CİVANMERT (ASKIDA)

By kutahyaninpinariiiii

809K 38.1K 8.3K

"Mert!" Genç kadının içten, boğuk inlemesi dudaklarının arasında hapsolurken küvetteki suyun yarısından çoğu... More

TANITIM
1|ÇARESİZLİK
2|AYRILIK
3|İHANET
4|YALAN
5|FOTOĞRAF
6|OPİOİD
7|AYNE
8|KARŞILAŞMA
9|GERÇEK
10|KİN
11|ZAMAN
12|DIŞLANMA
13|ÇÖKÜNTÜ
14|TEDBİR
16|AİLE
17|AŞK
18|ŞEFKAT
19|SENİ SEVİYORUM
20|KISKANÇLIK
21]BABA
22|GECE
23|SORUNLAR...
24|PİKNİK
25]YA HER ŞEYİM YA HİÇİM
26|BİTTİ
27|UMUT
28|KABUS
29|TERCİH
30|HUZUR
31|BEŞ

15|GEÇMİŞ

18.8K 1K 215
By kutahyaninpinariiiii

Merhaba. Nasılsınız?

Arayı çok açmadan geldim.

Bu bolum çoğunlukla Arzu'nun geçmişiyle alakalı. Umarım beğenirsiniz.

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin

KEYİFLE OKUYUN❣

🌌

Gözlerini diktiği pencereden bir saniye ayırmaksızın bakmaya devam etti.

 Üzerine yatmış olduğu, bir zamanlar Mert’le beraber yattığı yatağın içinde huzursuz olsa da buna bile karşı çıkacak mecali yoktu. Giydiği kot pantolon bacaklarını sıkarken bluzu de yukarı sıyrılmıştı ama hiçbiri umurunda değildi. Açık göbeğinin üzerine Umut’un küçük bedeni yaslıydı ve akşamdan beri var olan perişan hali biraz olsun üstünden çekilmiş gibiydi.

Dudaklarını geçen her dakikada olduğu gibi tekrar çocuğun saçlarının arasına bastırdı. Tıpkı genç kadındaki gibi sarı olan saçlar, çocuğun annesinden aldığı tek özellik sayılabilirdi. Arzu’nun mavi gözlerine inat çocuğunkiler tıpkı Mert’in sahip olduğu gibi kapkaraydı. Küçük çocuğun yüzü Mert’in yüzünün, ufak tombul hali gibiydi.

Arzu için oldukça acı verici bir görüntü olsa da bunu da elbette kabullenmişti.

Sonuçta çocuğun babası Mert’ti ve ona benzemesi kadar doğal başka bir şey yoktu.

İçine sessiz bir nefes çekerken karanlık odadaki adamın siluetinin farkındaydı ama farkında değilmiş gibi yapmak kendisini daha da rahatlatıyordu. Ne konuşacak gücü vardı ne de Mert’in bir şey söylemesini dinleyecek. Susmak istiyordu. Sünlerce susmak, beynindeki bağırış seslerini durdurmak istiyordu.

Pencerenin dışından yere vuran ışık huzmelerine kaydı bir an dalgın bakışları. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirirken gözlerine dolan yaşları geriye göndermeye çalıştı.

Mert de bir zamanlar onun kalbinde tıpkı böyle bir etki yaratmıştı. Karanlık bir orman gibi olan, umudun bulunmadığı kalbinin içine küçük bir ışık huzmesi gibi süzülmüş, ardından o karanlığın aydınlanmasını sağlamıştı.

Arzu o ışığın ateş olduğunu fark etmemişti. Kendisini zaten karanlık bir ormanda gibi de hissetmiyordu çünkü çocukluktan beri buradaydı. Yolunu yordamını biliyordu. Geçen bir zamandan sonra yavaş yavaş kalbine vuran ışık karşısında şaşırmış, bir anda kendini o ışığa kaptırmıştı. Etrafındaki ormanın, çiçeklerin güzelliğini görmüştü.

O ışığı ona getiren kişiye o kadar minnettardı ki… Bu minnettarlığın karşısında ona aşık olamadan duramamıştı. Elini tutmuş, ilk defa bir erkeğe güvenmişti. Hatta annesinden sonra ilk defa birine güvenmişti.

Daha sonra ise…

O ateşin onun içindeki karanlık ormanı yaktığını fark etmişti. Her şey yanıp, kül olmuştu ve o bunu etrafındaki ağaçlar da yanmaya başladığında fark etmişti. Sıra kendisine gelene kadar her şeyin değiştiğini sanmıştı.

Yanılmıştı.

Genç adam onun gözlerinin içine baka baka onu öncekinden daha derin bir karanlıkta bırakmıştı. Ateşin bir kısmı vücudundaki bazı yerlerde yanık izleri bırakmıştı ve genç kadın diz çöktüğü yerde acıyla kıvranıyordu.

En büyük izi de rahmine bırakmıştı. Yarası o kadar büyüktü ki kadın diğer yaralarını unutmuş sadece onunla ilgilenmişti.

Önceden biliyordu içindeki çaresizliği, umutsuzluğu. Bildiği yollarda yürümeye alışkındı fakat şu an daha da karanlığa gömülmüştü. Bu karanlık da yalnız değildi ve ona muhtaç bir çocuk vardı.

Her yeri yakıp kül eden ateşten bir parça…

Etrafı o kadar karanlıktı ki kendi varlığından şüphelense bile yarasının varlığından emindi. En güzel yarasıydı onun.

Yeni ışığı.

Genç kadın bu seferki ışığının üzerine kendisini kapatmış, tüm çaresizliği, mutsuzluğu içinde hapsetmişti. Amacı vardı artık, nefreti vardı.

Derin bir nefes alıp odadaki sessizliği bir nebze olsun bozdu. Daldığı düşüncelerden onu çıkaran şey ise kollarının arasında yatan çocuğun kıpırdanarak kendisine doğru dönmesiydi. Umut’un hareket etmesine izin verecek şekilde kollarını gevşetirken hala kanındaki alkol etkisini gösteriyor, yattığı yerde bile başının dönmesine sebep oluyordu.

Kendisini ayakta tutacak tek kişi şu an kollarının arasındaydı ama beyninin ona oynadığı oyuna hakim olamıyordu.

Çocuk tam olarak yerinde dönüp başını annesinin göğsüne yerleştirirken gevşettiği kollarını daha sıkı bir şekilde sardı, bir şeyleri kendine hatırlatmak istercesine.

Gözlerini pencereden alıp yerdeki kısa, ışık gölgesine çevirdi. Geçmişe gitmemek için gözlerini açık tutmaya çabalasa da aklına düşen görüntülerle yerinde titrememek imkansızdı.

22 YIL ÖNCE

Yağmurlu bir gündü. Küçük kız oturduğu ince minderin üzerinde dizlerini kendisine doğru çekmiş, dizine yasladığı küçük resim defterine, geçen gün sokakta gördüğü kediyi çizmeye çalışıyordu. Duvarları dökülmüş odanın ortasındaki sobanın içindeki kovayı, annesi az önce çıkartmıştı. Oda soğuktu, açık kapıdan gelen hafif rüzgar küçük kızın ayak parmaklarını içeri doğru kıvırmasına sebep oldu.

Ayaklarını ısıtmak istercesine parmaklarını sıkıca kıvırırken dudakları da hafifçe titriyordu.

Oda neredeyse tamamen boştu. Beton zeminin üzerinde bir kilim, birkaç minder dışında bir şey yoktu. Duvarda asılı duran dedesinden yadigar kalan tüfeğin yanında bir de dedesinin resmi asılıydı.

Kendi kendine mırıldanarak çizdiği resimden bakışlarını çekmesine sebep olan şey içeri giren annesiydi. Kadın elindeki sobanın kovasına dışarıdaki odunlardan koymuş, zaten az kalan kömürlerden de birkaç tane aralarına sıkıştırmıştı.

Topallaya topallaya içeri geçerken “Anne?” diye sordu küçük kız. Acıyı hissediyordu, gerçekleri biliyordu ama küçük beyni şimdiden onları manipüle etmeye başlamıştı.

“Hı?” dedi başındaki yazması geriye doğru kayan kadın. Kovayı son bir güçle kaldırıp sobanın içine koyarken yerdeki gazeteden de bir parça kopartmış, çakmakla onu yakmaya çalışıyordu.

“Yine mi boya sürdün?” dedi kıkırdayarak. Başı önüne eğilmiş, iki taraftan örgülü olan saçlarından çıkan tutamlar yüzüne düşmüştü.

Otuzlarının ortalarında olan kadın kızının sorusuyla ciğeri parçalanıyormuş gibi hissetti. Dudakları titrerken hafifçe gülümsemeye çalıştı. Güzeldi kadın ama yılların yorgunluğu o güzelliğin üzerini kapatmıştı. Bembeyaz tenindeki sarı, mor lekeler her hareketinde canını yakıyordu. Düzgün bacakları bu eve gelin geldiğinde her insan gibi yürümeyi beceriyordu.

Küçük kız üç yaşlarındayken bir gece kocası tarafından ayağından vurulmuştu.

“Evet.” dedi içi yana yana. “Boya sürdüm yine.” Bakışları çocuğun çıplak ayaklarına kayarken “Üşüdün mü sen?” dedikten sonra elindeki çakmağı bir kere daha çakıp gazete parçasını tutuşturdu. Sobanın içine atıp kapağını kapatırken köşede, iç içe sokulmuş çorabın yanına doğru ilerledi.

Allah korusun, çocuk bir hasta olursa atlatamazdı. Kocası olacak herif avladı ölüp gitse yine de hastaneye götürmezdi.

Çocuğun oturduğu yere gelip dizlerinin üzerine çökerken “Yakışmıyor.” Dedi küçük kız. Söylediği şeyden utanmıştı ve bundan dolayı yanaklarına hafif bir kızıllık yayılmıştı. O yaralar geçtiğinde sarı lekeler kalıyordu ve Arzu o zaman annesini daha güzel buluyordu. Bembeyaz tenindeki mavi gözleri ışıl ışıl parlıyor ve küçük kız da annesine hayran hayran bakıyordu.

Ne yazık ki bu günler çok uzun sürmüyordu çünkü annesi yine boya sürüyordu. Neden sürüyordu ki? Mor boyalar olmadan daha güzeldi.

Kadın, küçük kızının ayağını kendisine doğru çekip okşarken “Küçükler anlamaz, büyüyünce anlarsın.” dedi. Kızının da biraz büyüdükten sonra bu muameleye maruz kalmasından korkuyordu. Tek duası, amacı kızının başına bir şey gelmeden bu evden uzaklaştırmaktı.

İki küçük, pembe çorabı da kızının ayaklarına geçirirken küçük parmağın denk geleceği kısımdaki yırtıklar içinin cız etmesine sebep oldu ama Arzu bunu da fark etmemiş yine ayaklarını kendine çekmişti. Tıpkı annesinin gözleri gibi olan mavi gözleri, dizlerine dayadığı resim defterindeyken “Kedi çizmek istiyorum ama” deyip çaresizce annesine baktı. “Beceremiyorum.”

“Yaparsın kızım.” dedi neşeli çıkarmaya çalıştığı bir sesle. Dışarıdan gelen kapı sesiyle yerinde doğrulurken “Sen çıkma buradan.” deyip yine topallayarak kapıya doğru gitti. Küçük kız ise çoktan önündeki resim defteriyle ilgilenmeye başlamıştı.

Salondan gelen gürültü seslerine kulağını takarken yüzündeki gülümsemeye inat gözünden akan yaşlar, önündeki kağıdı ıslatıyordu. Küçük bedeni elektrik akımına kapılmış gibi titrerken “Soğuktan.” diyordu ince sesiyle.

Günler bir su gibi geçerken evdeki huzursuzluk devam ediyor, evin diğer çocuğu olan Aslan da babasına özenmeye başlıyordu. Evde küçük çaplı terörler estiriyor, bazı zamanlarda da annesine el kaldırıyordu. Daha hiç vurmamıştı ama vurmaya yeltenmesi bile kadını günden güne çökertiyordu.

On yedi yaşındaki oğlundan dayak yiyecek olması çok zoruna gidiyordu.

Yine bir gece küçük kız üstüne örtülen ince yorganın altındayken salondan gürültü sesleri geliyordu. Kalbi korkuyla çarpsa da odadan dışarı çıkıp ne olduğuna bakamıyordu. Yorganı daha da üstüne çekip kendini saklamaya çalışırken gözlerinden küçük damlaların akmasına mani olamıyor “Soğuktan.” deyip gülümsemeye çalışıyordu.

Ağlamayı hiç sevmiyordu ama korkuyordu annesine bir şey olmasından.

Dışarıdan gelen kapı çarpma sesiyle içine derin bir soluk çekti. Gitmiş olmalılardı. Babası gittiyse belki bugün annesiyle uyuyabilirdi.

Küçük, ağlamaktan gerginleşen yüzü küçük bir tebessüme ev sahipliği yaptı.

Bazı zamanlar karanlıktan çok korkuyor ve annesiyle yatmak istiyordu. Babası anında araya girip “Bizim geceleri ananla işimiz oluyor.” deyip pis bir şekilde gülüyordu.

Küçük kız ne işleri olduğuna anlam veremese de sadece başını sallıyor, başka da bir şey demiyordu.

Bulunduğu odanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldığından olduğu yere daha çok sokuldu. Kimin içeri girdiğini bilmiyordu.

“Arzu?”

Arzu ismini seslenen annesini duymasıyla içine derin bir nefes çekti. Başına kadar örtülü olan yorganı ağır ağır aşağı çekip biraz uzağında kalan annesine baktı.

“Sakın dışarı çıkma, bu odadan ayrılma.” diyen kadın kapıdan çıkarken küçük kız bir duvara bir de annesinin elindeki şeye baktı.

Yıllardır duvarda asılı duran tüfek annesinin elindeydi. Ne yapacaktı ki onunla? Niye oradan indirmişti?

Açılan kapı tekrar kapandığında bu sefer küçük bedenini doğrultup oturur vaziyete geçti. Annesi her gün sarı saçlarını iki tarafından örerdi ama bugün örmemişti. Dağılmış saçlarının bir kısmı gözünün önüne geliyor ve kaşınmasına sebep oluyordu. Gözleri dedesinin resminin yanındaki boş duvarda takılı kalırken küçük aklı bir şeyleri hissetmiş gibi yerinden kalkıp dışarı çıkmasını istiyordu. Ama annesi çıkma demişti. Çıkarsa kızardı belki.

Küçük ellerini dizlerinin üstüne yaslayıp boş duvarı izlemeye devam etti.

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu ama onu kendine getiren şey tüm evin içinde yankılanan patlama sesiydi. Korkuyla yerinden sıçrarken küçük bir çığlık atmış, gözleri kocaman açılmıştı. Evde patlayan sesin yankısı kulaklarını tıkarken hızla oturduğu yerden ayaklandı. “Anne?” diye bağırdı kapıya doğru yürürken. Ayaklarının altındaki beton buz gibiydi ama bunu bile hissetmiyordu.

Annesi neden ona cevap vermiyordu?

Küçük elleriyle kapının kulpuna yüklenip açarken adımları iyice ağırlaşmıştı. Salonun turuncu ışığı yanmasına rağmen etrafta kimse yoktu. “Anne?” diye seslendi tekrar. Bu seferki seslenişinde sesi titremişti. Annesinin babasıyla beraber uyuduğu odanın kapısına gelirken tekrar “Anne?” diye seslendi.

Tahta kapının kulpunu aşağı indirmeye çalışsa da bu sefer başarılı olamamıştı. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarını ıslatırken “Anne?” diye bağırıyor ama ne kapıyı açabiliyordu ne de annesinin sesini duyabiliyordu. Birinden yardım istemek için dış demir kapıya doğru çıplak ayaklarıyla koşturdu. Kenardaki terlikleri bile ayağına geçirmeyi unutmuş, kendini buz gibi havaya bırakmıştı. Kapıyı arkasından kapatıp buz gibi asfalta basarken korku tüm bedenindeydi.

“Yardım edin.” dedi ince sesiyle ama nereye gideceğini bilemiyordu. Sağına soluna baktı defalarca kez. Tüm evlerin ışıkları kapalı, dışarıda kimsecikler yoktu. “Yardım!” dedi olduğu yere, dizlerinin üzerine çökerken. Evlerinin kapısı kapanmış, kendisi de dışarıda kalmıştı.

“Anne!” diyerek olduğu yerde top gibi küçücük kalırken “Beni bırakma.” dedi son kez.

Annesini kaybetmişti. Annesi onu bu hayatta yalnız bırakmıştı.

Annesi intihar etmişti.

-----------------

GÜNÜMÜZ

Geçmişi anımsamasıyla gözünden bir damla yaş ağır bir hareketle yatağına düştü. Kalbi acıyor, ruhu sıkışıyordu. İçten içe keşke daha fazla içseydim dedi. Alkolün etkisi yavaş yavaş kendini geri çekerken yerine büyük bir enkazı bırakıyordu.

Mert hala burada, gözleri kızın üzerindeydi.

“Aşk sanmıştım.” Dediğini duydu adamın ama yine de gözlerini penceredeki ışıklardan ayırmadı. Canı öyle çok yanıyordu ki acısını tarif edemiyordu. Tüm bastırdığı acıları bir gecede gün yüzüne çıkarmış gibiydi.

“Değilmiş…” Genç kadın duyduğu kelimeye karşın yine tek kelime etmedi. Ne diyecekti? “Sevdaymış…” Bu sefer gözleri bir an adama dönecek gibi olsa da zorla kendisine hakim oldu. Onu burada, yanında istemiyordu.

Üç yıl önce kendisine verdiği nefreti devam ettirmek istiyordu.

“İmkansızmış. Çoktan bitmiş.”

Yine umursamadı. Umursamamak için büyük bir uğraş verdi.

Aklını Mert’in sesinden uzaklaştırırken az önce aklına düşen anı geri gelmişti. Gözünden süzülen yaşları karanlıkta Mert fark etmiyordu ve kadın da bundan oldukça memnundu. Bugün yeterince güçsüz gözükmüştü zaten.

İçten içe “Hayır!” dedi. Aklındaki cümleler kalbini yaralıyordu. “Bana yaşatılanı sana yaşatamam, seni yalnız bırakamam.” deyip Umut içine sokmak istiyormuşçasına kollarını sıktı. Sadece kendi oğluydu.

Kendisine yaşatılanları ona yaşatamazdı. Aynı acıları onun çekmesine izin vermezdi.

Vermemeliydi ama aklına mukayyet olamıyordu.

O kadar yıkılmış hissediyordu ki son darbeyi Barış denen herif vurmuş gibiydi.

Yalan söylüyor olmalıydı değil mi? Yalan söylüyordu.

Tıpkı yıllar önce annesinin söylediği yalanlar gibi yalan olmalıydı.

Mert’e cevap vermemesi üzerinden ne kadar geçmişti bilmiyordu ama göz ucuyla onun odadan çıktığını görmüştü. Adamın gözlerinde gördükleri kendisini iyi hissettirmiyordu. Nasıl yıllar önce ona güvenmesini istemişse yine aynı şekilde bakıyordu ama bir insan bir hataya bir defa düşerdi. Barış’ın dedikleri doğru olmamalıydı. Aklını koruması için doğru olmaması lazımdı.

Ama peki o gördüğü dosyalar neydi? Hepsini rastgele hazırlamış olamazlardı. Hem Semih de oradaydı. Adamın söyledikleri yalan olsaydı Semih gerçekleri söylemez miydi? Kafayı yiyecek gibiydi. Semih de ona yalan söylemişti!

Neden yalan söylemişti ki? Ona güvenmiş, çoğu zaman oğlunu emanet etmişti. Aptaldı.

Güvenmemesi gerektiğini kaçıncı defa öğrenmesi gerekiyordu?

--------------

20 YIL ÖNCE

Küçük kız annesini ölümüyle iyice sessizleşmiş, içine kapanmıştı. Geçen iki yıl boyunca evden kaçabildikçe okuluna gidiyor, derslere katılmaya çalışıyordu ama babasıyla abisi bunu öğrendiğinde bir sürü azar işitiyordu. Ara sıra yediği dayaklarla küçük bedeni bitap düşüyor, günlerce ayağa kalkamıyordu.

Annesinin ilk öldüğü zamanlar kapının aralığından “Götürsünler yetimhane mi neresiyse! Bakamam ben kız çocuğuna!” dediğini duymuştu babasının. Duyduğu cümle karşısında hiçbir şey hissedememişti. Hem belki iyi olurdu dedikleri yere giderse.

Daha sonra abisinin o gevşek sesini duymuştu. Tıpkı babası gibi o da her gece içerek eve geliyordu. “Baba sen salak mısın? Seneye aşağıdaki konfeksiyona ayakçı olarak sokarız. Eve para getirir, bir işe yarar.”

Küçük kızın duyduklarıyla aklı karışırken içten içe de konfeksiyonun ne olduğunu düşünüyordu. İyi bir şey miydi?

O gün duyduğu konuşmalardan sonra iki yıl geçmişti. Sekiz yaşına giren çocuk ara sıra kadınların çalıştığı yerlere gitmeye başlamıştı. Küçük bedeni hem okulu hem de işi kaldıramıyor, akşam olunca yorgun düşüyordu fakat babası ve abisinin eve getirdiği erkek arkadaşları korkusuyla uyanık kalmaya çabalıyordu.

Ne olduğunu bilmiyordu ama içgüdüsel olarak bunu hissediyor, uyumamaya çalışıyordu.

Son zamanlarda babası akşam adam akıllı dinlenmesine de izin vermemeye başlamış, getirdiği içki, meze gibi şeyleri hazırlaması için görevlendirmişti onu. O pis adamların yanına girmek istemese de karşı çıkamıyor, hazırladığı tabakları ortaya attıkları tahta bir masanın üzerine koyuyordu.

Bugün ise babasının eve gelmemesini fırsat bilmiş, soğuk odanın içindeki yorganın altına girmişti. Karnı açtı ve çok üşüyordu ama bunları bile düşünecek durumda değildi çünkü çok yorgundu.

Zaten dolapta da yiyecek bir şey olduğunu sanmıyordu. Alışmıştı.

“Ulan Arzu!” diye bağıran abisinin sesini duymasıyla bulunduğu odanın kapısının da açılması aynı anda gerçekleşti. On dokuz yaşındaki genç, küçük kızın aksine siyah bir saça ve siyah gözlere sahipti. Gencecik olmasına rağmen içtiği içkilerin etkisinden midir nedir bilinmez büyük göbeği ortaya çıkmıştı. “Kalk lan! Yatmış bir de.” deyip içeri girdi. Arkasından adını bilmediği ama birkaç kez abisinin yanında gördüğü biri daha girdi. Abisinden biraz daha büyük duruyordu.

Yorganı üzerinden atarken “Efendim.” dedi ince sesiyle. Altında ince çiçek desenli bol bir pantolon, üzerinde de pembe bir kazak vardı.

Abisi Aslan, elindeki poşetleri kızın eline tutuştururken “Hazırla şunları! Hadi! Daha duruyor musun?” deyip kızı kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru itekledi. Küçük kız kendinden daha ağır olan poşetleri sıkıca kavrarken yere düşmemek için arkadaki adamın koluna tutundu.

“Aslan sakin olsana. Kız düşecek.” dedi adam kızın kolunu tutmasına bir bakış atarak.

Arzu elini hızla çekip mutfağa geçerken son olarak o adamın “Güzel kardeşin varmış.” dediğini duymuştu.

Arzu hızlı hızlı abisinin verdiği poşetteki yiyecekleri tabaklara koyarken bir an önce bu gecenin bitmesini diliyordu. Evde bir başkası olunca rahat edemiyor, anlamsız bir şekilde huzursuzlanıyordu. Hatta kapısını kilitlemek istiyordu ama kapının anahtarı diğer odanın duvarında asılı olduğundan ulaşıp alamıyordu.

Her an tetikte bekliyordu bir şey olacakmış gibi.

Saat dokuza doğru gelirken abisi için masayı hazırlayıp diğer odaya geçmişti. Arzu’nun şu an girdiği oda iki yıl önce annesinin kendisini kafasından vurduğu odaydı ama kızın kafası yine bir şeyleri yok sayıyordu. Annesi burada ölmemişti ki.

Ölmemişti değil mi?

Burada ölseydi odaya giremezdi ama o giriyordu. Ölmemişti, sadece uzaktaydı. Daha sonra gelip kendisini de götürecekti.

Küçük aklı onu böyle kandırmasa eğer daha da kötü hale düşecekti. Beyninin onu kandırmasına izin veriyordu. Zar zor mırıldanarak uykuya daldığında ne kadar geçtiğini bilmediği bir süre sonra diğer odadan gelen gülüşme sesleriyle gözlerini açtı. İlk birkaç saniye kendine gelmek için yumruk yaptığı eliyle gözlerini ovaladı. Tuvaletinin geldiğini fark edince yavaşça yerinden kalktı. Kapıyı açıp koridorun diğer ucundaki tuvalete gitmek için parmak uçlarına basıyordu. Çok ses çıkarıp kimsenin ilgisini çekmek istemezdi.

Diğer odanın kapısının önünden geçmesi gerekiyordu. Aklından acaba sabaha kadar tutabilir miyim, diye geçirse de bunu beceremeyeceğini biliyordu. Eğer ki altına ederse bu sefer gerçekten sağlam bir dayak yerdi.

Oldukça sessiz bir şekilde kapının önünde geçeceği vakit “Arzu?” dediğini duydu bir erkek sesinin. Dişini dudaklarına geçirip odaya doğru dönerken gözlerini içeride dolaştırdı. Abisi yoktu. Nereye gittiğini merak etmedi. Çekingen bakışlarla içerideki adama bakarken “Gelsene buraya.” dedi genç adam.

Küçük kız sakin bir adımla odaya girerken karnından gelen guruldama sesiyle yanaklarına büyük bir kızıllık yayıldı. Karşısındaki adam gür bir kahkaha atmaya başlayınca yanaklarındaki ısı daha da arttı.

Çok utanmıştı.

“Aç mısın?” diyen herif gözlerini kısarak karşısındaki çocuğa baktı. Çok küçüktü. Çenesinin ucuyla önündeki döneri gösterip “İster misin?” diye sordu bu defa.

Küçük kız olduğu yerde yutkunurken göz ucuyla dönere baktı ama çok oyalanmadan tekrar karşısındaki adama döndü. Büyük elleriyle çenesindeki sakalları okşuyordu.

O kadar açtı ki belki de ilk defa birinin ona iyilik yapabileceğini düşündü. Yutkunarak “İsterim.” dedi sadece. Daha çocuk olmasına rağmen birinden bir şey istemek o kadar gururunu kırmıştı ki kendisini şimdiden kötü hissediyordu.

Karnı tekrar guruldayınca adam yine güldü. Kızın utanması daha da hoşuna gidiyordu. Eline aldığı döneri gösterip “Gelip al.” dedi. Kız adım atmak için tereddüt etse de adamın gülen yüzü ilgincine gitmişti.

İlk defa biri ona gülüyordu.

Yüzünde yer alan küçük bir gülümsemeyle adama yaklaşıp dönere doğru elini uzattı ama adamın döneri biraz geri çekmesine karşın kaşları çatılmıştı. Onunla dalga mı geçiyordu?

“Ama” dedi adam pis pis kızın vücuduna bakarak. “her şey karşılıklı olmalı değil mi?”

Arzu bir adım gerilerken tüm bedeni korkuyla titreyecek gibiydi. Titreyen sesiyle “Ne istiyorsun ki benden?” deyip adamın önündeki içki şişesine baktı. “Yenisini mi getireyim?”

Adam yine güldü. “Hayır.” dedi iğrenç gülüşlerinin arasında. Küçük kız ilk defa abisinin evde olmasını istedi. Genç olduğu yere daha da yayılırken işaret parmağıyla boynunu gösterip “Buradan öpmeni istiyorum sadece.” dedi. Arzu’nun adımları iyice gerilerken bir an önce bu odadan çıkıp gitmek istiyordu. Yerinden kalksa onu yakalaması on saniyesini almazdı ama yine de küçük çocuk kendini kurtarabileceğini düşünüyordu.

Adamın yüzüne son defa bakıp arkasını döndü ve koşarak az önce çıktığı odasına girdi. Altına işeyecek olması bile umurunda değildi. Kafasını yastığına bastırıp boğuk boğuk ağlarken çok ses çıkarmamak için sessizce “Anne!” diyordu. “Anne. Gel, lütfen. Acıktım!”

Bir daha açlıktan ölecek hale de gelse kimseden bir şey istemeyecekti.

O gün sabah olduğunda korkudan yerinden kalkamamıştı. Altındaki döşek ıslaktı ve babasının bunu fark etmesi uzun sürmemişti. İlk başta tokta atacağını sanmıştı ama adam o kadar çok delirmiş gibiydi ki elindeki yanan sigarayı acımasız bir şekilde omzuna bastırmıştı. Sigaranın ucu kazağı delip küçük bedeni kavururken, küçük kız sadece dişlerini birbirine bastırmış tek bir ses çıkarmamıştı.

-----------------------

GÜNÜMÜZ

“Anne, anne!”

Duyduğu sesle beraber transtan çıkmış gibi kendine gelirken neredeyse hıçkırarak ağladığının farkında değildi. Tüm yastık neredeyse sırılsıklam olmuştu. Omzu sarsılıyor tıpkı geçmişteki gibi dişlerini birbirine bastırarak sesini çıkartmadan ağlamaya çabalıyordu.

Oğluysa uyanmış, dizlerinin üzerinde kendine sesleniyordu.

“Efendim bebeğim.” Dedi kısılan sesiyle. Hızla yerinden doğrulup koluyla gözlerini temizlerken kendine gelmeye çalışıyordu. Geçmişte kalan şeyleri gün yüzüne çıkarmak bir şey kazandırmazdı.

“Çiş.” diyen küçük çocuk annesinin acısını hissetmiş gibi ellerini Arzu’nun boştaki elinin üstüne kapatmıştı. Siyah gözlerini annesinden ayırmazken küçük dişleriyle gülümsemeye çabaladı.

“Tamam bebeğim.” deyip elindeki küçük ellerini üzerine küçük birer öpücük kondurdu. Akşamki kadar kendini sarhoş hissetmese de ağzında pis bir tat vardı. Güneş çoktan doğmuş, tüm odayı aydınlatmıştı. Umut artık bu saatten sonra uyumayacağından çocuğun eşyalarını toplayıp kendi evine geçmeliydi.

Yatağın ucuna gelip ayaklarıyla yere basarken içine derin bir nefes çekmiş, ayağa kalkmıştı. “Anne?”

“Efendim.” derken çocuğu da belinden kavramış yere ayaklarının üzerine koymuştu. Eliyle küçük eli sıkıca kavrarken bir adım atmasıyla çocuğun dediği tüm şeyler bir uğultu gibi gelmeye başlamıştı kulağına. Gözlerini odanın içinde dolaştırmasıyla tüm görüntü buğulanırken Umut’un elini bırakıp çocuğu iteleyerek kendinden uzaklaştırmaya çalıştı.

Bedeni yere doğru düşerken tek istediği çocuğun üzerine düşmemiş olmaktı.

Geçen beş dakikanın ardından kapıda beliren Mert olduğu yerde kalakalmış, sadece içeriye bakıyordu. Barış, Mert’in duraksadığını fark edince hızla yan tarafından içeri baktığında manzarayı görünce bir an duraksasa da anında içeriye doğru adımlamıştı. Soğukkanlı olmak şu an için en önemli şeylerde biriydi ve bu soğukkanlılığı Mert’in sağlayamayacağını biliyordu.

Yatağın ucuna gelip yere doğru eğilirken Umut hala “Anne!” diye ağlıyor, küçük eliyle de genç kadının bluzunu yukarı doğru çekiştiriyordu. Barış eğilip çocuğu kucaklarken bile Umut annesinin bluzunu bırakmamış, sıkmaya devam etmişti. “Hala! Debina!” diye seslendi arkasını dönmeden.

Mert’in “Kendine bir şey mi yapmış?” diye kısık bir şekilde mırıldanmasını duymuştu ama ona cevap verecek zamanı yoktu.

Barış çocuğun elindeki kumaşı asılıp bıraktırırken yaşlı kadın da yanına gelmiş, çocuğu almak için Barış’a doğru uzanmıştı. Barış aceleyle çocuğu Debina’ya verirken “Çıkar onu buradan.” demişti. Dizlerinin üzerine otururken bir yandan da gözleriyle kızın bedenini kontrol ediyordu. Herhangi bir kesiğin varlığını araştırırcasına bakarken iki parmağını da boynuna bastırmıştı.

Mert’in çaresizce “Nabzı atıyor mu?” dediğini duysa da bir süre sessiz kalmış, elini kızın boynundan çekmemişti.

Sonunda nabzının attığını ve atım sayısının da normal olduğunu anlayınca içine derin bir nefes çekti. Az önce salonda Mert’in dediği şeylerle bir an kızın gerçekten de intihar ettiğini düşünmüştü. Buna pek ihtimal vermese de kızı bir anda öyle görmüş olması kendisini de şaşırtmıştı.

“Bayılmış yüksek ihtimalle.” Arkasında duyduğu adım seslerini umursamadan küçük kadını kucağına alırken Mert “Hastaneye götürelim.” dedi.

Genç adamın bir anda yaşadığı korku, hayattan silinmiş gibi hissettirmişti.

Onu kaybettiğini sanmıştı.

“Hayır.” Dedi yine büyük bir soğukkanlılıkla Barış. “Çocuk da korkmuş zaten iyice korkutmaya gerek yok. Lazım olursa bizim birimden bir doktor çağırttırırım ben.” Deyip Arzu’yu ağır bir hareketle yatağın üzerine bıraktı. Mert aceleyle yatağın yanındaki komodinin çekmecesinden bir kolonya çıkartırken hareketleri hala tutukluydu. Korkusu hala geçmemişti.

Eline bocaladığı kolonyayı kızın burnuna tutarken Barış, ikisinin yatak odasında bulunmaktan dolayı biraz çekinerek “Sen ayılana kadar dur yanında. Ben Umut’un yanına gideyim.” dedi. Mert adamı sadece başıyla onaylarken ne dediğini bile anlamamıştı. Bir eliyle burnuna kolonyayı tutarken diğer eliyle de genç kadının saçlarını okşuyordu.

Akşamdan beri kendini o kadar dağıtmıştı ki kadının bu hali Mert’i daha da çıkmaza sokuyordu. Genç kadının yanına uzanıp kollarının arasına almak, onu düşüncelerindeki tüm kötülüklerden korumak istiyordu ama buna izin vermezdi.

“Atlatacağız. Elimden gelen her şeyi yapacağım.” Diye fısıldadı. “Yanında ben olmasam bile seni bu mücadeleden sapasağlam çıkartacağım.

🌌

OY VERİP SATIR ARALARINIZA YORUMLARINIZI BIRAKMAYI UNUTMAYIN❣

Bu bölümde ben bir şey sormayacağım. Siz buraya neler hissettiğinizi, düşündüğünüzü yazın <3

 
KENDİNİZE İYİ BAKIN❤

Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

693K 34.2K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
216K 7.4K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
104K 3.3K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
75.9K 4.7K 21
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...