love talk

By rainbaz

529K 37.5K 32.3K

Burada bir kucak sana adandı. [omegaverse au!] [texting + düzyazı] düzyazı ağırlıklı More

love talk
#1
#2
#3
#4
#5
#6
#7'
#8
#9'
#10'
#11'
#13'
#14'

#12'

35.5K 2.2K 1.7K
By rainbaz







•••


Marketin içinde Jungkook benim için bir şeyler alırken ben sadece yanında duruyordum. Yanaklarım kıpkırmızıydı. Ayakta duramayacak kadar ağır kasık ağrıları ile cebelleşiyordum. Başımda garip bir ağrı vardı. Nefesim kesik kesikti. Kalbim göğsümü ağrıtacak kadar sert atıyordu.

"Bebeğim bak bana," Yanağıma yaslanan sıcak avuçları hissettim. "Taehyung, bana bak." Odağını kaybetmiş gözlerim alfanın parlak gözlerine tutundu.

"İyi misin güzelim?"

Başımı salladım ama Jungkook ikna olmamış gibiydi, belime sardığı kollarını sıklaştırdı. İçimde başımı boynuna gömmemi isteyen bir dürtü git gide büyüyordu. Teni sıcacıktı. Daha fazla etkilenmemem ve eve gidene dek daha da zor bir durumda kalmamam için feromonlarını yaymayı kesmişti. Ama ben istiyordum. Alfanın feromonlarını içime çekmeyi, Jungkook ile ilgili her şeyi içimde tutmayı istiyordum.

Tüm bedenim uyuşmuş gibiydi. Her saniye bedenimin her bir zerresine aynı anda iğne batırılıyormuş gibi hissediyordum. Kasıklarımdan başlayan sızı parmak uçlarımda dahil tüm bedenimi kapladığında Jungkook'un omuzlarına tutundum.

Kızgınlık herkes için bu kadar acı verici miydi yoksa ilk kızgınlığım olduğu için mi bu denli zorlanıyordum bilmiyorum ama katlanması zor bir acı çekiyordum.

"Bacakların mı ağrıyor?" Birbirine sürtünen bacaklarımı orada hissettiğim bir ağrıya yormuştu ama nedeni bu değildi. Bacaklarım arasındaki sızı yüzünden çok zorlanıyordum.

"Hayır." Titrek nefeslerim arasından mırıldandım. "İyiyim."

Kasaya ulaştığımızda Jungkook'un kolları etrafımdan çekildi. Onu iyi olduğuma ikna etmem biraz zor olmuştu ama etrafıma sardığı kollarının ya da sadece yanımda duran bedeninin bile beni tahrik ettiğinin farkında değildi. Bu durum beni daha çok zora sokuyordu.

Sırada birkaç kişi vardı. Kasiyer sarı saçlı yaşça genç duran bir omegaydı. Ayakta duracak gücü kendimde bulamayınca bir yere yaslandım. Jungkook işini bitirene dek sakinleşmeye çalışıyordum. Ama yeniden kafayı yiyecek raddeye gelmem zor olmadı. Sarışın omeganın feromonları benim bile alabileceğim seviyede arttı. Gözlerini süzerek kirpiklerinin altından Jungkook'a bakıyordu.

Aptal değildim, flörtleşmeye çalıştığını fark etmiştim ama elimden yumruk yaptığım ellerime tırnaklarımı geçirmekten başka bir şey gelmedi. Jungkook'un sırtı bana dönüktü, arada sırada bana dönüyor iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. Gözlerindeki endişeyi yok sayacak kadar kıskançlıkla dolmuştum. Omegam ufacık bir şeyi bile büyüttü, tırnaklarını acımadan ruhuma geçiriyordu.

Jungkook açısından hiçbir hayal kırıklığına uğramasam da oturup hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Kızgınlığa girmenin böyle bir etkisi de var mıydı?

Aldığım nefesi zorlukla verirken yaslandığım yerden ayağa kalktım, boğuluyormuş gibi hissediyordum. Dışarı çıkıp hava almak bana iyi gelebilirdi. Aramızda onu sahipleneceğim ya da kıskanınca ona yakın davranıp onunla flörtleşen kişiyi uzaklaştıracağım türden adı konulmuş bir ilişki yoktu. Hem ben kıskanınca üzülüp kendi kabuğuma çekilirdim.

Üzerimden ayrılmayan gözleri bendeki tuhaflığı sezse de o an için bir şey söylemedi. Ona dışarıda bekleyeceğimi söyledim. Omeganın her saniye artan feromonları sinirimi bozuyordu. Tanrı aşkına, benim feromonlarım bile yoktu. Kızgınlıkta olmama rağmen hem de. Kendimi sürekli eksik hissetmekten alıkoyamıyordum.

O gün, basketbol sahasında bilinçsizce yaydığım feromonlarımı hatırladım. Başka omegalar bunu kolayca durdurup kontrol edebilirlerken ben yapamıyordum, istediğimde de ortaya çıkmıyordu.

Eve gidip biraz araştırmıştım ama pek bir sonuç aldığım söylenemezdi. Olmuyordu işte. Kurdum tamamen iyileşmiyordu, yıllardır baskılanıp anında normal bir kurda dönüşeceğimi düşünmüyordum ama yorulmuştum. O ilaçları kullanmayı bırakmak beni güçszüleştirmişti. En basitinden çok daha çabuk üşüyordum. Burnum da defalarca anlam veremediğim bir şekilde kanamıştı. Marketin hemen yanında bir sinema salonu vardı. Girişe asılan tabelaya gözlerim takılsa da kollarımı göğsümde birleştirip camın arkasında duran Jungkook'u izlemeye başladım.

Kız bir şeyler söylese de Jungkook'un ilgisi onda değil gibiydi. Sonunda, Jungkook elinde tuttuğu paketlerle dışarı çıkmak için harekete geçtiğinde bileği omega tarafından kavrandı, dudaklarımı dişledim. Vereceği tepkiyi merak ediyordum. Ben etrafında değilken nasıl biriydi öğrenmek istiyordum.

Bu mesafeden hafifçe çattığı kaşlarını görebiliyordum. Omega bir şeyler söylediğinde Jungkook hafifçe gülümsedi. Gülümsemenin ne kadar içten olup olmadığı o an umrumda değildi. Kıskançlıktan aklım allak bullak olmuştu. Kalbim sıkışırken bakışlarımı kaçırdım. Biriyle konuşabilirdi, biriyle gülüşebilirdi de. Onu bana bağlayan hiçbir şey yoktu ki zaten. Ona omegamı ortaya çıkarma konusunda bana yardımcı olmasını söylerken emrivaki yapmış gibi hissediyordum. Ondan böyle bir şeyi istemem doğru değildi. Kimse bana bunu borçlu değildi.

Kaçırdığım dolu bakışlarımı yeniden onlara çevirdiğimde bu omeganın elinden bir kağıt parçasını alan Jungkook ile karşılaştım. Numarasını mı vermişti? Sertçe esen rüzgar saçlarımı iyice birbirine kattı. Birkaç saniye sonra marketin kapısı aralandı. Jungkook birkaç büyük adımla yanıma geldiğinde üzerimdeki ceketini çıkardım. Ben ona ait hissetsem de o bana ait değildi.

"Eve gideceğim." Hırkayı avuçları arasına bıraktığımda hemen eve gitmeyi ve içim çıkana kadar ağlamayı planlıyordum.

"Ne oldu?" dediğinde dolu gözlerimi görmesin diye başımı yerden kaldırmıyordum.

O böyle yumuşacık sesiyle bunu sorduğunda dudaklarım birazdan ağlamaya başlayacakmışım gibi büzülmüştü. Biri size ağlarken neden ağladığınızı sorduğunda daha çok ağlamak gibiydi. Hassasiyetim ve duygularımın dengesizliği ile başa çıkabilecek kadar güçlü değildim.

"Bebeğim, kaldır başını." Sol eli çeneme yaslandı, hafif bir baskı ile başımı kaldırmamı sağladı. Karşılaşmayı beklediği şey dolu gözlerim olmamalıydı ki çehresini kaplayan şaşkınlıkla aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi yok etti. "Taehyung," Sesi şefkatle doluydu, çenemde duran baş parmağı nazikçe tenimi okşadığında hıçkıra hıçkıra ağlamamak için omuzlarımı kasıyordum. Ayakkabılarımızın ucu birbirine değene dek yanaştı. "Sorun ne bebeğim? Bir yerin mi acıyor?"

"Ben," Dolu gözlerim yüzünden ıslanan kirpiklerimi kırpıştırdım. "Sadece eve gitmek istiyorum."

"Biri bir şey mi yaptı?" Gözleri tek tük insanların geçtiği yolda, yolun hemen karşısında duran çocuk parkında gezindi. Bedenimde bir sorun arar gibi gezinen bakışlarının ağırlığı yüzünden yerimde kıpırdandım.

"Hayır." Kaşlarım hafifçe çatılırken sinirle ona bakmıştım. İşin varsa gidebilirsin."

"Ne işi?"

Omuzlarımı silkip bakışlarımı markete çevirdim. Gözleri neyden bahsettiğimi anlamak için kısıldı. Anlaması öyle uzun da sürmedi. Dudakları kıvrılır gibi olduğunda sinirden dişlerimi sıkıyordum. Onu kıskandığımı fark ettiğinde bana dünya üzerindeki en tuhaf şey buymuş gibi baktı.

"Taehyung sen gerçekten-?"

"Ona numaranı verdin." Yüzümdeki öfke onu etkilemiyor gibiydi. Bana karşısında ona tatlı tatlı bir şeyler anlatıyormuşum gibi bakıyordu.

"Hayır, sadece bizim için bunları aldım." Kotunun arka cebinden çıkardığı iki biletine bakarken iç çektim. Belli ki yine kendi kafamda kurup oynamıştım. "İlk buluşma için açık hava sineması uygun mu bilmiyorum ama," elini ensesine atıp oradaki saçları çekiştirdi. O sevimli sevimli gülümserken göğsüm hızla inip kalkıyordu.

"Uygun." dedim hızlı hızlı.

Parmak uçlarımda yükselip saçlarının arasına bir öpücük kondurdum aceleyle. "Öpücük, üç." Jungkook bana yine bir mucizeymişim gibi baktı. Bana yeniden hırkasını giydirirken çıkardığım için canı sıkkın gibiydi. Kapüşonlu hırkayı kafama kadar çekiştirip bir de şapka kısmındakı ipleri iyice çekiştirdi. Kendi evime gitmek için ısrarda bulunsam da Jungkook izin vermedi. Eve dönüş yolu daha kısa sürmüştü. Yan yana yürürken huzurluydum. Kasıklarımın ağrısı azalmıştı ama hâlâ tüm bedenim uyuşmuş gibi hissediyordum. Jungkook'un daha yakınında durma isteğimi bastıramıyordum. Sanki büyük bir güçle yanımda yürüyen bedene itiliyordum.

Birkaç adım arkamda kalan bedene döndüm. Bir fotoğrafımı çekmişti, daha çok forma numarasının yazılı olduğu hırkanın içinde kaybolan bedenimin bir fotoğrafını çekiyordu.

Yeniden adımlarımız birbirine denk olduğunda "Şimdi feromonlarımı alabiliyor musun?" diye sordum. Bu konu epey canımı sıkıyordu.

"Taehyung bunu bu kadar dert etme." İçimi rahatlatmak için söylediğinde yorgunlukla omuzlarımı düşürdüm. Kendimi kötü hissetmekten alıkoyamıyordum. Bir şekilde eksik gibiydim. Her zamanki gibi kusurlu olandım.

İçime yerleşen derin hüzünle iç çekip bakışlarımı yeniden yere düşürdüm. Ağzımı açıp tek kelime edersem bir çocuk gibi omuzlarımı titrete titrete ağlayacağımı bildiğimden sessiz kaldım.

Üzülüyordum. Alfa ben mutsuzken ya da endişeli hissediyorken feromonlarını etrafıma sarıp beni rahatlatabiliyordu. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Ama ben bunu yapamıyordum.

Düşüncelerim beni bir girdap gibi içine çekti. O an öyle hassas hissediyordum ki saçlarının kokusunu burnuma getiren rüzgar bile beni ağlatabilirdi. O an olumsuz olan her şeydim. Kızgınlığa girmekten nefret etmiştim.

Dalıp gittiğim için adımlarım yavaşladı. Bacaklarımın ağrısı da gittikçe artıyordu. Göğüs uçlarım canımı yakıyordu. Tişörtüm her tenime sürtündüğünde ürperiyordum. Yeterince üzgün değilmişim gibi iyice arzularım tarafından yönetilmeye başlamıştım. Kasıklarımdaki iğne ucu darbeleri asla kesilmiyordu.

Kurtlarımız yüzünden cinsellik neredeyse hayatımızı ekseninde geçirmemiz gereken bir kavrama dönüşüyordu, Jungkook'un buna nasıl dayandığını merak ediyordum. Kızgınlığa girmekten gerçekten nefret etmiştim.

Adımlarımın yavaşladığını, arkasında onu takip eden ufak tefek bir şey olmadığını fark ettiğinde o da yavaşladı, ne düşündüğümü biliyormuş gibi hiç konuşmadı. Ama bir an için elime sürtünen elini hissettim. Serçe parmağını benim parmağıma doladı, nefesimi düzene sokmam birkaç adım sürdü. Ne yapacağımı bilemediğim o anda ona dönmedim. Serçe parmağımı iyice sarmaladı. O, ince ve kırılgan dokunuş bana kocaman bir kucaktan daha güvende hissettirdi.

"Feromonlara ihtiyacın yok." Yutkundum. "Teninin üzerindeki o sıcacık, tatlı kokuyu seviyorum."

Kirpiklerimi kırpıştırarak ona döndüm. Yine bugün hiç kesilmeyen rüzgarlardan biri esti, saçlarım alnıma dökülse de bundan rahatsızlık duymadım. Gerçi hemen yanıbaşımda kıyamet kopacak olsa serçe parmağımı sıkıca saran teni yüzünden umursamazdım. Ufak tefek dokunuşu etkisini yitirmiyordu. "Saçlarının kokusunu seviyorum."

Yanaklarım yanmaya başlamıştı. "Boynun," derin bir iç çekti, göğsü aldığı solukla yükselirken güzel yüzünü izliyordum. "Boynun var bir de Taehyung." Parmağımdaki eli çekildi. Sızlanacak gibi oldum. Huzursuz hissetsem de bu pek uzun sürmedi. Elimi parmakları arasına hapsettiğinde heyecandan boğazım kurumuştu. "Çiçek bahçesi falan hikaye. Ev gibi kokuyor boynun. Evim gibi. Dönmem gereken, ait olduğum tek yer orasıymış aslında."

"Sen nasıl bir cennet olduğunu bilmiyorsun." Sesini uğuldayan kulaklarım ve deli gibi atan kalbimin gümbürtüsü arasından zar zor seçebiliyordum. "Nasıl bir mucize olduğunu da bilmiyorsun."

Uzanıp boynundan öptüm. Tepkisi avucu arasına aldığı elimi sıkmak oldu. Bu dördüncü öpücük müydü bilmiyorum, pek de umrumda değildi. Artık teni cam kırığı gibi batsa bile dudaklarımı parçalamak uğruna öperdim onu. Geri çekilmek için epey çaba sarf etmem gerekti. Boynundaki benin üzerine değmişti dudaklarım. Başım dönerken geri çekildim. "Sen ne kadar güzel olduğunu, ne denli sevildiğini de bilmiyorsun."

"Jungkook, ben-"

"Kendinde sorun aramayı, eksiklik bulmayı, beni kendinden uzak tutmanı sağlayacak herhangi bir sebep sunmayı bırak. Daha güzeli ya da daha iyisi, hiçbiri. Balım, görmüyor musun, senden dahası yok bana."

Dudakları arasından dökülen her kelime içimdeki başka bir rafı devirdi. Bildiğim, bana öğretilen ne varsa önemsizdi o an. Annemin söylediği, babamın bana dikte ettiği hiçbir şey değildim. Belki de hiçbir zaman eksik, kusurlu ya da uğursuz değildim. Çirkin, sevilmekten uzak, ya da değersiz bir işe yaramazın teki de değildim. Jungkook beni seviyorsa, değerli sayılmaz mıydım?

Onları kullanmama pek fırsat verilmediğimden olsa gerek kelimlerle aram yoktu. Jungkook'un beni tüm gece mutluluktan ağlatacak sözlerine karşın tek kelime edemedim. Ama gözlerinin içine baktım. Beni anladı. Yaşamın tadına varmak için uzun yollarda hiç konuşmadan yürümek belki boş anlarda göz göze gelip usulca gülmek yetebiliyormuş o gün öğrendim. Eve dönene dek yanımda sabah mırıldandığı şarkıyı söylemeye devam etti.

"Senin adamın olmak için elimden geleni yapıyorum." Derken bana döndü, şarkının sözlerini söylediğini bilmek kalbimin üzerindeki baskının azalmasını sağlamadı. Bakışları ısırıp durduğum dudaklarıma düştü. "Ve bebeğim seni her öptüğümde, yıkılmanın sesini duyabiliyorum."

Derin bir iç çektim, çünkü öyle yaparsınız, eğer sevdiğiniz oğlan ellerinizi sıkıca sarıp gözlerinizin içine bakarak, dünyalar güzeli sesiyle size böyle bir şarkının sözlerini söylüyorsa sadece iç çekersiniz.

Ya da dudaklarına yapışırsınız.

Neyse ki ben hâlâ ikinci seçenek için biraz çekingen biriydim. Jungkook bana zorla hazırladığı her şeyi yedirdi. İyice beslenmezsem kızgınlığımın daha da ağrılı geçeceği ile ilgili bir şeyler söyleyince korkuyla bana ne verdiyse yedim.

Gözlerim kapanıyordu, bütün kasların ağrıyordu. Yorgun hissediyordum. Jungkook'un avuçlarım arasına bıraktığı biraz tuhaf kokan bitki çayını ağır ağır yudumlarken bu sürecin kaç gün süreceğini düşünüyordum. Haftasonuna dek biter miydi? Bitmezse ne yapacaktım? Annem ya da babam illaki fark edecekti.

Sıkıntılı düşüncelerime o kadar çok dalıp gitmiştim ki elimden kayıp giden bardağı fark edemedim. "Siktir." Pantolonum sırılsıklam olmuştu, Jungkook endişeyle üzerime eğilse de içindeki içecek yavaş yavaş içtiğim için çoktan soğumuştu, sıcak değildi.

Aykata duran bedenime endişeyle yanaştı. Pantolonumun belinden kavrayıp, aşağı indirirken yutkundum. "Sıcak değil ki Jungkook." Beni dinlemedi. Kaşları çatılmıştı, onu canımın yanmadığına ikna edemedim. Ellerim omuzlarına tutundu. Bacaklarımdan tamamen sıyrılan kot pantolon ile bacaklarımı birbirine sürttüm. Jungkook'un yutkunduğunu fark ettiğimde titrek bir nefes verdim.

Bu bakışlar beni daha da zora soktu, bacaklarımın arasında hissettiğim sızı biraz alışılmadıktı. Sanki hemen şimdi parmaklarımı içime itip ıslanmış yuvama dokunmazsam ölecektim. Karnımda nükseden ağrı git gide artıyordu, tenimin üzerinden dalga dalga yayılan sıcaklığı hissedebiliyordum.

Kahverengi gözlerinin rengi daha da koyulaşmış, kastığına emin olduğum çenesi yüzünden sert yüz hatları keskinleşmişti. Yine benden bağımsız bir şekilde ortaya çıkan feromonlarımı tıpkı benim gibi o da alıyordu. Sürekli kasılan bacaklarımı birbirine bastırdım. Jeongguk'un bakışları yeniden birbirine sürttüğüm bacaklarıma değdiğinde gözleri griye döner gibi oldu.

Dilini, sanki beni içeri çağırıyormuş gibi ağzının köşelerine dürtüyordu. Yanağına yasladığı dili yüzünden yutkundum. Her hareketi beni deli gibi tahrik ediyor, içimdeki boşluğu hatırlatıp duruyordu. Omeganın bugün için başka hiçbir şeye çalışamayan zihinini her saniye başka bir kirli düşünce dolduruyordu.

"Sen," elini ensesine atıp gözlerini zorlukla üzerimden çekti. "Odama çık. Dolabımda sana uygun bir şeyler vardır." Gözleri sadece ona ait kapüşonlu hırkanın olduğu bedenime değdi. Alnı hafifçe nemlenmişti. Paniklemiş gibiydi. "Senin için yenisini yapacağım." Bitki çayını kastettiği anlamam zor olmadı. Başımı salladım. Biraz daha aynı ortamda kalırsak ne olurdu bilmiyordum.

"Özür dilerim." dedim sakarlık yaptığım için kötü hissediyordum. Bana kızacağını düşündüğüm için tedirgindim ama anlayışla gülümsemekten ve benim için endişelenmekten başka bir tepki vermemişti. En ufak bir hatamda dünya kadar azar işitmeye alıştığımdan tedirgindim.

"Dileme." Ellerini saçlarıma daldırdı. Hava ağırlaşmış gibiydi, sadece öylece durarak nefes nefese kalmıştım. Gözlerim ara ara kirpiklerimi ıslatacak kadar sulanıyordu. Etrafımı saran yoğun feromonları içime çektim. "Canın yanmasın yeter."

Merdivenleri deli gibi atan kalbimle aştım, odasına girdiğimde onun söylediği gibi dolabına ilerledim. Dolabın hemen önünde duran masanın üzerinde bir fotoğraf duruyordu. Masanın üzerinde açık bırakılmış bir kitap, dağılmış bir yapboz, kokulu birkaç mum, çoğu karakalem olan tamamlanmamış birçok resim vardı. Gördüğüm fotoğraf ise bana aitti. Ne zamana ait olduğunu bilmiyordum, saçlarım bu fotoğrafta sarı değildi, okulun arka bahçesinde, bir ağacın gölgesinde, dizlerimi kendime çekmiş kitap okuyordum. Böylesine sıradan bir anı fotoğraflama gereği duyması bana özel hissettirdi.

Masanın üzerinde açık kalmış bir defter vardı, karıştırmak istemesem de merakıma yenik düştüm. Son sayfayı araladığımda gördüğüm notu okumamak için kendime engel olmaya çalıştım ama gözlerim çoktan güzelce yazılmış satırların üzerinde dolanmıştı.

"Çoğu zaman tatlı bir kokusu olsa da şu sıralar yakınımdayken odaklanabildiğim tek şey baştan çıkarıcı kokması. Aynı anda hem tapınmak hem de alçalmak istediğim bir şey gibi. Sarı saçları gözlerini ve alnını tamamen kapatacak kadar uzamış, her seferinde huysuzlanarak onları geriye atıyor ve saçları yeniden öne düştüğünde dudaklarını büzerek bunu tekrarlıyor. O uğruna öleceğim kişi. Kimsenin ona bakmadığını sandığı anlarda, dünyanın en güzel insanı olduğundan habersiz." Ellerim titrerken defteri kapattım.

Birkaç dakika sonra Jungkook'un dolabının içinde oturuyordum. Birkaç tişörtünü kucağıma almıştım, dizlerimi kendime çekmiş, ağır ağır nefesler alıyordum. Kendime bir yuva yapıyordum. En azından omegaların kızgınlığa girince alfaya ait kıyafetlerden yuva yaptığını biliyordum. Bilincim gidip geliyordu. Tek istediğim alfa tarafından kucaklanmaktı.

"Taehyung," Kapının kapandığını işittim. "Bebeğim neredesin?" Sesi biraz endişeli çıkınca onu daha fazla merakta bırakmamak için dolabın kapağını araladım.

"Taehyung?"

Gözleri şaşkınlıkla irileşirken kucağındaki ona ait kıyafetlere bakarken gülümser gibi olmuştu. "Ne yapıyorsun orada?" Dolabın içinden çıkmak için güç bulamayacağımı fark edince ellerini kollarımın altından geçirip kolaylıkla bedenimi kaldırdı. Kucağımdaki kıyafetleri bırakmak istemiyordum ama kokunun asıl kaynağı beni kucaklarken bunu umursamadım.

"Yuva yaptım." Suçunu kabullenmiş çocuklar gibi mırıldandım.

"Benim kıyafetlerimden?" Gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Siyah gözbebeklerinin ucu tutuşmaya başlamıştı.

"Jungkook," ellerim omuzlarına tutunmuştu, yüzüme doğru eğildi, nefesi dudaklarıma çarparken burnu burnumun ucuna değdi.

Bacaklarım titriyordu, ayakta durmak için gereken desteği yalnızca sıkıca tutunduğum omuzlarından alıyordum. "Canım çok acıyor." Gözlerimde biriken yaşlar yanaklarımı ıslatırken, sert göğsü göğsüme yaslandı. Bütün bedenim kasılıp durmaktan uyuşmaya başlamıştı. Isırıp durduğum dudaklarım sızlıyordu. Bacaklarım arasındaki kayganlık hissi Jungkook'un yüzüme çarpan nefesleri ile daha da arttı.

Belime sarılı kollarının arasında arzudan titriyordum. Utancımı şimdiden bir kenara bırakmıştım. Tek düşünebildiğim belimi kavrayan elleri, birkaç nefes uzağımdaki ağzıydı.

Jungkook güçlü hissetmeyi her zaman sevmişti, bazen kolayca yapacabileceğim şeylerde bile ondan yardım alırdım, hoşuna gidiyordu. Ona ihtiyaç duymam, zor durumda kaldığım her an ellerine uzanmam ona tatmin edici bir memnuniyet veriyordu. Üzerime eğilmekten sıkılmış olmalıydı ki belimdeki ellerini aşağı indirdi. Kalçalarımdan kavrayıp diğer eliyle de hemen arkamda kalan masanın üzerindeki her şeyi devirip bedenimi masanın üzerine bıraktığında yüzünde içimi eriten bir ifade vardı. Beni masaya oturtmuş, bacaklarımın arasına yerleşmişti.

Kurdum daha fazla dayanamıyordu. İstediğini alana dek başka hiçbir şey düşünmeme izin vermiyordu. Omegamdan başka biri gibi bahsettiğimin farkındaydım ama gerçekten benden bambaşka bir karaktere sahipti. Daha yeniydi. Daha şımarıktı, alfası tarafından bolca sevilip şımartılıyordu. Daha özgüvenliydi, çok daha utanmazdı ve etkileyiciydi. Alfanın zaaflarını nasıl kullanacağını, onu nasıl etkileyeceğini biliyordu. Görmesem de gözlerimin maviye döndüğünün farkındaydım. Jungkook gözlerindeki gri ışıltılar istediğimi almama yaklaştığımı hissettirse de Jungkook çok daha kontrollüydü.

"Yıllardır." dedi yüzümü kapatan sarı saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı, saçlarım parmaklarını sevmiş olmalıydılar ki çabucak geri döküldüler yüzüme, bu durum dudaklarının hafifçe kıvrılmasına neden oldu, Jungkook konuştuğu süre boyunca saçlarımı kulağımın arkasına iteleyip durdu. "Her kızgınlığımda, gözlerimi kapattığım her anda gözümün önünde senin yüzün canlanırdı. Başka hiç kimse değil, yalnızca sen, hep sen."

Doğruyu söylemek gerekirse kızgınlığın, ruta girmenin, böyle ağır bir süreç olduğunu daha bir iki saat önce öğrenebilmiştim.

Daha öncesinde, kimseden cinsel anlamda etkilenmediğimden olsa gerek bunu fazla abartılı bulurdum. Şimdi, kızgınlığımdayken dokunuşları hemen parmaklarımın ucundaydı, ulaşamayacağım bir yerde değildi. Aynı durum onun için geçerli değildi, alfaların bu süreçte ne kadar zorlandığını az çok tahmin edebiliyordum.

"Her gece yalnızca seni barındıran pek de masum olmayan rüyalar görüp, ertesi gün okulda öylece yanından geçip gitmek öyle zor olurdu ki." Yanaklarımı avuçlarına yaslamıştım, kirpiklerim titriyordu. Gözlerim kapanmak üzereyken, düşük göz kapaklarım arasından izliyordum yüzünü. O ise her zamanki gibi ışıldayan gözleri ile izliyordu beni. "Sana dokunamamanın nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun."

"Şimdi bana dokunmayarak aynı şeyleri yaşamamı mı sağlayacaksın, beni böyle mi cezalandıracaksın?" Alt dudağım bunun düşüncesi ile her an ağlamaya başlayacakmışım gibi büküldü. Bana dokunmazsa ölecektim.

"Hayır." dedi dudakları arasından küçük bir kıkırtı döküldüğünde. "Dünyalar güzeli bir omegam varsa böyle bir şansım yok."

Siyah saçlarının uçları alnına doğru hafifçe nemlenmişti. Ona en çok yakışan renk buydu, açık tenli yüzünde saçları çok güzel duruyordu. "Hem sana dokunamamak asıl benim için çok acımasız bir ceza olur."

"Bana istediğini yapabilirsin." Kendini sınırlandırmasını istemiyordum. Dudaklarımız birbirine sürtündüğünde dudaklarım arasından kesik kesik bir inleme döküldü. Jungkook bunu duyduğunda kollarımın altındaki bedenin kasılışına ve gözlerinin kararışına şahit oldum.

"Taehyung." Derin bir iç çekse de yüzündeki gülümsemeden böyle söylememin hoşuna gittiğini anlayabilmiştim. Hoş görünüyordu, inanılmaz hoş görünüyordu. Bacaklarımın arasında duran bedenini bacaklarımı beline sararak iyice kendime çektim.

Beli kalın uyluklarının ve geniş omuzlarının arasında incecik dursa da, göründüğü kadar ince değildi. Belini tuttuğum zamanlarda elimin altında hissettiğim sert doku beni deli ediyordu. Beli bile kaslı ve güçlüydü, kırılacakmış gibi dursa da fazlasını sertti ve bu sürekli belini tutmama sebep oluyordu. Sanırım kurdumun en büyük zaafı kaslı ve güçlü bedenlerdi, parlak gözlere olan ilgisini ise asla göz ardı edemezdim.

Sonrasında ikimiz de konuşmadık. Dudakları dudaklarımı bulduğunda yumuşak bir öpücük kondurdu, gözlerim hafifçe açılıp bu dar aralıktan onun netleşen yüzüne kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından baktığımda masanın üzerinde tamamen uyuşuk ve muhtaçtım.

Dudaklarımız arasından odaya yayılan ıslak sesler bi arasında sertçe emiyor, ısırıp çekiştirerek nefes bile almadan öpüşmemizi sağlıyordu. Ortamın havası değişmiş, yoğunlaşmış ve ağırlaşmıştı. Kollarını boynuna doladığım sırada, ikimizin dudakları da aynı anda hareket edip ıslak bir ses çıkarmış, bu ses zihnimde yankılanırken masanın üzerinde hafifçe öne doğru kaykılmış, göğsünün göğsüme kalp atışlarını hissedebileceğim kadar yaslanmasını sağlamıştım.

Başını hafifçe yana eğip öpüşmeyi derinleştirmiş, alt dudağımı ince dudakları arasında uyuşmasına neden olacak kadar sertçe, soluk almama izin vermeyecek kadar hızla emmişti. Başımı döndürüyordu.

Dudaklarımız hareket ettikçe ıslak sesler kulaklarıma çarpıyor, yanaklarımın yanmasına neden oluyordu. Belime sardığı elleri ile beni biraz daha kendine çekip kasıklarımızın birbirine çarpmasını sağladığında dudaklarım aralandı, bunu fırsat bilen dili ağzıma girmiş, kısık sesli inlemesini uğuldayan kulaklarım arasından seçebilmiştim.

"Kendine dokundun mu hiç?" diye sordu geri çekildiğinde. Birazcık çekinsem de başımı onay vermek için salladım. "Ne zaman?" Ses tonu yüzünden yutkundum. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluşmuştu. Omuzlarımı silktim. Birazcık utanıyordum ama omega benden farklıydı. "Bu sabah."

"Bana gelmeden önce."

"Sana gelmeden önce." Dün gece tuhaf bir rüya görmüştüm, beni sabahın erken saatlerinde onun kapısına getiren şey de aslında buydu.

Geri çekilmek üzere geriye adımladı ama bileğinden kavrayıp onu bacaklarımın arasına geri çektim. "Taehyung, kendimi tutamam," Kaşları hafifçe çatılmıştı. Ona baktım, gözbebeklerinin ucu tutuşmaya başlamıştı. Ateşi hissettiğim yetmiyormuş gibi bir de onu görüyor ve dokunuyordum.

Gözleri masanın üzerindeki savunmasız ve ihtiyaç dolu bedenime değdi, dolu gözlerime birbirine sürtünen çıplak bacaklarıma ve kendi eseri olan kızarıp şişmiş dudaklarıma değdi. "Kendimi tutamam." Bir kez daha tekrarladı. Daha çok kendine bunu hatırlatır gibiydi.

Onu anlıyordum, tek düşündüğü benimle sonradan pişman olacağımız şeyler yaşamamaktı. Fırsatçı gibi davranmak, hassasiyetimden faydalanmak istemiyordu. Sadece kızgınlığın getirisiyle onu arzuladığımı düşünüyor olmalıydı. En az benim kadar zor durumdaydı bunun farkında olmak için gözlerimin kasıklarına inmesine bile gerek yoktu ama yine de inatçılığından biraz olsun taviz vermiyordu.

"Jungkook..." Dolu gözlerim ona olan muhtaçlığımı yeterince yansıtıyordu. Bir süre gözlerimiz birbirine dalıp gitti. Ne düşündüğünü anlayamadım ama benim tamamen maviye boyanmış gözlerimin aksine onun irisleri sürekli renk değiştiriyor, siyahın yoğunluğu ve grinin soğukluğu içimi titretiyordu.

"Alfa." Affalayışını gizleyemedi. Kendiyle savaşır gibi bir hâli vardı. Onu yeniden kendime çektim. "Gitme." Kirpikleri titrerken üzerime eğildi. Bacaklarıma dokundu, dokunuşu acelesi olmadan kalçalarıma kadar yavaşça yükseldi, pes etmiş gibiydi. Çenesini sıktı. Boynunda belirgenleşen damarlar ile dilimi damağıma vurdum.

"Sadece seninle ilgileneceğim."

Üstümde ona ait olan hırkayı çıkardı. Kalçamda duran eli tişörtümün eteklerini kavradı, üzerimden sıyırdığında soğukla direkt olarak buluşan üst bedenim hafifçe titremişti. Şimdi uyarıldığı için daha da belirgin göğüs uçlarım ve sırf bakışlarının ilgi odağı olduğum için bile kıvrılıp duran belim göz önündeydi.

Kalbim hız kesmeden atıyordu, etrafa yaydığı yoğun feromonları biraz olsun beni rahatlatıyordu. Önce sıcak dudaklarını göğüsüme bastırdı, uzun bir süre kıpırdamadan bekledi. Kalbim patlayacakmış gibi hissediyordum.

Yeniden dudaklarıma yapıştı, dilini direkt olarak dudaklarımın arasına yollaması ile ağzının içine inledim. Kesinlikle sakin değildim, değildik. Jungkook sert seviyordu, boynumu kavrayış şekli, belimdeki sert tutuş, yüzünü yana eğip dudaklarımı bir an olsun nefes almadan emip duran dudaklarına bakılırsa eğer kesinlikle sert seviyordu. Benim de ondan geri kalır bir yanım yoktu. Ona ayak uydurdum. Ellerim ensesindeki saçları çekiştirirken bacaklarımla onu kasıklarıma doğru çekiyordum.

Biraz geri çekilip kasıklarını kasıklarıma çarptı. Başım geriye düşerken inledim. Dudaklarımız böylece ayrılmış oldu. Yeniden üzerime eğilip dudaklarımı kavradı, nefes nefese kalsam da geri çekilmek yerine onun sert öpücükleri ile baş etmeye çalışıyordum.

Ellerini kalçalarıma atıp geri çekilip bu kez çok daha hızlı bir şekilde kasıklarıma çarptı. Ağzımdan ağlar gibi bir ses dökülmüştü. Alt dudağını ısırarak bunu birkaç kez tekrarladı, sert vuruşları ile aklım başımdan gitmişti. Aramızdaki kıyafetlerin yok olup gitmesini ve bu vuruşları direkt içimde hissetmeyi diledim.

Başını geriye atıp inledi. Daha fazlasını istiyordum. Daha çok inlesin daha çok kıvransın istiyordum. Bundan tuhaf bir zevk alıyordum. Kendini bana her ittiğinde yüzü bambaşka bir hâl alıyor, gözleri kararıyordu.

Elleri kalçalarımı sıktı. Dudaklarımı zorlukla bırakan dudakları ıslanmış göğüs uçlarıma yapıştı. Kızarmış ve iyice dikleşmiş tepeceği sıcak ağzı ile sararken sertçe emip çekiştirerek ağzımdan durmadan inlemeler dökülmesine sebep oldu. Diğerinin de ucunu iki parmağı ile eziyordu. Dilinin ıslak darbelerini hassaslaşmış göğüs ucumda hissediyordum.

Kıvranıp duruyordum, hareket etmemem için boştaki eliyle belimi kavrayıp iyice sabitledi. Sanki dünyanın en tatlı şeyini yiyormuş gibi dudakları arasından şapırtılar dökülüyordu. Masanın üzerinde kalçalarımı oynatmaya başladım. Ben hareket ettikçe onun davranışları olabilirmiş gibi daha sert bir hâl alıyordu. Beni yiyip bitirdi. Nefesim kesilmişti, göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Zorlukla geri çekilmeden önce artık uyuşan göğüs uçlarıma birer öpücük bıraktı. Dudaklarını yalayarak yüzümü izledi. Sanki bir an için gözlerini kapatırsa herhangi bir tepkimi kaçıracak olma düşüncesi onu rahatsız ediyormuş gibi kirpiklerini hiç kırpmadı. Savunmasız kalan gözlerime acımadan bakmaya, içimi okur gibi yüzümü izlemeye devam etti. Elleri üzerimdeki tek kıyafet parçasının, iç çamaşırımın beline uzandı. Ona yardımcı olmak için kalçalarımı kaldırdım, titreyen ellerim masanın üzerine tutundu. Yavaşça bacaklarımdan sıyırdığında dizlerimi birbirine bastırmıştım, iç çamaşırım da diğer kıyafetlerimin yanına gitti. Bedenim zaten çoktan kontrolünü kaybetmişti.

Gözleri aralık duran kalçalarıma değdi. Boğazı kurumuş gibi yutkunup dilini dudakları üzerinde gezdirdi. Yanaklarım yanmaya başlamıştı. Her an içime gömülecekmiş gibi bakıyordu. Onun için araladığım bacaklarımı kapatmamak için çok çaba sarf ettim.

"Çok güzelsin." Eli bacaklarımı okşadı. Sarı saçlarım alnıma dökülmüştü.

Gözlerimi kapatıp açarak kirpiklerimin altından ona baktım. "Sikeyim," Dudaklarını ısırarak bedenimi süzüyordu. Durmadan kasılıp gevşeyen deliğim artık deli gibi canımı yakıyordu. Jungkook parmağını onun için oluşan ıslaklığın çevresinde gezdirdi. Nefesim kesildi. "Sikeyim gerçekten," Fısıldayarak konuşup duymadığımı sansa da kesikleşen nefesini bile duyacak kadar ona odaklıydım. "Gördüğüm en güzel şeysin sen." Tenimi okşayan elleri yüzünden kafayı yiyordum. Eğilip dizlerimden öptü. Uyluklarıma değen saçları tenimi huylandırdı. Dizlerimin üzerine bastırdığı dudakları bir süre orada dinlendi. Yemin ederim öleceğim sandım, ölmedim.

Geri çekildiğinde parmağını deliğimin etrafında gezdirmeye devam etti. Beni çıldırtmak ister gibi asla içine itmiyordu. Daha fazlası için kalçalarımı yavaşça hareket ettirdiğimde parmak uçlarıma kadar kasıldım "A-acıyor." Deli gibi kasılıyordum. Sırılsıklam olmuştum. Tatlı bir kokusu olan, tıpkı feromonlarım gibi kokan omega sıvısı kalça yanaklarımı bile ıslatıyordu. Saç diplerim nemlenmiş, gözlerim kirpiklerimi ıslatacak kadar dolmuştu.

Masaya yasladığım ellerim titriyordu. Ellerimi ona dokunmak arzusu ile karıncalanıyordu. Jungkook'a karşı hissettiğim tutku geriye kalan tüm utangaçlığımı sildi süpürdü. Şimdi yalnızca onu arzulayan biriydim. Bacaklarımı sertçe kavrayıp biraz daha araladı, dudaklarım arasından bir inilti döküldüğünde elini karnıma yaslayıp masaya iyice uzanmamı sağladı.

Dudağındaki piercingi çekiştirip çıkardı. Bunu neden yaptığını anlayamadım ama neden yaptığını anlamam gecikmedi.

"Seni bir güzel yemezsem tatmin olmayacaksın değil mi?" Sıcak nefesini kalçalarımda hissettim, dudakları kalça yanaklarıma ufak ama bedenim titreten öpücükler bırakırken avuçlarımı sıkıyordum. Masaya tamamen yaslı sırtım yüzünden tek görebildiğim bacaklarımın arasındaki başıydı.

Saçları kasıklarıma dağılırken sertçe kalça yanaklarımı kavradı, dilini deliğimde hissettiğimde ağzımdan ufak bir hıçkırık kaçmıştı. "Jungkook-" Bedenim öne doğru sarsıldığında hareket etmemem için bir eliyle belimi kavradı. Parmak izlerinin çıktığına emindim.

Bu kez sıcak dili tamamen içime girdi. Saçları tenimi gıdıklarken dili duvarlarımı eziyor, yuvamı talan ediyordu. Durmadan adını inliyor, gözyaşı döküyordum.

Sürekli, asla ara vermeden adını sayıklıyor, ıslak ve kapanmayan aralık dudaklarım arasından ince inlemeler mırıldanıp duruyordum. Aklım içimdeki şehvet yüzünden allak bullak olmuştu. Hormonlarım, feromonlarım ve kurdum hep daha fazlasını istedi. Doyumsuzluk hissi bedenimin her yerindeydi. Duygularımı doruklarında yaşıyordum, ilk defa deneyimlediğim bu his başımı döndürdü.

Dayanamayacağımı hissettiğim bir anda belimi masadan kaldırdım, hiç beklemediğim bir şeyi yapıp kalçama sertçe vurdu. Tenimden yayılan ses odada yankılandı.

Sesli inlemelerim daha da ağlamaklı bir hale gelirken kafayı yiyeceğimi düşünüyordum, omega sıvısına karışan dilinin ıslaklığı karşısında mahvoluyordum. Jungkook dilini içimde kıvırıyor, avuçları kalçamı sıkarken dudakları arasından hoşnut mırıldalanmalar döküyor, çıkardığı şapırtılar yüzünden olabilirmiş gibi daha da sırılsıklam oluyordum. Dili bir an olsun durmuyordu. Beni orada kaç saniye yedi bilmiyorum ama gözlerimi açabildiğimde bacaklarım uyuşmuş, kırdığım dizlerim titriyordu.

Jungkook dizlerimi daha fazla kırmamı sağlayıp kalçalarımı daha da açığa çıkardı. Şimdi masayla temas eden başım dışındaki tüm bedenim Jungkook'un ellerinin yönetimindeydi. İki elini kalça yanaklarımı daha da aralamak için kullandı. Arada bir kalçalarıma ileri kaymamı sağlayacak kadar sertçe vuruyordu, her vuruşunda hissetiğim zevk yüzünden kalçalarımı Jungkook'a itiyor kızardığına emin olduğum kalça yanaklarımı yoğuran büyük elleriyle gözlerim geriye kayıyordu.

Dilini çıkarıp tamamını yeniden deliğime ittiğinde boğazından hırıltılı bir inleme döküldü, sinir uçlarının en fazla olduğu bölgeye değen dili ile yerimde sarsılıp en sesli inlememi bıraktım. Neredeyse çığlık atarak, durmaksızın ağlayarak yuvamı alfaya emdiriyordum.

"Jungkook d-dur lütfen..." Böyle desem de parmaklarımı saçlarına dolayıp onu bacaklarımın arasına bastırdım.

Çekiştirip duruyor, yandığım kadar onun da canını yakmak istiyordum. Elimle onu yönledirmem hoşuna gitmemiş olmalı ki tırnaklarını kalçalarıma bastırıp ağzından hırıltılı bir ses çıkarıp hareket etmemi engelledi. Kurdunun etrafa yaydığı baskın feromonlar ağzımdan ağlamaklı inlemelerin dökülmesine neden oluyordu.

Dişlerini deliğimin dışındaki hassas dokuya geçirip bedenimin titremesine neden oldu. Dilini duvarlarımın içinde kıvırıp değmedik bir yer bırakmayana dek gezdirdi. En derinlerime ittiği diliyle dudakları yuvamın girişine yaslanmıştı. Bu sefer geri çekilmek adına değil dilini tamamen içimde istediğim için kalçalarımı yüzüne bastırdım, diline sürtünmeye başladım, onun için kıvranıyor belimi büküp aralık dudaklarımdan soluk bile almadan inlemeler bırakıyordum. Bacaklarımı kendime çekmeye çalıştım, neredeyse boşalacaktım. İzin vermedi, beni çalışma masasının üzerinde, o rahatsız edici pozisyonda nefes bile almadan yemeye devam etti.

Fazla haz duygusundan hastalanmak, ölmeye yaklaşmak anlamına gelen bir kelime var mıydı bilmiyorum, mest olmanın ötesindeki -hatta belki dönüşü olmayan- kendinden geçmelerimiz için kullanabileceğim herhangi bir kelime varsa şu anda tam olarak o kelimeydim.

İnsana kelime arattıran hisleri ufak bir masanın üzerinde, yalnızca ıslak bir dil ile deneyimliyordum.

Sırtım acımaya başlamıştı, boynum ağrıyordı. Jungkook bunu fark etmiş gibi geri çekildi. Dudakları kırmızının en koyu tonuna boyanmıştı, benim sıvımla ıslanan çenesi ve dudaklarına bakarken derin bir iç çektim. Dilini şişmiş dudaklarının üzerinde gezdirip kalan ıslaklığı temizledi. Yüzü hafifçe terlemişti, siyah saçları alnına dökülüyor, iri gri gözleri mavilerimden ayrılmıyordu.

Birkaç saniye sürdü. Sırtımın bu kez yatağı ile buluşması zor olmadı. Elimi ensesindeki saçlara dolayıp yeniden kendime çektim. Bacaklarımın kenarında duran yastığı kavrayıp belimin altına yerleştirip beni daha rahat yiyeceği bir konuma getirdi.

Başı yeniden bacaklarımın arasına gömüldüğünde ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Ayak bileklerimi geniş omuzlarının üzerinde başını sıkıştıracağım şekilde yerleştirmiştim. Dilini her kıvırdığında belimi yataktan ayırıyor başımı geriye atıyordum. Avuçlarım arasında çekiştirdiğim saçları ile inleyip duruyordum. Mızmızlanmak ve deli gibi çığlık atmak istiyordu ama yutkunamadığım tükürüklerim bile boğazımda düğüm düğüm olmuştu. Gözlerimden süzülen yaşlar şakaklarımdan saçlarıma doğru süzülüyor, göz bebeklerim geriye doğru kayıyordu. Ağzımdan süzülen ıslaklık çeneme uzanmıştı.

Sanki dakikalardır beni yiyen o değilmiş gibi bir açlıkla dilini içime itiyordu. Ellerimi saçlarına daldırmış onu kendime bastırıyordum. "Sevgilim." Bilinçsizce dudaklarım arasından dökülen kelime ile duraksadı. Affalayışını hissettim. Dakikalardır kesilmeyen nefesi bununla kesilmişti.

"Kafayı yiyeceğim." Başını geri çektiğinde, boğuklaşmış sesi ile mırıldandı. "Ne dedin?" Griye dönen gözleri zevkle nemlenmişti. Islanmış kızarık dudakları parlıyordu.

Deliğim dilinin eksikliği ile anında kasılmıştı, hissettiğim boşluk canımı yakıyordu. Sadece içime girmesini istiyordum. Sadece dolu olmak istiyordum. Tam anlamıyla dağılana ve hiçbir şey düşünemeyecek kadar dolu. "Bir daha söyle." Hızla inip kalkan göğsüm ve tükenmiş bir durumda olan bedenim ile darmadağın bir şekilde yatağındaydım. Yanaklarım yanıyorken gözlerindeki ışıltıları izledim. Hevesle yüzüme bakıyordu.

"Sevgilim." dedim yeniden fısıldayarak. Sesim attığım çığlıklar yüzünden neredeyse kısılmıştı. Yukarıdan nasıl görünüyordum bilmiyorum ama Jungkook'un bedenimde ve yüzümde gezinen ifadesi içimi titretiyordu.

Dudaklarımı okşayıp iki parmağını ağzıma ittiğinde beklemeden dilimi gezdirdim, emiyor yalıyor ve ıslatıyordum, başımı hafifçe geriye doğru yatırmıştı, yeterince ıslattığıma emin olduğunda çekti, ıslak parmaklarından yalnızca biriyle deliğimi okşadığında nefeslerim düzensizleşti, sonra iki parmağını hiç beklemeden aynı anda içime itti.

Göğsüm titriyordu. Alışmam için bekledi. Kasıklarımı parmaklarına itip artık haraket edebileceğini anlattım. Hızla hareket ettirmeye başladığı parmakları ile yatak örtüsünü sımsıkı kavradım, her itişinde yatak sarsılıyor, bedenim hafifçe öne kayıyordu. Bir eli belimi sıkıca kavramıştı, burnunu boynumda gezdiriyordu. Kafam allak bullak oldu, tek düşünebildiğim dar duvarlarımı ezen parmaklarıydı. Sonrasında deli gibi utanacağımı biliyordum, parmaklarının hareketi hızlandığında hiç çekinmeden, arsızca onun için inledim. Kısık inlemelerim arasından bir çığlık kopardım.

"Gevşe biraz." dedi parmağını içimde büktüğünde, bu mümkün değildi, gittikçe kasılıyordum. Kalçamı kavrayan elinin izinin çıktığı emindim. Tutuşundaki kuvvet git gide artıyordu, elindeki eklem kemiklerini bile tenimin üzerindeki basınçla hissetmeye başladım.

"Güzelim." dedi hâlâ kendimi kastığımı fark ettiğinde. "Kasma kendini." Canımı yaktığını düşünüyordu ama zevk her bir yanımdaydı. Dizlerim titredi, parmak uçlarımda yükseldim. Ayak parmaklarım aldığım zevk ile büküldü. Ensemden yükselen ateşin sıcaklığı tüm bedenime yayıldı. Eli içimden çekildiğinde sızlandım, avuç içleri kalçalarımı keşfediyordu, sıcak ve nazik dokunuşlarla okşuyor, kızardığına emin olduğum tenimi sıcak ve şefkatli avuçları ile seviyordu. Gözlerim kapandı, bu deli gibi hoşuma gitmişti, sonra birden elini çekip okşadığı yere, girişimin üzerine sertçe vurdu.

"Jungkook." dedim ağzımdan bir çığlık kaçtığında. Bedenim damarlarımda gezinen şehvet ile titreyip duruyordu. Dudaklarımı ısırdığımda ağzıma metalik bir tat yayıldı. Bayılacakmış gibi hissediyordum daha içime girmeden sadece arkamdan bile boşalabilirdim. Bu kez geri çekildiğini hissettim birkaç saniye sessizlik ile boğuştum, derin derin nefesler alıyor, titreyen bacaklarım ile yatak örtüsüne tutunan avuçlarımı sıkıyordum.

"Jungkook?" Sesini duymayı beklerken kalçama inen elinin darbesinin sesini işittim, eş zamanlı olarak hassas tenim üzerinde keskin bir acı hissettim. Ağzımdan tiz bir çığlık koptu. Başımı yatağa vurdum, aralık ağzımdan süzülen ıslaklık çeneme doğru süzülüyordu. Bir kez daha deliğimin hemen üzerine vurdu, bu daha sertti, tenim yanıyordu. Ağzımdan daha sesli bir inleme firar etti. Kalçam tamamen uyuşmuştu.

Parmaklarının her vuruşunda öne sarsılıyordum. Bedenim titriyor, içimi ezen parmaklar ile hem rahatlıyor hem de deli gibi kasılıyordum, bir parmağını daha içime itti.

Bacaklarımı iki yana daha da ayırarak omuzlarına çıkardığında, kalçam yatak ile irtibatını kesmiş, parmakları tamamen çıkıp çok daha sert bir şekilde içime gömülmüştü.

"Gelmek üzeresin değil mi?" Kafamı yatağa bastırdım. Hassas noktamı ezen parmakları ile daha fazla dayanamayıp titreyerek ve adını inleyerek boşaldım. Orgazm etkisi ile titreyen bedenimi alnıma kondurduğu öpücükler ile rahatlatmaya çalıştı.

"İnsanlar ilk buluşmada böyle şeyler yapmıyorlar sanırım." Düşünceli bir sesle mırıldandım. "Sinemaya gidiyorlar, ateşin önünde sarılıyorlar ve-"

"Seni ateşin önünde becerebilirim." Kapalı gözlerimle bu dediğine gülümsedim. Bedenim orgazm yüzünden yorgun düşmüştü. Uykuya düşmeden önce son kez güzel yüzünü izlemek için gözlerimi araladım. O rahatlamış sayılmazdı, kasıklarındaki belirgin sertliği görebiliyordum. Buna rağmen yanımda uzanmış, beni rahatlatmak için uğraşıyordu. Gerçekten sadece benimle ilgilenmişti.

"Bir gün," hafifçe titrediğimde bunu fark edip üşüyen bedenimi kucakladı, bana iyice sarıldı. "Bana sürekli sevgilim diyebilmen için erkek arkadaşın olacağım."

"Sadece bunun için mi?" Yorgunca gülümserken konuştum.

"Sürekli kollarım arasında olman ve her böyle gülümsediğinde dudaklarından öpebilmek için." Dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

"Seni ağlattığım için üzgünüm." derken ıslanmış yanaklarımı okşuyordu.

"Her bahsine varım, bundan deli gibi hoşlandın." Tam olarak böyle olduğunu anlatır gibi gülümsedi. Beni izlerken yüzünde oluşan ifadeyi görmüştüm çünkü. Hoşuna gitmişti, onun için ağlamam, bedeninin altında kıvranmam içindeki şeytanı dürtüyordu.

"Bu kadar hassas olman beni korkutuyor." Eli sırtımı okşarken titredim. Her dokunuşu her kelimesi bende depremler yaratıyordu.

"İncinmesi çok kolay birisin ve ben," parmak uçları tenimde gezinirken nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum. Simsiyah gözlerindeki ışıltıları düşük göz kapaklarımın altından seyrediyordum. Sarhoşken kıpırdayan gökyüzüne bakmak gibiydi. "Ben söz konusu sen olunca aklımı kaybediyorum."

"Sandığından daha güçlüyüm." dedim, nedense küçüklüğümden beri her güçsüzlüğüme laf edildiğinde diklenip duruyordum. Jungkook beni tanımıyordu. Hakkımda bildiği şeyler sınırlıydı. Bastırıcıları neden kullandığımı bile bilmiyordu.

"Buna şüphem yok." Sanki hassas noktama bastığını biliyormuş gibi temkinliydi. "Ama benim yanımdayken savaşmana gerek yok."

Duvarlarımı yıkmaya, beni bu ketum hâlimden kurtulmam için yüreklendirmeye çalıştı. Ona anlatmamı istiyordu. Bana gerekli güveni vermek için devam etti. "Ben bunu ikimizin yerine yapabilirim. "

Omuzlarımı düşürdüm, yeterince emin değildim. Yarını düşündükçe nefeslerim kesikleşiyordu. Bana ne olacağı konusunda tedirgindim. Sessiz kaldım. Söylediği şey benim için çok anlamlı olsa da karşılık verebilecek kadar cesur değildim. Şu duvarları da kolay kolay yıkacağımı sanmıyordum.

Jungkook üzerimi iyice örtüp ayaklandığında içimde tuhaf bir his vardı. "Senin için banyoyu hazırlayacağım." Her hareketini büyük bir dalgınlıkla izledim. "Ve şu sorunu halledip geleceğim."

İçimde kötü bir his vardı. Telefonuma gelen bildirim ile ayağa kalktım. Yere fırlatılmış giysilerime uzandım. Kalçama keskin bir ağrı saplanmıştı ama öncekiler kadar ağır değildi. Jungkook bana yardımcı olmasaydı o kasık sancıları ile nefes bile alamazdım.

Bana kimse mesaj atmazdı. Babam ve annem haftasonu dışında beni hatırlamazlardı. Jimin ise beni şu sıralar unutacak kadar meşguldü. Jungkook da yanımdaysa gelen mesajın kimden geldiğini merak ettim. Bilinmeyen bir numaradan gelen mesajlar ile kaşlarım çatıldı. Ellerim titrerken yazan mesajları okumaya çalıştım.

"Tüm okulun hatta tüm şehrin omega olduğunu öğrenmesini istemiyorsan bu gece attığım adrese gel."

"Ne de olsa kimsenin geleceğin alfa sanılan liderinin acınası bir omega olduğunu bilmesini istemezsin değil mi?"

"Tek geldiğine emin ol. Benim işim sadece seninle."





---






O KADAR ICIME SINMEDI KI OLUCEM

Continue Reading

You'll Also Like

11.5K 1.2K 23
"Boğulacak gibi dalmışım gözlerine, Bakarken büyük laflar etmişim içimden, Sana susmuş kalbine konuşmuşum."
1.4M 149K 40
aşk zamanını harcamaksa bana harca • taekook, texting 240319
21.8K 4.1K 4
jeongguk bir iblis ve elbette onun düşmanı. ama altı bin yıldır düşmandı, bu da onu bir nevi dost kılıyordu.
bonds of fate By ismimyko

Historical Fiction

2.8K 321 10
Jeon Jungkook gittiği resim sergisinde çok eski zamanlarda yaşamış prens Taehyung'un bir tablosunu görür ve ondan etkilenir. Tablonun sahibi yaşlı ka...