Forcing Me To Love You Isn't...

By gayw4ng

12.4K 1.7K 816

Xiao Zhan; hayaletleri, iblisleri ve tanrıları görebilen on yaşında bir çocuktur. Hem iblislerin hem de tanrı... More

Bölüm 1: Gülümseyen Çocuk ve Sırıtan Tanrı
Bölüm 2: Bir Tanrıya İhtiyacım Yok
Bölüm 3: Milano'da Bir Düğün
Bölüm 4: Seni Seviyorum
Bölüm 5: Her Şey Senin İçin
Bölüm 6: Yaramaz Tanrının Kökeni
Bölüm 7: Başı Dertte
Bölüm 8: Gerilim
Bölüm 9: Sonun Başlangıcı
Bölüm 10: Alın Öpücüğü
Bölüm 11: Soğuk, Yibo
Bölüm 12: İnanç Atlayışı
Bölüm 13: Seni Özledim
Bölüm 14: Tüm Bunlar Sadece Aşk İçin
Bölüm 15: Anlayamıyorum
Özel Bölüm: Yarı Tanrıyla Evlenen Bir Tanrının Ayrıcalıkları

Bölüm 16: Göklere Dönüş

619 84 48
By gayw4ng

Yibo'nun, Xiao Zhan'ın kalbinin atmayı kestiğini hissettiği anda, insan vücudu kanıyla birlikte ortadan kayboldu. Altın sislere dönüştü ve Yibo'nun sadece kollarındaki boşluğu kucaklamasına neden oldu.

Tanrı, ZanJin, saklandığı yerden, Yıkım Tanrısı'na gülümsedi. "Utanç..." İblise döndü ve yanına eğilerek, "Haikuan? Gel. Ödülünü alma zamanın geldi."

Haikuan, sis ekranının görüntüsüne bakmak için başını kaldırdı ve kalbi, karanlıkta kendini kucaklarken sessizce titreyen Yibo'nun görüntüsüne sempati içinde sıkıştı.

İblis elinde olmadan olay yerine baktı. Çok tanıdık gelmişti. Evet. Bu da binlerce yıl önce olmuştu ama bu sefer roller değişmişti. ZhuoCheng'i öldüren Yibo değildi, bunun yerine Xiao Zhan'ı öldüren Haikuan'dı.

Haikuan tatmin olmuş hissetmeliydi. Ne de olsa, nihayet düşmanına yıllar önce yaptıklarının tadına varmıştı. Ancak, bunların hiçbirini hissetmiyordu. Sadece bir utanç duygusu vardı.

İlk yıllarda Xiao Zhan'a pek düşkün olmayabilirdi, insanı sadece Yibo'ya karşı kullanılacak bir silah olarak görüyordu ancak zaman geçtikçe işler değişmişti. Xiao Zhan, daha önce olduğu gibi bir insandı. O, zorluklarına rağmen çok çalışan nazik bir insandı ve daha önce Haikuan'a güvenmemesine rağmen Xiao Zhan, ona karşı bir iblis olduğu gerçeğini kabul etmeyen ilk kişilerden biriydi.

Yibo... Haikuan onu düşmanı olarak görmüştü. Bu doğruydu. Yibo'dan dünyadaki her şeyden daha çok nefret ediyordu ve dürüst olmak gerekirse, bu düşünce hâlâ geçerliydi, ama şimdi o aynı yaramaz Tanrı'ya baktı, sevgilisinin kaybıyla acı içinde debeleniyordu... Haikuan, tatmin duygusundan uzaktı.

Aşklarını mahveden oydu. Birlikte olma şanslarını mahveden oydu. Yeniden doğabilecek bir insan olan ZhuoCheng'in aksine, Xiao Zhan göklerden yapılmış bir varlıktı ve bu nedenle yeniden doğamayacaktı.

"Haikuan?" ZanJin elleri göğsünün üzerine gelecek şekilde başını yana eğdi. "Geliyor musun?" diye sordu. Haikuan, Tanrı'nın peşinden gitmek için ayağa kalkarken hiçbir şey söylemedi.

Ancak, Haikuan'a, yaptıklarından pişman olup olmadığını sorarsanız, hiç tereddüt etmeden olmadığını söylerdi. Pişman olacak hiçbir şey yoktu. Haikuan zaten cennetin düzeninde sayısız utanmaz şey yapmıştı ve bunların hepsi ZhuoCheng'in lanetini bozmak için yapması gerekenlerdi.

Xiao Zhan ve Yibo'nun aşkına olanlar için üzülmesine rağmen, Haikuan geri dönebilirse aynı şeyi yapacağından emindi. Onun için ZhuoCheng'in mutluluğundan daha önemli hiçbir şey yoktu.

