KARANLIK ŞEHİR

Por gaslann

904K 35.2K 4.9K

Bir mafya hikayesi... YAYINLANMA TARİHİ: Şubat 2021 © HER HAKKI SAKLIDIR © Más

❤❤
TANITIM
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM 'CEM'
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM 'HAKAN'
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM 'ALİ'
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM ♦ I. KİTAP SONU
'KAYIP I'
'KAYIP II'
79. BÖLÜM
80.BÖLÜM
81. Bölüm
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88.BÖLÜM
89. BÖLÜM

27. BÖLÜM

11.4K 436 41
Por gaslann

   Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

 Birbirine yapışmış göz kapaklarımı ayırmak zor oldu. Kaşınıtıyı gidermek için elimi kaldırdığımda bandajlı elim fark ettim. Sonra da aklıma dün gece geldi.  Dikişler açılmıştı, fark etmiştim ve buna rağmen Hakan'a bir şey söylememiştim. Ben pek umurunda olmadığım için o da farkına varmamıştı. Bu adam beni koruyacaktı güya. Ona güvenip buraya gelmiştim. Yaptığım seçim tam bir aptallıktı ama Ankara'da kalkmakta onun anlattıklarına göre oldukça tehlikeliydi. Hem Cem ölmüştü. Amcamın bu konuda nasıl tepki vereceğini kestiremiyordum. Orada bana yardım edecek kimse yoktu. Bu şehirde Hakan yardım etmese bile Ali vardı. Kerem vardı. Bu yeni düzenime alışana kadar onlardan biraz da olsa destek alabilirdim. Düşünceler bir bir beynime hücum ederken, ağrıyan başım yüzümün buruşmasına neden oldu. 

"Uyandın sonunda" diye seslendi biri. Önce açılan kapı sesi,  sonra kendi sesi dolmuştu odaya.  Gelen Kerem'di ve gelip tepemdeki bitmiş serumu, kolumdaki intraketten ayırdı. Daha sonra dikkatlice onu da çıkardı.

"İyi misin?" diye sorduğunda başımı salladım. "İki gündür uyuyorsun. İyice dinlenmişsindir" dediğinde "Ne" diye bağırarak tepki gösterdim. O benim aksime gülüyordu. 

"Yavaş sakin ol. Kan kaybetmişsin. Kesik sandığımdan daha büyüktü. Kim yaptıysa dikişleri becerememiş. On dikiş vardı hepsi patlamış" dediğinde alayla güldüm.

"Dikiş atan kişi bir doktordu. Ona göre konuş istersen" dedim. Kendimi bırakmış, Aylin'i savunmaya geçmiştim. 

"Becerememiş işte neyini savunuyorsun kızım " derken başımdaki yastığı alıp ona fırlattım. Bu hareketimle acıyan elimle yüzümü buruşturdum.

"Aslında doktoru suçlamamak gerek. Sen dengesizsin. Baksana hareketlerine. Bir sakin olamıyorsun. Uyutmak zorunda kaldım seni bu yüzden" dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

"Ne uyutması" diye sordum merakla. Bilmediğim şeylerin sayısı gün geçtikçe artıyordu ve ben kendimi aptal gibi hissediyorum bu yüzden.

"Hakan siz gelmeden beni aramıştı. Elinin durumunu fark etmiş. Ama bu kadar ciddi olduğunu düşünmemiş. Seni de o sırada uyuyor sanmış. Siz geldiğinizde ben senin bayıldığını anladım. "

"Ben Ezgi diye bağıran birini duydum, yani öyle hatırlıyorum. Kimdi o" diye sordum kısık sesle. Cevabının Hakan olmadığını bile bile, Kerem'in dudaklarından çıkacak isme kilitlemiştim tüm zihnimi. 

"Bendim." dedi. "Hatta sana tokat bile attım. Onu hissetmedin mi?" diye alaya aldı beni. Sinirle bir nefes verdiğimde "Tamam tamam sakin ol, gerçekten bendim. Korktum seni öyle rengin kaçmış vaziyette görünce. Hakan'ın başının belaya girmesini istemem sonuçta" dediğinde tebessüm ettim. İçimdeki kırgınlığı ona yansıtmamaya çalıştım. Benim için telaşlanmış olamazdı zaten. Bir hafta bile olmamıştı biz tanışalı. Hatta tanışmakta denmezdi. Mecburiyet. 

