Akıl ve Tutku

Oleh ClassicsTR

4.2K 258 131

Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin bir kült roma... Lebih Banyak

1
2
3
4
5
6
7
8
9
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22

10

106 8 5
Oleh ClassicsTR

Marianne ertesi sabah neşesi yerine gelmiş ve mutlu bir halde uyandı. Önceki akşamın hayal kırıklığı o gün olacak şeylerin beklentisi içinde unutulmuş gibiydi. Kahvaltılarını bitireli çok olmamıştı ki kapıda Mrs Palmer'ın arabası durdu, kendisi de birkaç saniye içinde gülerek odaya girdi; hepsini gördüğüne öyle sevindi ki, annesiyle mi yoksa Miss Dashvvoodlar'la mı tekrar karşılaştığına daha çok sevindiğini söylemek zordu. Başından beri istediği şey bu olduğu halde şehre gelişlerine çok şaşırmıştı; kendi davetini reddettikten sonra annesinin davetini kabul etmelerine çok kızmıştı, ama yine de gelmeseler onları affetmezdi!

"Mr Palmer sizi görmekten mutluluk duyacak," dedi; "annemle geldiğinizi duyunca ne dedi dersiniz? Ne dedi unuttum şimdi ama çok komik bir şeydi!"

Annesinin gevşek sohbet dediği, ama başka bir deyişle Mrs Jennings'in tüm tanıdıklarını ıdısına dıdısına kadar sorduğu ve Mrs Palmer'ın sebepsiz yere gülüp durduğu bir hava içinde bir iki saat geçirdikten sonra Mrs Palmer, o sabah uğraması gereken birkaç dükkan varmış, hepsinin ona katılmasını teklif etti; Mrs Jennings'le Elinor teklifi kabul ettiler, kendilerinin de yapacak alışverişleri olduğu için; Marianne ilk başta reddettiyse de sonra gitmeye ikna edildi.

Nereye gitseler görünür biçimde tetikte, beklemedeydi. Bilhassa işlerinin çoğunun yer aldığı Bond street'te gözleri sürekli etrafı araştırdı; grubun alışveriş ettiği her dükkanda aklı ötekileri ilgilendiren ve oyalayan önündeki herşeyden alabildiğine soyutlanmıştı. Her yerde rahatsız ve sıkıntılı olduğu için ablası satm alacağı ve her ikisini de eşit ölçüde ilgilendiren şeyler konusunda fikrini alamadı; hiçbir şeyden zevk almıyordu; sadece eve dönmek konusunda sabırsızlanıyor ve gözü her güzel, pahalı ya da yeni şeye takılan, herşeyi satın alma iştahı kabarmış, hiçbirine karar veremeyen ve zamanını hayranlık ve kararsızlık içinde harcayan Mrs Palmer'ın sıkıcılığına duyduğu öfkeyi zorlukla bastırabiliyordu.

Eve dönerlerken öğlen oluyordu; eve girer girmez Marianne uçarcasına merdivenden yukarı çıktı; Elinor arkasından gidince onu üzgün bir yüzle masadan önüne dönerken buldu; bu hali Willoughby'nin gelmediğini gösteriyordu.

"Biz çıktıktan sonra bana hiç mektup bırakılmadı mı?" dedi sonra, paketlerle içeri giren uşağa. Olumsuz cevap aldı. "Kesinlikle emin misiniz?" diye devam etti. "Hiç uşak, haberci filan mektup ya da not bırakmadı mı?"

Adam bırakmadığını söyledi.

"Çok garip!" dedi alçak ve küskün bir sesle, pencereye dönerek.

"Çok garip gerçekten!" diye tekrarladı Elinor içinden, kızkardeşini rahatsızca izleyerek. "Şehirde olduğunu biliyor olmasa ona yazmazdı; Combe Magna'ya yazmış olmalı; eğer şehirdeyse gelmemesi ya da yazmaması çok garip! Ah anneciğim, bu kadar genç bir kızın o kadar az tanıdığımız biriyle sözlenmesine izin vermekle ne kadar hata etmişsin, böyle şüpheli, böyle gizemli bir şekilde kapılıp gitmesine! Sormak istiyorum, ama müdahalemi nasıl karşılar!"

Biraz düşündükten sonra, görünürdeki durumun birkaç gün daha şimdiki gibi sevimsiz devam etmesi halinde annesine güçlü ifadelerle yazarak meselenin ciddi ciddi ele alınması gerektiğini bildirmeye karar verdi.