---

Gitmişti. Öylece gitmişti ve Yibo bu konuda hiçbir şey yapamamıştı. Güçsüzdü. Xiao Zhan'ı hayatta tutmak için gücünü kullanamamışken Tanrı olmanın anlamı neydi?

Yibo nefes alamıyormuş gibi hissetti. Boğucu, deli gibi ses çıkaran hıçkırıklarının arasında derin nefesler aldı ama ciğerlerine oksijen gidiyormuş gibi hissettirmiyordu. Bir Tanrı olarak bile böyle şeyler hissedebileceğini düşünmek... Çevresindeki dünya artık önemli değilmiş gibi görünüyordu. Hepsi alakasızdı.

Karanlık etrafını sararak Yibo'nun kendini klostrofobik hissetmesine neden oldu. Aniden çok soğuk olmuştu. Çok soğuktu. Zihni kaotik bir karmaşaydı - etrafındaki sağır edici sessizlikten doğan uğultulu bir çılgınlık.

Nefes alamıyordu. Göremiyordu. Duyamıyordu.

Sesliydi. Çok gürültülüydü. Kalbi. Zihni. Çığlıkları.

Yibo yere dizleri üzerine çökerek eğildi. Şu anda berbat görünüyor olmalıydı. Elleri, kalbinin üzerinde kenetlenmiş halde delice ağlıyordu.

Bunu hissetmişti. Xiao Zhan'ın varlığıyla birlikte sözlerinin anlaşmasının ortadan kalktığını hissetmişti. Bundan sonra, onu Xiao Zhan'a bağlayacak hiçbir şey kalmayacaktı. Artık Xiao Zhan'ın yapacağı gibi adını söyleyecek kimse yoktu. O gitmişti. Bu dünyadan gitmişti.

"Zhan-ge!" Yibo, ''ZHAN-GE!" diye haykırdı.

İlk başta, öfke hissetti.

Bunların hepsi Cennetin hatasıydı. Bunların hepsi Haikuan'ın hatasıydı. Xiao Zhan'ı öldürenler onlardı. İlk başta onu götürmeselerdi, hala yaşıyor olacaktı. İkisi hala Xiao Zhan'ın oturma odasında aptal şovları seyrediyor olacaktı. Onu onlar öldürmüştü. ONU ONLAR ÖLDÜRMÜŞTÜ-

Sonra suçluluk hissetti.

"Zhan-ge... üzgünüm!" Yibo, sanki ruhu zorla vücudundan çekilmiş gibi yerde kıvranıyordu. ''Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim! Hepsi benim hatam -" Tanrı karanlığa doğru bağırdı, yanaklarındaki gözyaşlarını silmeye bile zahmet etmiyordu. "Seni koruyamadım - GÜÇSÜZDÜM! Özür dilerim! Çok özür dilerim!"

Son olarak, pişmanlık.

İşleri daha iyi hale getirmek için ne yapabilirdi? Bir yolu olmalı. Xiao Zhan'ı kurtaracak bir karar vermiş olmalıydı. "Bunu yapmış olsaydı," ve "Bunu yapmasaydı," gibi düşünceler bir kasırga gibi aklının etrafında dönüyordu. Pek çok 'şöyle olsaydı' vardı.

Anlamadığı şey neydi? Onu Tanrı yapan neydi? Eğer insanların ona yaptığı dualar değilse, o zaman neydi Eksik olan neydi?

Keşke Yibo cevabı bilseydi. Bilseydi onu kurtarabilirdi. Xiao Zhan, o aptal olmasaydı yine de yanında olacaktı.

Gökleri yok edebilecek biri olduğunu düşünen kimdi? Kibirliydi ve bedelini ödemişti. Onsuz yaşayamayacağı ağır bir bedel.

''Zhan-ge.. sen sadece bir insandın. Sen bir ölümlüydün ve ben - seni seviyorum." Yibo itiraf etti. Orada onları dinleyecek kimse yoktu, hayatta kimse yoktu ama kendini durduramadı. ''İlk başta incinmenin tek nedeni benim yüzümden oldu. Hepsi benim suçum. Hayatının karmakarışık olmasının nedeni benim yüzümdendi ve şimdi... s-sen gittin ve hata bende. " Tanrı, gözyaşlarını durdurmak için avuçlarının tepe kısmıyla gözlerini ovuşturdu ve dudaklarını sertçe ısırdı. "Burada olmasaydım mutlu yaşayabilirdin."

