KAPAN (TAMAMLANDI)

By Yasolinee

16.9K 6.2K 3.1K

**Watty2022 Kazananı (Gizem/Gerilim)** İllegal bir tarihi eser kaçakçılığı ve kendisini bu bataklıkta aksiyon... More

Giriş
Bölüm 1: "Aidiyet"
Bölüm 2: "Kaçış"
Bölüm 3: "Refrefe"
Bölüm 4: "Enduz"
Bölüm 5: "Gerçekler"
Bölüm 6: "Hissiyat"
Bölüm 7: "Yüzleşme"
Bölüm 8: "Kalp Atışı"
Bölüm 9: "Anlayış"
Bölüm 10: "Zümrüdüanka"
Bölüm 11: "Telaş"
Bölüm 12: "Hediye"
Bölüm 13: "Sıkıntı"
Bölüm 14: "Güven"
Bölüm 15: "Yol"
Bölüm 16: "Düşünce"
Bölüm 17: "Düğüm"
Bölüm 18: "Kırgın"
Bölüm 19: "Endişe"
Bölüm 20: "Kriz"
Bölüm 21: "Halüsinasyon"
Bölüm 22: "Seçim"
Bölüm 24: "Kabus"
Bölüm 25: "Kaos"
Bölüm 26: "Acı"
Bölüm 27: "Sevgili"
Bölüm 28: "Yardım"
Bölüm 29: "Saf Çocuk"
Bölüm 30: "Kurtarıcı"
Bölüm 31: "Ölüm"
Bölüm 32: "Final"

Bölüm 23: "Batış"

268 117 46
By Yasolinee

'Bütün hayatım boyunca çalışsam da, elde ettiğim en büyük şeyin, koca boşlukların olmasından korkuyorum.'
-Y.K.

Defne'nin anlatımından...

Kendimi bildim bileli hep kaçıyordum. Bu yalnızca bir hafta öncesine kadar ki kaçışımla ilgili değildi sadece. Çocukken, annem zorla pekmez yedirmeye çalışırdı kaçardım. Yine annem saçlarımı sımsıkı topladığında, canım acıdığından kaçardım. İlkokuldaki sınıf arkadaşlarım rahatça eteklerini giyerken, ben fazla kilolarım yüzünden etek giymekten kaçardım. Ortaokula geçtiğimde annem ve babam boşanmışken, üzgün görünmekten kaçardım. 6 ay sonra bize kıyamadıklarından yeniden barıştıklarında, mutlu olmaktan kaçardım. Liseye geçtiğimde, sürekli sigara içen okulun o çift dikişli insanlarından kaçardım. Üniversiteye geçtiğimde ise, bambaşka bir şehre kaçmıştım.

Asıl benliğimi üniversite de kazandığıma inanmıştım her zaman. Hiç bilmediğim bu koca şehirde, Ankara'm da, yaşadığım her bir güne minnet duyuyordum. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı, sorumluluk almayı, kimi zaman şehrin telaşında kaybolup sürüklenmeyi, kimi zaman yorgunluktan otobüs köşelerinde uyuya kalmayı, gezmeyi, eğlenmeyi, dost kazanmayı, en önemlisi de kaçmamayı öğretmişti bana bu şehir. Ancak öyle bir lanet vardı ki üzerimde, nereye gidersem gideyim kaçamadığım tek şey oydu. Kaçmaktan her ne kadar bıksam da, her an ensemde bitiyor, nefesini sinsice tenime üflüyordu.

Arabanın direksiyonu kavrayan ellerim, stresle titremekten ve sıkı sıkıya sarmamdan dolayı terlemişti. Terleyen ellerimi sırayla direksiyondan ayırarak üzerime silmiş, alnımdan akan ecel terlerini de elimin tersiyle itmiştim. Tufeyli denen herifin adamlarından hala kaçmaya çalışıyor, peşimden bir türlü ayrılmayışlarını çaresizce izliyordum.