"Hakan seni bana bırakıp gitti öylece. Başıma kaldın yani. Burada da iki gündür uykularında tepinmelerinden dolayı küçük dozlarla uyuttum seni." Dediğinde başımı anladım der gibi salladım. Yine mi yük olmuştum birilerine?

Babam beni amcama bırakmıştı. Amcam mecburen bana bakmak zorunda kalmıştı. Bakmak denirse tabii. Sonra amcam Cem'e vermişti. Onu nasıl mecbur bıraktı bilmiyorum ama benimle nişanlanmak zorunda kalmıştı. Ve şimdi bu üç adam. Yanlış zamanda yanlış yerde olmamın bedelini öderken, onlarda beni bilmediğim tehlikelerden korumaya çalışıyorlardı. Varlığım dünyaya zarardı resmen. Herkesten çok zarar gördüğümü düşünüyordum ama ben de sadece varlığımla insanlara zarar veriyordum işte. Ben de masum değildim.

"Kusura bakma. İki gün boyunca yormuşum seni" dedim başımı eğerek. 

"Saçmalama ne yorulması. Dinlendim hatta. Bir sürü işten yırttım sayende" dediğinde güldüm. "İyi bir işe yaramışım en azından" diyebildim. İçimde insanlar karşı olan kırgınlıktan çok kendime olan öfkem ağır basıyordu artık. Her şeyin sorumlusu bendim sanki. 

   Yavaşça yatakta oturur pozisyona geçip odayı incelemeye başladım. İlk geldiğim yer değildi burası. Daha geniş bir odaydı ve duvarları renkliydi. Açık yeşil renkte boyanmıştı. Açık kahverengi tonlarında giysi dolabı, iki komodin ve bir tuvalet masası vardı. Bir odada olması gereken her şey vardı. Yerdeki tüylü beyaz halıya ayaklarımı basıp ayağa kalktım. Hala başım dönüyordu. Sersemliğimi üzerimden atamamıştım. Kerem kahvaltı için beni bekleyeceğini söyleyip çıkmıştı. Ben de odanın içindeki banyoya ağır adımlarla ilerledim. Bandajlı elime su değdirmeden duş aldım. Valizim odanın köşesinde duruyordu. İçinden çıkardığım boğazlı krem bir body ile bilekte biten hafif bol krem renk pantolonumu giyip aşağı indim.

"Burası neresi" diye sordum Kerem'e. Amerikan mutfağın ortasındaki ada tezgâhta sandalyeye oturmuş tabletiyle ilgilenirken fincanından kahve içiyordu. Ben de geçip karşısına oturdum. Haşlanmış yumurta, tost ve çeşitli kahvaltılıklarla masayı donatmıştı.

"Müştemilatlardan biri. Ama en iyi olanı" dedi bana göz kırparak. Gerçekten ultra lüks bir müştemilattı. " Sen mi hazırladın bunları" diye sorarken tosttan bir parça koparıp ağzıma attım.

" Tabii ki. " dedi. Egosu tavandı her zaman ki gibi. Başımla onu onaylayıp yemeye devam ettim. Bana çay demlemişti. Gülümsedim. Sıcak çay boğazımdan akarken, rahatladığımı hissediyordum.

  Açılan kapı sesiyle omzumun üzerinden arkamdaki kapıya baktım. Evin giriş kapısıydı. Direk salona açılıyordu.

"Afiyet olsun" deyip içeri giren Ali'yle yüzümde gülümseme oluştu. Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı görmüş gibi hissettim.

   Her zaman yaptığı gibi elini kısa kesilmiş saçlarında gezdirdikten sonra alttan bakış attı. Tüm heybetine rağmen bu hareketi onu çok sevimli gösteriyordu. İçine giydiği dar beyaz tişörtünün üzerine kot bir gömlek giymişti. Kollarındaki dövmeleri ilk defa görmüştüm. Onlarda gözlerimi gezdirirken yanıma doğru hareketlenince ben de önüme döndüm. Yanımdaki sandalyeye oturup önümde yemekten çok oyalandığım tostu alıp kocaman ısırdı. Bana doğru dönmüştü. Sol dirseğini sandalyenin sırt kısmına dayamıştı.