Mrs Palmer ve Mrs Jennings'in sabahleyin rastlayıp davet ettiği yakın arkadaşlarından iki yaşlıca hanım onlarla akşam yemeği yedi. Mrs Palmer çaydan hemen sonra akşam faaliyetlerini yerine getirmek için onlardan ayrıldı; Elinor da diğerleri için whist masası yapmaya yardım etti. Marianne bu durumlarda işe yaramazdı, çünkü oyunu hiç öğrenmemişti, ama bu yüzden kendi başına kaldığı için akşam ona Elinor'a verdiğinden daha fazla zevk vermedi, çünkü beklenti endişesi ve hayal kırıklığı acısı içinde geçti. Arada bir birkaç dakikalığına kitap okumaya çalıştı; ama kitabı az sonra kenara atıp odada bir aşağı bir yukarı yürümek gibi daha ilgi çekici bir işe girişti, pencereye geldiğinde nicedir beklediği sesi duymak için bir an duraksayarak.

"Bu açık hava biraz daha sürerse," dedi Mrs Jennings, ertesi sabah kahvaltıda buluştukları zaman, "Sir John'un haftaya Barton'dan ayrılası gelmez; avcı milleti zevkinden bir gün bile mahrum kalmak istemez! Zavallıcıklar! Öyle olunca onlar için üzülüyorum; çok içlerine oturuyor."

"Bu doğru," diye haykırdı Marianne neşeli bir sesle, ve konuşurken havaya bakmak için pencereye yürüyerek, "bunu düşünmemiştim. Bu hava birçok avcıyı köyde tutar."

Şanslı bir hatırlama oldu bu; bütün neşesini yerine getirdi. "Onlar için eşsiz bir hava gerçekten," diye devam etti, mutlu bir yüzle kahvaltı masasına otururken. "Kimbilir nasıl keyif alıyorlardır! Ama" (yine küçük bir endişe parlamasıyla) "uzun sürmez herhalde. Yılın bu zamanında, bu kadar aralıksız yağmurdan sonra besbelli devamı gelecek. Yakında don yapmaya başlar, hatta muhtemelen şiddetli don yapar. Belki bir iki gün içinde; bu aşırı ılık hava daha fazla süremez -hatta belki bu gece ayaz olur!"

"Ama herhalde," dedi Elinor, Mrs Jennings'in kardeşinin düşüncelerini onun kadar net görmesini engellemek için, "Sir John'la Lady Middleton önümüzdeki hafta sonuna kadar şehirde olurlar."

"Evet şekerim, ben de öyle umuyorum. Mary her zaman aklına koyduğunu yapar."

"Şimdi de," diye sessizce tahminde bulundu Elinor, "bugünkü postayla Combe'a yazacak."

Ama yazdıysa bile mektup gerçeği anlama çabalarını boşa çıkaran bir gizlilik içinde yazıldı ve gönderildi. Bunda doğruluk payı ne olursa olsun ve Elinor bundan çok hoşnut olmaktan uzak olsa da, Marianne'i öyle keyifli gördükçe kendisi de fazla rahatsız olmazdı. Ve Marianne keyifliydi; havanın ılıklığından mutlu, ayaz beklentisinden ise daha da mutluydu.

Sabah çoğunlukla Mrs Jennings'in arkadaşlarının evlerine kendisinin şehirde olduğunu bildiren kartlar bırakılmasıyla geçti; Marianne sürekli rüzgarın yönünü gözlemekle, gökteki hareketleri izlemekle ve havada değişiklik hayal etmekle meşgul oldu.

"Sana sabahtan daha soğuk gelmiyor mu Elinor? Çok kesin bir fark var bana kalırsa. Ellerimi eldivenlerimin içinde bile sıcak tutamıyorum. Dün böyle değildi galiba. Bulutlar da gidiyor gibi, güneş az sonra çıkacak; öğleden sonra açık olacak."

Elinor bir sıkılıyor bir üzülüyordu; ama Marianne sebat etti ve her gece şömine ateşinin aydınlığında, her sabah gökyüzünün görünümünde yaklaşan ayazın aşikar belirtilerini gördü.

