KAMELYA ÇİÇEĞİM - Tamamlandı

By mervekinciiii

37.5K 1.9K 109

"Ne güzel şeysin sen," gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Gözlerini açmadan konuşmasını sürdürdü. "Kokun, ba... More

-1- G İ R İ Ş
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-41-
-42-
-43-
-44-
-45-
-46-
-47-
-48-
-49-
-50-
-51-
-52-
-53-
∽FİNAL∽

-19-

833 52 4
By mervekinciiii

Keyifli okumalar...

Uyandığımda yataktan kalkmadım. Uzanmaya devam ederek düşünmeye başladım. Ailecek vakit geçirmemizin ardından iki gün geçmişti. Annemler geldikleri günün gecesi geri dönmüştü, Gökdeniz Yalova'da yaşayan babasının yanına gitmişti.

Dün hiçbir şey yapmayıp oturdum. Elçin ders çalışmıştı Ekin ise benimle sohbet etmişti. Tuna'ya, cuma günü olanları tek tek anlatmıştım. Sinirlemişti ama bir şey yapamayacağını biliyordu.

Kafamı camdan tarafa çevirdiğimde çok yavaş yağmur çiselediğini gördüm. Saat sabah yediydi. Dün erken uyuduğum için erkenden uyanmıştım. Yanımda yatan Elçin'e dikkat ederek yataktan kalktım. Gitmelerine daha birkaç gün vardı.

Daha boşaltmadığım valizden eşofman altı çıkarıp giydim hemen. Odadan çıktığımda daha kimsenin kalkmamış olduğunu fark ederek kapıya yöneldim. Buraya gelirken valize neler koyduğumun farkında değildim. Okumak için kitap da getirmemiştim ama bu boşluğu Elçin'in evden getirdiği kitaplar hemen doldurdu.

Montumu ve ayakkabımı giyip evden çıktım. Yağmurlu havalarda dışarıda azıcık dolanmayı seviyordum. Karlı hava ise vazgeçilmezimdi. Çok soğuk oluyordu ama çok hoşuma gidiyordu.

Yatağın yanındaki komodinin üstünde duran kulaklığı almıştım çıkarken. Telefondan müzik açıp kapüşonu da kafama geçirdim. MaNga'nın herhangi bir şarkısı kulağıma dolduğunda sessiz mırıltılarla eşlik etmeye başladım. Bütün şarkılarını ezbere biliyordum.

Onlar uyanmadan geleceğimi düşünerek not bırakmamıştım. En fazla iki saate dönerdim.

Sahil buraya biraz uzaktı. Yürüyerek zaman alıyordu ama şu an umurumda değildi. Kaç gündür o tuzlu kokuyor çekmiyordum içime. Hem sahil kenarında oturmayı hem de denizin tuzlu kokusunu özlemiştim. Bir de şey, denize baktığımda Tolga aklıma geliyordu. Belki... belki onun için de gidiyor olabilirdim.

Sakin ve yavaş adımlarla sahile ilerlerken değişen şarkılara da ayak uyduruyordum. Beynimin içinde sadece şarkı sözleri dönüyordu. Onun dışında başka bir şeyin geçmesine izin vermiyordum.

Bir süre sonra sahile geldiğimde sahile en yakın yer olan kırmızı yoldan yürümeye başladım. Etrafta çok fazla insan yoktu, bu beni biraz daha rahatlatıyordu. Giydiğim montum yağmur yağması nedeniyle renk değiştirirken umursamadım. Şu an sadece derin bir nefes alıp vermek istiyordum.

Biraz daha ilerledikten sonra kafe tarzı bir yerin merdivenlerinden indim. Daha açılmamıştı. Merdivenlerin birkaç adım ötesinden başlayan iskeleye adımımı attım. Üstü tahta olduğu için attığım bazı adımların altındaki tahtalar gıcırdıyordum, takmadım.