"Yaa, bitirdin hepsini" diye sitem ettim. Gerçekten kocaman tostu tek ısırıkla yarıya indirmişti.

"Çok lezzetliymiş" dedi ağzı doluyken. Sinirli bir bakış atıp önüme döndüm. Güldüğünü işittiğimde kaşlarımı iyice çattım.

"Gelmezsin sanıyordum" dediğinde tekrar ona çevirdim başımı. Kıstığı gözleriyle bandajlı elime bakıyordu.

"Gelmemem gerekirdi değil mi?" diye karşılık verdim. 

"Gelmeyecektin" dedi. "Nerede olursan ol. Bizim yanımızda olmandan daha güvenli olurdu" diye devam etti. Her şeyden bıkmış gibi bir hali vardı. Hakan'ın dediklerinin tam tersiydi söyledikleri. Burası daha güvenli değil miydi?

"Ama, hayatım tehlikede" dedim. Hakan'ın söyledikleri gerçek değil miydi? 

   Sesli bir nefes alıp, gözlerini benden ayırarak önüne döndü. Ben hala ona bakıyordum. Yan profilden de oldukça yakışıklıydı. Dirseklerini masanın ucuna koymuş ellerini aşağı sarkıtmıştı. Çok durgundu.

"Beni ilgilendiren bir şeyler var değil mi" diye sordum. Sesim beklediğimden de kısık çıkmıştı.

Cevap vermedi. "Bana her şeyi anlatır mısın?" dedim. Yine cevap vermedi. "Lütfen" dedim son kez. "Bilmemek çok kötü bir his. Benimle ilgili olan şeyleri neden kimse bana anlatmıyor!" dedim. Bu kez sesim yüksek çıkmıştı. Buna rağmen Ali hiç tepki vermedi.

   Hızla ayağa kalktım. "Dediğin gibi buraya hiç gelmemeliydim" dedim üstten Ali'ye bakarak. En fazla ölürdüm. Ne olacaktı ki? Tek Hakan'ın beni koruması yeterli miydi?

Onun dışında hiç biri seni koruruz demedi. İstenmeyen biriydim şuan.  Odaya gittim. Valizimi kapatıp, beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip tekrar aşağı indim. Ali de Kerem de elimde valizi görmelerine rağmen bir tepki vermediler. Gitmemi istiyorlardı. Hiç bir şey demeden yanlarından geçip kapıdan çıktım. Gidecektim. 

  Valizimle birlikte yürümeye başladım. Ormanda mahsur kalmışım gibi hissediyordum. Yol olmasa kaybolabilirdim. Hava kapalıydı ve esen rüzgâr üşümeme neden oldu. Valizimi yere koyup içinden açık taba rengi kabanımı çıkarıp giydim. Yoluma devam ettim.

   Nereye gidecektim şimdi. Ya gerçekten birileri beni öldürmeye kalkarsa. Canımın acımasını istemiyorum. Konseyden, ihtiyarlardan, şehirleri yönetmekten bahsetmişti Hakan. Gerçekse, böyle bir hayatın içinde canımın yanması işten bile değil. Yine korkuyordum. Yine yalnızdım. Cem yoktu ama hiç bir şey değişmemişti. 

   Yürümeye devam ederken, arkamdan gelen sert fren sesiyle adımlarımı durdurdum. Hala Hakan'ın devasa büyük arazisinin içindeydim. Buraya dışarıdan birileri gelemezdi. Zarar görmezdim burada. Kendimi rahatlatmaya çalışırken yavaşça arkamı döndüm. Şaşırmıştım. Siyah bir cipin içinde bana öfkeyle bakıyordu. Ona dönmemle arabadan hızlıca inip koca iki adımla dibimde bitti.

"Nereye?" dedi elimdeki valizi göstererek.