Miss Dashwoodlar için Mrs Jennings'in yaşam tarzı ve arkadaş çevresi onun kendilerine yönelik davranışlarından daha fazla rahatsız edici değildi; kendilerine gayet kibar davranıyordu. Evinin tüm düzeni en serbest anlayışla yürütüldü; Lady Middleton hiç hazzetmese de onun asla vazgeçmediği birkaç eski şehir arkadaşı dışında kimseyi ziyaret etmedi, o arkadaşlarına takdim edilmek de genç misafirlerinin duygularını hiç incitmedi. Bu açıdan kendini beklediğinden daha iyi durumda bulduğuna sevinen Elinor neşesizliği onların akşam partileriyle telafi etmek istediyse de evde olsun, dışarıda olsun sadece kağıt oyunlarından oluşan bu partilerde onu eğlendirecek pek bir şey bulamadı.

Evin doğal davetlisi olan Albay Brandon hemen her gün onlarlaydı; Marianne'e bakmaya ve Elinor'la sohbet etmeye geliyordu; Elinor onunla sohbet etmeyi diğer gündelik hadiselerden sık sık daha keyifli buluyordu, ama aynı zamanda onun kızkardeşine olan ilgisini de derin bir endişeyle gözlemliyordu. Bunun güçlenen bir ilgi olduğundan korkuyordu. Albay Brandon'ın Marianne'i izleyişindeki tutkuyu görmek ona acı veriyordu; Albay Brandon'ın ruh hali açıkça Barton'dakinden daha kötüydü.

Gelişlerinden bir hafta kadar soma Willoughby'nin de gelmiş olduğu kesinleşti. Sabahleyin araba gezisinden geldikleri zaman kartı masadaydı.

"Aman Tanrım!" diye haykırdı Marianne, "biz dışarıdayken buraya gelmiş." Onun Londra'da olmasına sevinen Elinor şimdi "öyleyse mutlaka yarın yine gelir," demeyi göze aldı. Ama Marianne onu duymuş görünmüyordu ve Mrs Jennings içeri girince kıymetli kartla birlikte kaçtı.

Bu olay Elinor'u sevindirirken kızkardeşini eskisinden de fazla heyecanlandırdı. O andan itibaren sakinleşmek bilmedi; günün her saati Willoughby'yi görme beklentisi onu herşeyden uzak tuttu. Ertesi sabah ötekiler çıkarlarken o evde kalmakta ısrar etti.

Elinor'un düşünceleri yoklukları sırasında Berkeley street'te olup bitiyor olabilecek şeylerle doluydu; ama geri döndükleri zaman kızkardeşinin yüzüne bir an göz atmak Willoughby'nin ikinci bir ziyaret yapmadığını anlamasına yetti. Tam o sırada bir not getirildi, masaya bırakıldı.

"Bana mı?" diye haykırdı Marianne, alelacele öne çıkarak.

"Hayır hanımefendi, hanımıma."

Ama inanmayan Marianne hemen notu aldı.

"Hakikaten Mrs Jennings'e, ne kadar can sıkıcı!"

"Mektup mu bekliyorsun?" dedi Elinor, daha fazla sessiz kalamayıp.

"Evet, biraz çok değil."

Kısa bir sessizlikten sonra, "Bana güvenmiyorsun Marianne."

"Hayır Elinor, bari sen söyleme bunu -asıl sen kimseye güvenmiyorsun!"

"Ben mi!" diye karşılık verdi Elinor, aklı karışmış halde; "peki Marianne, söyleyecek bir şeyim yok."

"Benim de yok," diye cevap verdi Marianne hırsla, "demek ki durumlarımız aynı. İkimizin de söyleyecek bir şeyi yok; sen hiçbir şey anlatmadığın için, ben de hiçbir şey saklamadığım için."

Bu ağzı sıkılık suçlamasına canı sıkılan ama kendini savunma şansına da sahip olmayan Elinor o şartlar altında Marianne'i daha açık olmaya nasıl zorlayabileceğini bilmiyordu.

Mrs Jennings az sonra ortaya çıktı, not kendisine verildi, o da notu yüksek sesle okudu. Lady Middleton'dan geliyordu, önceki gece Conduit street'e geldiklerini haber veriyor ve o akşam için annesini ve kuzenlerini davet ediyordu. Sir John'un işleri, kendisinin de şiddetli soğuk algınlığı Berkeley street'e uğramalarını engellemişti. Davet kabul edildi; ama randevu saati yaklaşınca ikisinin de nezaket gereği bu ziyarette Mrs Jennings'e eşlik etmek zorunda oldukları için Elinor kızkardeşini gitmeye ikna etmekte zorluk çekti, çünkü Marianne henüz Willoughby'nin esamesini bile görmemişti; o yüzden dışarıda eğlenmek içinden gelmediği kadar Willoughby'nin tekrar uğrayıp onu bulamaması riskine girmek de istemiyordu.

