PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

By bsrarikan_

167K 12.6K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... More

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚55.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚48.bölüm♚

1.4K 175 95
By bsrarikan_

Benim de anılarım var, ama sadece bir aptal geçmişini geleceğin içinde saklar.*

Aslında hayat; yaşanılan anların toplamından değil. Nefes kesen anların toplamından ibarettir derler.

Çavuş Wiseman'ın ekibine yeni katılan genç polis memurunun eritilmiş çikolata kıvamındaki gözlerine bakarken bu sözün haklılığı boğazına takılan onlarca kelimenin kuruluğunda saklıydı.O an... Zaman donmuştu sanki.

Göğsünün ortasını ovuştururken içinden ciğerlerindeki hava yollarının daha fazla açılmasını diliyordu ne var ki bu da bir işe yaramadı.Soğuk bir ter dalgasının bedenini kaplayıp, sırtında buzdan pelerin olduğunu hissediyordu. Nefes alamıyordu. Tanrı aşkına, akciğerleri sıkışıyordu adeta.

Nefes al.

David Ramsey'in gözlerinde geçmişin tatsız gölgesini görüyordu yalnızca. Mahkeme salonunda fenalaştığında, hastanede yanıbaşında her daim güven veren sesi şimdi bir suçluyu enselemenin verdiği hazla doluydu.Hiç kimseyi umursamayan sert duruşuyla ben buradayım, işte sonunda karşındayım diye avaz avaz bağırıyordu sanki.Portola Valley'den kaçtıkları gece onu koruma görevini üstlenen 'en keskin bakışlı şahinin' bile şansının olmadığını söyleyen o genç adam haklıydı şimdi.

David bir nefeslik mesafeyi birkaç saniyede kat edince elinde olmaksızın içgüdüsel olarak geriledi.Bakışları etrafı taradı, tıpkı mahkeme salonunda olduğu kadar çaresizdi.Sanki koca balo salonunda ikisinden başka kimse yoktu. Yutkundu, masalın son sayfalarına yaklaştığını hissediyordu artık.

"Ben..."

Genç adam zarifçe başını eğdi, "Sizi görmenin beni ne denli mutlu ettiğini söylememe gerek yok sanırım.Güzel müzik ziyafetinizle kulaklarımızın pasını sildiğinize göre gecenin bundan sonrasında size eşlik etme şerefini bana bahşedeceğinizi umut ediyorum."

Otoriter tavrı karşısında pek şansı kalmamıştı. Büyü bozulmuştu. Onunla gitmeli ve ömrünün baharında işlemediği bir suçun cezasını çekmeliydi. Peki,ama ne uğruna? Yardım edebileceği onlarca gebe ne olacaktı? Kasabadaki kadınlar, yeni doğanlar...Hepsi için aydınlık planları vardı.Hepsi yarım mı kaldı?

Bazen nasıl bu kadar pasif olduğuna kendi de lanet ediyordu. Tanrı aşkına, neden böyleydi? Son bir defa salona baktı, son konuklarda ev sahibesi Isabella'nın nezaretinde salonu terk ediyorlardı. Bağırsa çığlıklarını duyan olur muydu? Onu anlayan bir çift ela göz şimdi nerelerdeydi?

"Gidelim...Hanımefendi."

Ona uzatılan ele baktı, yine bir kitapta okumuştu insan öyle karmaşık bir varlıktı ki limbik sistemi organizmayı zararlı gördüğü her türlü davranıştan korumak için ya savaşır ya kaçar ya da donar yazıyordu. Onun mekanizması şimdi akrebi bozulmuş saat gibi donup kalmıştı. Az evvel piyanoya dokunan elleri kımıldamıyordu.

Karşısındaki adamın yorgun gözlerine, dağınık kızıl-kahve saçlarına baktı. Takım elbisesinin gömleği kırışmıştı. Bunca zamandır iz peşinde olduğu belliydi. İçeri kolayca girebildiğine göre kimliğini açık etmesi, gecesini rezil etmesi onun için çocuk oyuncağıydı.

Boğazına takılan kıymık parçasına aldırmadan elini uzattı. Yirmi sekiz yıllık hayatında bir şeylerin değişmesi için Tanrı'ya el açtığı, içten dualarını güvercin misali uçurduğu günler olmuştu. Biri onu karanlığından çekip çıkarsın diye. Biri ruhunu gökkuşağıyla bezesin diye. Çelikten bir maskesi olsun kimsenin gücü duvarlarını parçalamaya yetmesin diye. Soru işaretleriyle dolu çocukluğu cevap anahtarı misali test kitaplarının son sayfasında belirsin diye...

Hayatında, sırf daha kolay diye sorumluluk almayı es geçip kötü giden her şey için başkalarını suçladığı günler olmuştu. Bu, öylesine kolaydı ki kendini sorgulamayı gerektirmiyordu. Ya da yaralı çocukluğuna kol kanat germek zorunda kalmıyordu.Başkalarının yaralarını sarmak adeta kendi yaralarının şifasıydı.