''Seni tehdit ettim. Sana yalan söyledim. Senden faydalandım. Çok şey yaptım ve yine de bir şekilde sen beni sevmenin bir yolunu buldun." Yibo, derin ve istikrarlı nefesler alarak nefesini kontrol etmeye çalıştı. "Tüm bu zaman boyunca insanlara zayıf karıncalardan başka bir şey olarak bakmadım, sadece parmağımın bir hareketiyle öldürüleceğim birileri olarak... İlk kez bundan daha fazlasını anlamamı sağladın." Tanrı karanlık boşluğa baktı, dizleri hala yere baskı uyguluyordu ve gözleri dökülmemiş gözyaşlarıyla doluydu. "Bir insan olarak ... benim gibi bir İblis Tanrısını sevdin." Acı acı güldü ve gözyaşlarını bir kez daha sildi. "Bu nasıl mümkün olabilir..."

Yibo, yanardağdan doğduğunda ilk duyduğu şey insanların çığlıklarıydı. Bir savaş döneminde sadece ölüm ve ıstırap vardı. Tek bildiği buydu. Ölenlerin çığlıkları ve kayıp yaşayanların çığlıkları. Onu bir iblis olarak sınırlandıran hiç bitmeyen bir kalıptı.

Ancak o ilk duayı asla unutamazdı.

Anne babasını kaybetmiş küçük bir çocuğun sözleri. Katilleri bulup yok etmesi için ona yalvarmıştı. Duygu ne kadar tuhaftı. Bir sıcaklık ürpermesi ve zihnini işgal eden bir düşünce. Kırılmış küçük bir kızın sesi.

İlk duasını tamamladığında daha fazlası sel gibi geldi. Bunu bilmeden önce bir Tanrı olmuştu.

"Seni diğer pek çok insana yaptığım gibi öldürebilirdim..." Yibo kendi kendine fısıldadı. ''Ama ısrarcıydın ve her zaman bir şekilde canlı çıktın. Hatta... bana nasıl sevileceğini öğrettin."

Xiao Zhan hayatına girdiğinde işler daha da aydınlandı. Aniden renk ortaya çıkmıştı. Sadece Xiao Zhan'ı değil, etrafındaki dünyayı görebiliyordu. Xiao Zhan'ın hayatında olması, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu anlamasını sağlamıştı. Her küçük şeyi deneyimleyebilmeyi.

''İnsanlar... beni bugün olduğum şeyi yaptılar. Kızın duasından başladım... Ben bir Yıkım Tanrısıyım." Bu bir fısıltıydı. Yibo'nun ölmekte olan düşüncelerinden geriye kalanın zayıf sesi. ''Yıktım ve öldürdüm... Ben bir canavarım... ama bana dua eden insanlar öyle düşünmediler. Tıpkı senin yapmadığın gibi. Bana iblis değil Tanrı olarak taptılar."

Yibo yumruklarını sıktı ve içini çekti, gözyaşları akmayı bıraktı. Tüm bu yıllar boyunca, hayatın güzel olabileceğini anlamayarak o kadar sefil bir şekilde yaşamıştı keşke gözlerini açmayı seçmiş olsaydı. Xiao Zhan bunu fark etmesini sağlamıştı.

''İnsanların bana inancı vardı. Benden korkmadılar. Beni sevdiler. Benden nefret etmediler...'' Artık onun için hiçbir şey kalmamıştı. "Tıpkı senin gibi, beni ben yapan onlardı."

''Kesinlikle!''

Yibo'nun gözleri büyüdü. Kafası o sesin kaynağına döndü ve tam arkasında ZanJin'i yüzünde kocaman bir gülümsemeyle buldu.

---

Bir Tanrı. O bir tanrıydı.

Haikuan yeni bedeninden keyif aldı. Kendini... farklı hissediyordu.

Binlerce yıldır her zaman olduğu gibi aynı formu korumak için mücadele içinde yaşamıştı. İçinin derinliklerinde kaynayan öfke bastırılamaz ve neredeyse kontrol edilemezdi. Ancak, şimdi... daha sakin hissediyordu. Kendini güçlü hissetti.

Avuçlarına baktı, onları sıkıp gevşetti ne hale geldiğine şaşırarak. Şimdiye kadar gelmişti. Haikuan başarmıştı. Tanrı olmuştu.

Xiao Zhan'ın karnına kılıcı sokarken zihninde acılı yüzünün bir görüntüsü parladı. Ona, sevgilisi kollarında kaybolurken Yibo'nun sefil çığlıklarını hatırlatmıştı.

Tanrı olmasına rağmen, bu sadece yüksek bir bedelle mümkün olmuştu.

Yeni yaratılan Tanrı etrafına baktı. ZanJin'le birlikte olduğu odadan farklı olmayan başka bir beyaz odadaydı. Göklerin etrafındaki her şey ona aynı göründü, ama buna alışması gerekecekti. Artık o bir Tanrı idi.