"Burada olmamam gerek Hakan. Kerem ve Ali'de benimle aynı fikirde" dedim sakince.

" Başlatma onların fikirlerine. Ölmek mi istiyorsun sen?" diye bağırdı. Ona haksızlık mı yapıyordum? 

" Evet" ben de bağırdım. " Ölmek istiyorum, isteyemez miyim?" dedim gözlerinin içine bakarak.

Elini ensesine götürdü. Birkaç saniye gözlerini kapatıp derin nefesler alıp verdi. Hala inatla ona bakıyordum. Kararımı vermiştim. Artık kimsenin mecburiyetten yanında tuttuğu kişi olmayacaktım. Tek başıma yaşayabildiğim kadar yaşardım. Korkuyordum ama başka çarem yoktu. 

"Hakan" dedim yumuşakça. Derin bir nefes alıp kendime gelmiştim.  Kapalı gözlerini açıp, mavi gözlerime baktı. "Beni neden korumak istiyorsun bilmiyorum. Ama Ali ve Kerem senin için endişeleniyorlar. Ben size zarar verebilirim. Benim yüzümden sizi de bir şey olursa ben bunu kaldıramam. Bırak beni gideyim. Ne olacaksa olsun artık. Yoruldum ben" dedim. Ellerimi iki yanıma bırakıp, başımı hafif sağa yatırdım.

"Ne saçmalıyorsun sen?" öfkesi biraz olsun dinmiş gibiydi. "Senin bize zarar vermen imkânsız. Bilmediğin şeyler var. Bilmemen gereken şeyler. Salak gibi kafanda kurup durma" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Anlat" dedim bıkkınca. "Anlat ben de salak gibi davranmayayım o zaman." Bana otelde anlattıklarından fazlası vardı. Biliyordum. 

"Zamanı gelince öğreneceksin zaten. Şimdi bin arabaya geri dönüyorsun" dediğinde sinirden güldüm.

"Zorla mı tutacaksın beni yine. İstemiyorum sizinle kalmak. Neyini anlamıyorsun. Ya her şeyi anlatırsın ya da ben giderim." Dedim işaret parmağımı göğsüne vurarak. Bakışları gözlerimde, göğsün küçük küçük dokunan parmağıma indi. 

"Böyle inat etmeye devam edersen, zorla olacak. Tercih senin" dedi benim tehditlerimi görmezden gelip.

"Kendimi öldürürüm." dedim birden. Bir sinirle dökülüvermişti dudaklarımdan bu cümle.  Canımdan başka ortaya koyacak bir şeyim yoktu. Hırsla kolumdan tutup beni kendine çekti. Yüzüme öfkeli nefesini üflerken, gözlerimi gözlerine sabitleyemiyordum.

"Hiçbir bok yapamazsın. Hiç kimse, buna sen de dahil, sana dokunamaz. Anladın mı beni?" dişlerinin arasından çıkanlar, arada bir çarptığım öfkeden alev saçan kehribar gözleri yutkunmama neden oldu.

"Neden?" diye sordum güçlükle. " Anlat ki bileyim." deyip gözlerimi kapattım. Daha fazla bu yakınlıkta olmak istemiyordum. Nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. Bu adam bana Cem gibi davranıyordu. Aklıma onu getiriyordu. Ama kalbim hayır bu başka diyordu. Ve bu ikilem beni çok yoruyordu.

 Kollarımı tutan ellerini gevşettiğinde iki adım geriye attım. Derin bir nefes verip gözlerimi açtım. Bakışları daha farklıydı bu sefer. 

"Tamam, bin hadi arabaya anlatacağım." dedi pes edermişçesine. Başını iki yana sallayıp arabasına doğru yürürken ben de peşinden ilerledim.

  "Valiz" dedim mırıldanarak.

"Alırlar" dedi umursamazca. Ben de umursamadım. Arabada ön koltuğa yerleştim. Eve doğru sürmüyordu arabayı. Galiba dışarı çıkacaktık. Hava bozuk olmasına rağmen en azından İstanbul'u arabadan da olsa gündüz gözüyle göreceğim için bir parça heyecanlanmıştım. Hep gelmek istemiştim bu şehre. Denizi izlemek, serin yaz akşamı yakamozu seyretmek. Bu şehirle ilgili kurduğum bir çok hayal vardı. Hayallerimdeki şehirdeydim, ama hayallerim bambaşkaydı. 

