Akıl ve Tutku

By ClassicsTR

4.2K 258 131

Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin bir kült roma... More

1
2
3
4
5
6
7
8
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22

9

145 9 11
By ClassicsTR

İkinci Kitap

Lucy'nin dürüstlüğüne pek itibar etmiyordu gerçi, ama etraflıca düşündüğünde bu meselede dürüstlüğünden şüphe etmek imkansız görünüyordu; böyle bir hikayede yalan bulma çabasını hiçbir dürtü mazur gösteremezdi. O yüzden Elinor, Lucy'nin doğru olduğunu iddia ettiği şeyden daha fazla şüphe etmeye kalkışmadı: her yandan ihtimaller ve kanıtlarla destekleniyordu ve Elinor'un dilekleri dışında hiçbir şeyle çelişmiyordu. Mr Pratt'm evinde tanışma fırsatı gerisi için şüphe götürmez ve korkutucu bir temel oluşturuyordu; Edward'in Plymouth civarındaki gezisi, hüzünlü ruh hali, kendi yetenekleri konusundaki güvensizliği, Elinor'a karşı kararsız davranışı, Miss Steeleler'in Norland ve akrabalarıyla ilgili Elinor'u şaşırtacak derecedeki ayrıntılı bilgisi, resim, mektup, yüzük hep birlikte öyle bir kanıt bütünü oluşturuyorlardı ki, Edvvard'ı haksız yere mahkum etme korkusunu siliyor ve hiçbir koruma çabasının gizleyemeyeceği bir gerçeği, Elinor'u aldattığı gerçeğini kesinleştiriyordu. -Elinor'un bu davranış karşısındaki kırgınlığı, aldatılmış olmaya duyduğu öfke kısa bir süre sadece kendini düşünmesine yol açtı; ama çok geçmeden başka düşünceler, başka endişeler ortaya çıktı. Edward onu bile bile mi kandırıyordu? Onu sevmediği halde mi seviyormuş gibi yapıyordu? Lucy'ye verdiği söz kalpten verilmiş bir söz müy-

dü? Hayır; zamanında ne olmuş olursa olsun, Elinor şimdi böyle bir söz olabileceğine inanmıyordu. Onun sevgisi Elinor'a aitti. Bu konuda yanılıyor olamazdı. Annesi, kızkardeşleri, Fanny, hepsi Norland'da onun Elinor'a duyduğu yakınlığı hissetmişlerdi; bu kendi kibrinin yarattığı bir yanılsama değildi. Onu sevdiği apaçıktı. Bu inanç kalbine nasıl da huzur verdi! Bunun onu affetmesini sağlamaması mümkün müydü! Edward suçluydu, hayli suçluydu Elinor'un onun üzerindeki etkisinin gereğinden fazla olduğunu ilk hissettikten sonra hala Norland'da kaldığı için. Bu bakımdan savunulamazdı; ama Edward onu yaraladıysa, kendini çok daha fazla yaralamış olmalıydı; Elinor'un durumu acıklı ise, onun durumu hepten ümitsizdi. Sağduyusuzluğu Elinor'u bir süre mutsuz etmişti; ama onu da tüm başka türlü olma imkanlarından yoksun bırakmış görünüyordu. Elinor zamanla sakinliğine kavuşabilirdi; ama o, o neyi bekleyebilecekti? Lucy Steele'le az çok mutlu olması mümkün müydü; Elinor'a duyduğu sevgi söz konusu olmasa bile, ahlaklı, hassas ve eğitimli biri olarak öyle bir kadınla -okuma yazma bilmez, düzenbaz ve bencil bir kadınla yetinebilir miydi?

On dokuz yaşın gençlik tutkusu haliyle kızın güzelliği ve uysallığı dışında herşeye gözünü kör etmişti; ama sonraki dört yıl -akıllıca geçirilse anlayışı güçlendirecek yıllar, gözlerini kızın eğitimindeki kusurlara açmış olmalıydı; öte yandan kız aynı süreyi düşük bir çevrede ve daha yüzeysel uğraşlar peşinde harcayarak güzelliğine bir zamanlar ilgi çekici bir karakter vermiş olabilecek o sadeliği de muhtemelen kaybetmişti.

Edward'ın kendisiyle evlenmek istemesi durumunda annesinin çıkaracağı güçlükler büyük görünüyorsa, şimdi sözlüsü şüphesiz Elinor'dan daha düşük seviyeli bir aileden ve herhalde daha az çeyizli biri olunca bu güçlükler besbelli çok daha büyük olacaktı. Bu güçlükler, Lucy'den o kadar soğumuş bir kalple, Edvvard'ın sabrını çok fazla zorlamayabilirdi; ama aile muhalefeti ve anlayışsızlık beklentisi onun kederli ruh haline ferahlatıcı etki yapabilirdi!

Acılı bir süreklilik içinde bu düşünceler aklından geçerken kendisinden çok onun için ağladı. Şimdiki mutsuzluğunu hakedecek hiçbir şey yapmadığı inancıyla güçlenip, Edvvard'ın da onun sevgisinden feragat edecek hiçbir şey yapmadığı inancıyla avunarak, şimdi, ağır darbenin ilk acısı altında bile, gerçeğe ilişkin her kuşkuyu annesinden ve kızkardeşlerinden saklayacak kadar kendine hakim olabileceğini hissetti. Kendi beklentilerine cevap vermeyi öyle iyi becerdi ki, en özel umutlarının tümüyle sönmesine katlandıktan sadece iki saat sonra akşam yemeğinde onlara katıldığı zaman kimse kızkardeşlerin görüntüsünden Elinor'un onu aşkından ilelebet ayıran engeller yüzünden gizli gizli yas tuttuğunu ve Marianne'in bütün kalbine sahip olduğunu hissettiği ve evlerinin yakınından geçen her arabada görmeyi beklediği bir adamın üstün meziyetleri üzerinde içten içe hülyalara daldığını tahmin edemezdi.

Kendi sırdaşlığına emanet edilmiş bir şeyi annesinden ve Marianne'den saklama zorunluluğu aralıksız çaba göstermesine neden oluyorduysa da Elinor'un üzüntüsünü attırmadı. Aksine onu rahatlattı, canlarını sıkacak bir bilgi vermesinin engellenmiş olması; ayrıca kendisine olan yanlı sevgilerinin aşırılığından, muhtemelen Edvvard'a bir dolu verip veriştireceklerdi ki, bunları da duymak zorunda kalmamış oldu ve zaten katlanabileceğim sanmıyordu.