Haikuan ellerini yanlarına koydu ve bir duvara doğru yürüdü. Elini bastırdı ve durdu. Anlaşmanın ilk kısmı tamamlanmıştı. Kutsal bir varlığa dönüşmüştü ama henüz gördüğü diğer el hala oradaydı. ZhuoCheng'in laneti kırılmış olmalıydı—

"Haikuan?" bir ses. Başkasınınkiyle asla karıştırmayacağı bir ses. Binlerce yıldır özlediği bir ses.

Haikuan her şeyden daha hızlı bir şekilde arkasını döndü, gözleri fal taşı gibi açılmıştı ve şimdiden gözyaşlarıyla parlıyordu.

---

ZanJin ona aynı sinir bozucu gülümsemeyi veriyordu ama bu sefer farklı bir şey vardı. Gerçek gibi... görünüyordu.

''Bu ne sikim?'' Yibo'nun cevabıydı.

Tanrı hemcinsi ona kıkırdadı ve etrafında döndü. "Sonunda anladın." Ondan hâlâ hatırı sayılır bir uzaklıktaydı, tabii ki istikrarsız durumuna karşı temkinliydi. ''İnsanlar... her şeyden önce Tanrı olmamızın yegane nedeni onlar. Sevdiklerimiz ve koruduklarımız onlar ve karşılığında bize gücümüzü veriyorlar. İnançlarından ve sevgilerinden doğanlar." Başını yana eğdi ve Yibo'nun gözlerine düzgünce baktı. ''Sen... insanlardan nefret ediyordun. Onlardan nefret ettin. Onlara dünyanın en alçak varlıkları gibi davrandın ve Tanrı rolünle oynadın." ZanJin iki elini çırptı, gülümsemesi sırıtmaya dönüştü. "Xiao Zhan'ın yaratılışının bunu anlamana neden olmasına sevindim!"

"Ben-" Yibo bu durumda ne düşüneceğinden emin değildi.

''Karşılığında bunu sana geri vereceğim.'' ZanJin parmaklarını şıklattı ve sihir gibi önünde biri belirdi.

Hiçbir şey olmamış gibi parlak gözleriyle orada belirdi. Şok ve kafa karışıklığından dolayı gözleri genişledi. Xiao Zhan, bedenindeydi. Tam o sırada Yibo'ya bir duygu fırtınası çarptı.

"Zhan-ge!" Kayıp Xiao Zhan'ın kollarına ulaştı ve yüzünü boynuna gömdü. Serbestçe akan yeni bir sıcak gözyaşı yığını.

"Y-Yibo!" Xiao Zhan kucaklamaya hemen karşılık verdi ama kafası hala çok karışıktı. Az önce ölmüştü. "Neler oluyor?!"

ZanJin konuşmak için ağzını açtı, "Xiao Zhan göklerin bir ürünü. Cennetlerin bir parçası. Yibo, doğru ya da yanlış cevap versen de, vermesen de, onu Haikuan'a yine de öldürtürdüm. Yine de... tören bıçağının amacı tam olarak ondan tamamen kurtulmak değildi... Sadece ölümlü bedenini yok etmekti."

Xiao Zhan kaşlarını çattı ve Yibo'yu kendine daha sıkı çekti. Küçük adam kokusunu soluyor ve sanki tekrar ortadan kaybolacakmış gibi onu tutuyordu. "Ne? Neden bahsediyorsun?" Ölümlü beden mi? Bu artık onun ölümlü bedeni değil miydi?

"Söylemek istediğim, Xiao Zhan cennete döndü! Ancak bu sefer artık bir ölümlü değil." ZanJin sırıttı ve kollarını iki yana açtı, "O bir yarı Tanrı!"

Yibo bu sözlerle fırladı. Gözleri genişlemişti ve gözyaşlarından dolayı şişmişti. "Yarı Tanrı mı?!" diye bağırdı.

"Evet! Artık senin yanında sonsuza kadar yaşayabilir!"

---

"İşte, işte..." Yumuşak bir ses fısıldadı.

Haikuan, vücudunun etrafında dönen sıcak kollarla ağladı. Yumuşak eller hafif hareketlerle sırtını okşadı ve yumuşak dudaklar alnını öptü. Bu... bu. Bunu çok, çok özlemişti.

ZhuoCheng, önündeki Tanrı'ya gülümsedi. ''Haikuan... kendine bak. Berbatsın."

''Z-ZhuoCheng...!''

"Ne büyük bir bebek..." ZhuoCheng burnunu önündeki saçlara gömdü.