"Elin nasıl?" diye sorduğunda heyecanımı sesime yansıtmamaya özen göstererek " İyi" dedim. Bunu hatırlayıp sorması aptal kalbimin atışlarını hızlandırmaya yetmişti bile. 

"Neden bana söylemedin acı çektiğini" dediğinde başımı yaralı elime indirdim. Bu saçma yara yüzünden, duygularımın saçmalamasını istemedim, diyemedim.

" Bilmem. Önemsiz bir şey sandım" diyebildim sadece. Cevap vermedi. O sırada evin olduğu arazinin büyük kapısından çıktık. Kısa bir süre yol aldıktan sonra karşımıza çıkan denizi görmemle gülümsedim. Koltukta biraz dikleşerek Hakan'ın tarafında kalan denize bakmaya çalışıyordum.

"Neye bakıyorsun" dediğinde hemen omuzlarımı indirdim. " Hiç öyle, denize bakıyordum " dedim. Bir aptal gibi gözükmek istemiyorum.

" İlk defa mı görüyorsun?" dedi şaşkınlıkla. Sorusu beni rahatsız etmişti. "Ankara'da deniz yok, haliyle ilk." dedim. Bozulmuştum. 

 Aklıma gelenle heyecanla devam ettim. "Aaa hayır ilk değil, Ali ile Cem'in yanına gelmiştik. O zaman da görmüştüm. Hatta bankta oturup izledim bir süre." dedim. Unuttuğuma göre, kötü anılar iyilerin önüne geçmişti. Bu adaletsizdi. Heyecanım sesime yansımıştı işte. Söylediklerimin verdiği pişmanlıkla başımı camdan dışarıya çevirip gözlerimi kapattım.

" Sen bu yaşına kadar hiç Ankara dışına çıkmadın mı?" diye sordu. Tekrar ona baktım. Utanılacak bir şey değildi bu. Ama kendime böyle bir hayatı yakıştıramıyordum. Hep birilerinin boyunduruğu altında yaşamış olmak zaten yeteri kadar utandırıyordu beni. Bir de bunu birilerine anlatmak. Hele ki Hakan'a.

"Çıkmadım. Hep Ankara'daydım" dedim mırıldanarak. Konuyu daha fazla uzatmamasını istiyorum şuan.

  Derin bir nefes çektiğinde, sesi arabanın içinde yankılandı. Konuşmasını beklerken, o sustu. İstediğim gibi de olmuştu. Hakan benim canımı sıkan sorular soruyordu hep. Ama bir şekilde ileriye de gitmiyordu. Bir insan ilgilendiği kişinin böyle hikâyelerine ilgi duyar, merak eder ya, ben Hakan'ın ilgi odağının oldukça dışında bir yerlerdeydim. Ne kadar can yakıcı bir durum olsa da, işime yarıyordu işte bazen de. 

Kalan yolu sessizce bitirdikten sonra tam deniz kenarında arabayı durdurdu. Başımı hafif ön cama uzattığımda gördüğüm manzara, gözlerimin irileşmesine neden oldu. Hakan'ı beklemeden yavaş hareketlerle ama hızla çarpan bir kalple arabadan indim. Tam önümdeydi deniz ve ben adım attığımda direkt içine girecektim. Hayran hayran bakarken Hakan'ın omzuma yerleştirdiği eliyle başımı ona çevirdim. Eliyle bana yön verdiğinde, o yöne doğru adımladım. Tam dibimizde bir restoran vardı ve ben yeni görüyordum.

Birlikte içeri girdiğimizde adamların Hakan'ı "Hoş geldin abi" diyerek selamlamasıyla onun sürekli buraya geldiğini anladım.

Lokantanın iç kısımlarına doğru ilerlediğimizde ikinci şaşkınlığımı yaşadım. Eminim şu an çok değişik gözüküyordum. Yüz kaslarım benden bağımsız hareket ediyorlardı ve bu hiç umurumda değildi.