Kapatmış olduğum müziğin ardından kulaklığımı çıkarıp cebime kattım. İskelenin ucuna gidip ellerim cebimde etrafıma baktım. Denize düşen yağmur damlalarını izlemesi hoşuma gitmişti bir an. Tebessüm ederek izlerken ellerimi cebimden çıkarıp iki yana açtım. Kafamı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kısarak kara bulutlara baktım. Boşluktaymış gibi hissediyordum. Sanki şu an yaşamam, yaşananlar hatta ben bile hiç var olmamışım gibiydi. Öyle hissediyordum.

Kısa bir süre öyle durdum sonra eski halime döndüm. Yanaklarımdan çeneme doğru yol izleyen yağmur damlasını elimin tersiyle sildim. Gözlerim ufuk çizgisinin bulunduğu yere dalınca aklıma Tolga geldi. Bana göre uzun kirpiklerin, yana taranmış siyah saçları, kahve rengi gözleri...

Sinirlendiğinde meydana çıkan çene kemiği de vardı tabii ki.

Gülümsemeden edemedim. Fakat onun için gülümsememe gerek yoktu aslında. Üzmüştü, kırmıştı, canımı yakmıştı, deli etmişti beni. En çok canımı sıkan o kadar şey söylememe rağmen olumsuz da olsa bir şey dememesiydi.

Olumlu bir şey söylemesini beklemiyordum ama herhangi bir şey söylememesini de beklemiyordum. 'Ben seni sevmiyorum' ya da 'arkadaşlığımız bozulur' gibi şeyler söylemek çok mu zordu? Sadece bir cümle ya bir cümle. Bu kadar mı zordu olumsuz bir yanıt vermek? Bu kadar mı kolaydı canımı yakmak? Bu kadar mı kolaydı ağlamam?

Düşündükçe kafayı yiyecektim.

Ellerim yağmur dolayısıyla üşüse de takmayıp yüzümdeki yağmur damlalarını sildim.

Ne güzelsin o kahve gözlerinle. İnsanın içini ısıtabilecek bir renkti. Mutsuzken bana şefkatle baktığında her şey halloluyordu sanki ve bunu o yapıyordu.

Ellerimle yüzümü kapatıp hiçbir şey düşünmemeye çalıştım ama olmuyordu. Vurdum duymazlığı, umursamazlığı durmadan gözümün önüne geliyordu. Köpek gibi kıskanıyordu ama adım atmıyordu. O adımı atan bendim ama cevap dahi almamıştım.

Burnumun sızlamasıyla ağlayacağımı anladım. Göz yaşlarımı ne kadar tutsam da bir süre sonra dayanamayıp kendimi sıkmayı bıraktım. Titreyen çenemi durdurmadım, akan gözyaşımı silmedim, ellerim üşüse de cebime sokmadım.

Gri bulutlarla kaplanan gökyüzü gözlerim bulanık şekilde izledim. Benim onu sevmekten başka ne suçum vardı? Salaklık bendeydi. En yakın arkadaşına, aile dostunuzun oğlunu niye severdin ki?

Kalbe söz geçirilebiliyor mu salak?

İçimden gelen sese aldırış etmeden aynı noktada biraz daha durdum. Ağlıyordum ama bu istem dışı oluyor gibiydi. Gözyaşlarım benden habersiz yanaklarımdan bir bir süzülüyordu.

Etrafa boş gözlerle bakarken telefonumun titreştiğini duydum. Kimin olduğunu tahmin etmek zor değildi. Dünden beri belirli aralıklarla aramıştı çünkü. Gece boyu aramamış şimdi de mesaisi başlamıştı. Yine açmadan meşgule atıp geri cebime koydum.

Aynı hızda yağan yağmurun altında yürüyerek evin yolunu tuttum. Sessize aldığım için tekrar arayıp aramadığını bilmiyordum bilsem de açmayı düşünmüyordum. Hem hangi yüzle arıyordu ki? Özür dilemek için mi?

Bu sefer müzik dinlemeden yolu yarıladığımda ilerideki pastaneyi gördüm. Anneannemler ilçede yaşıyorlardı. Bulundukları mahalledeki ve çevre mahallelerdeki insanların çoğunu tanıyorlardı.

