bir şey mi söyledi?" diye yumuşak bir sesle sordu. İkisinin de yanımda oluşu gülümsememi sağladı.

Ben iyi değildim.

Ne şekilde olursa olsun, yanımda beni düşünen iki insanın oluşu hoşuma gitmişti. İnsan, öylesine bile olsa nasılsın diye sorulmasını özlüyordu. Bu durumun bir tık üstü, hapşırınca çok yaşa diyeninin olmamasına dertlenmekti. Çok şükür, daha o aşamaya gelmemiştim.

"Sanırım her şey bir anda üst üste geldi. Beni böyle görmenizi istemezdim," dedim burnumu çekip. "Abimin sesini de duyunca dayanamadım, tutamadım kendimi."

Ömer anlayışlı bir sesle, "Şu an daha iyiysen önemi yok. Ağlamak istiyorsan ağla. Zor bir olay atlattın," dedi. "Kimsenin seni eleştirecek hâli yok. Rahat ol."

Yaşadığım hangi olay kolaydı ki? Şükürsüz bir insan değildim ama son aylarda yaşadıklarımı bir ben bir de Allah biliyordu. Sanki elli yaşındaymışım gibi yıpranmıştım.

Ben, Ömer'in söylediklerine henüz cevap veremeden, "Biz dışarıdayız," diyen Karan'ın gözlerine baktım. Kısık ve nahif bir sesle, "Kendini iyi hissettiğin zaman seslen, öyle gelelim," dedi.

Bana biraz olsun mahremiyet sağlamak istiyordu. Bu durum içimi ferahlatmıştı. Kimse aciz olduğum anımı görsün istemezdim. Bu yüzden kafamı sallayıp onayladım onu. Onlar da son bir kez bana bakıp yavaş adımlarla odadan çıktılar.

Gözlerimden akan son birkaç damla yaşı sildim, kendime gelmeye çalışarak derin derin nefesler almaya başladım. Eğer ağlamaya devam edersem sonu gelmezdi, biliyordum. İçimdeki eksikliğin yok olduğunu hissederken gözlerimi kapattım. Yok olmadı, sadece biraz azaldı, Lâl; orada hâlâ. Evet, her zaman orada olacak.

Alışmıştım. Alışmak sorun değildi. Daha beteri gelse daha beterine de katlanabilecek olduğumu bilmek canımı sıkıyordu. Allah dağına göre kar verir derlerdi, benim dağımdan çığ düşüyordu.

Gözlerimi sımsıkı yumup açarak boğazımı temizledim. Bir iki defa derin nefes aldım. Bana, benden başka yardımcı olacak biri yoktu. Toparlan, bırakma kendini. Aynen öyle yapacaktım.

Bu psikolojinin içinde kalırsam daha kötüye gideceğimi anlayıp onlara seslenmeye karar verdim. Daha çorbamdan birkaç kaşık almıştım ve hâlâ açtım. Ama nasıl seslenecektim?

Pardon, bakar mısınız? Garson mu çağırıyorsun? Oldu olacak iki çay da iste.

Hey? Hey there! I'm using WhatsApp, Lâl.

İsimleriyle daha önce hitap etmemiştim. Şu an öyle seslenmek de saçma gelmişti.

Bir anda bağırsa mıydım? Evet, çığlık at. Ne oldu diye sorarlarsa dert bende derman sende dersin. Ne alakası var? Nereden bileyim?

Kendi düşüncelerime bir anda gülmeye başladım. İlk olarak sessiz birkaç kıkırtıyla başlayan gülmem, şu an anırma gibi kahkahalara dönüşmüştü. Çığlık atmamdan sonraki yüz ifadelerini hayal edip kahkaha atıyordum, duramıyordum. Kafamız gitti, yazık.

Kahkaham odayı doldururken bir elimle gülmekten ağrıyan karnımı tutuyor, diğer elimle de sesim duyulmasın diye ağzımı kapatıyordum. Öyle çok gülüyordum ki birazdan altıma kaçıracaktım. Çatladın, Lâl.

Delirmeme, tahmini ne kadar kalmıştı?

Ben hayvan gibi gülerken odanın kapısı açıldı ve bana şaşkınca bakan Karan ve Ömer içeri girdi. Rezil olduk. Onları görünce daha fazla gülmeye başladığımda aha delirdi der gibi bakmaya başlamışlardı. Biraz önce ağlarken bir anda bu hâle gelmemi anlamlandırmaya çalışıyor olmalıydılar. Daha ben bile anlamlandıramamıştım hâlimi, onlara da hak veriyordum.