Polis memurunun buz gibi ellerinde avuç içlerinin terli yansıması kaldı. Çıkışa doğru yöneldiklerinde aklı hala tek bir isimde çakılı kalmıştı. Genç bir hizmetçi kaşe kabanı ve el çantasını nazikçe uzatınca başını hafifçe eğerek tebessüm etmeye çalıştı. Isabella'nın meraklı sesi elbisesinin hışırtısı eşliğinde kulaklarına doldu.

"Ah, Leydi Jones her şey yolunda mı tatlım? Bu harika piyano ziyafetinden sonra bana veda etmeden mi gidiyorsun?" Telaşlı bakışları etrafı kolaçan ederek David'in üzerinde oyalandı.

"Bu beyefendiyle tanışmamıştık. Sahi Bay Walker ile de vedalaşamadık nereye kayboldu?"

Elini sıkan elin verdiği mesaj açıktı. İyi geceler hanımefendi dediğinde ters bir hareketinde oyununu mahvederim iması gizliydi.

"Ben...Acil bir işi çıktı.Bayan Meissner, çok güzel bir geceydi.Nazik davetiniz için tekrar çok teşekkür ederim.Hoşçakalın."

Dış kapıdan çıktıklarında dizleri bükülmeye başladı.İşte buydu: Bahar'ın en çok korktuğu şey kendini bırakmaktı.Kalbi birkaç dakika boyunca tekledi ve iç organları gecenin yıkıcı etkisine dayanmak için kasıldı.Bedeni sürüklenircesine çekiştiriliyordu.

"Nereye gidiyoruz?"

Alaycı bir gülüş David'in dudaklarında asılı kaldı."Baştan beri olman gereken yere.Portola Valley'e."

Hayatı boyunca aşkın kanatlarıyla zirvelere uçtuğu bir dönem de en dibe vurduğu başka bir dönem de olmuştu. Hollywood tepesinin en zirvesinden düşmüş bir çakıl taşıymış gibi. Sanki geçmişin kanlı zaferlerinin bedelini o ödemiş gibi.

Ruhunu çelik bir makasla parçalamış gibi.

Ölümün karanlığı gibi.

Kazanması gereken bir zafer varmış da kazanamamış gibi.

Kasımın sararmış yaprakları eşiğinde Portola Valley'e gelmek kaybedecek de kazanacak da bir şeyinin olmadığının bir tezahürü olabilirdi yalnızca. Çatlak aynasının yansımaları. Kimisi buna pire için yorgan yakmak diyebilirdi; ancak uyuz olma riskiyle burun buruna kalarak o lanet yatakta yatmaya devam edemezdi.

Los Angeles'ta onu yutan, boğazına doladığında zehirleyen kısacık bir göbek kordonuyla çevriliydi sanki. Oysa kollarını açmış o sıcacık kasabada anne şefkatini tatmıştı. Oraya ilk defa vardığında istediğinden değil de başka bir seçeneği olmadığını düşündüğümden kalmaya niyetliydi. Hayatını kökten değiştirmeye karar verdiğinde sonuçlarının bu denli ağır olacağını nereden bilebilirdi ki? Sertçe alt dudağını dişledi.

"O küçük maceranız ne yazık ki sona erdi. Hiç merak etmeyin küçük hanım suç ortağınızın da icabına bakılacak. Teşkilata ihanetin de bir bedeli olmalı öyle değil mi?" Sıkıntıyla iç çekti.

"Bu gece olmasa bile o lanet piç kurusunun da sırası gelecek kuşkun olmasın."

Patika yolda ilerlerken David'in o yardımsever polis duruşunu kaybederek nasıl havalı bir serseriye dönüştüğünü fark etti.Amacına o denli odaklanmış ki adımları hızlıdan da öteydi ayağındaki topuklularla ona ayak uydurmakta zorlanıyordu.Bir yandan aklına tüm bu olanlar geliyor daha sık nefes alıp vermeye çalışıyordu Brendan'ı düşündükçe kalbine bıçaklar saplanıyordu.Aniden durunca nefesi soğuk havada dalgalandı.

"Dinle, onu bu işe ben zorladım. Hesabınız neyse benimle görün. Size bir katil lazımdı öyle değil mi Bay Ramsey? Suçlu ya da suçsuz olmasını umursamıyorsunuz nasıl olsa!"

"Acele etmeliyiz.Uçağı kaçırıp da Çavuşu daha fazla öfkelendirmek istemiyorum. Yürü!" diye soludu aldırmazlık maskesi yüzündeki gururun yerine geçmeye başlarken.

Malikaneden fazla uzaklaşmamışlardı karşılarındaki görevli kibarca aracın anahtarını uzatıyordu. Tanrım, Brendan'ın kullandığı Range Rover'ın anahtarıydı bu. Uşak yanındaki adamın Brendan-onların tabiriyle Bay Walker- olduğunu sanmış olabilir miydi? Düşüncelerin koyu girdabında debelenirken tam da o sırada bir el silah sesi duyuldu.Tanrı aşkına, bu da nesiydi?

"Kaç!"