ZhuoCheng onunla konuştuğunda, Haikuan ona o kadar hızlı koşmuştu ki ikisi de yere düşmüştü. Şu an, ZhuoCheng kollarında ağlayan, tamamen yetişkin bir Tanrı ile yerde oturuyordu.

"H-her şeyi hatırlıyor musun?"

ZhuoCheng başını salladı ve Haikuan'ın saçını okşadı. "Evet ... hatırlıyorum. Yaşadığım tüm hayatları hatırlıyorum... ilk hayatımı sonuna kadar hatırlıyorum.''

''Neden buradasın?''

ZhuoCheng bir an durakladı ve sonra Haikuan'ın kendisiyle aynı hizada oturup gözlerine bakmasını sağladı. "Haikuan... Lanet bozuldu ama ben hala bir ölümlüyüm." Nazikçe gülümsedi ve sevgilisinin yanaklarını kavradı. ''Şu anda sadece bir ruhum. Yakında reenkarne olmam gerekecek."

''Bu-'' Haikuan başını salladı, gözleri etrafta dolandı. ZhuoCheng'in bileklerini kavradı ve, "Ama bu tekrar gideceğin anlamına geliyor - unutacaksın -" dedi.

Unutmayacağım. ZhuoCheng araya girdi. "Hey, hey..." Haikuan'ın ellerini kendi elleri arasına aldı. ''Haikuan... Cennet bize bir hediye verdi. Her seferinde yeniden doğacağım ama her yeni yaşamda her şeyi hatırlayacağım. Öyleyse...'' ZhuoCheng omuzlarını okşadı ve ona en sıcak bakışını verdi. "Bir dahaki yaşantımda... beni görmeye gelecek misin?"

Haikuan hıçkırdı, gözleri ZhuoCheng'inkilerin derinliklerine baktı. Bakışını bir kez bile kırmadan başını salladı. "E-evet! Seni arayacağım."

"Harika!" ZhuoCheng güldü ve ağlayan sevgilisini kollarına aldı. "Bu harika!" Haikuan'ı başının üstünden öptü ve fısıldadı, "Seni bekliyor olacağım."

Bir dakika sonra, Haikuan çoktan sakinleştiğinde, ZhuoCheng onu bıraktı. İkisi, biri daha uzun, biri daha kısa olacak şekilde, diğerinin önünde düzgünce durdu. İnsan, Tanrı'ya en sıcak gülümsemeyi bahşetti, Haikuan'ın uzun zamandır görmek için mücadele ettiği bir gülümsemeyi.

Sonra, ZhuoCheng ayak parmaklarının ucuyla hafifçe, bir öpücük için eğildi.

Sadece birkaç saniye olduğundan emin olmasına rağmen, Haikuan için bu bir sonsuzluk gibi görünüyordu. Dünya o anda durakladı ve keşke onu daha uzun süre devam ettirebilseydi, ancak, onlar için daha fazla zaman vardı.

Artık lanet yoktu. İkisini bölen cennet yoktu. Haikuan, ZhuoCheng'i dünyaya her yeniden gelişinde görme gücüne sahip bir Tanrıydı.

İkisi öpücüğünden ayrıldığında sevgilisi ona son bir kez daha gülümsedikten sonra "Görüşürüz." dedi. Bununla birlikte, ruhu yumuşak parıltılara dönüşen beyaz bir ışık patlamasıyla ortadan kayboldu.

Her şey... her şey yolundaydı.

---

"Yibo, hayır!" Xiao Zhan bağırdı. Şu anda, Tanrı'nın önünde gülümseyen diğer Tanrıyı öldürmesini engellemeye çalışıyordu.

"BIRAK! BU OROSPU ÇOCUĞUNU ÖLDÜRECEĞİM!" Yibo bağırdı.

ZanJin sırıttı ve iki elini birlikte çırptı. ''Memnun olmalısın.''

''SİKEYİM SENİ!''

"Yibo," ZanJin başladı, ''Temize çıktın. Şu anda iyisin. Tanrı olduğun sürece cennet artık seni rahatsız etmeyecek. Sadece... sadece bugün ne anladığını hatırla, tamam mı?"

''KAHROLASI YAVŞAK HERİF!''

"Yibo!" Xiao Zhan bağırdı. Yine de... inanılmazdı. Xiao Zhan, daha önce hiç bilmediği yeni bir güce sahipti. Şu anda, Yibo ciddem elinden kaçmaya çalışıyordu ancak Xiao Zhan onu tutmayı başarıyordu. Yine de kolay bir iş değildi.