Elim karnımda gülmeye devam ederken kahkahalarımdan boğazım acımaya başlamıştı. Kulağıma dolan kahkaha seslerim, beni daha fazla gülmeye iterken kısır bir döngünün içine girmiştim. Kahkaha attığım için gülüyor, güldüğüm için kahkaha atıyordum. Surat ifadelerine bakarak daha fazla ne kadar gülebilirsem o kadar güldükten sonra nefessiz kalıp yavaş yavaş susabildiğimde elimi kaldırarak, "Pardon, galiba sinirim bozuldu," dedim. Hâlâ nefes nefeseydim.

Onlar bana garipsemiş bir ifadeyle bakarken ben gülmemin bitmesiyle bulunduğum durumdan utanmaya başlamıştım. Bir ağlayıp bir gülmem farklı bir izlenim oluşturmuştu. Adamlar gerçekten çattık bir deliye diye düşünüyor olmalıydılar. Haksız sayılmazlar.

Aman canım! Yaşadıklarımın onda birini yaşasalar kim bilir onlar nasıl olurdu? Psikolojimin sağlam kalmasına şükretmem gerekiyordu.

Kaçıncı olduğunu bilmediğim, "İyi misin?" sorusunu ikisi de aynı anda sordu. Bunu öyle değişik bir tonlamayla sormuşlardı ki tekrar güleceğimi sanarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Dikişli ve şişmiş olan yüzümle iyi gibi görünmediğim aşikârdı.

Alacakları cevabın "kötüyüm" olacağını biliyorlardı ama yine de soruyorlardı. Onları da anlıyordum, yardım etmek istiyorlardı. Bunun sonunun gelmeyeceğini, önünde sonunda yalnız kalacağımı bildiğim için dediklerine cevap vermeyip, "Ben artık sizden bir şey rica etmek istemiyorum," dedim. Adamların gitmeyeceğini anlamadık mı? Bence anladık. İkisinin de suratı düştü. Yanlış anlamışlardı. "Yani size yük oluyorum. Hemşireyi çağırırsanız gerisini kendim hallederim. Sonra siz gidebilirsiniz, gerisini ben hallederim," diye eklemek zorunda hissettim.

Tamam, bana gerçekten yardım etmişlerdi ama onlardan çekiniyordum ve onları tanımıyordum. Normal olan buydu.

"Lütfen, şunu söylemekten vazgeç."

Karan, öyle sert bir üslupla konuşmuştu ki söylediklerime anında pişman olmuştum. Ben onlar için söylemiştim. Yedi senedir kendi kendime idare etmeyi öğrenmiştim, yine hallederdim. İlla kalmak istiyorlarsa o zaman yardım etseydiler.

"Peki," dedim. Sonra artık çekinmemeye karar verip devam ettim: "Ben çorbayı bitiremedim, o yüzden hâlâ açım. Rica et- sem bana başka bir şey söyler misiniz? Bir de üstümü değiştirmem gerek, kir pas içindeyim. Arabam sizin evin orada kaldı. Bavulum da aynı şekilde. Onu da getirebilir misiniz?" Ses tonum hem sitemli hem de bıkmış bir hâlde çıkmıştı. Zorla kendilerini kölemiz yaptırıyorlardı. Konuş, sahibem.

Karan, hızlı konuşmama güler gibi olup kafasını sallayarak, "Tamam," dedi. Sanırım sitemimi umursamamıştı. O da benim umurumda değildi.

Hiçbir şey demeden odadan çıkan Ömer'in ise bozulup bozulmadığını düşündüm. Bozulmuş olabilir miydi? Sana neden bozulsun, Lâl? İstediklerini getirmeye gitmiştir.

Ömer çıktıktan sonra Karan onun gelmesini beklemeye karar vermiş olacak ki koltuğa oturdu. Cebinden çıkardığı telefonuna bakmaya başladı. Bana asla bakmıyordu. Acaba o mu bozulmuştu? Adam bakınca baktı, bakmayınca neden bakmadı oluyor.

Aldırış etmeden önüme döndüm. Çorbamı içip duş aldıktan sonra uyumak istiyordum. Uyuyamazsın canım, 24 saat uyumaman gerek. Of! Onu unutmuştum. Bari duş alabilseydim. Bu şekilde olmak huzursuz hissetmeme neden oluyordu. Saçımdaki çamurlar canımı sıkmaya başlamıştı.