Başını çevirince merdivenlerin başındaki gölgeyi gördü. Onunla dans eden unvan meraklısı yaşlı adam değil miydi o? Mücevherat tasarımcısı Charlie McKinley. Adam açıkça David'e ateş etmişti.Bu açıdan bile bu su götürmez bir gerçekti peki ama neden? Genç polis memurunun bir anlık dikkatsizliğinden faydalanarak elinden kurtuldu karşısındaki afallayan adamdan anahtarı sökercesine alarak bilinmezliğine koştu.

Çenesi Gamzeli her zaman bir seçeneği olduğunu hatırlatırdı. Asla pes etmemesi gerektiğini; fakat belki de yanılıyordu. Belki de haklı olan diğerleriydi ve Bahar bu konuda fazla saftı. Son üç ay adeta bir rüyaydı ama şimdi kabusun ortasına düşmüştü. Sanki oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibiydi. Kimliği elimden alınıyordu, kanıyordu ve gelecek hakkında fazlasıyla endişeliydi.

Adımlarını hızlandırırken öyle koyu bir karanlığa adım atıyordu ki gece bile umutsuz vaka olduğumun farkındaydı sanki.Siyahın bu kadar koyu olduğunu yıldızlı Los Angeles akşamlarında hiç fark etmemişti. Gözlerinin alışması biraz zaman aldı. Dışarısı buz gibiydi ama yüzü tuhaf bir şekilde yanıyordu.Sanki sıcağın ya da ışığın girmediği bir mağarada gibiydi. Tıpkı gazeteci adamdan kaçtığı gün gibi kasvetliydi hava o gebeye yardım ettiğinde yerinin tespit edilebileceğini düşünmüştü ama ...Bu kaçışlar ne zaman son bulacaktı?  Ya da son bulacak mıydı?

Ayağı tökezleyince topuklu ayakkabılarını çıkarıp fırlattı.Lanet olsun ki canı yanıyordu.Onu en çok üzen şey yalnız savaşmaktı.Bir başına.Boğazında hıçkırık düğümlendi ve kan tadı aldı.Saklanacak yer ararken dilini kanatmıştı. Tanrı aşkına, tüm araçlar birbirine benziyor şu lanet araba neredeydi?

Bu geceki balonun üzerinde dolanan lanette kısmen de olsa kendisinin de bir sorumluluğu olduğunu kabul etmeliydi. Sorun, bugünlerde olumlu düşünmeyi pek beceremiyor olmasıydı. Ya da herkese körü körüne inanması.

O an aklına Doktor Giselle'nin onun için yaptıkları dahası en mahrem sırlarını açtığı gece geldi.Doktor için önemli olan tek şey pozitif düşünce ve iyimser bakış açısıydı. Yoksa sevdiği tek adamı kaybetmenin acısına yıllar boyu nasıl dayanabilirdi ki? Bulanık görüş açısına aradığı araç takılınca titrek parmakları anahtar kilit tuşuna dokundu saçları ve yüzü sırılsıklam olmuştu.

Üstelik olaylı gece bitmemişti, Santa Clara malikanesine gidene kadar da bitmiş sayılmazdı. Oraya gitmek için 'Soylu' Brad Walker'ın pırıl pırıl parlayan aracının ön koltuğuna tırmanması gerekiyordu. Ah, pekala Ciplerden nefret ediyordu Hiçbiri kısa boylu kadınlara göre tasarlanmamıştı. Kaşe kabanını vücuduna sarıp  arabanın tabanına basabilmek için elbisesinin eteğinin kenarını hafifçe kaldırdı. Uzanıp içerideki kolu sımsıkı tutarak vücudunu ön koltuğa atmaya hazırlandı. Bu işi zarif bir şekilde halletmenin yolu yoktu.1.80'lik cüsseye göre ayarlanmış koltuk da buna pek müsaade etmiyordu.Tanrı aşkına, kot pantolon ve koşu ayakkabısı giyiyor olsaydı bile bu sorunla karşılaşma ihtimali yüksekti. Gri Jaguar'ı şimdi kim bilir kimlerin elindeydi. Düşünme onu. Tutunduğu kola biraz daha sıkı sarıldıktan sonra sağ ayağıyla kendini itti.

Pekala, her şey güzel olacaktı. Bir suçluysanız peşinizde polis olsun istemezsiniz ama o suçlu değildi. Hakikati ortaya çıkarmak için zamana ihtiyacı vardı yalnızca.Larissa Nolan'ı o öldürmemişti. O kimseye zarar veremezdi o, merhametliydi, tezcanlıydı, meraklıydı.Ve arkasında ekibe yeni katılan polis memuru vardı: David Ramsey! Ah, şaka gibi.

Kalbi atlar misali göğüs kafesinde şahlandı. "Dur! Teslim ol.Daha nereye kadar kaçacaksın? Yolun sonuna geldin.Bitti masalın." diyordu kalbi.Ve "Kaç uzaklaş buradan sevdiğin adamı tehlikeye atmadan gönül dağını un ufak parçalamadan," diye kükrüyordu zihni.

David Ramsey, kriz durumlarında insanların aradığı türden bir adamdı ki bu da bir polis memuru için iyi bir özellikti.Ancak bir anlık dikkat dağınıklığı ve şu yaşlı bunak işleri mahvetmişti kanayan kolunu tutarken ekip talep etmişti. Neyse ki acemi moruk hedefi ıskalamıştı. Lanet olası bir kadınla baş etmek bu kadar zor olmamalıydı. Kendi başına halledebileceğine o kadar inanıyordu ki...