Yağmurun altında fazla durmayıp pastaneye yürüdüm. İçeri girdiğimde tezgahların başında Baki amcanın oğlu ve kızı duruyordu. Vedat benimle yaşıttı, Sena ise bizden bir yaş küçüktü. "Günaydın."

"Günaydın," Vedat arkası dönük şekilde beni cevaplarken Sena çoktan yanıma gelmişti. "Burçin, hoş geldin."

"Hoş buldum," sarılacağı sırada geri çekildim. "Kusura bakma üstüm ıslak. Senin de üstün ıslanmasın," kafasını sallayıp gülümseyerek beni içerideki masalardan birine oturttu.

Bize doğru gelen Vedat'ı görünce gülümsemeye çalıştım. "Hoş geldin."

Uzattığı elini sıktım. "Hoş buldum."

"Ne zaman geldin?" sabahın erken saatlerinde dahi kıpır kıpırdı Sena. "Birkaç gün önce."

Vedat "Ne zaman döneceksin peki?" diye sorduğunda omuz silktim. "Bir süre buradayım," dedim sadece. Daha ilerisini düşünmemiştim.

Duvar saatine baktığımda saatin dokuz geldiğini gördüm. "Beş simit ve yedi tane poğaça alabilir miyim?"

"Tabii tabii," Vedat hızla yerinden kalkıp siparişlerimi hazırladı ve elime verdi. Ücretini ödedikten sonra tam çıkacakken Sena'nın dediğiyle durdum. "Bir süre daha buradaysan görüşelim."

"Tabii olur fark etmez, Elçin de burada zaten," gülümseyerek kafasını sallayınca pastaneden çıktım. Hızını arttıran yağmurla hızlı olmaya çalışarak eve doğru koşar adım yürüdüm.

Eve geldiğimde bahçeden aynı hızla geçip kapıya vurdum. Saniyesine kapı açılırken Elçin'in endişeli bakışıyla karşılaştım. "Neredesin sen?! Arıyoruz arıyoruz açmıyorsun," sadece ayakta Elçin ve Ekin vardı. Anneannemler uyuyor olmalıydı.

"Sessizdeydi duymadım," Elçin'in yüksek çıkan sesine karşılık benimki daha sakindi. Üstümdeki montu çıkarıp askılığa asıp mutfağa geçtim. Simitleri masaya koyarken arkamdan gelip sıkıca sarıldı. "Çok korktum başına bir şey geldi sandım."

Gülümseyip kollarımı benden kısa olan kardeşime sardım. "İyiyim güzelim, bir şey olmadı," saçlarından öpüp yanağımı kafasına yasladım. "Ben de sarılacağım ben de!"

Ekin'in de gelmesiyle birbirimize sarılmaya çalıştık. Kıkırdayarak ikisinden ayrıldıktan sonra masayı hazırlamaya başladık.

Ekin güzel sesiyle şarkı söyleyerek masayı hazırlıyordu. İçten bir gülümseme olmasa da yine de gülümsüyordum. "Telefonun çalıyor," Ekin'in telefonumu uzatmasa da karşıdan kimin aradığını görmüştüm. Tolga.

Bıkmadan, sabırla arıyordu.

Bundan önce üç kere daha aramış. "Siz eksikleri koyun ben geliyorum hemen," üstüme bir şey almadan bahçeye çıktım. Büyük ihtimal adrenalim yükselecekti ve ben bağıra bağıra konuşacaktım. Anneannemlerin duymasını istemediğim için bahçeye çıkmıştım.

Arka kısma geldiğimde durdum. Yağmur aynı hızda yağmaya devam ediyordu.

Telefonu açmamla özlem duyduğum sesini duydum. "Güzelim."

"Arama," sert ve keskin çıkmıştı sesim. "Burçin, lütfen dinle beni."

"Tolga, arama," dedim. "Seninle ne konuşmak istiyorum ne de görüşmek."

"Yapma böyle," sesi sessiz ve üzgün çıkmıştı. Tekrardan burnumun ucunun sızlamasıyla ağlayacağımı anladım. Telefonu kendimden uzaklaştırıp ağlamamaya çalışarak derin bir nefes aldım. Burnumun üstünden yol izleyerek bir tane yağmur damlası dudağımın kenarından ağzıma girdi.

"Ne yapma Tolga ne! Asıl sen yapma anlıyor musun? Arama beni, konuşma da benimle!" çığlık atar gibi çıkıyordu sesim. "Ben cevabımı aldım. Artık seninle ne konuşmak ne görüşmek istiyorum!"

"Burçin lüt-"

"Dinlemeyeceğim," dudaklarımdan bir hıçkırık yükseldi. "A-arama beni, istemiyorum!" sonlara doğru aciz çıkmıştı sesim. Telefonu kapatıp cebime koydum. Yağan yağmurun altında ayakta dikelerek ağlamaya başladım. Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra.

Ben bunların hiçbirini hak etmemiştim! Cevap verilmeyecek ne yapmıştım ne!

Elimle yüzümü kapatıp ağlamaya devam ettim. Nefes alamayınca ellerimi geri çekip köprücüklerimin üstüne koydum. Sırılsıklam olmuştum ama umurumda değildi.

Her anımda yanımda olan adam niye böyle davranıyordu, niye acı çektiriyordu bana? Ne yapmıştım da bu acının bedelini böyle ödüyordum?

"Burçin, hadi içeri girelim canım," Ekin'in beni şemsiyenin altına aldığında koluma girerek beni yönlendirdi. Ayaklarımı sürüye sürüye içeri girdiğimde Ekin'i geride bırakarak odaya girdim. Halının üstüne kendimi bırakıp ağlamaya devam ettim.

Aptal!

Beyinsiz!

Düşüncesiz!

Bacaklarımı kendime çekip ağlamaya devam ediyordum. Başımın ağrımaya başladığını fark etsem de ağlamamı sürdürdüm. "Abla, hadi üstünü değiştir. Sonra mutfağa gidelim."

Kafamı salladım. "Siz yiyin ben gelmeyeceğim."

"Ne demek gelmeyeceğim," dedi kolumdan tutup kaldırmaya çalışırken. "Gelip bir şeyler yiyeceksin," itiraz istemez gibi çıkmıştı sesi.

Kolumu ondan kurtarıp yavaşça ayağa kalktım. Zorla da olsa valizden pijama çıkarıp giyindim. Hareket edince başım çok ağrıyordu.

Ağlamam durmuştu ama kalbim hala acıyordu. Kafamı sağa doğru döndürecekken ağrının sağlanmasıyla yüzümü buruşturdum. "Ne oldu?"

Elçin yanıma gelip elimi tuttu. "Yok bir şey."

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde Elçin'e baktım. Mutsuz bir şekilde bana bakıyordu. "Sen niye üzülüyorsun?"

Gözümden akan yaşı sildi. "Sen üzülüyorsun diye," titrek nefes verip beline sarıldım. "Abla," dedi. "Nolur üzülme. Yapma bunu kendine, ben de üzülüyorum."

Belli belirsiz kafamı salladığımda geri çekildim. "Hadi gel mutfağa gidelim."

"Gelmeyeceğim ben. Hem yüzüm kızarmıştır, dedem anlar hemen."

"Bir şey olmaz. Sabah yağmurun altında kaldığını falan söyleriz, takma kafana sen," kolumdan tutup yataktan sonra kaldırdı beni. Yükümü ona vermemeye çalışarak mutfağa adımladım.

Kapı sesi duyduğumda gözyaşlarımı hemen sildim. "Günaydın kızlarım," dedemin neşeyle çıkan sesine karşılık gülümsemekle yetindim. Gözleri beni bulduğunda kaşları çatıldı hemen. "N'oldu sana? Neyin var? Yüzün niye kıpkırmızı?"

"Bir şeyim yok dede, sabah yürüyüşe çıkmıştım yağmurda kaldım ondandır," inanmamıştı. Suratına belliydi ama üstelemedi de. "Peki madem."

Anneannem de gelince kahvaltıya başladık. Zorla, ağrı kesici almak için birkaç parça bir şey yemiştim. Hapı da attıktan sonra izin isteyerek odaya geçtim. Örtünün altına girmeden cenin pozisyonunu alıp uzandım. Camdan yağmurun yağışını izliyordum.

Geçen uzun bir sürenin ardından kapım açıldı. Arkamı dönüp baktığımda anneannem elinde tepsiyle bana bakıyordu. "Anneanne çorbası?" en sevdiğim çorbalardan biriydi. Anneannem kendince birkaç malzemeyle değişik bir çorba yapardı ve severdim de. Hep anneannem yapardı bu yüzden küçüklükten beri adı anneanne çorbası olarak kalmıştı.

"Canım istemiyor."

Dikkatle bana baktı sonra gülümseyerek odadan çıktı. "Kahvaltıda da bir şey yemedin."

"Canım istemiyor minnoşum, acıkırsam yerim. Sağ ol yine de," gülümseyerek odamdan çıktı. Ardından vakit kaybetmeden kızlar girdi. Elçin direkt yanıma gelirken, Ekin kapıyı kapatıp kilitledikten sonra gelmişti.

Elçin küçük bir çocuk edasıyla beni kolları arasına aldığında gözlerimi kapattım. Her an ağlama potansiyelim vardı şu an. Kaç gündür doğru düzgün kendime bakmıyordum. Büyük ihtimal yüzümde az da olsa değişiklik vardı.

Elçin'in dizine kafamı koyarken bir elimi diğer bacağının üstüne koydum güç almak istercesine. Boyu falan kısaydı ama çok güzel bir yüreği ve vicdanı vardı.

Ağrıyan gözlerimi dinlendirmek amaçlı kapattığımda Ekin söylediğiyle tekrar açtım. "Gökdeniz bize gelsenize diyor."

Elçin'in saçımla oynayan parmakları durdu. "Gidelim mi abla?" yattığım yerden omuz silkmeye çalıştım. Benim yüzümden onların da üzülmesini istemiyordum. "Gidelim."

Kolumdan hiç çıkarmadığım saatime baktım, ikiydi. Zorla da olsa pijama takımını çıkarıp eşofman giydim yine. Gitmek istemiyordum ama hem Gökdeniz'e ayıp olacaktı hem de kızları boğmaya hakkım yoktu.

Aynanın karşısına geçtiğimde saçlarım hala yer yer ıslaktı ama çok değildi. Kurutmayıp ensemde topladım. Gözümün altına baktığımda şişmişti. Kızlar bilmese bile onlar uyuduktan sonra yalnız kalıyordum ve düşünüyordum. Bu düşüncelerin sonu da beni ağlamaya itiyordu.

Düzeleceğini umarak az bir şey fondöten sürüp işimi bitirdim. Üstüme hırkamı giyerken yatağın üstündeki telefonun ışığı yandı. Elime aldığımda mesaj vardı.

Tolga: Tek kişilik miydi ki bu şehir? Sen gidince bomboş kaldı.

Özdemir Asaf'ın bir sözüydü. Elimde olmadan gülümsedim ama hemen kendime geldim. Yaptığı şerefsizliği unutmayacaktım.

Böyle bir mesaj attığına göre birisinden şehir dışın çıktığımı öğrenmişti ya da yem atmıştı nerede olduğumu öğrenmek için.

Önden kapıya giderken kızlar da arkamdan geliyordu.

"Anneanne biz Gökdenizlere gidiyoruz," anneannem oturduğu yerden kalkarken Ekin'i onayladı. "Tamam kızım dikkat edin. Şemsiye alın yanınıza."

Üçümüz teker teker anneannemi onaylayıp mont giydik. Vakit kaybetmeden evde çıkarken Elçin şemsiye almıştı. Yağmur çiselediği için ikisi şemsiyenin altına girmişti. Ben de sabahki gibi kapüşonu takmıştım. Cebimde telefon tekrar titrediğinde mesaj attığını anladım.

Tolga: İmkânsızları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?

Özdemir Asaf'tan devam ediyordu. Bu sefer bekletmeden yazdım.

Burçin: Rastgele yürürken, aklına geleyim; sızlasın için.

Cevap vermeyeceğini tahmin ederek sessize aldım bu sefer. Tekrar cebime koydum. Yağan yağmurla beraber hafiften rüzgar esince içime bir ürperti girdi.

"Ekin abla?" bakışlarım Elçin'i buldu. "Gökdeniz abiyle birbirinizde numaranızı mı var?"

"Yok canım," yakalamanın vermiş olduğu yüz ifadesiyle önüne baktı. "Az önce dumanla haberleştiniz o zaman," Elçin'in dediğine kıkırdadım.

"Sosyal medya denen bir şey var ablacım. Hem sen niye buna bu kadar takıldın ki?"

Elçin de önüne döndüğünde omuz silkti. Bu omuz silkti öylesine bir omuz silkiş değildi. "Hiç, merak ettim sadece."

Ekin bana bakıp göz kırptığında dudaklarımı aşağı doğru büktüm.

Beş sokak aşağıdaki Gökdenizlere geldiğimizde bizi kapıda karşıladı. "Hoş geldiniz."

Bana sıkıca sarıldıktan sonra yüzüme baktı. Elini yanağıma koydu. "Hasta mısın sen?" olumsuz anlamda kafamı salladım. Başka bir şey demesine fırsat vermeden gösterdiği odaya geçip oturdum. Koltukta bacaklarımı karnıma doğru çekip etrafını kollarımla sarmıştım. Üstümdeki mont rahatsız etmiyordu, hem üşüyordum.

Girişte üçü de birbiriyle fısıldaşarak konuştuğunda sahte bir öksürük sesi çıkardım. Büyük ihtimalle benim hakkımda konuşuyorlardı.

Sesimi duymalarıyla arka arkaya girmeleri bir oldu. "Hemen geliyorum," diyerek yanımızdan ayrıldı Gökdeniz. Birkaç dakika sonra elinde tabaklarla geldiğinde elime iki dilim konulmuş triliçe ve poğaça tabağını tutuşturdular. Gökdeniz tekrar mutfağa gittiğinde Elçin Ekin'e hafif eğildi. "Kız evlendiğinizde aç da kalmazsınız."

Ben dediğine gülümserken Ekin kaşlarını çatmıştı. "Elçin! Kardeş falan demem çarparım elimin tersiyle bak."

"Tamam tamam bir şey demedim."

Montumun cebindeki telefon çıkarıp yanımdaki masaya koyacaktım ki ekranı yandı, yine mesaj atmıştı. Göz devirmemek için zor duruyordum.

Tolga: Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız Kulesi ve Adalar
Ah burda olsan, çok güzel hâlâ
İstanbul'da sonbahar

Cevap vermeden telefonu uçuş moduna alıp yanımdaki masaya koydum. Onlar kendi aralarında konuşurken ben diz kapağıma koyduğum tabaktaki triliçeyi deşiyordum.

•••

Başımda yüksek sesle konuşuyorlardı ama gözlerimi açamıyordum. Seslerden Elçin ve Ekin olduğunu anladım. Birisi elini alnıma koydu. "Ekin abla götürelim artık hastaneye. Ateşi 40.2"

Gözlerimi kapalıyken kırpıyordum ama açamıyordum. "Tamam, tut bir kolundan ben de diğerine gireceğim," ses çıkarmadan ikisi de dediğini yaptı. Konuşmak için ağzımı açacaktım ama o da zangır zangır titriyordu. Sadece çok sessiz bir şey döküldü dudaklarımda. "Soğuk."

"Hastaneye gidiyoruz, biraz sabret lütfen."

Zorla gözlerimi açıp etrafı incelediğimde koridorda olduğumuzu anladım. Kapının açılmasıyla hızlı olmaya çalışarak arabaya götürüyorlardı beni. Beni arka koltuğuna yatırdıklarında birisi kafamı alıp dizine koydu. Gözlerimi tekrar kapattım. "Tamam ben anneannemle dedeme haber verip geleyim," diyen Ekin'in sesini duymuştum. Kafam Elçin'in bacağındaydı demek.

Alnımdan öptü. Başka şeyler de yapıyordu ama ne olduğunu bilmiyordum. "Üşüyorum," dedim bu sefer. Sesim biraz hırıltılı çıkmıştı. Dediğime aldırış etmeden saçlarımı okşamaya başladı.