Rüya ile konuştuktan sonra koltuğa bıraktığım telefon yeniden çaldığında, kafamı oraya çevirmiş ve arayanın Yağız olduğunu görmüştüm. Anında sağ elimle koltuktaki telefonu almış ve araç telefon tutucusuna yerleştirmiştim. Telefonu yerleştirir yerleştirmez aramayı yanıtlamış ve hoparlörü açarak, panik dolu o zavallı sesimle:

"Alo Yağız?" dediğimde, karşıdan beklediğim isim, asla o olmamıştı.

"Defne benim Kağan."

Kağan'ın sesini duyduğum an, vücudumdaki tüm kan çekilmiş, ruhum bedenimden ayrılmıştı. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı ancak hafiflemiş hissetmiyordum hiç. Hafiflemenin aksine daha da boğuluyordum ben. Panik dolu hallerime, bir de boğucu olan bu halim eklenince, sinir boşalması yaşamıştım.

Derin bir iç çekerek direksiyonu daha sıkı kavradığımda, gözlerimden yaşların akmasına engel olamamıştım. Kağan'ın sesini duymak öyle mahvetmişti ki beni, günlerce kendime gelemezmişim gibi hissediyordum. Üstelik tek hissettiğim duygular, bunlardan da ibaret değildi.

"Kağ- Kağan çok korkuyorum. O kadar korkuyorum ki, direksiyonu daha fazla tutamayacakmışım gibi geliyor artık. Titremelerim bir türlü durmuyor, adamlar tam arkamdalar ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum!" dediğimde, iç sesimin beni yiyip bitirdiği o cümleleri, nihayet dışarı vurabilmiştim. Konuşmak da dahi zorlandığımı ise o an fark etmiştim.

"Tamam, sakin ol ve bana nerede olduğunu söyle." diyen Kağan'ın sesiyle anında etrafıma bakınmaya başlamıştım. Eryaman taraflarını çok bilmesem de, kendi otobüsüm durağa gelmediği zamanlarda, sırf daha fazla beklememek adına dolanmayı göze alarak, bazen bu tarafın otobüslerine binerdim. Bu nedenle hafif bir göz aşinalığım vardı Eryaman'a. Ancak şu an beyin fonksiyonlarım o kadar kendilerini geriye çekmişti ki, kafamın içindeki organ görevini yapamaz hale gelmişti. Neyse ki gözlerim hala iyi görür durumdaydı ve yön tabelasındaki 'hipodrom' yazısını okuyabilmiştim.

"Hipodrom. Hipodromun oradayım." dediğimde karşı taraftan bir süre ses gelmemişti.

"Defne, yaklaşık 800 metre sonra karşına bir yol ayrımı çıkacak. O yol ayrımından sol tarafa dönmeni istiyorum senden. Oradan biraz sonra da, karşına bir göbek çıkacak. Göbekten döndüğün gibi ilerlediğinde, Enduz'a ulaşmış olacaksın." diyen Yağız'ın sesini işittiğimde, takıldığım tek nokta 'Enduz' kısmı olmuştu. Sanırım kafası karışmıştı ve ne dediğini bilmiyordu Yağız. Aksi takdir de, bu kudurmuş herifleri Enduz'a kadar getirmemi istiyor olamazdı benden.

"Enduz mu? Adamları Enduz'a getirmemi mi istiyorsunuz benden?" diye sorduğumda, amacım sadece bana yanıldıklarını ve yanlış cümle kurduklarını söylemeleriydi. Ancak dediğim gibi olmamış, tahminimin tam tersini gösteren o cümleyi duymuştum Kağan'dan:

"Sen sadece dediğimizi yap Defne."

Duyduğum cümle ile, zaten panik ve korku ile dolu olan zihnim, tehlike çanlarını daha da şiddetli çalmaya başlamışlardı. Daha 2 gün önce çocuklar için Enduz'dan çıkıp yakalanma riskini göze alan ben iken, 2 saat bile dolmamışken Tuğçe'yi alıp hastaneye götüren ve bu şerefsizlerle karşılaşan yine ben iken, tüm bu riskleri göze alıp, hayatımı ortaya koymuş olan yine ve yine ben iken, benden her şeyi bir çırpıda silip o adamları Enduz'a götürmemi mi istiyorlardı?

"Allah kahretsin! Siz delirdiniz mi? O kadar çocuğun olduğu yere, bu gözü dönmüş adamları sokmayı nasıl düşünebiliyorsunuz?" diyerek bağırdığımda, artık sakin kalamıyordum. Girdiğimiz bu labirent, git gide daralıyordu ve ben çıkış yolunu bir türlü bulamıyordum.

"Başka çaremiz yok çünkü!" diye bağıran Kağan'ın sesini işittiğimde, artık anlamıştım. Tıpkı benim gibi, Kağan ve Yağız da bu lanet labirentten nasıl çıkılacağını bilmiyordu.

İşler şimdi daha karmaşık bir hal almıştı benim için. Eğer onların bile başka çaresi yoksa, benim neyim vardı? Hiçbir şeye sahip değildim ve bu adamlara karşı koyacak, ne gücüm ne de aklım vardı. Beynim çoktan kış uykusuna dalmış, ruhum göklere yükselip, beni bulutlar üzerinde mısır eşliğinde izliyordu.

Ne yapmam gerektiğini bilmesem de, ne yapmaman gerektiğini biliyordum. Benim yüzümden kimsenin zarar görmesine izin veremezdim. Arkamdaki adamların gerçekten de gözü dönmüştü ve Enduz'a gittiğim an, belindeki o silahlarla ortalığı ateşe vereceklerine emindim. Oradaki her çocuk hayatın sillesini yeterince yemişlerken, bir de o silleyi ben vurup, korkuyla anılarında yer edinmek istemiyordum. Üstelik orası onların eviydi, ev demek huzur demekti. Kağan ve Yağız, yıllardır onlar huzur bulsun diye uğraşıyorlarken, ben nasıl olur da o huzuru yerle bir edebilirdim? Bunu yapmaya ne cesaretim vardı, ne de vicdanım el verirdi.

"Defne öyle söylemek istememiş-"

"Defne yol ayrımına yaklaşmak üzeresin." diyen Yağız, muhtemelen az önce söylediği cümle yüzünden pişman olan Kağan'ın sözünü keserek, bana benden istedikleri o komut hakkında bilgi vermişti. Ancak ben bunu yapmayacaktım, yapamayacaktım.

"Defne duyuyorsun değil mi? Sola dönmelisin artık!" diyerek, az önce kurduğu komut cümlesini yinelemişti Yağız. Şu an beynimle düşünmüyor olduğumu az çok anlamış olmaları gerekiyordu ki, Yağız'ın kurduğu cümlenin altındaki o sabırsız söylenişi çok net anlayabilmiştim.

"Defne sakın sağa dönme duydun mu beni? Sakın bunu yapma!" diyerek, artık tam anlamıyla kızdırdığımı anladığım Kağan'ın bağırışını işitmiştim bu sefer de. Dedikleri noktaya çok az bir mesafe kaldığında, kollarım gerilmiş, ellerim direksiyona sabitlenmişti. Kararlı ve dümdüz bakışlarla yola baktığım da:

"Defne dön şuradan artık!" diyerek, bana kızanlar kervanına Yağız'ın da katıldığını anlayacak nitelikte bir bağırış daha kazanmıştım. İkisi de sakin kalamıyordu muhtemelen ancak bende sakin falan değildim zaten. Mantık kavramım onlarınkinden tamamen farklı çalışıyordu, kaynağı beynim değil, kalbimdi çünkü.