" Dur! Teslim ol."

Direksiyona geçip bütün kapıları kapattı ve derin bir nefes alıp arabayı çalıştırdı. Malikaneyi koruyan yüksek çelik kapılardan geçip kimselerin geçmediği caddeye attı kendini. Malikanenin arazisinden çıkar çıkmaz arabayı durdurup elinde buruşan çantasından telefonunu çıkardı. Elleri öylesine şiddetli titriyordu ki aklındaki ismi aramayı bir türlü beceremiyordu. Polise gidemezdi.

Nefes al.

Brendan'ın telefonu kapalıydı.Harika.Zihninde anılar canlandı yine. Larissa'nın yüzü kanlı bir maskeye dönüşürken üzerine de kan kar misali yağıyordu. Her yer kan içindeydi. Rüyasındaki yeşil gözlü bebek can veriyordu.Yine.

Nefes al. Kabuslarındaki görüntüler bilincine tutunup onu yine kaynayıp duran karanlık ve katıksız panik çukuruna çekmeye çalışarak beyninde yankılanmaya başladı. Tüyleri diken diken oldu, nabzı yükseldi. Karla karışık yağmur başlamıştı New Castle'ın bir mücevher gibi parlayan gece manzarası etrafını aydınlatıyordu. Yola odaklandı, konum arama özelliğiyle gideceği yeri tespit etti. Katilin ayak sesleri anılarına doğru yürüyerek kayboldu gitti. Yavaş yavaş nabzı düzelirken nefesi de normale döndü. Kendini kontrol edebildiğinden emin olunca Santa Clara'nın güvenli bölge olup olmadığından emin olamadı köşeye sıkışmış, kapanın en berbatına kısılmıştı.

Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzeli'nin bir planı olduğu fikrine sığındı. Masalı henüz bitmemişti. Güçlü bir nefes aldı yağmurun iri damlaları ardı ardına düştü cama. Her bir damla kirlenmiş ruhlara huzur vermek için düşüyordu adeta. Her bir damla sır doluydu. O sır maskelerimizdi ve kaçış özümüzeydi. Gözlerine dolan damlaları geri yolladı, gaza basıp biraz daha hızlandı.

*

New Castle'ın bu bölgesini birçok kez ziyarete gelmişti ancak bu gece farklıydı.Tek başınaydı.Gece boyu ruhunu okşayan kollar yoktu artık.Bedeni titrerken yüzlerce kez lanet etti.Ne yaparsa yapsın kaderi istediği gibi yön çizmiyordu bir türlü.David Ramsey'in gelişi her şeyin bitişiydi aslında.

Uzaklardan gelen rüzgar uğuldarken, fırtınalar kopup şimşekler çakarken üzerine çökmüş olan kasvetli gölgenin uğursuzluğunu taşıyordu.Onu o piyanonun başında bırakıp kaçmıştı.Lanet olası bir korkak gibi davranmıştı erkekçe savaşmak onuruyla mücade etmek yerine arka kapıdan sıvışmıştı.Kapkara gökyüzünden bastıran yağmur bile harap olmuş ruhunu serinletmeye yetmiyordu.

Mevsimi orada öylece David denen herifin insafına bırakmıştı.Bir B planına ihtiyacı vardı.Vakit kazanmalı kadınının adını temize çıkarmalıydı.Bu kabusa son verecek hamle için ufacık bir ip ucuna ihtiyacı vardı yalnızca.Ufacık bir işarete.

Saklandığı geniş ağacın gövdesi, malikanedeki hareketliliği en açık haliyle sunuyordu. Şu David denen yeni eleman her ne haltsa yeterince profesyonel değildi anlaşılan herhangi bir ekibin izine rastlamamıştı.

Tek el silah sesi göğün bağrında patladığında nefesini tutmuş, yumruklarını sıkıyordu. Malikanenin merdivenlerinde gördüğü gölge soru işaretlerine basamak olurken Bahar'ın çılgınca atan kalbinin sesi sanki kilometrelerce öteden geliyordu. Donup ona baktığında Brendan çok garip bir biçimde suyun altında süzülüyor, nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Kaçmıştı. Tanrı aşkına, bunu yapacağını tahmin etmeliydi o inatçı minyon ebe zorluklarla mücadele etmiş içindeki sesi yanıltmamıştı.

Tanıdığın düşman, tanımadığın dosttan iyidir sözü kulaklarında çınlarken kalbi ağzında atıyordu bu oyunu Çavuş Wiseman başlatmıştı ama bu şekilde sürdüremezdi. Eğer mevsim o adamın elinden kurtulamasaydı işte o zaman yapabileceklerinin sınırı yoktu ancak şimdilik böyle olması gerekiyordu. Brad Walker olarak bilinmesi herkes için daha iyiydi.

Yeşil elbiseli su perisi karanlığa karışırken Range Rover tarafına gittiğini gördü. Güçlü olmanın altın kuralı karşındakinin ne yapacağından kesin olmadan adım atmamakta gizliydi. Sun Tzu, iki yüz elli yıl evvel önce düşmanını tanımanın gerektiğini ifade ederken yanılmamıştı.