Ekin'in binmesiyle araba çalıştı. Bana göre uzun bir süre sonra hastaneye geldiğimizde tekrar kollarımın altına girdiler. "Ateşi var. Evde ölçtüğümüzde 40.2'ydi," Elçin'in sesi endişeli geliyordu.

Bir yere yatırıldım. Daha sonra sol elimin üstünde bir acı hissettim. Sızlıyordu. Ağzımdan çıkan kısa inlemeyle elimi tuttu kızlardan biri. "Merak etmeyin, birazdan kendine gelir," onaylayan mırıltılar eşliğinde yanımızda ayrılmıştı doktor, yani doktordu galiba.

Döngü gibi bir şeyin içinde hissediyordum kendimi. Her ateşim çıktığında olurdu ve bir türlü anlamlandıramazdım. Her zaman farklı isimler bulurdum. Çünkü tarif edemiyordum hiçbir şekilde. Bu yüzden isim bulmaya karar vermiştim ama onda da başarılı değildim.

Kırpıştırarak gözlerimi açtığımda elimden tutan Ekin ve onun omuzuna kafasını koyup uyuklayan bir Elçin vardı. Gözlerimi açtığımı görünce gülümsedi hemen. "İyi misin balım?"

Kafamı sallamakla yetindim. Sabah ve öğlen yağmurun altında kalıp üşümemden dolayı böyleydim. Etrafta telefonun zil sesi yankılanınca Elçin irkilerek uyandı. Elindeki telefonun ekranına gözlerini kısarak baktı sonra da ofladı. "Annem arıyor. Anneannemler söylemiş."

Yanımızdan uzaklaşıp ileride telefonla konuştu. "Saat kaç?" diye sordum Ekin'e. Kucağındaki telefonu ekran kilidine baktı. "05:32"

"Burçin, iyi misin?" kafamı salladım. "Öylesine sormadım. Ruhsal olarak iyi misin?" gözleri gözlerimle buluştuğunda cevabını almış olacak ki elimi tuttuğu kolumu gülümseyerek sıvazladı.

Bize doğru gelen Elçin'e baktığımda gözlerinden uyku akıyordu. Benim yüzümden bir hastane köşelerinde sürünmediğimiz kalmıştı, o da olmuştu. Bahadır ve Gökdeniz duyduğunda kızacaklardı emindim ama yapacak bir şey yoktu.

İkisi de yan yana geçip yaslandıklarında gülümseyerek ikisine baktım. Yorgundular ve benimle uğraşıyorlardı. Gerçekten minnettardım ikisine de. Ekin sahip olabileceğim en iyi arkadaşlardan biriydi, Elçin ise sahip olabileceğim en merhametli kız kardeşti.

🌸

Yarın yayınlayamayacağımı düşünerekten bugün yayınlamak istedim. 

Elçin... o kadar mükemmel bir kardeş ki, benim de böyle bir kardeşim olsun isterdim. 

Gidişatı beğeniyor musunuz? Cevap verirseniz sevinirim çünkü ona göre küçük değişiklikler yapacağım ya da bölümlerin geri kalanını silip tekrar yazacağım. 

Sizleri seviyorum, hoşça kalın. Sağlıkla kalıııınn! 💜

Kişisel: merve.ekiinci  

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 483 14
( KISA HİKAYE ) Bir dilek dileme şansı yakalasaydınız ne dilerdiniz? Ebru yanan canıyla ölmeyi düşünerek bu dünyadan yok olmayı, kaybolmayı, kimsenin...
1.1M 51.4K 60
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...
6.4M 279K 61
Her şey abimin düğününde beğendiğim çocuk yerine abimin arkadaşının numarasını almakla başladı. Liya; ANALAR NELER DOĞURUYOR Liya; KAYNANAM ABARTMIŞ...
588K 30.2K 61
Ravza Korkmaz, 19 yaşında tesettürlü bir genç kızdır. Hayatını islama göre yaşamaya çalışıyordur. Çevreden sessiz ve sakin görünsede çok hareketli ve...