Yağız'ın bahsettiği yol ayrımına geldiğimde, benden dönmemi istedikleri sol tarafa, olabilecek en üzgün bakışlarımı yollamış ancak yine de inancımdan vazgeçmeyerek direksiyonu tüm kararlılığımla sağa çevirmiştim. Bu yaptığım aptallıktı belki ama en azından sayısız çocuk yerine sadece ben harcanacaktım. Kararlı olmamın nedeni buydu, onlara en ufak bir zarar gelmesindense ben seve seve yanabilirdim. Bu nedenle sol tarafa gitmeyi hiç seçeneklerim dahiline bile almamıştım, kalbimin yürüttüğü mantıkla başka bir yol seçmiş ve oradan ilerlemenin herkes için daha iyi olacağına inanmıştım.

"Sikeyim! Defne ne bok yediğini sanıyorsun?" diyerek Kağan'ın öfke dolu serzenişini işittiğimde, onlara bunu yapıyor olmak, şu an için pişmanlık duyduğum tek şeydi. Benim için Enduz'u bile tehlikeye atan bu ikiliye, son nefesime kadar her zaman minnet duyacaktım.

"Enduz'a gidemem. En iyisi polise gitmek olacak. Orada, bu adamlar yüzünden saklanmak zorunda kaldığımı, hastaneden beri peşimde olduklarını, çareyi de onlardan kaçmak da bulduğumu anlatırım polislere. Çocukları tehlikeye atamayız Kağan."

"Polise gittiğinde de onların eline düşmüş olacaksın zaten. Kendi elleriyle seni Tufeyli'ye teslim edecekler bunu bilmiyor musun? Defne bu kadar salak olamazsın, sana dediklerimi sorgulamadan yap bir kere de! Kahramanlık yapmanın sırası değil!" diyerek tüm öfkesini kusan, bağırışlarının altındaki yakarışları duymam için yalvaran Kağan'ın sesini duymak, canımı daha da yakıyordu. Yaptığım şey kahramanlık gibi görünüyor olsa da, asıl onların yapmaya çalıştığı buydu. Benim için hayatlarını riske atıyor, yaşamam için savaşıyorlardı.

Kağan'ın söylediği sitem dolu cümleleri düşünürken, karşıma çıkan yeni bir yol ayrımına geldiğimi fark ettiğimde, son anda direksiyonu kırarak sol tarafa girmiştim. Direksiyonu kırdığım gibi metal olduğunu düşündüğüm bir şeye çarptığımda, neler olduğunu anlayamıyordum. Ben şaşkın ve endişeli gözlerle karanlık yola doğru bakarken:

"Defne o yol kapalı! Çıldıracağım, nereye gittiğini sanıyorsun?" diyen Yağız'ın sesini işittiğimde, az önce çarptığım şeyin ne olduğunu anlamam uzun sürmemişti. İşçiler yol kapalı olduğundan, uyarı tabelası koymuş olmalılardı ancak ben öyle bir tabelayı elbette ki görmemiştim. Panik dalgası tüm bedenimde adrenalin hormonlarımla maraton koşuyor iken, onu görebilmem mümkün bile değildi. Üstelik bu yol öyle karanlıktı ki, tabela falan da görünmüyordu zaten!

"Bilmiyorum! Siz bağırdıkça daha da panik oldum, nereye girdiğimin bile farkında değilim ki!" dediğimde, artık patlama noktasına gelmiş durumdaydım, öyle ki bu içimdeki dolu volkan, sesime ağlamaklı olarak yansımıştı.

"Sikeyim böyle işi!" diyerek yeniden bağıran Kağan ile, tükenmişlikle gözlerimi kapatıp açmıştım. Kafamı iki yana sallayıp, kendime gelebilmek adına derin bir nefes aldığım sırada silah sesini işitmem ile arabanın sarsılması bir olmuştu. Anında bağırarak kafamı direksiyona doğru eğip korumaya çalıştığımda, ateş ettikleri yerin arabanın tekerliği olduğunu ağırlık merkezinin değişiminden anlayabilmiştim.

"Defne! Defne ne oluyor? İyi misin?" diye panikle bağıran Kağan'ın sesini duyduğumda, cümle bile kuramayacak kadar afallamıştım. Dudaklarımı zar zor aralayıp konuşmaya başladığım da:

"T-te-Tekerleği vuruyorla-" diyemeden ikinci bir silah sesiyle yeniden bir çığlık atmıştım ve araba artık tam anlamıyla geriye doğru eğilmişti. Kafamı zar zor kaldırıp yola bakmaya çalıştığımda, arabanın ekranında meydana gelen kırmızı uyarı yazıyla ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Hızımın azaldığını fark ettiğimde, yapabileceğim tek şeyi yaparak gaza daha da yüklendim. Ancak araba hızlanmak yerine git gide yavaşlıyor, benim de korkuyla zangır zangır titrememe sebep oluyordu. Şerefsiz herifler atışlarını, sağ ve sol arka tekerleklere isabet ettirmiş olmalılardı.

Ne yaparsam yapayım bir türlü hızlanmayan araba da, bir süre sonra arka kaportanın yere sürtme sesleri kulaklarıma dolmaya başlamıştı.

"Git- Gitmiyor. Be- Ben gidemiyorum!" deyip kendimi daha fazla tutamayarak ağlamaya başladığımda, arkamdaki adamlar hızlanarak beni sollamışlardı.

"Kağ-Kağan." diyerek yeniden konuşmaya çalıştığım sırada, adamların beni sollar sollamaz önüme kırışını izliyordum. Biraz daha ilerlediklerinde arabayı durduran adamlar ile birlikte, ani bir frenle bende durmak zorunda kalmıştım onlara çarpmamak adına.

"Kağan her şey bitti. Ben-" dediğim sırada, Tufeyli'nin adamları arabalarının kapısını aynı anda açmışlar ve kapılarını dahi kapatmadan hızla bana doğru gelmeye başlamışlardı. Yaklaşan adamların suratlarına yerleşen o korkunç gülümsemeyi gördüğümde sona geldiğimin farkındaydım.

"Ben, kapana kısıldım." dediğimde, ellerimi çaresizlikle direksiyondan çekerek kucağıma indirmiş ve gözlerimi sımsıkı kapatarak gözyaşlarımın yanaklarımı ıslatışını dinler olmuştum.

O yol ayrımından dönmeyerek bir seçim yapmıştım ve o seçimin bana getirdiği ölümümün fragmanını, en yüksek kalitede buğulu gözlerimle izliyordum...

***

Muhtemelen Defne'ye kızgınsınız biliyorum ancak gerçekten merak ediyorum. Siz öyle bir durumda olsaydınız ne yapardınız?

Bir de bu hafta boş olduğumdan ve her gün bölüm yazdığımdan, bölüm atabildim rahatça. Bu hafta her gün atamasam da, birkaç gün içinde yazıp atmayı düşünüyorum yine. Uzatmadan, sündürmeden, sizi sıkmadan, bölümleri unutmazı da istemediğimden yapacağım bunu. Birkaç gün sonra görüşmek üzere, bu yazıyı dahi okuyan değerli okuyucular...❣️

Continue Reading

You'll Also Like

167K 11K 35
Kendini yalnız hisseden tüm küçük kız çocuklarına ve içindeki çocuğun karanlıkta kaybolasından korkan, kalbi atmayan ruh yığınlarına... *** İki farkl...
104K 7.6K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
12:30 SEANSI By damy

Mystery / Thriller

1.6M 100K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...
İSPİYONCU By Kristal

General Fiction

53.8K 4.8K 31
Yaşadığı travmalardan dolayı kalbi buz tutmuş, insanlara zerre güveni kalmayan bir kadın... Kadının acılarını gizlediği sert ifadesine gördüğ...