Aptal herif takviye ekip çağırırken yaralanmış mıydı? Bu açıdan göremiyordu ancak malikanenin başındaki gölge ile anahtarları uzatan uşağın birbirleriyle bağlantılı olduğu hissine kapıldı. Sanki görünmez bağlar Bahar'ın kaçması için organize ortam yaratmaya çalışıyordu.

Ne var ki David denen piç kurusunun pes etmeye hiç niyeti yoktu çok geçmeden malikane ayağa kalkmıştı kızın peşinden koşmaya başladı. Peşinden gidebilmek için bir araba ayarlama telaşındaydı. Anlaşılan o ki kendisini vuranın icabına sonra bakacağını düşünmüştü. Çavuşun talimatı ağır basıyor olmalıydı. Bir taşla iki kuş.

İnanılmaz çevik bir hareketle doğrularak ahırların olduğu kısma yöneldi. Midesi sanki bir gökdelenin en son katına çıkmış da gerisingeri düşmüş gibi ağzına geldi. Acı ile buruşturduğu yüzünün ifadesi gecenin karanlığında bile görünüyordu. B planı hazırdı. Uygulamak için son bir adım kalmıştı.

*

Bahar şaşkınlık ve düpedüz panik havası içinde gazı kökleyerek sürmeye devam ediyordu. Öylesine heyecanlanmıştı ki gaza bir an önce yüklenip buhar olup uçmak istiyordu. Arabayı çevreleyen karanlık, yalnızca karla karışık yağmurdan yayılan enerjiyle kısmen aydınlanıyordu.

Navigasyon çalışmıyordu, lanet internet çekmiyordu.Bilmediği bir ülkede, bilmediği bir kentte bilinmezliğine doğru sürüklendiğini hissediyordu? Şimdiki adımı ne olmalıydı?

Birden her yer öylesine ürkütücü bir biçimde sessizliğe bürünmüştüki. Ne bir hareket vardı etrafta ne de bir ses. Kalp atışları bile durmuş gibiydi.Fırtınadan önceki sessizlik denilen anlardan birini yaşadığını hissetti.Nefes al.

Arabayı hiç olmadığı kadar sert kullanıyordu, çamura bulanmış çıplak ayakları gaz ve fren pedalları arasında mekik dokuyordu.Motorun devri bir düşüp bir yükseliyor fren lambalarının kırmızı ışığı zihninde parlıyordu.Hiç birini umursamadan gece yarısı trafiğinde şeritler arasında makas atarak ilerledi.Silecekler delirmiş gibi çalışıyor ön camdaki yağmur suyunu bir bu yana bir o yana savuruyordu.

Sivil yola çıkınca iyice gaza bastı.Motor kükremeye başladı.Hız göstergesine göre saatte yüz altmış kilometreye yaklaşırken kar taneleri kayan yıldızlar gibi etrafa saçılıyordu.

Önüne çıkan tek tük araçlar dışında kente ıssızlık hakimdi, önüne geçmeye çalışan bir aptala selektör yapıp kornaya bastı. Hava koşullarını göz önüne almadığı aşikardı ama başka şansı da yoktu.

Ceza yememek için hızını yavaşlattı, yeterince uzaklaşmış olmalıydı gözlerini kısarak dikiz aynasına baktı.Hemen arkasında farlarını yakmış bir aracın hızla geldiğini gördü.Arkadan gelen araba en azından ışıklarını görsün diye bir kez frene bastı.

"Yüce Tanrım," diye soludu, adrenalin hormonu tavan yapmıştı.Los Angeles'taki sakin hayatını mumla arıyordu şimdi.

Peşinden gelen araba arayı kapatmış ve bir uğultuyla arka tamponun birkaç santimetre ötesine kadar yaklaşmıştı.

"Bu da neyin nesi şimdi?" diye bağırdı.Parmak eklemleri direksiyonu sıkıca kavramıştı.

Daha dikkatli bakmaya çalıştı arkasındaki arabada yavaşladı.Lanet olsun. Sürücüye bakmak istedi ama puslu havada detayları görmek imkansızdı.Hangi model bir araba olduğunu bile anlayamamıştı.Tekrar hızlandı. O da hızlandı. Otobana girmek için sinyal verdi. Arkasıdaki araba da aynısını yaptı. Gerizekâlı, dedi içinden. Onun Brendan olduğunu mu sanıyorsun? Seni takip ettiğini mi düşünüyorsun? Büyü artık.Doğru.Böyle şeyler sadece filmlerde olurdu. Arkasında bir araba yokmuş gibi davranıp dikkatini yeniden yola vermeye çalıştı.

"Ne istiyorsun? Allahın cezası." diye bağırdı.Takipteki araç aniden uzun farlarını yakmış Range Rover'ın içini ışıkla doldurmuştu.Tenha viraja dopru ilerlerken sesindeki dehşet ifadesi zihnindeki hesaplara karıştı.Aradaki mesafeyi açmak istiyordu ne var ki yol şimdi hem çok dar hem de kavisliydi.Adama fırsat verdiğinde bile onu geçmemişti.