"İnsanlara karşı nazik ol. İnsanları sev. Dualarına cevap ver. Ne de olsa bir Tanrı olarak bu senin görevin." ZanJin bitirdi. Ellerini kenetledi ve onlara selam verdi. "Yibo, Yıkım Tanrısı. Artık özgürsün." ZanJin son bir kez el salladı ve son bir gülümsemeyle ortadan kayboldu.

"Bırak gideyim!" Yibo bağırdı.

"Pekala, pekala!" Xiao Zhan, Yibo'nun kollarını serbest bıraktı ve bir adım geri çekildi. "Sakin ol." Yine de, ona ne şekilde bakarsanız bakın, Tanrı hala dumanlıydı. "Hey... Yibo, hey..." Yibo'nun kolunu eliyle tuttu ve "Ben iyiyim... iyiyim." dedi.

"Biliyorum ..." Yibo arkasını döndü ve ona sıkıca sarıldı. "Biliyorum."

Xiao Zhan, hafif bir şaşkınlık ifadesiyle gözlerini kırpıştırdı, ta ki aşk dolu bakışlara dönüşene kadar.

Yibo bir an için Xiao Zhan'ı kaybetmişti ve bu, şimdiye kadar yaşadığı en korkunç şeydi. Bir daha asla... bunun bir daha asla olmayacağından emin olacaktı.

Yibo sarılmadan uzaklaştı ve bir öpücük için uzanıp Xiao Zhan'ı hazırlıksız yakaladı, ancak yine de karşılık verdi. Öpücük, derindi, sıcaktı, yoğundu. Sanki Yibo onu bir daha öpemeyecekmiş gibiydi. Gittikçe sertleşiyordu ama Xiao Zhan hepsini kabul ediyordu.

Xiao Zhan; Yibo'nun, Xiao Zhan'a ait olduğu kadar Yibo'nundu.

İkisi nihayet ayrıldıklarında, havasızlıktan nefes nefese kalmışlardı. Alınlarını birbirine bastırdıklarında, Xiao Zhan kahkaha atan ilk kişi oldu. Başarmışlardı. İyilerdi.

İyilerdi.

---

Zaman, olması gerektiği gibi, her şeyi geride bırakarak devam etti.

Xiao Zhan ve Yibo, Cennet'te kalmak istememişti. Yibo, bunun çok "Burnu havada ve katı boyunduruklarla dolu" olduğunu söylemişti, ancak Xiao Zhan kabul etmişti. Alışkın değildi. Böylece ikisi, ölümlü kılığında kendi hayatlarını yaşayacakları ölümlü dünyaya taşındı. Günler sanki hiçbir şey olmamış gibi geçti. İkisinin evleri oldu ve her gün birlikte yaşadılar. Bu ev kendi cennet parçalarıydı.

Xiao Zhan, lavaboda bulaşıkları yıkadı. Oturma odasından gelen televizyonun sesleri ona Yibo'nun en sevdiği diziyi izlemeyi hâlâ bitirmediğini söylüyordu. Yemek yapmalarına ya da yemelerine gerçekten gerek yoktu, sonuçta ölümsüz varlıklardı ama bu onların yemeğin tadını çıkarmalarını engellemiyordu. Ayrıca Xiao Zhan yemek yapmayı seviyordu.

Aniden kapı zili çaldı.

"Yibo? Yibo, açar mısın şunu?" Xiao Zhan seslendi. Bununla birlikte, Tanrıdan hiçbir yanıt duymayınca, durumu tuhaf buldu. "Yibo?" Ellerini bir bezle kuruladı ve oturma odasına gitti.

Yibo oradaydı ve kapıyı açmıştı ama beklenmedik bir ziyaretçileri varmış gibi görünüyordu.

Haikuan garip ve kaskatı bir şekilde ortalıkta dolaştı. "Selam." dedi.

''Ne yapıyorsun lan sen burada?'' dedi Yibo kaba bir şekilde.

"Yibo!" Xiao Zhan omzuna bir şaplak atarak onu azarladı ve Tanrı buna küçük bir acı ile karşılık verdi. Yibo'yu arkasına çekti ve diğer Tanrı ile konuşmak için öne çıktı. "Haikuan, sen... buradasın."

''Buradayım..'' diye yanıtladı.

''Ama niye buradasın?'' Yibo arkadan homurdandı. Xiao Zhan onu başka bir şaplakla ödüllendirdi.

"Varlığım hoş karşılanmayabilir, bundan eminim," diye başladı Haikuan. Gergin görünüyordu. Xiao Zhan'ın daha önce hiç görmediği bir şeydi, ''Ama bir amaç için buradayım. Ben... ben...'' Yutkundu ve kendisinei, ikisine doğru düzgün bakmaya zorladı, ''Özür dilemek istedim.''

''Siktiği-'' Şaplak.