Onların tavsiyelerinden ya da konuşmalarından yardım alamayacağını biliyordu; sevecenlikleri ve hüzünleri onun sıkıntısını artıracaktı; üstelik sakinliği onların ne örneğinden ne de övgüsünden cesaret alacaktı. O kendi başına daha güçlüydü; kendi sağduyusu onu öyle iyi ayakta tutuyordu ki, acıları ne denli şiddetli ve ne denli tazeyse kararlılığı o denli sarsılmaz, neşeli görünümü o denli değişmezdi.

Lucy'yle konu üzerindeki ilk konuşmasında çok acı çekmiş olsa da çok geçmeden konuşmayı tekrarlamak için güçlü bir istek duydu, hem de birden fazla sebeple. Sözlenmelerinin birçok ayrıntısını tekrar duymak istiyordu, Lucy Edward için gerçekten ne hissediyor, ona aşık olduğunu söyleyişinde herhangi bir içtenlik var mı daha iyi anlamak istiyordu ve bilhassa konuya tekrar girmekteki istekliliği ve konuyu konuşmaktaki rahatlığıyla Lucy'yi konuyla sadece bir arkadaş olarak ilgilendiğine inandırmak istiyordu sabah konuşması sırasındaki gayri ihtiyari telaşının en azından şüpheli görünmüş olmasından çok korktuğu için. Lucy'nin onu kıskanmaya eğilimli olması çok muhtemel görünüyordu; Edward'in ondan hayli övgüyle bahsettiği açıktı, sadece Lucy'nin söylemesinden değil, ama o kadar kısa bir tanışıklık üzerine söylendiği ve görüldüğü kadarıyla gayet önemli olan bir sır konusunda ona güvenmeyi göze almasından anlaşıldığı üzere. Hatta Sir John'un şakacı sözleri bile etkili olmuş olmalı. Ama Elinor, Edward'in kendisini gerçekten sevdiğinden kendi içinde emin olduğu sürece Lucy'nin kıskanç olmasını doğal kılacak başka hiçbir ihtimali düşünmeye gerek kalmıyordu; öyle olduğunun kanıtı da sırrını açmasıydı. Meselenin açıklanmasının altında başka hangi neden olabilirdi, Lucy'nin Edward üzerinde daha büyük hak sahibi olduğunun Elinor'a bildirilmesi ve ileride ondan uzak durmasının istenmesi dışında? Rakibinin niyetlerinin o kadarını anlamakta zorluk çekmedi; ona karşı şeref ve dürüstlük ilkelerinin buyurduğu gibi davranmaya, Edward'a olan duygularıyla mücadele etmeye ve onu olabildiğince az görmeye karar verdiği halde, Lucy'yi kalbinin yaralanmamış olduğuna inandırma çabasına girişmeyi kendine çok görmüyordu. Ve şimdi konuyla ilgili zaten söylenmiş şeylerden daha acı verici bir şey dinleyemeyeceği için, ayrıntıların tekrar üstünden geçerken kendine hakim olma becerisinden şüphe etmedi.

Ama bu fırsat hemen yaratılamadı, Lucy de onun kadar fırsat kolladığı halde; hava genellikle başkalarından ayrılıp birlikte yürüyüşe çıkmalarına izin verecek kadar iyi olmuyordu; en az her iki akşamda bir ya Park'ta ya da kulübede, çoğunlukla da Park'ta toplandıkları halde sohbet hatırına bir araya gelmeleri beklenmiyordu. Böyle bir düşünce Sir John'un da, Lady Middleton'ın da aklına gelmezdi; dolayısıyla genel sohbete pek az zaman ayrılıyor, özel konuşmaya ise hiç zaman ayrılmıyordu. Yeme, içme ve birlikte gülme hatırına toplanıyorlar, kağıt ya da hikaye uydurmaca ya da yeterince gürültülü başka bir oyun oynuyorlardı.

Bu tür bir iki toplantı oldu ama Elinor'a Lucy'yi bir kenara çekme fırsatı vermedi; Sir John bir sabah kulübeye uğradı ve kendisi Exeter'deki kulübe gitmek zorunda olduğu için insaniyet namına o gün akşam yemeğini topluca Lady Middleton'la beraber yemeleri ricasında bulundu, yoksa yapayalnız kalacaktı, annesiyle iki Miss Steele dışında. Lady Middleton'ın sakin ve görgülü idaresi altında kocasının onları gürültücü amaçlar için bir araya getirdiği zamankine göre kendi başlarına kalmakta daha serbest olabilecekleri bir ortamda aklındaki düşünceyi uygulama fırsatı gören Elinor daveti hemen kabul etti; Margaret annesinin izniyle davete hemen uydu, onların partilerine katılmakta her zaman isteksiz olan Marianne de onun kendini her türlü eğlence şansından uzak tutmasına dayanamayan annesi tarafından gitmeye ikna edildi.

Genç hanımlar gittiler ve Lady Middleton onu tehdit eden ürkütücü yalnızlıktan tatlı tatlı esirgenmiş oldu. Toplantının sönüklüğü tam da Elinor'un beklediği gibiydi; tek bir düşünce ya da ifade yeniliği üretmedi; hiçbir şey yemek salonundaki ve oturma odasındaki sohbetlerinden daha az ilginç olamazdı: oturma odasına çocuklar da eşlik etti; onlar orada kaldıkları sürece Elinor, Lucy'nin dikkatini çekmenin imkansız olacağını iyi biliyordu, hiç kalkışmadı. Çocuklar ancak çay servisi kaldırıldıktan sonra odadan çıktılar. Sonra kağıt masası getirilince Park'ta konuşma fırsatı bulmayı umut ettiği için Elinor kendi kendine hayret etmeye başladı. Kağıt oynamak üzere hepsi birden kalktılar.

"Annamariacığın sepetini bu akşam bitirmeyeceğine sevindim," dedi Lady Middleton Lucy'ye; "çünkü eminim mum ışığında telkari işlemek gözlerine zarar verir. Biricik yumurcağımız yarın hayal kırıklığına uğrayacak ama, artık telafi ederiz; sonra umarım üstünde durmaz."

İşaret yeterliydi; Lucy hemen toparlanıp cevap verdi, "Gerçekten yanılıyorsunuz, Lady Middleton; sadece grubu bensiz kurabilir misiniz, onu öğrenmek için bekliyordum, yoksa çoktan telkarimin başında olmam lazımdı. Küçük meleği dünyada hayal kırıklığına uğratmak istemem; beni şimdi oyun masasında isterseniz bile sepeti yemekten sonra bitirmeye kararlıyım."

"Çok iyisin, umarım gözlerine zarar vermez -zili çalıp biraz iş mumu ister misin? Sepet yarına bitmezse benim minik kızım fena üzülüp çünkü ona bitmesi imkansız dediysem de eminim ki o yine bitecek diye bekliyor."