"Ne halt ettiğini sanıyorsun? Çekil!"

Ayaklarını ezer gibi frenin üzerine bastırdı.Yakınlardaki bir köy yoluna saptığını düşünüyordu. Araba bir anda pislik ve toz bulutuyla sarmalandı. Arabanın altından fırlayan çakıl taşlarının civardaki ağaçlara çarpma sesini duyabiliyordu. Arabanın arkası bir an için savrulmuştu ama tez toparladı başını kaldırıp, arkalarından gelen arabanın hızla yanlarından geçmesini bekledi, ama hiçbir şey göremedi.

Son silah sesini duyduğunda arabanın arka camı içeri giren kurşunun etkisiyle örümcek ağı gibi çatlayıp dağılırken önkoltuğun sağ camı da tuzla buz olmuştu. Kucağı cam kırıkları içindeydi. Kanı öylesine delice bir hızla akıyor ve yüreğim ağzıma gelmiş gibi atıyordu ki sanki uzanıverse kalbi ağzından çıkacak gibi hissediyordu.Kırık camdan içeri dolan dondurucu hava vücudunu kutup rüzgarı gibi tokatlıyordu.

Nerede olduğu konusunda en ufak fikri yoktu.Yalnızca uzaklaşmak istiyordu. Kanlı görüntülerden ve hapishane kapısını açmış polislerden.Direksiyondaki ellerine baktığımda tıpkı fırtınaya tutulmuş dallar gibi titrediklerini gördü.

Lanet olası emniyet kemerini bulmaya çalıştı ama geç kalmıştı araç iyice sokularak arkadan çarptı zikzaklar eşliğinde farları yüzüne vuruyordu.Nefes al.Kontrol sendeymiş gibi davran.Kendisini kollayacak vakti olmamıştı ikinci darbe çok daha sertti.Kafası geriye savrulup sertçe koltuğa çarptı.Gözlerini açık tutup bilincini kaybetmemeye çalışırken boynundaki ağrı had safhadaydı.Kurumuş dudaklarını ıslatmaya çalışırken zihnindeki daktilo kalbinin tuşlarına dokundu.

Yirmi sekiz yıllık hayatım boyunca yokluğuyla yaşadığım pek çok şey var. Hiç sahip olmadığınız bir şeyin eksikliğini hissedemezsiniz, öyle değil mi? Bu hayatımdaki her şey için geçerli. Aşk hariç.

Aşık olmak...İtiraf etmeliyim ki çok tuhaf bir deneyimdi. İnsanı bir anda savunmasız bırakıyor ve büyük yol ayrımlarına itiyordu.İnsan bir anda nereden geldiğini anlayamıyor bilimsel olmayan bu mantıksızlığın içinde sürükleniyordu.Tutkuyla ibaret duyguların sarmalında hesapsızca bir Ed Sheerian parçasında kendini onun kollarına bırakıveriyordu.

Aşık olduğunuzda zaten başka seçeneğiniz de kalmıyordu. Tıpkı bir hortuma yakalanmış gibi içine atlayıveriyordunuz. O an, binlerce kilometre uzakta yaşıyor oluşumuzun da, birbirimizden bihaber yıllarca yaşayışınızında, her ikimizin de gecmişinde acılar oluşu da hiçbiri önem arz etmiyordu.Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzeli ve ben... İkimiz de bu hisse balıklama atlamıştık.

Parmak uçlarım Bayan Meissner'in piyanosunun tuşlarına son kez değdiğinde dedikodular sanki fısıltıdan türemiş etten kemikten bir siluet olup karşıma dikilmişti.İnsanlar Bay Walker hakkındaki kulaktan dolma efsaneleri sıralarken aslında onu hiç tanımadıklarını düşünüyordum onlar benim aykırı dedektifimin acımasız olduğunu söylerken, ben ondaki kararlılığı görüyordum. İnsanlar onun için kendini beğenmiş derken ben özgür ruhlu bir birey olduğunu düşünüyordum.

İnsanlar onun için soğuk dediğinde ise ben onu 13 Aralık gecesinde çıplak tenimi ısıttığı haliyle anımsayıp alt dudağımı dişliyordum.O, zihnimde ve hayallerimde efsanevi bir mevkiye yükselttiğim tek erkekti.Benim için neleri feda edebileceğini gördüğüm tek kişi.Bu gece hariç...

Onu bir an bile değiştirmek istemedim, değişmesi gerektiğini de düşünmedim. Aksine bu gece gözlerim onu aradığında beni korumak için ikinci bir planı olduğu düşüncesine sığınmak istedim. Hakikat, o donmuş zaman dilimini ince ince ayrıştırdı ve tıpkı ardında çürümeye yüz tutmuş bir kadavra bırakan bir yırtıcı hayvan gibi parçaladı bulanık hayallerimi.

Siz savaşmaktan yorulmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Onlarca yıl önce genlerine bulaşmış kanı taşıyan bir ruha hapsolmanın ağırlığını iliklerinize kadar hissedebilir misiniz? Gözleriniz hayat denen satırlarda aheste aheste dolanırken şubat soğuğunda çarpan kalbimin nefesimi kestiğini, soluklarımın son demlerinde gezindiğini duyabilir misiniz?

Babam...Subay Nelson Johansen.Bir başka ifadeyle: Katil Nelson.Tanrım, ben bir katilin kızıyım.Ah, bunu siz zaten biliyorsunuz.Peki bir katilin kızı olmanın benim tercihim olmadığını da idrak edebiliyor musunuz? Anne babalarının günahlarının bedelini neden her zaman evlatları öder?

"Baba, söylesene bana bizim bunu hakettiğimizi." Benim bunu hakettiğimi.

Yoruldum.Düşmanla karşılaşmış ve tetiği çekmeyi bilmeyen bir asker kadar yoruldum.Bıraksalar uyurum ebediyen taş kaldırımlarda, bıraksalar ölürüm içimdeki ayazın şafağında.

Ölümünde bir senfonisi vardır, ama bu senfoni piyanonun sesinden ziyade bir frenin acı dolu sesinde gizlidir.Brendan Wilder, hükmettiği atla tek bir nefesin peşindeydi şimdi.Fren sesinin kesmediği tek bir nefes...Eğer mevsime bir şey olursa kensisini hiç affetmezdi.Bir şeylerin sonuna gelmişlerdi hissediyordu.Bahar mevsiminde tomurcuklanan bahar dalları gibi insanlığa olan inancının timsaliydi.Bu düşünce onu rahatlattı.Kızın peşindeki her kimse peşindeki atlıyı fark etmemişti bile.Hedefine odaklanmış bir şahin gibiydi.

Peşindeki David'di ve bu su götürmez gerçekle yüzleşmesi an meselesiydi.Aradaki mesafe açıldıkça geceyi düşündü.Daha evvel hiçbir sevgiler gününde bu kadar tam hissetmemişti.Öylesine bütündü ki...Karşılaştığı her engel zırhından geriye kalan her parça gözlerinin önünde un ufak oluyordu.Bedenine vuran her yağmur damlası titreyen ruhunun üzerinde kayıyordu.

Onu bulacak, her ne pahasına olursa olsun bu gece oyunu devam ettirmek adına sırf onu korumak için balo salonundan ayrıldığını anlatacaktı.Onu anlamalıydı.Onu ne kadar çok sevdiğini anlaması gerekiyordu.Dakikalar asırlara dönerken virajın sonundaki köy yolunda hurdaya çıkan Range Rover'ı gördü.İçinde bulundukları durumun soğuk, ürpertici mahremiyeti  başını döndürmeye başlamıştı.

Atın savrulan yelelerini okşayarak yutkundu.Tanrı aşkına, kaç dakikadır bu durumdaydı.Dahası David neden ona böyle bir sonu layık görmüştü, onu kaderine terk edip hangi cehenneme kaybolmuştu?

Nefes al, eğer ona bir şey olduysa, eğer onun kılına zarar geldiyse tüm masumiyet karinelerini hiçse sayar David'i çıktığı deliğe geri sokardı.Onu bu halde bırakacak kadar gözünü intikam hırsı bürümüş olamazdı değil mi? Bu kadar şerefsiz olmamasını umdu.

Bir yangının orta yerinde kalmış gibiydi, kanının kaynamaya başladığını hissedince silkinip kendine gelmeye çalıştı. Attan inerek araca sokuldu. Görüş alanına giren çıplak çamurlu ayaklar içini sızlattı. Gece boyu tebessüm eden o asil kadını kavgaya karışmış, yaralanmış ve bir kar tanesi gibi kaymıştı. Bitkin bir durumda olmalıydı.

"Mevsim," diye solurken gözlerinden akan bir damla kızın narin alnına düştü.Yağmur muydu yağan yoksa pişmanlık mı? "Benim gibi aciz bir adamı affet."

Ona dokunan kolların hissiyatı bambaşkaydı. Gözlerini hafifçe araladı. Düşlerinin lordu nihayet gelmişti. Baba gibi kokan adam önünde diz çöküyordu şimdi.Vücudundan elektirik akımına benzer tiz bir ağrı geçti.

"Seni tehlikenin göbeğine attığım için beni affet."

Kalp atışı biraz daha hızlandı. Ona bakıp iyiyim merak etme demek isterdi.Seni duyuyorum demek isterdi.Bir B planın olduğunu hissettiğini söylemek isterdi lakin yalnızca bir inilti döküldü dudaklarından.Kırılgan ve güç duyulur bir ses yanıt verdi.

"Ben..."

"İyi olacaksın.Söz veriyorum.Seni koruyamadığım için beni affet."

Acele bir tavırla cep telefona sarılırken başını hafif eğik açıda tutması o muhteşem yüzünü görmesini engelliyordu.Öyle şefkatli bakıyordu ki yaklaşıp onu öpmek için can atıyordu.Brendan Wilder şimdiye dek gördüğü en çekici adam olmalıydı.İngiltere'nin en güzel manzarası karşısında duruyordu.Üzerindeki kabanı çıkarıp narin vücuduna sarmalarken kalbinde kanat çırpan onlarca kelebeği tek tek öpüyormuş gibi hissediyordu.