Xiao Zhan başını salladı ve, ''Haikuan. Özür dilemene gerek yok. Yapman gerekeni yaptın ve beni gerçekten öldürmemiştin." dedi. Ellerini açtı ve gülümsedi. "Gördün mü? Ben iyiyim. Hatta daha iyiyim. ZanJin'den ZhuoCheng'in lanetinin kaldırıldığını duydum. O nasıl?"

"O..." Haikuan gülümsedi, "Yeniden doğdu. Artık yetişkinliğe ulaşması gerekiyor."

"Vay!" diye haykırdı Xiao Zhan. "Bu harika! Hepimiz bir ara bir araya gelmeliyiz!"

Yibo'nun gözleri komik bir şekilde büyüdü ve ağzı açık kaldı. "Gelmeli miyiz?"*

Haikuan bir gülümsemeyle başını salladı. İnsanken Xiao Zhan için takındığı gülümsemeyle aynı değildi, bu sefer gerçek bir gülümsemeydi. Diğer Tanrı Yibo'ya baktı ve gülümsemesi gerginleşti. "Yibo... affını dilemeyeceğim."

Yibo bu ani dürüstlük karşısında şok oldu ama kollarını kavuşturup başını çevirdi. "Hmpf..."

Xiao Zhan, sevgilisinin davranışına iç çekti. Binlerce yaşında olmasına rağmen bazen çocuk gibi davranabiliyordu. Yibo'yu azarlamak üzereydi ama sonra Yıkım Tanrısı bir kez daha konuştu.

"Zaten senin yerinde de olsam aynı şeyi yapardım..." Bir mırıltıydı ama ikisinin duyması için yeterliydi.

Yarı Tanrı bu sözler karşısında ışıldadı ve Haikuan'a döndü. "Burada her şey yolunda, Haikuan. Git! ZhuoCheng ile tekrar tanışmaktan heyecan duyduğuna eminim. Laneti kırıldığından beri ilk reenkarnasyonu, değil mi?"

Haikuan, gülümsemesi öncekinden daha büyük bir ifadeyle başını salladı. "Evet! Öyle!"

Xiao Zhan sırtını okşadı ve "Keyfini çıkar!" dedi.

Tanrı kardeşleri, her zamankinden daha çok güven veren şemsiyesiyle, çifti yalnız bırakarak ortadan kayboldu.

Xiao Zhan, Yibo'ya yanağından bir öpücük verdi ve sırıttı. "İyi olabileceğini bilmiyordum.''

''İyi değildim!'' dedi Yibo telaşlanarak. Gözleri, Haikuan'ın bir zamanlar durduğu yerin üzerine odaklandı. ''Senin de şemsiyen vardı.'' diye yorum yaptı.

"Ah," Xiao Zhan, Yibo'nun baktığı yere baktı. "Vardı... ama artık ona ihtiyacım yok."

Yibo başını yana eğdi. "Hm?"

"Demek istediğim, o şemsiyem vardı çünkü kendimi hiç güvende hissetmiyordum..." Xiao Zhan, Yibo'yu kucaklamak için nazikçe çekti ve, "Şu anda... kendimi hiç bu kadar güvende hissetmemiştim. Hiç bu kadar memnun ve daha mutlu hissetmemiştim." dedi.

Yibo kızardı. Kollarını Xiao Zhan'ın beline doladı. Yüzünü, Yarı Tanrının omzuna gömdü ve alçak sesle, "Seni seviyorum" dedi.

Xiao Zhan kıkırdadı ve ona daha sıkı sarıldı. ''Ben de seni seviyorum!''

---

Haikuan parka indi. Dünya griydi ama bunun tek sebebi kendini ölümlü gözlerden saklamasıydı. Etrafına baktı ve şemsiyesini tuttu. ZhuoCheng burada olmalıydı.

Sonra onu gördü.

Her zamanki gibi güzeldi. Saçları rüzgarla dans ediyordu ve kulağının arkasına bir telini sıkıştırmaya çalışırken şekli öylece kaldı. 

''ZhuoCheng!'' Haikuan bağırdı.

Dünya renklerle dolup taştı. Aceleyle geliyorlardı. Harekete geçtiklerinde her şey hayata geri dönüyordu.

ZhuoCheng'in gözleri büyüdü ve yan tarafına bakmak için hızla döndü. "Haikuan..." diye fısıldadı.

Haikuan kendini duygusallaşmaktan alıkoyamadı. Artık ağlamayacağını düşünmüştü ama bir kez daha gözlerine dolan yaşları hissediyordu. Çok yoğundu.