Acaba Ankara'dakilerin durumumdan haberi var mıydı? Olduğunu sanmıyordum. Abim söylemezdi. Ondan başka da haber alabilecekleri kimse yoktu. Bilmemeleri daha iyiydi. Her şeyi gizlediğim gibi bunu da gizlemem gerekiyordu.

Sağına bakma. Önüne dön, Lâl.

Verdiğim çetin savaşın sonunda, aradan geçen yaklaşık on on beş dakikadan sonra ikimizin de sessizliğine son veren, kapının açılma sesi duyuldu. Ömer yiyecek bir şeyler getirmişti. Yanıma geldi, yine bir çorba kâsesini açıp önüme koydu. Bana tatlı bir gülümseme gönderip, "Afiyet olsun," dedi. Daha sonra geçip Karan'ın yanına, koltuğa oturdu ve oturur oturmaz İspanyolca konuşmaya başladı. Ay, ne oluyor, ne oluyor?

Şaşırıp onlara döndüğümde ikisinin de bana baktığını gördüm. Anlayıp anlamadığımı çözmeye çalışıyorlardı. İspanyolca biliyordum fakat bildiğimi belli etmeyecektim. Sen, şeytan. Yaptığım belki ayıptı ama onlar da başkasının yanında ne konuştukları anlaşılmasın diye yabancı bir dil konuşuyorlardı. İlk ayıbı onlar yapmıştı.

Anlamadığıma kanaat getirmiş olmalılar ki önlerine döndüler ve Ömer konuşmaya başladı. Yine de tedbiri elden bırakmayıp sessiz konuşuyorlardı. Biraz kulak kabartıp dinlemeye başladım.

"Kız iyi değil," dediğinde çatılan kaşlarımı hemen düzelttim. "Adam çok tedirgin oldu, nasıl ikna edeceğimi bilemedim. Görevdeyken bile kaç defa aradı, tutturdu 'Ver, konuşmak istiyorum' diye."

Adam diye bahsettiği, Yasin abim olmalıydı. Ben anlamayayım diye adını söylememişti. Vay çakal.

Karan, düşünceli bir sesle, "Farkındayım. Onu o şekilde görünce ne yapacağımı bilemedim zaten. Psikolojik destek alması gerek. Umarım kabul eder," diye cevap verdi. Adam gerçekten delirdiğini düşünüyor. Ömer'in kafasını sallayarak, Karan'ın söylediklerini onayladığını göz ucuyla onlara bakarken görmüş- tüm. Anlıyormuş gibi değil de bunlar ne konuşuyor ya anlamıyorum dercesine bakıyordum. Biraz şaşı gibi bakıyorsun, Lâl. Çalış bu bakışa, olmamış.

Kısa süren bir sessizlikten sonra, "Arif aradı mı?" diye sordu Karan.

Ne Arif 'miş arkadaş!

"Aradı. Güzel haberleri varmış Bu sefer elimizden kaçması biraz zor," dedi Ömer kendinden emin bir sesle.

Bunlar birini mi yakalamaya çalışıyordu? Sahi, bu adamlar tüm gün buradaydı, ne iş yapıyorlardı? Adamların zengin olduğunu sen söylemiştin, işe gitmelerine gerek olduğunu sanmıyorum.

Çorbam bitmişti. Biraz da sandviçten yedikten sonra doymuştum. Kendi düşüncelerime dalıp onları dinlemeyi de bırakmıştım. Onlar da susmuş, bana bakmaya başlamışlardı. Heh! Geç kaldınız.

Bunların durmadan bana bakmasının sebebi acaba suratımın yeni hâli olabilir miydi? Ben bile kendime bakarken ürkmüştüm. Acaba onlar ne düşünüyorlardı?

Onların kendi hâline dönmesiyle ben de açık olan televizyona bakmaya başladım. Uykusuzdum ve serumla beraber iyice mayışmıştım. Daha 20 saatten fazla, uyumamak için direnmem gerekiyordu. Nasıl dayanacaktım? Derin bir nefes verdiğimde kapı açıldı. İçeri yirmili yaşlarda bir adam girdi, elindeki bavulu- mu kenara koyup kafasıyla selam verdi. "Geçmiş olsun."

Gülümseyip doğruldum. "Teşekkür ederim," dedim bavuluma bakarken. Doğru bavulu getirdiğini umdum. "Zahmet verdim size."

"Oda arkadaşlarım" ayaklanırken uzun boylu ve iri olan genç adam, ceketinin önünü ilikleyip hafifçe eğilerek selam verdi. "Ben Arif." O Arif, bu Arif imiş demek ki.