Tanrı'ya şükür hayattaydı.Şimdilik önemli olan buydu.Dindar bir adam olduğunu iddia edemezdi ama bildiği tüm duaları sıraladı.Bahar'ı incitebileceği riskini göze alamadan bir an evvel sağlık ekibini ayarlaması için Vincent'i aradı eski dostu ona bu çıkmazda bir kez daha yol gösterebilirdi.Telefonu kapadığında Bahar'ın yanı başında mavi taşlı bir kolye gördü.Firuze taşı...

Gece boyu bunun boynunda olmadığına yemin edebilirdi. Ona sormak istedi lakin düzenli solukları şimdi sırası olmadığı söylüyordu.

Parlak taşı avucunun içine aldı, anında rengi değişti. "Bu...Tanrım, muhteşemden öte." Bir şeyler söylemek için kurumuş dudaklarını yaladı ama dili tutulmuştu çünkü kalbinin her atışında renk değiştiren o taş genç adamı bütünüyle büyülemişti.

Başını kaldırıp bir kez daha mevsime baktı ciddi yarası olmamasına rağmen, yüzü oldukça solgun görünüyordu."Tanrım," dedi sessizce.Onu korumak isterken az daha felaketine sebep oluyordu.Avucundaki kolyeyi acıyla sıktı yağan her yağmur damlasıyla birlikte içinden bin parça dökülüyordu.Bu taşta birbiri içine yerleştirilmiş bir şehrin yansıması, birbirine uymuş ruhların siması, insanı tatmin eden adını koyamadığı gizemli bir şey vardı sanki.

David Gerrold'dan alıntıdır.

Bölüm parçası ; Kaleo_Way down we go

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!


Değerli Portola Valley ailesi, evvela nasılsınız? Görüyorum ki aramıza yeni okurlar katılmış.Her gün bildirimlerinizi alıyorum.Hepinize bu güzel ilgimiz için çok teşekkür ederim.Wattpad platformunda eskisi kadar aktif olamadığımın farkındaydım ama bildirimlerinizi ve içten desteğinizi görmek beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

Birçok mesaj alıyorum, yorumlar geliyor.Final olacak mı? Ne zaman yeni bölüm gelecek?vs.Elbette finalimiz olacak.Hatta sona çok yaklaştık diyebilirim.Bölümler geç geldiği için zerzenişte olanlarımız var.Çok haklısınız bilenler bilir sağlık çalışanıyım -ebeyim- ve bu covid-19 sürecinde inanın ki hem bedenen hem de ruhen çok yıprandım.

Yazmak gerçekten engin bir denizmiş bunu bugün bir kez daha anladım.Yazdıkça rahatladım, paylaştıkça çoğaldım.O kadar yoğun çalışıyoruz ki sağlık camiasına mensup olanlarınız varsa beni anlayışla karşılayacaklardır.Hepinize Allah kolaylık versin inşallah.

Eve nasıl geliyorum, nasıl bir köşede yorgunluktan sızıyorum inanın ben de bilmiyorum :)

Sizlerden ricam, mümkün mertebe -çalışmak zorunda olanlar hariç tabi ki- gerekmedikçe evlerimizde kalalım. Polisimize, sağlık çalışanlarımıza bir nebze de olsa katkıda bulunalım.

Alalım kahvemizi elimize, kurulalım köşemize güzel bir kitapla hayatı sessize alalım. İnanın benim bu ara ihtiyacım olan tek şey bu.

Ha bir de hayalet okuyucularımız var tabi ki.Arkadaşlar hiç destek olmayıp bir de yeni bölüm ne zaman gelecek demenize farkındaysanız cevap vermiyorum :)

Sırf eleştirmek, kusur bulmak için yorum yazanlar var ona da farkındaysanız cevap vermiyorum, hayatım o kadar yoğun ki olumsuz yorumları ciddiye alamıyorum.-Yapıcı eleştirileri her daim dikkate alırım.-

Şimdilik bu kadar bir sonraki bölümde arayı uzatmadan görüşmek üzere.Varlığınızı ne kadar çok hissettirirseniz o kadar erken gelecek yeni bölüm bu da küçük bir müjde.Oylarınızı yorumlarınızı bekliyorum.Sağlıktan kıymetli şey yok, kafanıza taktığınız tüm olumsuzlukları rafa kaldırın sağlıklı günler diliyorum.

Sevgilerimle.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 199 11
Ölen bir yaprağın rengi, Fransa'da bir aşk hikayesi. *** Elliot, kardeşini çok küçükken lösemi yüzünden kaybetmiş yirmili yaşlarının ortalarında bir...
6.2M 78.4K 20
- 19 Mayıs 2015 tarihinde yayımlanmaya başlanmıştır - Yaşayacağım hayatı biliyor olsaydım yine doğmak ister miydim, çok merak ediyorum. Öyle bir koza...
KAYIP By Dram Kraliçesi

General Fiction

210K 5K 3
Özgür olmak. Hissetmek. Keşfetmek. Tüm yaptıklarımın tek sebebiydi bu üç madde. Her şeyin tek sebebi. Özgür olmak istiyordum. Hissetmek istiyo...
1.9M 85.7K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...