ZhuoCheng'in şoku saf mutluluğa dönüştü ve çok geçmeden Tanrı'nın yönüne doğru koşmaya başladı. "Haikuan!" Haikuan'ın kollarına atladı ve zillerin şıngırtısı gibi çınlayan bir kahkaha attı. "Buradasın!"

"Buradayım!" Haikuan bağırdı. Hem kendisini hem de onu döndürdü, ZhuoCheng dönerken kahkaha attı. "Seni özledim!"

"Ben de seni özledim!" ZhuoCheng yere indirildi ancak Haikuan'ın kollarını bırakmadı. ''Hala tam bir aptalsın!''

''Bunu gerçekten sevgiline söyleyecek misin?'' Haikuan dalga geçti ve alnını daha kısa olan adamınkine bastırmak için eğildi.

''Evet!''

Dünya iki aşığı umursamadı. İnsanlar, onların olduğu yöne doğru gülümsedi, çift için mutlulardı. Yine de, ikisinin binlerce yıldır ilk kez nihayet düzgün bir şekilde buluştuğunu bilmiyorlardı.

Bu sefer lanet yoktu. Kavga yoktu. Sadece ikisi vardı. Her şey yolundaydı.

Aşk karmaşık bir şeydir. Aşık olduğunu nasıl anlarsınız? Sizi bir başkasına bağlayan kolyenin gücü müdür? Biri yakınınızda olduğunda kalbinizin atışlarını hızlandırması mıdır?

Aşk bundan daha fazlasıdır.

Fedakarlıktır. Acıdır.

Her zaman mutlu zamanlar olmaz. Üzücü zamanlar da olur. Hayal kırıklığına uğratan zamanlar olur. Ancak, o kişiyi seviyorsan ve o kişi de seni seviyorsa, ne olursa olsun günün sonunda ona geri dönersin. Birini sevdiğinde, seni en çok incitme potansiyeline sahip olurlar ama aynı zamanda seni iyileştirenler de onlardır.

Gülümseyen çocuk ve yaramaz Tanrı.

Gizemli yabancı ve lanetli ölümlü.

Onların hikayeleri, sona eriyor.

--------------------------------------------------------------

Gelmeli miyiz diye soran yibo 😂

Bu hikaye hakkında söylemek istediğim çok şey var. Duyguları dibine kadar kendim yaşıyormuş gibi hissettiğim bir kitaptı. Uyarlanmış olduğu diziyi izlemeye, sınavım olduğu için zamanım hiç olmadı. Ama bu olay örgüsünün aklımda canlanan kısımlarını gerçekte de görmek istiyorum. Sınavım geçince izleyeceğim. (ˇ⊖ˇ)

Öncelikle, ingilizce seviyemi bilmiyorum. Son sınıf dil öğrencisiyim. Elimden geldiğince duyguları, hisleri, cümleleri, hareketleri size düzgün bir şekilde yansıtmaya çalıştım. Umarım sizi yanılttığım bir kısım olmamıştır. Olduysa özür dilerim. Boş zamanlarımda kitabı düzenlemeye çalışacağım.

Başından beri yanımda olup, oy veren, vermeyen, yorum yapan, yapmayan kısaca okuyan kim varsa teşekkür ederim. Varlıklarını belli edenlere daha çok teşekkür ediyorum çünkü onların oyları ve yorumlarıyla motive olup kendimi bu işe teşvik ettim. ༼☯﹏☯༽

Gerçekten çok çok çok teşekkür ediyorum.

Ama burada da bitmedi. 

Bir tane özel bölümümüz var. Seveceğiniz türden. ehehehehehe (*ˊᗜˋノノ*

Ayrıca, bu güzel kitabı yazan ve çevirmeme izin veren ARGUS PERSA'ya teşekkür ediyorum. Onu bu isimle aratarak 'archiveofourown.org' sitesi üzerinden diğer çalışmalarını bulabilirsiniz. ✿♥‿♥✿

Özel bölüme kadar sağlıcakla kalın.

Continue Reading

You'll Also Like

11.7M 573K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
7.7K 780 16
"Bir insan hayatında üç kez aşık oluyormuş; ilki gençlik aşkıymış ve saçma bir nedenden bitiyormuş. İkincisi en toksik olanı ve bitirmesi en zor olan...
6.5K 498 18
"Böyle karanlık bir dünyaya nasıl doğdun sen öyle," dedi. "Ne senin ışığını hak ediyoruz, ne de seni kirletmeyi." [yizhan- short story]
148K 9.7K 19
NOT: Yaoi bir hikayedir. Bu tür hikayelerden rahatsız oluyorsanız okumamanızı tavsiye ederim. Smut yazmayı düşünmüyorum ama Smut'ımsı sahneler var :3...