Akşam bittiği zaman Elinor bu isteksizliğin mekan değişimiyle fazla değişmediğini gördü; şehre daha doğru dürüst yerleşemediği halde Sir John etrafına yirmi genç toplamayı ve hepsini bir baloyla ağırlamayı başarmıştı. Gelgelelim bu Lady Middleton'ın onaylamadığı bir durumdu. Köyde hazırlık yapılmamış bir dans gayet makul karşılanırdı; ama

Londra'da zarafet şöhreti daha önemliydi ve daha az kolay elde edilirdi ve birkaç kız eğlensin diye Lady Middleton'ın sekiz on çiftlik, iki kemanlı ve tek büfeli ufak bir dans verdiğinin bilinmesi gereksiz bir riskti.

Mr ve Mrs Palmer da partideydiler; şehre geleli kayınvalidesine ilgi gösteriyor görünmemeye dikkat ettiği ve bu yüzden asla yanına yaklaşmadığı için ilk kez gördükleri Mr Palmer salona girişlerinde onları tanıdığına dair bir belirti göstermedi. Kim olduklarını biliyormuş görünmeksizin onlara hafifçe baktı, sonra odanın diğer tarafından Mrs Jennings'e başıyla selam vermekle yetindi. Marianne içeri girince daireye şöyle bir göz attı; bu da yeterli oldu, o yoktu -ve oturdu, zevk almaya da vermeye de aynı şekilde isteksiz. Bir saat kadar sonra toplandıkları zaman Mr Palmer onları şehirde görmekten duyduğu şaşkınlığı ifade etmek için Miss Dashwoodlar'a doğru geldi; oysa daha önce Albay Brandon evde söylemişti geldiklerini, kendisi de geldiklerini duyunca çok komik bir şey söylemişti.

"İkiniz de Devonshire'desiniz sanıyordum," dedi.

"Öyle mi?" diye cevapladı Elinor.

"Ne zaman dönüyorsunuz?"

"Bilmiyorum." Böylece sohbetleri sona erdi.

Marianne dans etmek için hayatında o akşamkinden daha isteksiz olmamıştı, hareket etmekten hiç o kadar yorulmamıştı. Berkeley street'e dönerlerken bundan yakındı.

"Hadi, hadi," dedi Mrs Jennings, "bütün hepsinin sebebini gayet iyi biliyoruz; eğer belli bir kişi, ismi lazım değil, orada olsaydı bir parça bile yorulmazdın; doğrusunu söylemek gerekirse davet edildiği halde seninle buluşmaması pek hoş olmadı."

"Davet mi!" diye haykırdı Marianne.

"Middleton kızım bana öyle dedi, çünkü anlaşılan Sir John bu sabah sokakta ona rastlamış."

Marianne başka bir şey demedi, ama son derece incinmiş görünüyordu. Bu durumda kızkardeşini rahatlatabilecek bir şey yapmak için sabırsızlanan Elinor ertesi sabah annesine yazmaya karar verdi ve Marianne'in sağlığı için endişelenip uzun zaman ertelenmiş soruları sormasını sağlamayı umdu; sabahleyin kahvaltıdan sonra Marianne'in tekrar Willoughby'ye yazmakta olduğunu farkedince, çünkü başka birine yazacağını varsayamazdı, bu önlemin üzerine daha sıkı düşmeye karar verdi.

Gün ortasına doğru Mrs Jennings iş için kendi başına dışarı çıktı ve Elinor hemen mektubuna başladı; o sırada bir şeyle meşgul olamayacak kadar rahatsız ve sohbet edemeyecek kadar endişeli olan Marianne bir pencereden diğerine yürüdü ya da kederli düşünceler içinde ateşin kenarında oturdu. Elinor annesine başvurusunda gayet kararlıydı, olan biten herşeyi, Willoughby'nin dürüstlüğünden duyduğu kuşkuyu anlattı, her türlü sorumluluk ve sevgi duygusuna sığınarak onu Marianne'den Willoughby'yle olan gerçek durumunu açıklamasını istemeye zorladı.

Mektubu ancak bitiyordu ki kapının çalınmasıyla misafir geldiğini anladı; derken Albay Brandon'ın geldiği haber verildi. Onu pencereden gören Marianne kimseyi çekecek halde olmadığı için o girmeden önce odadan çıktı. Albay Brandon her zamankinden daha ciddi görünüyordu; Miss Dashwood'u yalnız bulduğuna memnun olduğunu ifade ettiyse de ona söyleyecek belli bir şeyi varmış gibi, bir süre hiçbir şey söylemeden oturdu. Kızkardeşiyle ilgili konuşacağı bir şey olduğuna inanan Elinor sabırsızca konuyu açmasını bekledi. Aynı tür inancı ilk kez duyuyor değildi; daha önce birkaç kez, "kızkardeşiniz bugün hasta görünüyor," ya da "kızkardeşiniz bugün keyifsiz görünüyor," gözlemleriyle başlayıp onunla ilgili belli bir şeyi ya açıklama ya da soruşturma noktasında görünmüştü. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra sessizliği biraz heyecanlı bir sesle, aileye katılan yeni erkek kardeşi için Elinor'u ne zaman tebrik etmesi gerekeceğini sorarak bozdu. Elinor böyle bir soruya hazırlıklı değildi; hazır bir cevabı olmadığından en kestirme yolu seçmek ve ne demek istediğini sormak zorunda kaldı. Albay Brandon cevap verirken gülümsemeye çalıştı, "kızkardeşinizin Mr Willoughby'yle sözlendiği herkesçe biliniyor."

"Bilinemez," diye karşılık verdi Elinor, "çünkü kendi ailesi bile bilmiyor."

Albay Brandon şaşırdı ve şöyle dedi, "Affınızı dilerim, korkarım sorum saygısızca oldu; ama gizli tutulmak istendiği aklıma gelmemişti, açık açık yazıştıkları ve herkes evliliklerinden bahsettiği için."

"Nasıl olur? Bunu kimden duymuş olabilirsiniz?"

"Çok kişiden -bazılarını tanımıyorsunuz, diğerleriyle gayet yakınsınız, Mrs Jennings, Mrs Palmer ve Middletonlar. Bana kalsa yine inanmazdım, çünkü akıl inanmak istemeyince her zaman şüphe edecek bir şey bulur; ama inanmasaydım da, kahya bugün beni içeri alırken kazara elinde bir mektup gördüm, kızkardeşinizin elyazısıyla Mr Willoughby'ye yazılmıştı. Sormaya gelmiştim ama sormama gerek kalmadan inandım böylece. Herşey kararlaştırıldı mı? Acaba bir ihtimal?Ama buna hakkım yok, zaten başarı şansım da yok. Beni affedin, Miss Dashvvood. Bu kadar çok konuşmakla hata ettiğimi anlıyorum, ama ne yapacağımı bilmiyorum ve sağduyunuza güveniyorum. Bana herşeyin kesinleştiğini, sadece kısa bir süre daha gizli tutulmak istendiğini söyleyin, tabii gizli tutulması mümkünse, işin buna kaldığını söyleyin."

Elinor bu sözlerden Albay Brandon'ın kızkardeşine olan aşkından net bir şekilde feragat ettiği izlenimini edindi ve çok etkilendi. Hemen bir şey söyleyemedi; kendini toparlayabildiği zaman bile en uygun cevabın ne olacağı konusunda kısa bir süre mücadele etti. Kızkardeşiyle Willoughby arasındaki işlerin gerçek durumunu o da öyle az biliyordu ki, açıklamaya çalışınca yalan yanlış, yerli yersiz bir şey söyleme tehlikesi vardı. Yine de Marianne'in Willoughby'ye duyduğu sevginin Albay Brandon'a başarı şansı bırakmayacak kadar güçlü olduğunu biliyordu, hem de o sevginin sonucu ne olursa olsun, ama aynı zamanda kızkardeşinin davranışlarının hor görülmesini de önlemek istiyordu ve biraz düşündükten sonra, gerçekte bildiği ya da inandığından daha fazlasını söylemenin daha sağduyulu ve kibarca olacağına karar verdi. Böylece, aralarında nasıl anlaştılar ona anlatmadılarsa da, ikisinin de karşılıklı sevgilerinden şüphe etmediğini, yazıştıklarını duyunca da şaşırmadığını söyledi.

Albay Brandon onu sessiz bir dikkatle dinledi, sözleri bitince hemen koltuğundan kalktı ve duygulu bir sesle "Kızkardeşinize sonsuz mutluluklar temenni ederim; dilerim Willoughby de ona layık olmak için gayret edebilsin," -dedi, izin istedi ve gitti.

Elinor bu konuşmadan diğer konulardaki huzursuzluğunu azaltacak olumlu duygular edinmedi; aksine, Albay Brandon'ın mutsuzluğuna duyduğu hüzünle baş başa kaldı ve bu mutsuzluğu kesinleştirecek olay hakkındaki endişesi bu mutsuzluğun geçmesini dilemesine bile engel oldu.

Ertesi üç dört gün boyunca Elinor'u annesine yaptığı başvuruya pişman edecek hiçbir şey olmadı, çünkü Willoughby ne geldi ne de yazdı. O sürenin sonuna doğru bir partiye giden Lady Middleton'a eşlik etmeye söz vermişlerdi; Mrs Jennings küçük kızının keyifsizliği yüzünden partiye gidemiyordu; son derece neşesiz, görünümüne özensiz, nereye gittiğine ya da nerede kaldığına o ölçüde aldırışsız görünen Marianne bu parti için tek umut pırıltısı, tek zevk ifadesi göstermeksizin hazırlandı. Çaydan sonra Lady Middleton'ın gelişine kadar oturma odasında oturdu, koltuğundan bir kez kıpırdamaksızın, duruşunu değiştirmeksizin, kendi düşüncelerine dalıp gitmiş, ablasının varlığından habersiz; sonunda Lady Middleton'ın kapıda onları beklediği söylendiği zaman birini beklediklerini tümden unutmuş gibi irkildi.

Gidecekleri yere tam zamanında vardılar; önlerindeki arabalar zinciri izin verir vermez indiler, merdiveni çıktılar, bir holden diğerine işitilir bir sesle adlarının seslenildiğini duydular ve muhteşem aydınlatılmış, gayet kalabalık ve dayanılmaz ölçüde sıcak bir odaya girdiler. Evin hanımına diz büküp nezaketin gereğini yerine getirdikleri zaman kalabalığa karışmalarına, gelişleriyle kendilerinin de elbette katkıda bulundukları sıcak ve sıkışıklıktan paylarını almalarına izin verildi. Az konuşup daha da az hareket ederek biraz zaman

geçirdikten sonra Lady Middieton kağıt oyununa oturdu; Marianne ortalıkta dolaşacak ruh halinde olmadığı için o ve Elinor şanslarına boş koltuk bulup masadan fazla uzak olmayan bir yere yerleştiler.

Bu şekilde oturalı çok olmamıştı ki Elinor Willoughby'yi gördü; birkaç adım ötelerinde duruyordu, çok şık görünüşlü bir genç kadınla hararetli bir sohbete dalmıştı. Az sonra onunla göz göze geldi; Willoughby hemen başıyla selam verdi, ama onunla konuşmaya ya da Marianne'in yanına gelmeye kalkışmadı Marianne'i gördüğü halde; sonra aynı hanımla konuşmaya devam etti. Elinor elinde olmadan Marianne'e döndü, olanları gördü mü diye. Marianne, Willoughby'yi o an farketti ve bütün yüzü ani bir sevinçle ışıldayarak hemen ona doğru gidiyordu ki ablası onu tuttu.

"Aman Tanrım!" diye haykırdı Marianne, "orada -bu o, orada. -Ama niye bana bakmıyor? Niye onunla konuşamıyorum?"

"Lütfen kendine hakim ol," dedi Elinor, "duygularını etrafa belli etme. Belki henüz seni görmemiştir."

Gelgelelim buna kendisi de inanmıyordu; böyle bir anda kendine hakim olabilmek Marianne'in sadece beceremeyeceği değil, aynı zamanda düşünemeyeceği bir şeydi de. Sabırsızlık acısı içinde oturdu; duyguları yüzüne yansıdı.

Willoughby yine o tarafa döndü ve ikisine birden baktı; Marianne ayağa fırladı, sevgi dolu bir sesle adını söyledi, elini ona uzattı. Willoughby yaklaştı ve gözlerinden kaçınmak ister ve davranışlarını görmemeye kararlı gibi Marianne'den çok Elinor'a hitap ederek aceleyle Mrs Dashwood'un sağlığını ve ne zamandır şehirde olduklarını sordu. Elinor böyle bir konuşma karşısında sersemledi ve tek kelime söyleyemedi. Ama kızkardeşinin duyguları anında ifade edildi. Marianne, yüzü mosmor olmuş, heyecan dolu bir sesle haykırdı, "Tanrı aşkına! Willoughby, bu ne demek oluyor? Mektuplarımı almadın mı? Benimle el sıkışmayacak mısın?"

Willoughby bundan kaçamadı, ama dokunuşu ona acı veriyor gibi göründü ve elini sadece bir an tuttu. Bütün bu sürede besbelli vakarını korumak için mücadele ediyordu. Elinor yüzünü izledi ve ifadesinin sakinleştiğini gördü. Bir anlık sessizlikten sonra Willoughby donuk bir tavırla konuştu.

"Geçen salı günü Berkeley street'e uğrama şerefine eriştim ve sizleri ve Mrs Jennings'i evde bulacak kadar talihli olmadığıma çok üzüldüm. Kartım kaybolmamıştır, umarım."

"Ama notlarımı almadın mı?" diye haykırdı Marianne vahşi bir endişeyle. "Eminim ortada bir hata var -feci bir hata. Bunun anlamı ne olabilir? Söyle bana, Willoughby; Tanrı aşkına söyle bana, mesele nedir?"

Willoughby cevap vermedi; yüzü değişti ve rahatsızlığı geri geldi; ama sanki daha önce konuşmakta olduğu genç hanımla göz göze gelince, hemen çaba göstermenin gerekliliğini hissetti, kendini tekrar toparladı ve "Evet, şehre gelişinizi öğrenme zevkine ulaştım, bana bildirmekle nezaket göstermişsiniz," dedikten sonra hafifçe selam verdi ve aceleyle uzaklaşıp arkadaşına katıldı.

Yüzü bembeyaz olmuş, ayakta duramayacak hale gelmiş Marianne koltuğuna çöktü; her an bayılmasını bekleyen Elinor önüne geçerek onu başkalarının gözlerinden saklamaya, bir yandan da lavanta suyuyla ayıltmaya çalıştı.

"Yanma git Elinor," diye haykırdı Marianne, kendine gelir gelmez, "zorla bana getir onu. De ki onu tekrar görmem lazım -onunla hemen konuşmam lazım. -Yerimde duramıyorum -bunlar açıklanana kadar bana bir an rahat yok -feci bir yanlış anlama filan olmalı. Hadi hemen git."

"Nasıl olur? Hayır Marianne, beklemelisin. Burası açıklama yeri değil. Yarına kadar bekle."

Zorlukla da olsa onun peşine takılmasını engelledi, gelgeldim onu heyecanını kontrol etmeye, Willoughby'yle baş başa, doğru dürüst konuşma fırsatı buluncaya kadar hiç olmazsa derli toplu bir görünüm içinde beklemeye ikna etmek mümkün olmadı; çünkü Marianne durmaksızın alçak sesle içindeki sefaleti dile getirmeye devam etti yana yakıla. Kısa bir süre sonra Elinor, Willoughby'nin odadan çıkıp merdivene doğru gittiğini gördü; Marianne'e gittiğini, o akşam onunla tekrar konuşmasının imkansız olduğunu, o yüzden sakin olmasını söyledi. Marianne de ablasına Lady Middleton'dan rica edip onları eve götürmesini söyledi, artık bir an daha kalamayacak kadar kötüydü.

Lady Middleton bir elin ortasındaydı ama Marianne'in iyi olmadığını duyduğu zaman gitme isteğine itiraz etmeyecek kadar kibar davrandı ve kağıtlarını bir arkadaşına devretti; araba bulunur bulunmaz oradan ayrıldılar. Berkeley street'e dönerlerken tek kelime konuşulmadı. Marianne sessiz bir ızdırap içindeydi; ağlayamayacak kadar gergindi; ama şans eseri Mrs Jennings eve dönmüş olmadığı için doğruca kendi odalarına gidebildiler; amonyak ruhu onu biraz kendine getirdi. Hemen soyunup yattı; yalnız kalmak istediği için ablası yanından ayrıldı ve Mrs Jennings'in dönüşünü beklerken uzun uzun geçmişi düşündü.

Willoughby'yle Marianne arasında bir tür sözün hala geçerli olduğundan şüphe edemezdi; öte yandan Willoughby'nin bundan sıkıldığı da o ölçüde açıktı; çünkü Marianne hala kendi dileklerini yaşatsa bile Elinor böyle bir davranışı herhangi bir tür hataya ya da yanlış anlamaya yoramıyordu. Tam bir duygu değişiminden başka hiçbir şey açıklayamazdı bu durumu. Willoughby'nin kendi yanlış davranışının farkında olduğunu gösteren o rahatsızlığına tanık olmuş olmasa kızgınlığı daha da büyük olacak, baştan beri ciddi bir planı olmadan kızkardeşinin duygularıyla oynayacak kadar karaktersiz biri olduğuna inanacaktı. Görüşmemek ilgisini azaltmış olabilirdi; rahatına düşkünlük unutmasına yardım etmiş olabilirdi; ama Elinor böyle bir ilginin eskiden var olduğundan asla şüphe edemezdi.

Marianne'e gelince, böyle mutsuz bir karşılaşmanın ona vermiş olması gereken acıları, karşılaşmanın muhtemel sonucu olarak onu bekleyen daha da şiddetli acıları derin bir endişe duymadan düşünemedi. Kendi durumu nispeten daha iyiydi şimdi; o Edvvard'ı her zamanki kadar önemsediği halde, gelecekte ayrılsalar bile aklı her zaman başında olacaktı. Ama böyle bir felaketi acılaştırabilecek tüm şartlar Marianne'in Willoughby'den ayrılışındaki, ondan hızlı ve telafisiz kopuşundaki üzüntüsünü artırmak üzere bir araya geliyor gibiydi.

Ertesi sabah hizmetçi şömineyi yakmadan, güneş soğuk üzerinde güç kazanmadan önce ocak ayının kasvetli sabahında, Marianne yarı giyinik halde, azıcık ışık alabilmek için pencereye yakın koltuklardan biri önünde diz çökmüş, aralıksız gözyaşlarının izin verdiğince hızlı yazıyordu. Onun inilti ve hıçkırıklarıyla uykusundan uyanan Elinor onu bu halde gördü; birkaç dakika sessiz bir endişe içinde seyrettikten sonra gayet çekingen, sevecen bir sesle şöyle dedi, "Marianne, bir şey sorabilir miyim?""Hayır Elinor," diye cevapladı Marianne, "hiçbir şey sorma; yakında herşeyi öğreneceksin."

Bu sözün söylendiği umutsuz sakinlik söz bittikten sonra devam etmedi; hemen arkasından aynı aşırı keder geri geldi. Mektubuna devam edebilmesi biraz zaman aldı; onu ikide bir kalemini durdurmaya zorlayan ağlayış nöbetleri Elinor'u Willoughby'ye son kez yazmakta olduğuna inandırmaya yetti.

Elinor elinden gelen her sakin ve ölçülü ilgiyi gösterdi; onu daha da yatıştırmaya, sakinleştirmeye çalışmak isterdi, ama Marianne asabi bir alınganlığın bütün enerjisiyle ondan tek kelime etmemesini istedi. Bu şartlar altında uzun süre birlikte kalmamaları her ikisi için de daha iyi olacaktı; Marianne'in huzursuz hali giyindikten sonra odada bir an daha dur-

masını engellemekle kalmadı, yalnızlık ve sürekli yer değiştirmek istediği için, herkesin gözünden uzak durmaya çalışarak kahvaltı vaktine kadar evde dolaşıp durmasına da yol açtı.

Kahvaltıda ne bir şey yedi ne de bir şey yemeye kalkıştı; o sırada Elinor'un dikkati ona ısrar etmek değil, ona acımak değil, ona ilgi gösteriyormuş görünmek değil, ama Mrs Jennings'in dikkatini tümüyle kendisine çekmek üzerinde yoğunlaştı.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

44.7K 3.1K 55
Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Mansfield Parkı gibi romanların yazarının...
7.1K 728 24
Jane Austen'ın son romanı olan İkna, dokunaklı bir aşk hikâyesi üzerine kurulu. Romanın kahramanı güzel, hassas ve iyi yürekli Anne Elliot, kibirli...
16.3K 443 5
İngiliz centilmen Phileas Fogg, üye olduğu kulüpteki arkadaşlarıyla 80 günde dünyanın etrafını dolaşacağına dair iddiaya girer. Uşağı Parisli Passepa...
DOĞUŞ Oleh 🦊

Fiksi Ilmiah

1K 645 8
okuyuculara gerçekten ben insanmıyım sorusunu sorrduracak HARİKA BİR KİTAP...