"Memnun oldum, Arif. Ben de Eflâl," deyip kafamı eğdim. Arif de aynı şekilde kafa selamı verdikten sonra Karan konuştu: "Sen işini hallet. Tekrar tekrar söylememe gerek yok ama biz kapıdayız, seslen yeter," dedi ve başka bir şey demeden diğerleriyle beraber odadan çıktı. Lâl, öküz mü bu? Ayaklandığım sırada kapı yeniden açıldı. Karan, "Başın dönmüyor, değil mi?" diye yumuşak bir sesle sordu. Değilmiş. Kafamı hayır anlamında salladığımda, "Dikkat et yine de," deyip kapıyı kapattı.

Onun bu ilgili hâli, genişçe gülümsememi sağladı. Yakışıklı adam görünce gevşeme hemen. Kendimi toplayıp bavulumun yanına geldim. Bavulu yere yatırıp açtığımda, Arif 'in doğru bavulu getirmesinin mutluluğuyla giyeceğim eşyaları alıp lavaboya geçtim. Kapıyı kapattıktan sonra üstümdekileri çıkarıp kenara koydum

Dikiş atılan yerin kırk sekiz saatten önce yıkanmaması gerektiğini bildiğim için duş alamayacaktım. O yüzden sadece üstündekileri çıkarıp temizleri giymeye başlamıştım. İç çamaşırlarımı giyip altıma bir eşofman geçirdim. Üstüme giyecek bir şey getirmemiştim. Aynanın karşısına geçip saçlarımı topladıktan sonra bavuldan tişört almak için lavabodan çıktım.

Çıkmamla odanın ortasında dikilen Karan'la göz göze gelmem bir oldu. Üstümde sadece sütyen vardı ve o, büyümüş gözleriyle bana bakıyordu. Hızla arkasını döndüğünde, "Kusura bakma," dedi telaşla. "Ben... Ben giyindiğini düşünüp gelmiştim. Bilmiyordum."

O mahcup bir sesle konuşurken, ben bavula eğilip içinde tişört aramaya başladım. O arada kapı açılır gibi olduğunda, "Açma sakın!" diye bağırdı ve irkildim. Hâlâ arkası dönüktü. Kapı açılmadı. Tişörtü hızla üstüme geçirip doğruldum.

Karan'ın gergin görünen sırtına baktığımda, onun da en az benim kadar utandığını anladım. İç çamaşırı ile durmanın bikini ile durmaktan bana göre bir farkı yoktu ama bir anda bu şekilde karşılaşmak utançtan kızarmama neden oldu. Hatta boynumdan göğsüme kadar olan yerin kıpkırmızı olduğuna emindim.

Ben konuşmadan kapı tıklatıldı. Karan yeniden, "Açma!" diye bağırdıktan sonra duyulur duyulmaz bir küfür savurdu. Yüzünü göremesem de kendine kızdığı sesinden belli oluyordu.

Yavaşça, "Sıkıntı yok, giyindim," dediğimde bana doğru döndü ama asla bana bakmıyordu. Adamın yanakları kızarmış, Lâl.

Boğazını temizlerken kafası önüne doğru eğikti. "Özür dilerim," dedi kısık ve mahcup bir sesle. "Ben bir şey söylemek için gelmiştim ama içeriden öyle çıkacağını tahmin edemedim." Sanki raks ederek çıktık.

Bu kadar utanması beni gülümsetmişti. "İsteyerek yapmadın. Ben de senin burada olduğunu tahmin edemedim."

Alt dudağını dişleyip yutkundu. "Ben gideyim," dedi ve saniyeler içinde odadan çıkıp kapıyı kapattı. Kapının önünde neden bağırdığını soran Ömer'e, "Zaten gerildim, kes sesini!" dediğinde, kahkahamı elimi dudaklarıma bastırarak durdurdum. 24 saatin dolması için kalan zamanın nasıl geçeceğini çok merak ediyordum.

🥀

Instagram: idelirukiye
Kitap: eflalofficialpage
Twitter: idelirukiye
TikTok: idelirukiye

Continue Reading

You'll Also Like

209K 7K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.6M 59.5K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
17.9M 663K 62
Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisiyle devamlı olarak savaş veren genç bir...
KARA ELMAS By AYTEN OKAY

General Fiction

66.9K 2.3K 9
Sönmüş bir cehennemin içinde son kez kanatlarını çırpan o kelebek, aslında bambaşka bir zamanın felaketi olmuştu. Elzem Karakum, gecenin dipsiz karan...