Resmen denizin üzerindeydik şuan. Zemin şeffaftı ve ayaklarımın altında yüzen rengârenk balıklar vardı. Başımı kaldırdığımda daha da güzeliyle karşılaştım. Kalbim kanatlanmıştı bile.  

"Hayatımda görüp görebileceğim en güzel manzara olabilir bu" diye mırıldandım karşımdaki camdan bakarken. Uçsuz bucaksız deniz görünüyordu. Sonbahar güneşinin ışıkları denize yansımış, bir elmas gibi parlıyordu. Heyecanla, Hakan'ı beklemeden cam kenarındaki masaya ilerleyip oturdum. Hakan'da karşımdaki sandalyeye oturdu. Ona kısa bir bakış attıktan sonra ellerimi yanağıma yerleştirip bakışlarımı tamamen cama çevirdim. Çok mutluydum şuan.

Ne kadar süre denizi izledim farkında değildim. Tam önüme konulan dumanı üstünde, bir bardak çayla ancak ayırabilmiştim gözlerimi manzaradan.

"Bakmalara doyamadın" dedi Hakan dalga geçer gibi. "Evet öyle oldu biraz" dedim mahcupça. Sonra heyecanla "ama çok güzel değil mi? " diyerek gözlerinin içine baktım mutlulukla. Onun da bu manzarayı sevdiğini tahmin etmek zor değildi. Sürekli geldiği bir yerdi ve beni de getirdiği için çok mutluydum. 

"Evet çok güzel" dedi o da bana bakarak. Kısa bir an da olsa hayatımdaki tüm olumsuzlukları bir kenara bırakabilmiştim. Ve şimdi gerçek hayata dönme zamanıydı. "Yılın her günü farklı bir güzellikte oluyor hatta" dedi. 

"Eminim öyledir" dedim iç çekerek. Keşke her gün burada olabilecek şansım olsaydı. Yarın nerede olacağımı kendim bile bilmiyorken, buranın hayalini kurmak saçma olurdu. 

"Öyle" dedi. O da benim gibi iç çekmişti. Benim için mi üzülmüştü? Üzülmek sorunları çözmüyordu ki. Bir adım atmam lazımdı. Bu hayattan kurtulana kadar, savaşı bitirmeyecektim ben. 

"Anlat hadi" diyerek söze girdim. Elimde tuttuğum çay bardağı yarılanmıştı. Her şeyi bilmem gerekiyordu her şeyden önce. 

Bir süre daha bana baktıktan sonra konuşmaya başladı. Söyleyeceklerini tartıyordu sanırım kafasında.

"Seni tekrar uyarıyorum Ezgi. Bu anlattıklarım sadece bileceksin. Ama bildiğini başka kimseye belli etmeyeceksin. Anladın mı beni?" diyerek ciddileşti. Başımı anladım der gibi sallayıp ona doğru eğildim. Tüm dikkatim ondaydı. Hakan'da etrafına bir göz atıp bana doğru eğilerek konuşmaya başladı.

"Bu ülkede ve diğer ülkelerde sözü geçen, pis işlerini yapan üç büyük adam var. İhtiyarlar demiştim ya. Onlar işte. Uyuşturucusundan, kaçakçılığına, silahından, suikastine kadar bu adamlar yönetiyor.  Onlardan biri babam Murat Erkmen. Biri Serdar Koçar. Diğeri Ümit Bezirganoğlu. Bu üç adamın lideri olduğu bir il var. İstanbul'a lider olan kişi diğer tüm illerin lideri sayılıyor. Kendileri arasında bir hiyerarşi sistemi var" duraksadı. Anlattıklarını anlamam için, anlayıp sindirmem için biraz düşünmem gerekiyordu zaten. Bana anlıyor musun der gibi baktığında başımı belli belirsiz salladım ve devam etmesini söyledim. 

"Böyle anlatınca anlaşılacak şeyler değil zaten. Kabaca bilmen gerekenler bu kadar. İşin seni ilgilendiren tarafı asıl önemli olan" dediğinde merakım katmerlenmişti. Önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım ve gözlerine bakmaya devam ettim. 