Lucy hemen çalışma masasını yanına çekti ve şımarık bir çocuk için telkari sepet yapmaktan daha büyük keyif olamazmış gibi bir şevk ve neşe içinde işbaşı yaptı.

Lady Middleton diğerlerine cassino oynamayı teklif etti. Tek itiraz eden Marianne oldu; genel kibarlık kurallarına her zamanki aldırışsızlığıyla şöyle dedi, "Lady hazretleri lütfen beni affetsin -bilirsiniz kağıttan nefret ederim. Ben piyanonun başına gideceğim; akort edildiğinden beri dokunmadım." Ve başka tören beklemeden dönüp piyanoya gitti.

Lady Middleton kendisi hayatta hiç öyle kaba bir konuşma yapmadığı için tanrıya şükrediyormuş gibi göründü.

"Marianne piyanodan uzun süre ayrı duramıyor, biliyorsunuz Madam," dedi Elinor, hakareti yumuşatmaya çalışarak; "buna pek şaşmıyorum doğrusu, çünkü şimdiye kadar duyduğum en iyi sesli piyano bu."

Kalan beş kişi şimdi kartlarını çekeceklerdi.

"Belki," diye devam etti Elinor, "ben çıkarsam Miss Lucy Steele'in kağıtları kıvırmasına yardım edebilirim; sepetin daha çok işi var, tek başına kalırsa bu akşam bitiremez gibi görünüyor. Paylaşmama izin verirse iş yapmayı çok isterim."

"Cidden yardım ederseniz minnettar kalırım," diye haykırdı Lucy, "çünkü baktım, sandığımdan daha fazla iş varmış; ayrıca Annamaria'yı hayal kırıklığına uğratmak feci bir şey olur."

"Ya, bu gerçekten korkunç olur," dedi Miss Steele -"Bir taneciğim benim, onu ne kadar seviyorum!"

"Çok naziksiniz," dedi Lady Middleton, Elinor'a: "işlemeyi gerçekten seviyorsanız belki bir dahaki ele kadar oyuna girmemek sizi memnun eder, yoksa şansınızı denemek mi istersiniz?"

Elinor bu tekliflerin ilkini seve seve kabul etti ve böylece Marianne'in denemeye tenezzül etmeyeceği o üslupla hem amacına ulaştı hem de Lady Middleton'ı memnun etti. Lucy çabucak ona yer açtı ve iki güzel rakip böylece aynı masada yan yana oturup müthiş bir uyumla aynı işe giriştiler. Kendi müziğine ve kendi düşüncelerine gömülmüş, o vakte kadar odada kendisinden başka birileri olduğunu unutmuş Marianne'in çaldığı piyano da o kadar yakınlarındaydı ki, Miss Dashwood piyano sesinin koruması altında kağıt masasından duyulma riski olmadan o ilgi çekici konuyu artık açabileceğine karar verdi.

Sakin ama tedbirli bir sesle Elinor konuya girdi.

"Devam etmenizi istemez ya da konuya daha fazla merak duymazsam bana gösterdiğiniz güveni haketmemiş olurum. O yüzden konuyu tekrar açtığım için özür dilemeyeceğim."

"Teşekkür ederim," diye haykırdı Lucy hararetle, "buzları kırdığınız için; içimi rahatlattınız; çünkü o pazartesi günü anlattıklarımla sizi bir şekilde gücendirdim diye korkuyordum."

"Gücendirmek mi! Nasıl böyle düşünebilirsiniz? İnanın," ve Elinor bunu hakiki bir içtenlikle söyledi, "size böyle bir fikir vermek aklıma bile gelmedi. Güveninizin samimiyet ve iltifat dolu olmayan bir sebebi olması mümkün mü?"

"Yine de sizi temin ederim," diye cevapladı Lucy, küçük keskin gözleri anlam dolu, "davranışlarınızda beni rahatsız eden bir soğukluk ve memnuniyetsizlik var gibime geldi. Bana kızdığınızdan emindim; o zamandan beri kendimle kavga ediyordum sizi kendi dertlerimle bunaltma küstahlığı gösterdiğim için. Ama bunun sadece benim kuruntum olduğunu gördüğüm için memnunum. Hayatımın her anında düşündüğüm şeyden size bahsederek içimi rahatlatmak benim için nasıl bir teselli, bilseydiniz, acıma duygunuz eminim başka herşeyi görmezden gelmenizi sağlardı."

"Durumunuzu bana anlatmanın içinizi rahatlattığına elbette inanırım; emin olun bundan pişmanlık duymanız için

hiçbir sebep yok. Durumunuz büyük talihsizlik; etrafınız zorluklarla dolu görünüyor; bunlara dayanabilmek için birbirinize olan tüm sevginize ihtiyacınız olacak. Mr Ferrars, sanırım tümüyle annesine bağımlı."

"Kendinin sadece iki bin poundu var; buna bel bağlayıp evlenmek delilik olur; gerçi ben şahsen bir an arkama bakmadan herşeyden vazgeçerim. Dar gelirli olmaya alışkınım; onun hatırı için yoksullukla mücadele edebilirim; ama annesini memnun edecek bir evlilik yaparak sahip olabileceği herşeyden yoksun bırakma bencilliği yapamayacak kadar çok seviyorum onu. Beklemek zorundayız, belki yıllarca. Dünyada başka hangi erkekle olsa bu korku verici bir düşünce olurdu; ama biliyorum, hiçbir şey beni Edward'ın sevgisi ve sadakatinden yoksun bırakamaz."

"Bu inanç sizin için çok önemli olmalı; o da aynı şekilde sizin sadakatinize duyduğu güvenle ayakta duruyor olmalı. Karşılıklı bağlılığınızın gücü azalsaydı, ki dört yıllık bir sözlülük boyunca birçok insan arasında ve birçok durumda doğal olarak azalırdı, haliniz gerçekten acıklı olurdu."

Burada Lucy başını kaldırıp ona baktı; ama Elinor yüzünü sözlerine şüpheli bir hava verebilecek her ifadeden dikkatle koruyordu.

"Edvvard'ın bana olan sevgisi," dedi Lucy, "ta ilk sözlendiğimizden beri uzun, çok uzun ayrılığımızla epeyce sınandı ve sınamaya öyle iyi dayandı ki, şimdi kuşku duymam affedilmez olur. Ta en başından beri o bakımdan bana en ufak bir korku vermedi diyebilirim göğsümü gere gere."

Elinor bu iddiaya gülsün mü ağlasın mı bilemedi.

Lucy devam etti. "Üstelik tabiat itibariyle kıskancımdır; hayattaki farklı mevkilerimiz, onun benden daha çok dünya yüzü görmesi ve sürekli ayrılığımız yüzünden kuşku duymaya zaten eğilimliydim ve karşılaştığımız zaman bana olan davranışında en ufak bir değişiklik ya da halinde açıklamasını yapamadığım en ufak bir keyifsizlik olsa ya da bir hanımdan diğerinden daha fazlaca bahsetse ya da Longstaple'da eskisinden daha az mutlu görünse gerçeği anında farkederdim. Genel olarak bilhassa gözlemci ya da çabuk kavrayış sahibiyimdir demek istemiyorum, ama böyle bir durumda yanılmam imkansız."

"Bütün bunlar," diye düşündü Elinor, "pek hoş; ama ikimizi de etkileyemez."

"Ama," dedi kısa bir sessizlikten sonra, "sizin düşünceleriniz neler? yoksa Mrs Ferrars'ın ölümünü beklemekten başka düşünceniz yok mu, ki o da üzücü ve son çare? Oğlu gerçeği söyleyerek bir süre annesinin öfkesini göze almaktansa sizin de bir parçası olduğunuz bunca yıllık bekleyişin sıkıntısına katlanmaya kararlı mı?"

"Sadece bir süre olacağından bir emin olabilsek! Mrs Ferrars çok inatçı gururlu bir kadın; daha duyduğu anki öfke krizi içinde büyük ihtimal herşeyi o an Robert'a devreder; bu düşünce de tabii Edward adına acele önlem alma konusunda beni iyice ürkütüyor."

"Ama kendi adınıza da öyle, yoksa fedakarlığınızı aklen kabul edilmez bir noktaya götürüyor olursunuz."

Lucy tekrar Elinor'a baktı, sustu.

"Mr Robert Ferrars'ı tanıyor musunuz?" diye sordu Eli-

nor.

"Hiç tanımıyorum -onu hiç görmedim; ama ağabeyine hiç benzemediğini düşünüyorum -aptal ve koca bir züppe."

"Koca bir züppe!" diye tekrarladı Miss Steele; Marianne'in müziğinde ani bir duraksama olunca bu sözler kulağına gitmişti. -"Valla beğendikleri oğlanlardan bahsediyorlar, kanımca."

"Hayır abla," diye haykırdı Lucy, "o konuda yanılıyorsun, beğendiğimiz oğlanlar koca züppe olmaz."

"Miss Dashwood adına ben de olmaz diyebilirim," dedi Mrs Jennings, yürekten gülerek; "onunki gördüğüm en alçakgönüllü, en hoş tavırlı delikanlılardan biri; ama Lucy'ye gelince, kendisi öyle kurnaz bir yumurcak ki, kimi beğendiğini anlamanın imkan ihtimali yok."

"Aa!" diye haykırdı Miss Steele, etrafındakilere anlamlı anlamlı bakarak, "bence Lucy'ninki de Miss Dashwood'unki kadar alçakgönüllü ve hoş tavırlı."

Elinor yüzünün kızarmasını önleyemedi. Lucy dudağını ısırdı ve öfkeyle ablasına baktı. Bir süre herkes sustu. Sessizliği Lucy bozdu; o sıra Marianne onlara muhteşem bir konçertoyla güçlü bir koruma sağladığı halde sesini alçaltarak şöyle dedi-

"Size geçenlerde meseleyi katlanılır hale getirmek için aklıma gelen bir planı açık açık anlatacağım; tabii sizi bir sırra ortak ediyor olacağım, çünkü siz de konunun taraflarından birisiniz. Tahmin ediyorum Edward'i kiliseyi diğer tüm mesleklerden üstün tuttuğunu bilecek kadar tanıdınız; şimdi planım şu, Edward bir an önce rahiplik yetkisi alacak, sonra da sizin yardımınızla, ki eminim ona olan dostluğunuz ve umarım bana olan anlayışınız sebebiyle yardımınızı esirgemezsiniz, ağabeyiniz ona Norland'daki kiliseyi vermeye ikna edilebilir; bu da anladığıma göre çok iyi bir iş olur, zaten mevcut görevli pek uzun süre yaşayacağa benzemiyor. Bu evlenmemize yeter; gerisini de zamana ve kısmete bırakırız."

"Mr Ferrars'a duyduğum saygı ve dostluğu göstermekten," diye cevapladı Elinor, "her zaman mutlu olurum; ama böyle bir durumda benim yardımımın büsbütün gereksiz olacağını bilmiyor musunuz? O Mrs John Dashwood'un kardeşi -bu da kocası için yeterli tavsiyedir."

"Ama Mrs John Dashwood Edward'in kiliseye girmesini pek onaylamaz."

"O zaman korkarım benim yardımım pek işe yaramaz."

Yine bir süre sessiz kaldılar. Sonunda Lucy derin bir iç çekişle şöyle dedi,

"Galiba en akıllıcası sözü bozarak işi bitirmek. Her tarafımız öyle engelle çevrili ki, bir süre kahrolsak da sonunda daha mutlu oluruz. Ama bana akıl vermeyecek misiniz, Miss Dashwood?"

"Hayır;" diye cevap verdi Elinor, kabaran duygularını gizleyen bir gülümsemeyle, "böyle bir konuda kesinlikle veremem. Sizin dileklerinize uygun olmazsa görüşümün sizi etkilemeyeceğini siz de gayet iyi biliyorsunuz."

"Hakkımda yanılıyorsunuz," diye cevap verdi Lucy büyük bir ağırbaşlılıkla; "görüşlerine sizinkinden daha çok değer verdiğim kimse yok; gerçekten inanıyorum ki, bana 'Edward Ferrars'la sözünüzü ne olursa olsun sona erdirmenizi tavsiye ederim, böylesi ikinizin mutluluğu için de daha iyi olur,' derseniz, hemen öyle yapmaya karar veririm."

Elinor, Edward'in müstakbel karısının içtenliği karşısında kızardı ve şöyle cevap verdi, "Bu iltifattan sonra konuyla ilgili bir görüşüm olsaydı bile söylemeye korkardım. Benim etkimi fazla büyütüyor; birbirlerine bu kadar sevgiyle bağlı iki kişiyi ayırma gücü alakasız biri için çok fazla."

"Çünkü siz alakasız birisiniz," dedi Lucy, belli bir kızgınlıkla, kelimeleri bastıra bastıra, "o yüzden görüşünüz benim üzerimde etkili olabilir. Duygularınızda herhangi bir bakımdan yanlı olduğunuzu düşündürecek bir şey olsaydı görüşlerinizi almaya değmezdi zaten."

Elinor buna cevap vermemenin daha akıllıca olacağını düşündü, birbirlerini uygunsuz bir rahatlık ve düşüncesizlik artışına doğru kışkırtmasınlar diye; hatta konuyu tekrar açmamaya karar verir gibi oldu. Bu konuşmayı epeyce süren bir başka sessizlik takip etti ve sessizliği yine Lucy bozdu.

"Bu kış şehre gidecek misiniz, Miss Dashwood?" dedi, alışılmış rahatlığıyla.

"Gitmeyeceğim."

"Buna üzüldüm," diye karşılık verdi öteki, gözleri aldığı bilgi karşısında ışıldayarak, "orada sizinle buluşmak beni çok mutlu ederdi! Ama belki yine de gidersiniz. Elbette ağabeyinizle yengeniz sizi yanlarına isterler."

"isteseler bile davetlerini kabul etmem mümkün olmaz."

"Ne kadar şanssızlık! Sizinle orada karşılaşacağıma çok da güveniyordum. Ocak sonunda Anne'le ben birkaç yıldır onları ziyaret etmemizi isteyen bazı akrabaları ziyarete gideceğiz! Ama ben sadece Edward'ı görmek hatırına gidiyorum. Şubatta orada olacak, yoksa Londra'nın benim için hiçbir cazibesi yok; ruhuma hiç uygun değil."

Birinci turun tamamlanmasıyla Elinor az sonra oyun masasına çağrıldı ve iki hanımın gizli sohbeti böylece sona erdi; her ikisi de bu durumu itirazsız kabul ettiler, çünkü iki tarafta da aralarındaki soğukluğu öncekine göre azaltacak hiçbir şey söylenmemişti; Elinor kağıt masasına Edward'm karısı olacak kişiye sadece sevgi duymadığı değil ama onunla evlenince az çok mutlu olma şansı bile olmayacağı inancıyla, hüzün içinde oturdu; mutluluğun o kadarını kadının içtenlikli sevgisi verirdi, ama sadece çıkarcılık bir kadını kendisinden bıktığının alabildiğine farkında olduğu bir erkekle sözlü kalmaya ikna edebilirdi.

Bundan sonra konu Elinor tarafından bir daha açılmadı; hiçbir konuşma fırsatını kaçırmayan ve sırdaşını Edward'dan her mektup alışında ne kadar mutlu olduğundan haberdar etmeye özel bir dikkat sarfeden Lucy tarafından açıldığı zaman da Elinor sakin ve tedbirli davrandı ve nezaket elverir vermez konuyu kapattı; çünkü bu konuşmaların Lucy'nin haketmediği ve kendisi için tehlikeli bir samimiyet olduğunu düşünüyordu.

Miss Steeleler'in Barton Park'taki misafirlikleri ilk davetin öngördüğünden hayli uzun sürdü. İtibarları arttı, vazgeçilemediler; Sir John gitmekten bahsetmelerini bile istemiyordu; Exeter'de uzun zaman önce verilmiş pek çok sözleri olduğu halde, sözlerinde durmak için her hafta sonu olduğu gibi o hafta sonu da hemen mutlaka geri dönmek mecburiyetinde oldukları halde, Barton Park'ta neredeyse iki ay kalmaya ve önemini hak etmek için epey bir özel balo ve şölen gerektiren o festival kutlamalarına yardımcı olmaya ikna edildiler.

Mrs Jennings senenin büyük bölümünü çocuklarının ve dostlarının evinde geçirme adetindeydi ama, kendi dayalı döşeli evi de yok değildi. Şehrin daha az kibar kısmında başarıyla ticaret yapmış kocasının ölümünden beri her kış Portman meydanı civarındaki sokakların birindeki bir evde kalırdı. Ocak ayı gelirken düşüncelerini bu eve doğru çevirmeye başladı ve bir gün ansızın, hiç akıllarında yokken, büyük Miss Dashwoodlar'ı kendisine eşlik etmek üzere oraya davet etti. Elinor kızkardeşinin değişen yüzünü ve plana kayıtsız kalmadığını gösteren canlı bakışlarını görmeden, hemen ikisi adına da minnettar ama kesin bir red cevabı verdi; o sırada ikisinin de ortak eğilimini ifade ettiğini düşünüyordu. İleri sürülen neden yılın o zamanında annelerini yalnız bırakmama kararlılığıydı. Mrs Jennings red cevabını biraz şaşkınlıkla karşıladı ve hemen davetini yineledi.

" Aa eminim anneniz sizsiz de yapabilir; ayrıca benden arkadaşlığınızı esirgememenizi ısrarla rica ederim, çünkü çok istiyorum. Bana rahatsızlık vereceğinizi filan düşünmeyin, çünkü sizin için hayatımda bir değişiklik yapacak değilim. Sadece Betty'yi posta arabasıyla göndereceğim, umarım o kadarına dayanır. Biz üçümüz benim arabamla rahat rahat gideriz; şehre gittiğimiz zaman, benim gittiğim yerlere gitmek istemezseniz her zaman kızlarımdan biriyle gidebilirsi-

niz. Eminim anneniz buna itiraz etmez; nasılsa üstümde çocuklarımın yükü yok, o yüzden anneniz sizin sorumluluğunuzu alabileceğimi kabul eder; eğer sizinle işim bitmeden önce en az birinizi hayırlısıyla başgöz edememiş olursam kusur bende olmaz. Tüm delikanlılara hakkınızda iyi şeyler söyleyeceğim, bundan emin olabilirsiniz."

"Bir fikrim var," dedi Sir John, "ablası ikna olursa Miss Marianne böyle bir plana itiraz etmez. Miss Dashwood istemiyor diye onun küçücük bir zevkten mahrum kalması çok acı tabii. O yüzden ikinize tavsiyem Barton'dan sıkıldığınız zaman Miss Dashwood'a tek kelime etmeden şehre doğru yola çıkmanız."

"Valla," diye haykırdı Mrs Jennings, "Miss Dashwood gelse de gelmese de Miss Marianne'in arkadaşlığından acayip memnun olurum, ama ne kadar kalabalık olursa o kadar şenlikli olur; bir de beraber olurlarsa daha rahat ederler diye düşündüm; çünkü benden sıkılırlarsa birbirleriyle sohbet edip beni çekiştirebilirler. Ama ikisi birden olmazsa biri ya da öbürü benle gelmeli. Tanrı aşkına! Bir başıma yaşayabileceğimi nasıl düşünürsünüz, ben ki bu kışa dek Charlotte'un hep yanımda olmasına alışmışım. Hadi, Miss Marianne, el sıkışıp anlaşalım; Miss Dashwood da bu arada fikrini değiştirirse ne ala."

"Teşekkür ederim efendim, gerçekten teşekkür ederim," dedi Marianne, sıcak bir sesle; "davetinize hayat boyu minnettarlık duyacağım; bana büyük mutluluk verirdi, evet, hatta hayatta duyabileceğim en büyük mutluluğu verirdi, kabul edebilseydim. Ama annem, biricik, iyi yürekli annem için Elinor'un söylediklerine hak veriyorum; bizim yokluğumuz onu daha az mutlu, daha az rahat yapacaksa Ah! hayır, hiçbir şey onu bırakmak için aklımı çelmemeli. Olmaz, mücadele haline gelmemeli."

Mrs Jennings Mrs Dashvvood'un onlarsız da gayet iyi idare edeceği güvencesini tekrarladı; artık kardeşini anlamış, başka hemen herşeye boşverip tekrar Willoughby'yle beraber olma isteğine kendini kaptırdığını görmüş olan Elinor plana daha fazla doğrudan muhalefet etmedi ve meseleyi sadece annesinin kararına bıraktı; gelgelelim, Marianne adına doğru bulmadığı, kendi adına da kaçınmak için belli nedenlere sahip olduğu geziyi önleme çabasına annesinden pek bir destek gelmesini ummuyordu. Marianne ne isterse istesin annesi vermek isterdi -annesini kuşkuyla yaklaşmasını sağlayamadığı bir meselede tedbirli olmaya ikna etmeyi beklemiyordu; o yüzden Londra'ya gitme isteksizliğinin altındaki nedeni açıklamaya cesaret edemiyordu. Gayet titiz biri olan Marianne'in Mrs Jennings'in davranışlarını iyi biliyor ve hoşnutsuzlukla karşılıyor olduğu halde, belli bir amaç peşinde o tür her rahatsızlığı görmezden gelecek, hassas duygularını en çok yaralayacak şeyleri kulak arkası edecek olması o amacın onun için olan öneminin öyle güçlü, öyle eksiksiz bir kanıtıydı ki, Elinor olup biten herşeye rağmen buna tanıklık etmeye hazır değildi.

Davetten haberdar edilince Mrs Dashwood böyle bir gezinin her iki kızı için de çok eğlenceli olacağını düşündü; kendisine gösterdiği sevecen ilgiye bakarak Marianne'in de ne kadar çok istediğini farketti ve daveti onun yüzünden reddetmelerine izin vermedi; aksine, ikisinin de hemen kabul etmesinde ısrar etti ve sonra her zamanki neşesiyle bu ayrılığın herkese ne çok şey kazandıracağını tahmin etmeye girişti.

"Plana bayıldım," diye haykırdı, "tam istediğim gibi. Margarethe ben de bundan sizin kadar istifade ederiz. Siz ve Middletonlar gidince biz de kitaplarımız ve müziğimizle baş başa, sakin sakin, mutlu mutlu yaşarız! Döndüğünüzde Margaret'i çok ilerlemiş bulacaksınız! Ayrıca yatak odalarınızı da değiştirme planım var; artık kimseyi rahatsız etmeden uygulanabilir Şehre gitmeniz çok doğru olur; sizin durumunuzdaki her genç kız Londra'nın tarzını ve eğlencelerini tanımalı. Annelik tarafı kuvvetli bir kadının korumasında olacaksınız, size nazik davranacağından hiç şüphem yok. Mutlaka ağabeyinizi de görürsünüz; kusurları ya da karısının kusurları ne olursa olsun, kimin oğlu olduğunu düşününce birbirinize o kadar yabancılaşmanıza dayanamıyorum."

"Mutluluğumuzu her zaman önemsediğin için," dedi Elinor, "bu planın önündeki aklına gelen her engeli aşıyorsun, ama hala bana göre o kadar kolay üstesinden gelinemeyecek bir zorluk var."

Marianne'in yüzü asıldı.

"Peki," dedi Mrs Dashwood, "benim biricik sağduyulu Elinor'um ne önerecek? Şimdi hangi büyük engeli ortaya atacak? Masraf lafı ettiğinizi duymayayım bir kere."

"itirazım şu; Mrs Jennings'in iyiliğinden şüphem yok gerçi, ama muhiti bize zevk verebilecek ya da himayesi bize önem kazandıracak bir kadın değil."

"Bu çok doğru," diye cevapladı annesi; "ama başkalarından ayrı olarak onun çevresiyle zaten işiniz olmaz; siz insan içine her zaman Lady Middleton'la çıkarsınız."

"Eğer Elinor Mrs Jennings'ten hoşlanmadığı için tedirgin oluyorsa," dedi Marianne, "bu bari daveti benim kabul etmeme engel olmasın. Benim öyle endişelerim yok; o tür her sevimsiz durumla biraz çaba gösterip başedebileceğimden eminim."

Elinor, Marianne'i daha önce makul bir nezaketle karşılık vermeye kolay ikna edemediği bir kişiye karşı şimdi böyle kayıtsız kalmaya çalışır görünce elinde olmadan gülümsedi ve eğer kızkardeşi gitmekte inat ederse kendisi de gitmeye karar verdi, çünkü Marianne'i sadece kendi yargı yetisinin rehberliğine bırakmanın ya da Mrs Jennings'i evdeki saatlerinin huzuru için Marianne'in insafına terketmenin doğru olmayacağını düşünüyordu. Ayrıca Lucy'nin dediğine göre Edward Ferrars'ın şubattan önce şehirde olmayacağını hatırlamak da bu kararı almasını kolaylaştırdı; o zamana kadar gezileri gereksiz bir aceleye getirilmeden nasılsa biterdi.

"İkinizi de göndereceğim," dedi Mrs Dashwood; "bu itirazlar saçma. Londra'da olmak, bilhassa beraber olmak çok hoşunuza gidecek; Elinor eğlenceden zevk almaya tenezzül ederse orada çok çeşitli eğlenceler olduğunu görecek; belki yengesinin ailesiyle tanışıklığı ilerletmekten de bir şeyler bekleyebilir."

Elinor sık sık annesine Edward'la kendisi arasındaki bağa fazla güvenmemesi gerektiğini hissettirecek bir fırsat bekliyordu; böylece bütün gerçek ortaya çıktığı zaman yaşanacak sarsıntı daha az olabilirdi; şimdi bu saldırı üzerine, başarı umudu olmasa da, elinden geldiğince sakin bir şekilde şöyle diyerek kendini planına başlamaya zorladı, "Edward Ferrars'ı çok beğeniyorum ve onu görmek her zaman hoşuma gider; ama beni tanısalar da tanımasalar da ailenin geri kalanına karşı son derece kayıtsızım."

Mrs Dashwood gülümsedi ve bir şey demedi. Marianne gözlerini şaşkınlık içinde kaldırdı ve Elinor dilini tutarsa iyi edeceğini anladı.

Az bir şey daha konuşulduktan sonra davetin tümüyle kabul edilmesine karar verildi. Mrs Jennings haberi büyük bir neşeyle ve pek çok ilgi alaka güvencesi vererek aldı. Sir John da memnun oldu; en büyük endişesi yalnız kalmak olan bir adam için Londra'daki sakinlerin sayısının iki kişi artması epey bir şeydi. Lady Middleton bile bir zahmet sevindi, usul dışına çıkıp; Miss Steeleler'e, bilhassa Lucy'ye gelince, hayatta hiçbir şey onları bu haber kadar mutlu etmemişti.

Elinor isteklerine aykırı olan bu ayarlamaya hissedeceğini umduğundan daha az inatla boyun eğdi. Kendi adına, şehre gitmiş, gitmemiş artık önemli değildi; planın annesini çok mutlu ettiğini, kardeşinin bakışına, sesine ve hareketlerine canlılık getirdiğini, onu her zamanki neşesine döndürdüğünü, eskisinden de keyifli yaptığını görünce plandan hoşnutsuz olmaya içi elvermediği gibi, planın sonucundan kuşku duymaya da kalkışmadı.

Marianne'in neşesi neredeyse mutluluk ötesi bir noktadaydı; gitme coşkusu ve sabırsızlığı had safhadaydı. Sadece annesini bırakmak konusundaki isteksizliği onu arada bir sakinliğe geri döndürüyordu; ayrılık anı geldiğinde bu yüzden alabildiğine hüzünlendi. Annesinin kederinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu; Elinor üçünün arasında ayrılığın hiç de öyle ilelebet olmadığını düşünebiliyor görünen tek kişiydi.

Ayrılıkları ocak ayının ilk haftasında başladı. Middletonlar da bir hafta içinde arkadan gideceklerdi. Miss Steeleler Park'taki misafirliklerine devam ettileı; hem de ta ailenin gidişine kadar.

Mrs Jennings'le öyle kısa zamandır tanışıyorlar, yaşça da ruhen de birbirlerine öyle uyumsuzdular ve böyle bir karara daha birkaç gün önce kendisi o kadar çok itiraz etmişti ki, Elinor kendi durumuna şaşırmadan, o hanımla ve onun himayesi altında ve onun misafiri olarak aynı arabada Londra yolculuğuna çıktığına inanamıyordu! İtirazları Marianne'le annesinin aynen paylaştıkları o mutlu gençlik tutkusu tarafından altedilmiş ya da görmezden gelinmişti; Elinor, Willoughby'nin sadakatinden zaman zaman şüpheye düştüyse de Marianne'in bütün ruhunu dolduran ve gözlerinde ışıldayan o mutlu beklenti sarhoşluğunu kendi geleceğinin ne kadar boş, kendi ruh halinin nispeten ne kadar neşesiz olduğunu, aklında aynı hayat veren hayali, aynı umut ihtimalini yaşatmak için Marianne'in kuruntularını nasıl seve seve paylaşacağını hissetmeden izleyemiyordu. Bununla beraber, Willoughby'nin niyetinin ne olduğunu görmeye kısa, çok kısa bir süre kalmıştı; çoktan şehre gelmiş olmalıydı. Marianne'in gitme istekliliği onu orada bulacağından emin olduğunu gösteriyordu; Elinor kendi gözlemlerinin ve başkalarının fikirlerinin onun karakterine tutabileceği her yeni ışığı tespit etmeye kararlı olduğu gibi, aynı şekilde kızkardeşine davranışlarını titiz bir dikkatle izlemeye de kararlıydı buluşmalar sıklaşmadan önce duruşunun ve niyetinin ne olduğunu kestirebilmek için. Gözlemlerinin sonucu olumsuz olursa kızkarde-

şinin gözlerini açmaya kesinlikle kararlıydı; aksi olursa, çabası farklı şekilde olacaktı -o zaman bencil karşılaştırmalardan kaçınmayı ve Marianne'in mutluluğundan kendisinin duyacağı memnuniyeti azaltabilecek her pişmanlığı yok etmeyi öğrenmesi gerekecekti.

Yola çıkalı üç gün olmuştu ve yolculuk boyunca Marianne'in davranışları Mrs Jennings'e gelecekte göstereceği hoşgörü ve uyuma dair pek mutlu bir örnek oluşturmuştu. Neredeyse bütün yol boyu sessizce oturdu kendi düşüncelerine sarılmış halde ve görüşlerine giren güzel bir manzara ayrıntısının onda özel olarak ablasına yöneltilmiş bir keyif çığlığı yarattığı anlar dışında kendi isteğiyle hemen hiç konuşmadı. Bu davranışı telafi etmek için Elinor hemen kendini tayin ettiği kibarlık işlerini ele aldı ve Mrs Jennings'e büyük bir ilgiyle davrandı, her fırsatta onunla konuştu, onunla güldü ve onu dinledi; Mrs Jennings ise kendi adına her ikisine de olabildiğince kibar davrandı, her fırsatta rahatlar mı, keyifleri yerinde mi diye endişelendi ve sadece handa onlara kendi yemeklerini seçtiremeyince, somonu morinadan ya da haşlanmış tavuğu dana pirzoladan çok sevdiklerini itiraf ettiremeyince rahatsız oldu. Üçüncü gün saat üçe doğru şehre vardılar; öyle bir yolculuktan sonra arabanın darlığından kurtuldukları için sevinerek ve iyi yakılmış bir şöminenin tüm lüksünü tatmak için sabırsızlanarak.

Ev güzeldi; güzel döşenmişti; genç hanımlara hemen çok rahat bir oda verildi. Önceden Charlotte'un odasıydı bu ve şöminenin üstünde hala şehirdeki büyük bir okulda yedi yıl geçirdiğinin ve bir şeyler öğrendiğinin kanıtı olarak, onun yaptığı renkli ipeklerden bir manzara asılıydı.

Yemek iki saatten önce hazır olmayacağı için Elinor o zamanı annesine mektup yazmak için kullanmaya karar verdi ve bu amaçla masaya oturdu. Birkaç dakika içinde Marianne de aynısını yaptı. "Eve ben yazıyorum Marianne," dedi Elinor; "sen mektubunu bir iki gün ertelesen daha iyi olmaz mı?"

"Anneme yazmıyorum," diye cevapladı Marianne aceleyle ve daha fazla soru sorulmasını önlemek ister gibi. Elinor başka bir şey demedi; hemen Willoughby'ye yazıyor olması gerektiği aklına geldi, ki bundan da derhal, ilişkiyi gizlice sürdürmek istiyor olsalar da sözlenmiş olmaları gerektiği sonucu ortaya çıktı. Bu inanç büsbütün tatmin edici olmasa da hoşuna gitti ve mektubuna daha büyük bir dikkatle devam etti. Marianne'in mektubu hemen birkaç dakika içinde bitti; nihayet bir nottan daha fazla bir şey olamazdı: sonra katlandı, mühürlendi ve hevesli bir aceleyle adresi yazıldı. Elinor uzaktan adreste büyük bir W ayırt etti ve adres yazılır yazılmaz Marianne zili çaldı, gelen uşaktan mektubu iki penilik postayla göndermesini istedi. Mesele böylece çabucak halledildi.

Marianne aynı keyifle devam etti, ama keyfinde ablasının fazla sevinmesini önleyen bir çırpınış vardı ve akşam yaklaştıkça bu heyecan arttı. Yemekte pek bir şey yiyemedi; sonra oturma odasına döndüklerindeyse her arabanm sesini endişeyle dinliyor gibiydi.

Mrs Jennings'in kendi odasında işlerine dalarak olanları pek az görebilmesi Elinor'u hayli memnun etti. Çay servisi yapıldığında Marianne komşunun kapısının çalınmasıyla zaten birkaç kere hayal kırıklığına uğramıştı ki, ansızın başka bir evle karıştırılmayacak kadar gürültülü bir kapı sesi duyuldu. Elinor, Willoughby'nin haber verileceğinden emindi; Marianne de kapıya doğru ilerlemeye başladı. Herşey sessizdi; buna uzun süre dayanılamazdı; kapıyı açtı, merdivene doğru birkaç adım ilerledi ve yarım dakika kadar kulak kabarttıktan sonra onun sesini duyduğu inancının tüm heyecanı içinde odaya döndü; o anki duygularının sarhoşluğu içinde elinde olmadan, "Ah Elinor, Willoughby bu, gerçekten!" diye haykırdı ve tam kendini onun kollarına atmaya hazırlanıyordu ki Albay Brandon ortaya çıktı.

Sakin karşılanamayacak kadar büyük bir şaşkınlık oldu ve Marianne hemen odayı terketti. Elinor da hayal kırıklığına uğramıştı; ama aynı zamanda Albay Brandon'a duyduğu saygı onu buyur etmesini sağladı ve kızkardeşine o kadar ilgi duyan bir adamın, karşılaştıkları zaman, kendisine karşı acı ve hayal kırıklığından başka bir şey hissetmediğini görmesine içtenlikle üzüldü. Bunun Albay Brandon'ın gözünden kaçmadığını, hatta ona karşı nezaket gereklerini yerine getirme fırsatı vermeden odadan çıkarken bile şaşkınlık ve endişeyle Marianne'i izlediğini hemen gördü.

"Kızkardeşiniz hasta mı?" dedi.

Elinor sıkıntı içinde hasta olduğunu söyledi, sonra baş ağrılarından, halsizlikten, keyifsizlikten ve kızkardeşinin davranışlarına atfedebileceği her makul sebepten bahsetti.

Albay Brandon onu dikkatle dinledi ama daha çok kendini toparlamaya çalışıyor gibiydi ve konuyla ilgili başka bir şey söylemeyip doğruca onları Londra'da görmekten duyduğu mutluluğu anlatmaya, yolculuklarını ve geride bıraktıkları ailelerini sormaya girişti.

Böyle sakin bir tonda, her iki tarafta da pek az bir ilgiyle konuşmaya devam ettiler; ikisi de keyifsizdi, ikisinin de aklı başka yerdeydi. Elinor, Willoughby'nin o sırada şehirde olup olmadığını sormayı çok istiyordu ama rakibini sorarak ona acı vermekten korkuyordu; sonunda laf olsun diye son görüşmelerinden bu yana hep Londra'da mı olduğunu sordu. "Evet," diye cevapladı Albay Brandon hafif bir rahatsızlıkla, "hemen hep; bir iki kere birkaç günlüğüne Delaford'a gittim, ama Barton'a dönmem mümkün olmadı."

Bu sözler ve söylenme tarzı, aklına hemen Mrs Jennings'de yarattığı can sıkıntısı ve kuşkularla oradan ayrılma şeklini getirdi ve sorusu konuyla ilgili gerçekte olduğundan daha fazla merak duyduğu izlenimi verdi diye korktu.

Mrs Jennings az sonra geldi. "Ah Albay," dedi, her zamanki gürültülü neşesi içinde, "sizi gördüğüme acayip sevindim -daha önce gelemediğim için üzgünüm -affedin, ama biraz kendime çeki düzen vermem, işlerimi halletmem gerekiyordu, ne de olsa uzun zamandır evde değilim; bilirsiniz insan bir süre uzaklaşsa sonra bir sürü küçük işle uğraşmak zorunda kalıyor; bir daha işleri Cartvvright'a havale ettim -Tanrım, yemekten beri arı gibi çalışıyorum! Ama Albay, bugün şehre geleceğimi nasıl tahmin ettiniz?"

"Mr Palmerlar'da duydum; akşam yemeğindeydim."

"Aa! demek öyle; peki onlar nasıl evcek? Charlotte nasıl? Bahse girerim karnı kocaman olmuştur."

"Mrs Palmer gayet iyi görünüyordu; ben de size yarın onu mutlaka göreceğinizi söylemekle vazifeliyim."

"Ya tabii, ben de öyle tahmin ettim. Bakın Albay, yanımda iki genç hanım getirdim görüyorsunuz -yani şimdi sadece birini görüyorsunuz, ama başka bir yerde bir tane daha van Arkadaşınız Miss Marianne yani -duyduğunuza üzülmeyeceksiniz. Artık o hususta Mr Willoughby'yle aranızda ne yaparsınız bilmem. Ah genç ve güzel olmak ne tatlı şey. Ya! Vaktiyle ben de gençtim, ama hiç güzel olmadım -kısmet işte. Mamafih çok iyi bir kocam oldu ve daha büyük bir güzellik bundan büyük neyi başarabilir bilmiyorum. Ah zavallı kocacım! Öldü gitti sekiz sene önce. Ama Albay, ayrıldığımızdan beri nerelerdeydiniz? İşleriniz nasıl gidiyor? Hadi ama, dostlar arasında sır olmaz."

Albay Brandon tüm sorularını her zamanki ılımlılığıyla cevapladı ama hiçbir sorusunu tam cevaplamadı. Elinor çay yapmaya başladı, Marianne de tekrar ortaya çıkmak zorunda kaldı.

Onun girişinden sonra Albay Brandon daha bir düşünceli ve sessiz oldu; Mrs Jennings onu biraz daha kalmaya ikna edemedi. O akşam başka bir ziyaretçi gelmeyince hanımlar oybirliğiyle erken yatmaya karar verdiler.

Continue Reading

You'll Also Like

271K 22.8K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
18.9K 625 30
Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkiler...
1M 55.8K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
854 248 26
kitap önerilerine açıktır. istediğiniz kitabı önerebilirsiniz. kendi kitabınızıda önerebilirsiniz.