"Bu üç adamın İstanbul'da toplanıp, 'karanlık' adını verdikleri bir konsey düzenliyor. Bütün kararları burada alıyorlar. İnsanları ya ebedi karanlığa gönderiyorlar, ya da yaşarken karanlığa hapis ediyorlar." dediğinde gözlerimi büyülttüm. Beni de oraya götürmeye çalışmıştı babası. 

"Evet, seni de götüreceklerdi. Beni bıçakladığını sandıkları için." Dedi düşündüklerimi hissetmiş gibi. Masanın üzerindeki ellerimi birbirine kenetleyip sıktım. Bandajlı olduğunu unuttum bir an. Acımasıyla yüzümü buruşturup serbest bıraktım.

"Sen neden rahat duramıyorsun?" dedi azarlar ses tonuyla. Elime bakıyordu. Ama benim şuan derdim elim değildi.

"Peki beni almaktan vazgeçtiler değil mi?" diye sordum. Rahatsız bir şekilde yerinde kımıldayıp arkasına yaslandı.

"Vazgeçmediler. Sende işlerine yarayacak bir bilgi olduğunu düşünüyorlar. O nedenle bu üç adam senin peşinde. Sendeki bilgi onların İstanbul'u alması demek." Dedi. Kısık gözlerine gözlerime dikti ve bende bir cevap arıyormuş gibi baktı.

"Nasıl bir bilgi?" diye sordum. "Bilmiyor kimse. Sadece sen de olduğu kesin" dedi. " Eğer bu konu hakkında bir şey biliyorsan.." cümlesini bitirmeden araya girdim.

"Ben böyle bir hayatın varlığını daha yeni öğrenmişken, onların aradığı şeyi nereden bilebilirim. Hem benimle alakası ne? Çok saçma anlattıkların" diye çıkıştım. Yüksek çıkan sesimle gözlerini etrafta gezdirdi.

"Salak mısın sen? Kimsenin duymaması gereken şeyler bunlar. Sana anlattığıma pişman etme beni" diyerek beni azarladı. Sinirlenmiştim ve bunu bakışlarıma da yansıttım. Ama bu bakışlar her zamanki gibi onu pek etkilemedi. 

"Seninle alakasını biz de bilmiyoruz. Ankara'yı yöneten Serdar Koçar. Yani Cem'in dolandırmaya kalktığı adam. O şehirde kalman demek ölmen demekti. Bizim yanımızda güvendesin en azından." dedi ve benden bir tepki göremeyince konuşmaya devam etti. 

"Hala gitmeye niyetli misin?" diye sorduğunda dizlerimi masaya dayayıp saçlarımı parmaklarıma geçirdim. Hakan'a inanmalı mıyım, diye düşünüyorum şimdi. Aklıma gelenle ellerimi saçlarımdan çekmeden başımı kaldırdım ve Hakan'a baktım. Bir çıkış yolu arıyordum. 

"Kerem ve Ali burada olmamın doğru olmadığını düşünüyorlar." Dedim soru sorar gibi. 

" Siktir et sen onları. Ben sana kal diyorsam kalacaksın. Bana güven ve dediklerimin dışına çıkma" dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. " Güven demesi kolay" diyerek mırıldandım. Sırtımı sandalyenin sırt kısmına dayayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Bakışlarımı o sevdiğim deniz manzarasına çevirdim. Güneş iyice tepeye yükselmişti. İlk geldiğimdeki gibi zevk vermiyordu şimdi. 

"Başka çaren yok Ezgi. Bana muhtaçsın. Ya çölde bir damla yağmur olurum senin için , ya da o çok sevdiğin deniz olurum, içimde boğulursun. Bilemezsin" dedi. Ben denizden ayırdığım gözlerimi ona çevirdiğimde o çok sevdiğim denize bakıyordu.

Bölüm sonu... 

Seguir leyendo

También te gustarán

6.8M 452K 81
Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekimdir. Daha mesleğinin ilk günlerinde, hen...
21.9M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
1M 57.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
174K 16.1K 45
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız