UMÛDA TOHUM EK

By GafletUykusuu

2.8K 481 707

Şuan kaç Ülke işgal altında... Kimler tarafından işgal edilmiş.... İşgallerin sebepleri.... İşgal altındaki k... More

SESİNİ YÜKSELT!
BİLİYOR MUSUNUZ?!
GÜYA YARDIM (!)?
ESARET YURDU "AFGANİSTAN"
UMUDA TOHUM EK AKADEMİ
YASAKLAR ÜLKESİ "ARAKAN!"
UNUTTURULAN SOYKIRIM "AZERBAYCAN!"
20.YÜZYILIN SON ÇIĞLIĞI "BOSNA-HERSEK!"
ÖZGÜRLÜKLER DİYARI "ÇEÇENİSTAN!"
Güneşin doğdu yerde 'DOĞU TÜRKİSTAN' Kan Ağlıyor
HARİTADAN SİLİNEN BİR ÜLKE : "FİLİSTİN!"
KUDÜS DEĞİL "BEYTÜLMAKDİS!"
ÖZGÜRLÜK İÇİN İŞGAL EDİLEN ÜLKE "IRAK!"
İSLAM DÜNYASININ 2. FİLİSTİNİ OLAN ÜLKE "KEŞMİR!"
SÜRGÜN HAYATI YAŞAYAN ÜLKE "KIRIM!"
SONU BAĞIMSIZLIKLA BİTEN BİR ÜLKE " KOSOVA!"
SAVAŞ VE İŞGALLERLE FAKİR BİR ÜLKE HALİNE GETİRİLEN ÜLKE "LİBYA!"
MÜSLÜMANLARIN MAĞDUR EDİLDİĞİ BİR ÜLKE "MAKEDONYA!"
MEŞRUTİYETİNE DARBE VURULAN ÜLKE "MISIR!"
Müslüman Kardeşler Hareketi
Müslüman Kardeşler Hareketı 2
BU SEFER İŞGAL BİR ADA ÜLKESİ "MORO!"
KANLI ELMAS ÜLKESİ " ORTA AFRİKA CUMHURİYETİ!"
ALİMLER DİYARI OLAN ÜLKE " ÖZBEKİSTAN! "
FAKİR AMA MUTLU BİR ÜLKE "SUDAN!"
BİLDİĞİMİZ VEYA BİLDİĞİMİZİ SANDIĞIMIZ ÜLKE "SURİYE!"
DÜNYANIN EN FAKİR ÜLKESİ "YEMEN!"
🌱 SON SÖZ 🌱

YAVRU VATAN "KIBRIS!"

45 6 1
By GafletUykusuu

"NOEL KATLİAMLARI" ile hafızalara kazınan...

KAN...

VE...

GÖZYAŞININ...

Eksik olmadığı,

Anaların ağıtlarının arşa yükseldiği....

YALNIZCA MÜSLÜMAN OLDUKLARI İÇİN
TÜRK OLDUKLARI İÇİN VAHŞET, KATİLAM VE SOYKIRIMA TABİ TUTULMALARI...

Batılıların sürekli iştah kabartığı Yavru Vatan Kıbrıs

~~~~~

Kıbrıs sorunu, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak, günümüze kadar devam eden, her zaman siyasi yönü ağır basan ve güncelliğini yitirmeyen bir uluslararası uyuşmazlık olmuştur. Kıbrıs sorunu son yıllarda, özellikle Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde, gündemin ön sıralarında yer almaktadır. Hala çözümlenemeyen bu sorunun ana nedeni adanın stratejik önemidir.

Adanın stratejik önemi;

Ortadoğu petrolünün ulaşım yollarına egemen olması, Ortadoğu'dan Afrika'ya uzanan ekseni kontrol etmesi, Anadolu-Ortadoğu-Süveyş Kanalı hattına hâkim olması, Süveyş Kanalından Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan deniz yolunun kontrol noktalarından biri olması ve Ortadoğu'da petrol merkezli muhtemel bir savaşta depo görevini üstlenebilecek olması gibi sebeplere dayanmaktadır.

Galiba batılıların neden iştah kabartığı öğrendik biraz. Diğer kısımları ise aşağıda.

Şimdi öncelikle gelelim genel bilgilere.

...

Kıbrıs isminin nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlerden bazılarına göre adanın ismi halen işletilmekte olan zengin bakır madeninin Latincesi olan "Kuprum”dan, diğer bir rivayete göre ise İbranice kına ağacı demek olan “Koper”den gelmiştir.

Coğrafi konum

Kıbrıs, konum olarak doğu Akdeniz'in kuzeyinde, Anadolu'nun güneyinde kalan, şehadet parmağı iskenderun körfezi'ni gösteren bir elebenzeyen Akdeniz'deki üç büyük adadan üçüncüsüdür.

Coğrafyacılara göre Kıbrıs, Anadolu'ya yapışık bir bölge iken. Jeolojik dönem ortalarında meydana gelen çöküntüler sonucu Anadolu'dan kopup bir ada halini almıştır. Anadolu'ya benzerliği sebebiyle önde gelen coğrafyacılardan Frey'in "Kıbrıs Adası tektonik, jeolojik ve iklim bakımından Anadolu'nun bir parçası gibi ele alınabilir.", değerlendirmesi pek çok coğrafyacının iştirakettiği bir değerlendirmedir.

Kıbrıs Adası 33°, 33'-35°, 41' kuzey enlemleri ve 32°, 20'-34°, 35'doğu boylamları arasındadır. 9, 251 km2yüz ölçüme sahiptir. Türkiye'ye71 km, Suriye 'ye 98 km, Mısır'a ise 370 km uzaklıktadır.

Kıbrıs'ta tipik Akdeniz iklimi olan yazlan sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir iklim hakimdir.

Kıbrıs gerek zengin bakır madenlerinden dolayı iktisadi konumu. Geçmişte büyük orman potansiyeli olan Kıbrıs'ta, adanın önemli madenleri bakır ve gümüşü çıkartmak, gemi yapımında kullanmak ve ormanı olmayan Mısır gibi ülkelere ilk çağlarda yapılan odun ihracatı ormanları zaman içinde azaltmıştır.

Bugün Kıbrıs'ta her türlü hububat ve meyve-sebze yetiştirilmektedir. Fakat yeterli akarsu olmadığından, sulama daha çok kuyu suyu ile yapılmaktadır. Adanın en önemli geliri ise, narenciyedir. Narenciye dışında
üzüm de çokça yetiştirilen bir meyvedir.

Tarih

Kıbrıs'ta yapılan kazılarda ortaya çıkan verilere göre adada M.Ö.
5000 yılından beri insanlar yaşamaktadırlar. Adanın Türkler dışındaki yerli halkının atalarının Anadolu'dan geldiği tarihçiler tarafından ifade edilmektir.

Anadolu, Suriye ve Mısır kıyıları arasında bulunmasından dolayı stratejik konumu nedeniyle daha ilk çağlardan itibaren öne çıkmış ve çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Söz konusu kavimlerin karışımı olmanlarından dolayı yerli halkın ırkı kökenlerinin kimlere dayandığı tam olarak tespit edilememektedir. Ancak melez bir halk oldukları kabul edilen bir tezdir.

Kıbrıs’ın bilinen ilk yerleşimcilerinin M.Ö. 7-10 binli yıllarda Anadolu ve Suriye topraklarından adaya geldikleri tahmin edilmektedir. Asur, Pers, Mısır ve Büyük İskender’le birlikte Helen hakimiyeti altına giren ada, M.Ö. 58’de Roma İmparatorluğu’nun topraklarına dahil edilmiş, 395 yılında devletin ikiye bölünmesi ile birlikte Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır.

630 tarihinde adayı ele geçiren Muaviye komutasındaki İslam orduları, adanın manevi mimarlarından, Hadis-i Şerif'le Şehit olacağı bildirilen Ümmü Haram'ın Şehadetiyle sonuçlanan savaştan sonra, bir müddet Kıbrıs'ı ellerinde tutmuşlardır. Daha sonra vergi ödemeleri kaydıyla adayı Bizanslılara geri vermişlerdir. Osmanlı'nın fethine kadar da ada idarecileri Müslümanlara vergi vermeye devam etmişlerdir.

Kıbrıs tarih bölümünde Ümmü Haram (Radıyellâhü anhâ)' dan hazır bahsrtmişken kısa bir ara verip, önce neden Müslümanlar için çok özel bir adadır ona bakalım.

Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Haram Rümeysa Bint-i Milhan'ın (Radıyellâhü anhâ) bir deniz seferinde cennete nail olacağı muştusunun gerçekleştiği yerdir.

Ümmü Haram ve zevci Ubade, Hz. Osman (Radıyellâhü anhümâ) zamanında Şam valisi Muaviye'nin h. 650 yılında Kıbrıs'a düzenlediği sefere katılmışlardır. Gemi Tuzla sahiline yanaştığında Ümmü Haram (Radıyellâhü anhâ) bir deveye bindirilmiş, fakat Cenevizlerin saldırısı üzerine dengesini kaybederek deveden veya attan düşerek Şehit olmuştur.

Böylece tarihte deniz savaşında Şehit olan ilk Müslüman kadın Ümmü
Haram (Radıyellâhü anhâ) olmuştur. Şehit olduğu yere gömülmüş ve bir türbe yapılmıştır. Zaman içinde de bu türbe Müslümanların ziyaretgahı haline gelmiş, adanın manevi mekanlarından olmuştur.

Müslümanlar için neden manevi mekan olduğunu öğrendikten sonra devam edelim biz 😊 👇

1191 yılında Haçlı seferinin başında bulunan İngiltere Kralı I. Richard tarafından ele geçirilen Kıbrıs, tarihte “Arslan Yürekli” olarak bilinen I. Richard tarafından Tapınak Şövalyeleri’ne satılmış, ancak adanın bir yıl sonra Richard’a iade edilmesi üzerine, Kral bu kez de adayı eski Kudüs Kralı Guy de Lusignan’a satmıştır. Böylece adada ismi Kudüs Krallığı olan ve 1489’a kadar varlığını sürdürecek olan “Luzinyanlar” dönemi başlamıştır. Bu dönemde ada ekonomik ve kültürel açıdan büyük bir atılım göstermiştir.

Her ikisi de Katolik olan Fransız asıllı Lüzinyanlar ile, İtalyan asıllı Venediklilerin adaya hakim oldukları 1192-1571 yılları arasında "Pariçi" olarak adlandırılan köle sınıfını oluşturan Rumlar, hem onların hesabına çalışmak, hem de onların kurduğu Katolik Kilisesinin üstünlüğünü tanımak zorundaydılar. 1260 yılında Papa IV. Aleksandr yayınladığı "Bulla Cypria" fermanı ile, Kıbrıs'taki Katolik Latin piskoposunu Latinler dışında, adadaki bütün Ortodoksların da dini lideri haline getirdi.

Bu ferman Rum Ortodoks Kilisesi'nin bütün mallarını Katolik Kilisesi‟ne bağladığı gibi, Ortodoks ahalinin vergilerini toplama yetkisini de Latin Katolik papazlara verdi. Böylece Ortodoks Kilisesi 431'de kavuştuğu bağımsızlığını kaybetti.

Venedikliler döneminde, devam eden baskılar sonucu çıkan ayaklanmalar, feci bir şekilde bastırıldı. Halk yaklaşk 400 yıl süren Latin zulmünden o kadar bıkmıştı ki; Osmanlı'dan çeşitli elçiler vasıtasıyla defalarca yardım istedi.

1489 yılında Venedik hakimiyeti altına giren Kıbrıs, ada halkı açısından sıkıntılı geçen yaklaşık bir asırlık dönemin ardından 1571’de ikinci Selim tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir.

Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'nin tarihini yazan hackett, halkın Venediklilerden bezginliği sebebiyle "nefret duydukları Latinlerin elinden kurtulma gününün gerçekten geldiği inancı içinde adanın her yerinde, Türk askerlerini sevinçle, içtenlikle karşıladıklarını" söyler.

Gerçekten de yüzyıllar boyu süren baskı ve zulümler dönemini yaşayan Kıbrıs Ortodoksları Osmanlı ile rahata ermişlerdir. Hem kölelik, hem ağır vergi yükü, hem de Ortodoks Kilisesi'ne verilen haklar ile kilise yeniden bağımsız hale gelmiş ve kendini örgütleyebilmiştir.

Doğu Akdeniz ve çevresinin tamamen hakimiyet altına alınması adanın stratejik önemini daha da arttırmış, özellikle korsanlık faaliyetleri Kıbrıs’ın fethini zorunlu kılmıştır. Fetih, Akdeniz’deki Türk hakimiyetini perçinlemiş olması bakımından büyük öneme sahiptir. Osmanlı hakimiyeti döneminde Kıbrıs’ta hayat yeniden canlanmış, Venedik döneminde kapatılan Ortodoks kiliseleri tekrar ibadete açılarak Hristiyan tebanın inanç özgürlüğü temin edilmiştir. Öte yandan başta Karaman olmak üzere Ürgüp, Beyşehir, Niğde, Aksaray gibi Orta Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden getirilen yerleşimcilerle adadaki Müslüman nüfus yeniden arttırılmıştır. Adanın dört bir yanında tesis edilen kütüphane, han, hamam, cami, köprü, çeşme gibi vakıf eserleriyle bölge mamur hale getirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nden mağlubiyetle ayrılması ve imzalanan Ayestefanos Antlaşması’nın ağır şartları Avrupa devletlerini harekete geçirmiş, bir süredir Hindistan deniz ticaretini kontrol altına almak için Kıbrıs’a göz diken İngiltere de bu durumu fırsat bilerek, Anadolu’da olası bir Rus tehlikesine karşı Osmanlı’ya yardım etme sözüyle Kıbrıs’ta askerî üs kurmayı teklif etmiştir. (Kıbrıs'a yerleşmek için her yolu deneyen İngiltere tehdit etmekten bile kaçınmamıştır.)

İçinde bulunduğu zor şartlar altında bu teklifi kabul etmek durumunda kalan Osmanlı, 4 Haziran ve 1 Temmuz’da imzalanan ve 15 Temmuz 1878’de yürürlüğe giren antlaşmalarla, egemenlik hakları saklı kalmak ve her yıl belirli miktarda ödeme almak kaydıyla Kıbrıs’ın idaresini fiilî olarak İngiltere’ye terk etmiştir.

İngiltere dönemi :

İngiliz yönetiminin başlangıcından itibaren uygulamada pek çok problem ortaya çıkmış, İngiltere sözleşmelere aykırı adımlar atarak vakıf ve padişah mallarına el koymaya, Müslüman halka baskı uygulamaya başlamış, bu durum Rumları da cesaretlendirerek Müslümanların mallarına el koymaya teşvik etmiştir. Birinci Dünya Savaşı İngiltere’nin aradığı fırsatı vermiş ve böylece 1914 yılında İngiltere Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması’yla birlikte Türkiye İngiltere’nin ilhakını tanımayı kabul etmiştir.

1925 yılında ise İngiltere, Kıbrıs’ı kraliyete bağlı bir koloni statüsüne sokmuş.

İngiltere, 1915 yılında 1. Dünya Savaşı'nda, yanında savaşa girmesi halinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilebileceğini bildirmişti. Milli kimliklerini koruyarak daha sonraları Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması yönündeki baskı ve taleplere karşı ellerinden gelen mücadeleyi vermişlerdir. Bu mücadele sonucu İngiltere vaadini yerine getirememiş, yıllar sonra 1931 yılında Rumlar daha önce verilen bu sözü temel alarak Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak amacıyla İngiltere‟ye karşı isyan etmişler ve isyan ancak iki ayda durdurulabilmiştir.

Acaba İngiltere, sözünü tutmamasını nedeni nedir acaba 🤔
sizin bir fikriniz var mı? 👉

Bizce Kurtuluş Savaşında kaybettikleri için ceza kesmiş olmasınlar? 🤔

Yunan büyükelçisi ve kilisenin desteğiyle çıkan isyanın bastırılması sonucunda, Türk tarafı da hiç bir menfi rolü olmamasına karşın, Rumlara konan yasakların ve hak kısıtlamalarının tümüne muhatap olarak fazlasıyla sıkıntı çekmiştir.

Bu isyan sonrası alınan tedbirler çerçevesinde Türklere ait Kavanin Meclisi kapanmış ve Türkler 1941 yılına kadar kendilerine ait mekanlara Türk bayrağı bile çekememişlerdir.

1937'de Kıbrıs'a "otonom" verilmesi düşüncesi Rumlar tarafından reddedilen İngilizler, 1947 yılında, atanan yeni Vali Lord Winsterlin izniyle 1931 isyanına kalkışan papazların adaya dönmesine izin vermiş ve adada bir istişare meclisi kuracağını açıklamıştır. Fakat Rumlar sadece "ilhak" istediklerini bildirerek bu teklifi de reddetmişlerdir. Daha sonraki teklifleri de kabul edilmeyen İngilizler adayı Lord Winsterlin seçtiği bir "İstişare Meclisi" ile idareye devam etmişlerdir.

15.1.1950 yılında Başpiskopos Makarios, Yunanistan'a ilhak ile ilgili bir plebisit (referandum) düzenleyerek, kiliselerde papazların gözetiminde oylama yaptırmıştır. Bu referandumda, Rumların % 90'ların üzerinde bir oranda ilhakı kabul ettikleri ortaya çıkmış, fakat İngiltere ve Türkiye tarafından bu oylama dikkate alınmamıştır.

Yunanistan ve adadaki Rumlar, İngiltere ve Türkiye tarafından tanınmayan bu plebisitin sonuçlarına dayanarak BM'ye müracaat ederek selfdeterminasyon hakkı talep etmişlerdir. Buna mukabil Türkiye de benzer bir taleple BM'ye müracaat etmiş, ancak BM bu hakkın her iki taraf için söz konusu olabileceğine kanaat getirmiştir.

👉Bu süreç, Kıbrıs Rumlarının Yunanistan'a bağlanma yani Enosis hedefine ulaşmak için EOKA adlı terör örgütünün kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Nitekim 1953 yılında Yunanistan ile, Kıbrıs kilisesi ortak hareket ederek EOKA ismiyle bilinen gizli yer altı teşkilatını kurdular.

7 Mart 1953'te Yunanistan hükümet üyeleri, Makarios ve EOKA kumandanı Albay Grivas EOKA andı içmiş, bu tarihten itibaren Rum tarafı Kıbrıslı Türklere karşı büyük bir şiddet hareketi başlatmıştır.

1954 yılında İngiltere, adanın, el değiştirmemesi kaydıyla Kıbrıs'a muhtariyet verilmesi fikrini ortaya atmıştır. Fakat bu fikir yine Rumlar tarafından reddedildiği gibi, Makarios Yunan başbakanı Papagos'u ikna etmiş ve plebisit sonucuna dayanarak, Rumlara selfdeterminasyon hakkı verilmesini öngören bir teklifi, Bm Genel Sekreterliğinde dile getirmesini sağlamışsa da istediği sonucu alamamıştır.

1955 yılında, İngiltere Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Türkiye ve Yunanistan'ı Londra'ya çağırdı. Londra konferansı öncesi 28 Ağustos 1955 günü Rumlar, Türkleri katledeceklerini ilan ettiler. Bunun üzerine zamanın Türkiye başbakanı Adnan Menderes 24 Ağustos 1955 günü İngiltere'ye bir nota vererek, Kıbrıs'ta vazifelerini yapacaklarını ümit ettiğini bildirdi. Konuyla ilgili basın toplantısında da Türkiye'nin savunması bakımından tek açık kapının Kıbrıs olduğu, bundan dolayı da Kıbrıs'ta statükonun değişmesine müsade etmeyeceklerini söyleyerek Kıbrıs davasında Türkiye'nin de taraf olduğunu böylece dünyaya ilan etti.

Önce İngilizlere sabotaj yapmak suretiyle işe başlayan EOKA terörünü İngilizler önleyemediler. Bunu üzerine tedhişi takip etmeyi reddeden Başpiskopos Makarios'un Seyşel Adalarına sürdüler, ancak; terör daha da arttı. 1955 yılında bu defa Türklere de yönelen ve sonraları Türkleri imha etmeyi tek vazife haline getiren, yüzlerce Türk öldürülmüş, Türklere ait mallar yağmalanmış.

Ancak bunların yetersiz oluşu sebebiyle ENOSİS'e engel olmak, Türklerin her türlü güvenliğini sağlamak, Türkler arasında taraftar bulmaya çalışan sosyalist parti AKEL'in propaganda faaliyetlerine karşı durmak, Türkiye ile ilişkiler kurup bağlılığı sürdürmek amacıyla Türk Mukavemet Teşkilatı 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf R. Denktaş ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşe‟de kuruldu. Ardından ENOSİS'e karşı "Kıbrıs Türktür" sloganıyla "taksim" istenmeye başlandı.

Bu arada Kıbrıs sorunu BM‟de defalarca dile geldi. Fakat Türkiye'nin kararlı tutumuyla, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları istedikleri gibi bir sonuç alamadılar ve nihayet Türkiye ile görüşmeye razı olarak masaya oturmayı kabul ettiler. Bu görüşmeler sonunda, 11 Şubat 1959 Zürih ve 19 Şubat 1959 Londra antlaşmalarının imzalanmasından sonra 16 Ağustos 1960'da bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

Antlaşma esasında cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının Türk olması, hükümet, meclis ve kamu görevlerinde de kontenjanların Rum tarafı lehine %70’e %30’luk bir paylaşımla dağıtılması kabul edilmişse de, ilerleyen aşamalarda Makarios liderliğindeki Rum tarafı bu uygulamanın tatbik edilmesine imkan tanımamıştır. Bunda gelinen noktanın Enosis için bir adım olarak görülmesi etkili olmuştur.

Makarios’un anayasasının uygulanamaz olduğu ve değişikliğe ihtiyaç duyduğu tezini savunarak ortaya attığı fikirler Türkleri adada azınlık konumuna düşürmeyi ve eşit kurucu ortaklık statüsünü ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. 30 Kasım 1963’te sunulan teklif garantör ülkelerden Türkiye tarafından 6 Aralık 1963 tarihinde reddedilirken, diğer garantör devletler Yunanistan ve İngiltere olumsuz bir cevap vermeyerek Rum tarafını cesaretlendirmiştir.

Kıbrıs Devleti kuruldu ama umulan barış bir türlü gelmedi. Çünkü Rum siyasetçiler, Yunanistan'la birleşme amacından hiç vazgeçmedi. Rumların bu yolda örgütlenerek harekete geçmesi çok sürmedi. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olarak seçilen Makarios öncülüğünde kurulan EOKA (Kıbrıs Milli Mücadele Örgütü) adlı Rum örgütü, Türklere karşı saldırılara başladı.

Bu saldırıların en kanlısı ise 1963 Aralık ayında düzenlendi. Saldırı, tarihe "Kanlı Noel" adıyla geçecek kadar vahşiydi. Yüzlerce Türk bir gecede katledildi. Her geçen gün artan olaylara Türkiye kayıtsız kalmadı. Türk savaş uçakları, Lefkoşa üzerinde uçarak Rumlara ilk mesajı verdi.

Böylece Aralık 1963’te yüzlerce 🔻kişinin hayatını kaybettiği
🔻ya da yaralandığı,
🔻yaklaşık 30 bin kişinin mülteci durumuna düştüğü,
🔻100’den fazla köyün tahrip edildiği Rum katliamları gerçekleştirildi.

Uluslararası kamuoyunun seyirci kaldığı bu katliamlar “Türkler isyan etti” yalanı ile meşrulaştırılmaya çalışılmış, katliam esnasında Rum tarafının kontrolünde olan iletişim kanalları da kesilerek Türkiye’ye karşı bir karartma uygulanmıştır. “Kanlı noel” olaylarıyla adada işlerin iyice çığırından çıkması üzerine İngiltere 30 Aralık 1963’te Lefkoşe’de “Yeşilhat”a girmiş ve böylece adanın kontrolü defakto olarak ikiye ayrılmıştır.

Ancak bu tarihten sonra da Rum tarafının uluslararası hukuku hiçe sayan girişimleri hız kesmemiş, Türklere yönelik terör faaliyetleri devam etmiştir. Yeşilhattı geçerek Türk tarafını taciz eden, cinayet ve yağma faaliyetlerini sürdüren Rumlara karşı, Türkiye’nin müdahil olma talepleri ise BM ve ABD tarafından sürekli reddedilmiştir.

1968’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlatılan görüşmelerden de netice alınamamış, bu süreçte Makarios Enosis’i uzun erimli bir proje olarak uygulama yoluna gitmiştir. Yunanistan tarafı bu karardan memnun olmamış ve ülke içindeki prestijini korumak için Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını bir an önce gerçekleştirme düşüncesini sürdürmüş, bu da Makarios yönetimi ile Yunanistan’ın arasının açılmasına neden olmuştur.

15 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen darbe sonrasında Makarios ABD’ye kaçmış, onun yerine göreve gelen Nikos Sampson ise aynı gün Yunanistan’a ilhak anlamına gelen Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Makarios’un 19 Temmuz’da BM’de gerçekleştirdiği konuşmada Kıbrıs’ın Yunanistan tarafından işgal edildiği, Türklerin can ve mal güvenliğinin bulunmadığı yönündeki konuşmasının ardından Türkiye, İngiltere’ye garantör ülke olarak Kıbrıs’a birlikte müdahale etmeyi teklif etmiş fakat İngiltere’nin bunu kabul etmemesi üzerine 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Türk Barış Harekatı başlatılmıştır.

Barış Hareketı dönemin Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş'ın, Bayrak Radyosu'ndan yaptığı konuşmada ile duyuruldu. Denktaş, halka yaptığı konuşmada,
"Bugün, bu anda kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs'ın her yanında havadan ve denizden çıkarma yapmaktadır. Gazanız mutlu olsun" dedi.

Denktaş,
"Derinden top sesleri duyuldu. Hemen arkasından Gönyeli ovalarına yağan paraşütler. Etrafa baktım, ağlayanlar, toprağı öpenler vardı. Ben de ağlamaktaydım" dedi.

Kıbrıslı Türklerin yıllardır beklediği an gelmişti😍

▪️Yıllarca iş yolunda alınıp kaybedilen,
▪️mezarı bile olmayan insanlar,
▪️nüfusunun tamamı canlı canlı toplu mezara gömülen köyler,
▪️bir futbol yıldızıyken evini savunmaktan vazgeçmediği için öldürülen gencecik öğretmenler,
▪️sadece Türk oldukları için 'meslektaşları' tarafından öldürülerek kuyulara atılan polisler,
▪️sığındıkları ilkokulun önünde kurşuna dizilen hamile kadın ve ▫️çocuklar,
▪️sınıfın içine atılan bombadan dolayı felç olan kadınlar.
▪️Ve daha bir çok insanlık dışı katliamlar... artık son bulacaktı.

Türkiye 20 Temmuz 1974 günü tek taraflı olarak Kıbrıs Barış Harekâtta, Türk askerleriyle mücâdele edemeyen Millî Muhâfız Ordusu ve EOKA-B, Türk yerleşim birimlerine saldırarak büyük bir katliâma girişti.

🔻Yüzlerce Kıbrıslı Türk katledildi.
🔻Kadınların ırzına geçildi,
🔻çocuklar sokak ortalarında öldürüldü,
🔻köyler yakılıp yıkıldı.

Bu hareket uluslararası alanda da başta olumlu görüldü. Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etti.

22 Temmuz’da ateşkes ilan edilmiş, Sampson iktidardan uzaklaştırılmış, ancak Rum tarafı bu karara uymayarak Türk köylerine saldırmaya devam etmiştir. 25 Temmuz’da Cenevre’de toplanan garantör devletlerin 30 Temmuz’da imzaladığı protokole göre;
🔹güvenli bölge oluşturulması,
🔹işgal altındaki Türk köylerinin derhal boşaltılması,
🔹esirlerin mübadele edilmesi veya serbest bırakılması ve
🔹barışın sağlanabilmesi için görüşmelerin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

Aynı zamanda adada Rum toplumu ve Türk toplumu olmak üzere iki otonom yönetimin varlığı da kabul edilmiştir.

Cenevre Antlaşması Yunan tarafını tatmin etmemiş, 8 Ağustos’taki ikinci toplantıdan da istenen neticenin alınamaması üzerine 14-16 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Türk Barış Harekatı gerçekleştirilerek KKTC’nin bugünkü sınırları çizilmiştir. Rum Kesimi’nde kalan Limasol, Larnaka, Baf şehirlerinde iseRum ordusu destekli milisler geri çekilirken, kuşatmaya aldıkları Türk köylerinde insanlık dışı katliamlara imza attı.

Taşkent, Atlılar, Muratağa, Sandallar köylerinde tamamı kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan yüzlerce masum sivil katledilmiş ve toplu mezarlara gömülmüştü.

Öyle büyük vahşete imza atılmıştı ki katledilen sivillerin kimlik tespitinin yapılarak şehitliklere gömülmesi bugün bile devam ediyor...

Makarios´un yıllarca 'kurtuluş mücadelesi' diye lanse ettiği, ucu kendine dokunmadığında 'Kahraman EOKA', ucu kendine dokunduğu zaman ise 'EOKA-B' adını taktığı katiller topluluğunun 20 yıla yakın süre yaşattığı korku ve tedhiş.

20 Temmuz 1974 tüm bunların sonunun geldiği tarih. İddia edilenin ve yıllardır yürütülen propagandanın aksine, kötülüklerin başladığı değil, sonuna geldiği gün" ifadesidir.

* * * * * *

12 Şubat 1977'de Rauf Denktaş ve Makarios arasında gerçekleşen görüşmede ikili federal devlet sistemine karar kılınmıştır. Bu da demek oluyor ki ada ikiye bölünmüş olarak devam edecektir.

13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiş, adanın iki bölgeden oluşan federatif bir yapıya kavuşacağı ve Rum tarafıyla birleşileceği varsayımıyla hareket edilmiştir. Bu doğrultuda yeni devletin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önce 1977’de Makarios, ardından 1979’da Kiprianu ile gerçekleştirdiği görüşmelerde bu yönde ilkesel olarak mutabık kalınmasına karşın, Rum tarafı kendilerinin tek hakim olduğu bir yönetim modelinde diretmeye devam etmiş ve verilen sözler yerine getirilmemiştir.

Adada iki toplumlu federatif bir yapının mümkün olmadığını gören Türk yönetimi 15 Kasım 1983 tarihinde Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti'nde 1993'in şubat ayında seçime gidilmiş ve halk Klerides'i tekrardan seçmiştir. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan'ın da yardımıyla Avrupa Birliği'ne girme uğraşlarına başlamışlardır. Çünkü Rum kesimi hala daha güçlü bir devlet olup adayı tamamen kontrol etme çabasındaydı.

Önemli bir gelişme sayılabilecek bir olay da 1993 Mayıs ayında yaşandı. Birleşmiş Milletler isteği ve gayretiyle Lefkoşa Uluslararası Havaalanı ve Maraş arasında uçuş gerçekleşti.

BM ilkeleri ve 1960 kararlarına bağlı kalacağını açıklayan KKTC, Rum kesimi ile müzakere kapılarını her zaman açık tutmuş, ancak Rum kesiminin üniter devlet anlayışındaki ısrarcı tutumu Kıbrıs sorununun günümüze kadar ulaşmasına sebep olmuştur.

Öte yandan GKRY, 1990 yılında AB'ye üyelik başvurusunda bulunmuş, bu yapılırken 1960 kararları hiçe sayılmış ve adanın KKTC'yi de kapsayacak şekilde tamamı için müracaatta bulunulmuştur. Zira 1960 Cenevre Antlaşması'nda, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları bir platforma Kıbrıs Cumhuriyeti'nin üye olmasının mümkün olmadığı kabul edilmiştir.

Ancak AB'nin bu müracaatı kabul ermesi ve ardından 2004 yılında Kıbrıs'ı birliğe dahil etmesi uluslararası hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

1994 yılı temmuz ayında ise Rum Hükümeti Birleşmiş Milletler Adalet Divanı'na başvurarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği'ne ihracat yapmasını engellemek istediler. Öyle de oldu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti böylece Güven Artırıcı Önlemlerden mahrum kalarak dünyaya karşı tanınırlık şansını kaybetmişti.

İki taraf arasındaki müzakereler 2000'li yıllarda da devam etmiş, özellikle 2002 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın taraflarla gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından hazırladığı "Annan Planı" 2004 yılında her iki tarafta da referanduma sunulmuş, 24 Nisan 2004'teki referandumda KKTC'de %64.9'luk bir "Evet" oranı yakalanırken, GKRY'de bu oran %24.1'de kalmıştır.

Öte yandan Eylül 2008-Ocak 2010 tarihleri arasında dönemin devlet başkanları Dimitris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat arasında yaklaşık 60 görüşme gerçekleştirilmiş ve taraflar arasında olumlu mesajlar verilmiştir. Kıbrıs Sorunu'nun önümüzdeki süreçte her iki taraf için taşıdığı önemin yanı sıra Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından da en önemli kırılma noktalarından ve küresel siyasetin önemli gündem maddelerinden biri olacağı muhakkaktır.

..

Müslümanların Durumu

Nüfusunun tamamına yakını Müslüman Türklerden oluşan KKTC'de, yerli halkın dinî inanç ve yaşantısının Türkiye'den çok farklı olduğu söylenemez. Ancak Kıbrıs'ın eğlence sektörünün cazip bölgelerinden biri haline gelmesi Kıbrıs'ın genel karakteristiği açısından da önemli bir risk faktörü oluşturmaktadır.

Türkiye'nin tarih boyunca olduğu gibi bugün de Kıbrıs'a büyük önem atfediyor olması, "Yavru Vatan" olarak görülen ülkenin sahiplenilmesi yönünde özel bir çabayı da gerekli kılmaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 2013 yılında Lefkoşa'da temeli atılan ve yakın zamanda ibadete açılan Hala Sultan Camii bu yönde atılan stratejik bir adım olarak da okunabilir. Ancak camii inşaatını "Türkiye'nin Osmanlı'dan kalma emperyal niyetlerinin bir yansıması" olarak yorumlayan Batılı görüşü destekleyen seküler bir kesimin bu gelişmelerden rahatsızlık duyduğu da görülmektedir.

Öte yandan Kıbrıs'ta etki gücü başta Avrupa olmak üzere uluslararası alana yayılmış canlı bir tasavvufi hayat da mevcuttur. Bu noktada Nakşibendiyye tarikatının Hakkani koluna mensup Nazım Kıbrısî (ö.2014) liderliğindeki Kıbrısîler önemli bir figür olarak öne çıkmıştır.

...

Dış problemleri:

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin en önemli dış problemi Rumların adanın tümü üzerinde hak iddia etmelerinden ve BM başta olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşların Rumların hâkimiyetindeki Kıbrıs Cumhuriyeti'ni adanın meşru yönetimi olarak muhatap kabul etmesinden kaynaklanan problemdir. Uluslararası güçlerin, Rumlara ve onlara uluslararası platformda en büyük desteği sağlayan ülke durumundaki Yunanistan'a arka çıkması, buna karşılık garantör devlet sıfatı taşıyan Türkiye'nin Kıbrıs davasını savunmada zayıf kalması problemi daha da derinleştirmektedir. Bütün bu sebeplerden dolayı dünya ülkelerinin geneli KKTC'ni resmen tanımamıştır. BM'in Rum yanlısı tutum izlemesi de bu konuda etkili olmaktadır.

İslami Hareket:

Gerek İngiliz işgali, gerekse onu izleyen Rum yönetimi dönemlerinde İslâmi eğitimin engellenmesi ve Müslüman halkın dinini öğrenmesine ve yaşamasına engel olunması Kıbrıs'ta İslâmi hayatın zayıflamasına sebep olmuştur. İngilizler ve Rumlar adadaki Müslümanlara da kendi kültürlerini ve yaşayış tarzlarını kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bunun etkisi bugün hâlâ gayet bariz bir şekilde görülmektedir. Bugün Kıbrıs halkının yeniden İslâmi yönden bilgilendirilmesi ve şuurlandırılması için çeşitli faaliyetler başlatılmıştır.

KKTC'nde 191 cami bulunuyor. Ancak bunların çoğunda fahri imamlar görev yapıyor. Bunda yönetimin ihmali görülmektedir. Yönetim İslâmi hayatın yeniden canlanması ve yetişen neslin İslâmi yönden bilgilendirilmesi yönünde gereken gayreti göstermemektedir. Yapılan İslâmi çalışmalar genellikle fahri çalışmalardır. Bu fahri çalışmaları yürütenlerin başında da Kıbrıs Türk-İslâm Kültür Derneği'yle, Kıbrıs'ın ünlü mutasavvıflarından Şeyh Nazım ve müridleri gelmektedir.

...

Kıbrıs Barış Harekatı Nedenleri

Adada Türkler ve Rumlar arasında oluşan kargaşalar ve sıkıntılara örnek vermek gerekirse "Kanlı Noel" adı verilen olay örnek gösterilebilir. Kanlı Noel olayı adada bulunan Kıbrıs Türklerine yönelik olan silahlı saldırıdır. 20 Aralık 1963 gecesinde, Lefkoşa'da Kıbrıs Rumları tarafından Kıbrıs Türklerinin otomobillerine açılan ateş sonrasında bir küçük savaşa dönüşmüştür. Toplamda yaklaşık 500 kişi ölmüştür ve bunların 350'si Kıbrıs Türkü 150'si de Kıbrıs Rum kesimindendir. Bu olaya Kıbrıs'taki toplumlararası çatışmaların başlangıcı olarak bakılmaktadır.

15 Temmuz 1974 darbesi ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'ta barış harekatı düzenlemesini gerektirecek kadar büyük bir olaydır. Yunanistan askeri cuntanın emri ile gerçekleştirilen bu darbe Kıbrıs Ordusu ve Yunan-Rum Ordusu EOKA-B ile de desteklenip beraber organize edilmiştir. Darbe sonrasında mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı III. Makarios görevden alınıp yerine ise EOKA-B liderlerinden biri olan Nikos Sampson getirilmiştir.

Adada gerçekleştirilen bu darbe sonrası Lefkoşa'da bulunan Türk Büyükelçiliği şifreli bir mesajla Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri'ne böyle bir darbe olduğunu söyledi. Türkiye de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması'nın garantör ülkelerinden biri olduğu için onu derinden ilgilendiren bu olaya diğer bir garantör ülke olan İngiltere ile beraber müdahale etmek istedi. Ne var ki İngiltere bunu kabul etmemiştir ve Türkiye Cumhuriyeti olaya tek başına müdahale etmek zorunda bırakılmıştı.

Kıbrıs Barış Harekatı Nasıl Yapıldı?

Milli Görüş hareketinin lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın emriyle, o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, Milli Güvenlik Kurulu'nu topladı. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de olası bir Kıbrıs müdahalesine karşı önemli tedbirlerin alınmasını da söyledi. Bu arada, o dönemin Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de TBMM'yi olağanüstü toplantıya çağırmıştı.

MGK’da şu isimler yer aldı:
“🔸Cumhurbaşkanı Fahri Korkutürk,
🔸Başbakan Bülent Ecevit,
🔸Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar,
🔸Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan,
🔸Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık,
🔸İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk,
🔸Maliye Bakanı Deniz Baykal,
🔸Çalışma Bakanı Önder Sav,
🔸Ulaştırma Bakanı Ferda Güley,
🔸Kuvvet Komutanları
🔹Orgeneral Eşref Akıncı,
🔹Oramiral Kemal Kayacan,
🔹Orgeneral Emin Alpkaya.”

Tarih 19 Temmuz 1974'i gösterdiğinde Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait olan filo, gemilerle birlikte Akdeniz'e yöneldi. Kıbrıs Barış Harekatı'nın başlaması 20 Temmuz günü Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait olan uçaklarla Lefkoşa ve çevresine hava indirme ve Yavuz Plajı'na denizden çıkarma yapmaktı. Bu harekatın parolası ise "Ayşe tatile çıksın!" olarak belirlendi. Sonrasında çok ünlü olan bu paroladaki Ayşe, dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş'in kızının adıdır.

Bülent Ecevit, harekatın başlamasının hemen ardından saat 06.10´da yapığı konuşmada Kıbrıs´a müdahale ettiklerini şu sözlerle duyurdu:

"Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs'a indirme ve çıkarma harekâtına başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz. Bu karara ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Tekrar bu harekâtın insanlığa, milletimize ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim. Allah'ın milletimizi ve insanlığı felaketlerden korumasını dilerim."

TSK'ya ait olan uçaklar 21 Temmuz tarihinde, Rum kesimindeki mevzilere karşı harekete geçti. Kıbrıs Türk Kuvvetlerinin de Türk Silahlı Kuvvetlerle birleşmesiyle Lefkoşa Havalimanı, Kaymaklı ve çevresine taarruza başladı. Harekatın 3. günü ise Girne'ye kadar giren Türk birlikleri Girne'den de Lefkoşa'ya kaydı. Böylece Lefkoşa-Girne Türk hattı oluşturuldu.

Bu kadar ilerlemeden sonra ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Türkiye'ye olan harekata son verme çağrısı ile TSK, 22 Temmuz akşamından sonra harekata son verdi. Bu olanlardan sonra da 25 Temmuz 1974'te Cenevre'de Kıbrıs barış görüşmeleri gerçekleşti. Türk birlikleri ateş etmeden adadaki alanlarını genişletip Türkiye'den asker ve malzeme yardımı getirtiyordu.

Bu sırada da taraflar arası ateşkes söz konusuydu fakat Rumlar ateşkesi ihlal etti. Girne'nin batı kesimindeki Türklere ateş açan Rumlar Türk birlikler tarafından püskürtüldü. Rumların ateşkese uymamasıyla birlikte de Türk kuvvetleri Lapta'ya yöneldi ve orayı ele geçirdi.

İkinci Cenevre Toplantısı ve
İkinci Harekat

8 Ağustos 1974 günü yapılan II. Cenevre Konferansı'nda alınan kararlara Rum tarafı itiraz etti. İkinci bir toplantıda da istenen sonuç alınamayınca Türk Silahlı Kuvvetleri ikinci bir harekata başladı. Türk kuvvetleri adada ilerledikçe Rum ve Yunan birlikleri de kaçıyordu. Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek için ilerleyen Türk birlikleri onların ardından Rumlar için çok büyük önem taşıyan İngiliz Tepe ve Kara Tepe'yi ele geçirdi.

Rumlar ve Yunanlar adeta Türk Ordusu'nun önünden kaçıyordu. Bunlar yaşanırken ise Rumlar içinden geçtiği bütün Türk köylerini yağmalayarak Türkleri öldürüyordu. Aynısını da Türk askerleri yakaladığı Rum mislilere yapıyordu. Gerçekten bir savaş havası vardı. 14 ve 15 Ağustos'ta da Kıbrıs Türk halkının da orduya olan desteğiyle Magosa, Lefkoşa ve Lefke'de bulunan bütün Rumlar püskürtülmüş ve oralar ele geçirilmiştir. Böylece Kıbrıs Barış Harekatı'nın askeri ayağı son bulmuş ve adadaki Türklerin katledilmesinin önüne geçilmiştir. Yunanistan'ın adayı tamamen ele geçirme hayalleri ise suya düşmüştür.

Barış Harekâtı’nda Asker-mühimmat ve hayatını kaybedenler.

Kıbrıs adasında 20 Temmuz ve 18 Ağustos 1974 tarihleri arasında gerçekleşen ve kesin Türk zaferi ile sonuçlanan bu harekatta 4 taraf vardı. Bunlar: Türkiye, Kıbrıs Türk Yönetimi, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum kesimi). Tarafların toplam güçlerine bakacak olursak eğer Türk tarafı için söylenebilecek sayılar şöyledir:

    40.000 Türk Silahlı Kuvvetleri askeri
    Sayısı tam olarak bilinmeyen Kıbrıs Türkleri
    Yaklaşık 170 tank

Diğer tarafa bakacak olursak eğer:

    12.000 Rum askeri
    40.000 Seferber Halk
    33 Tank
    2.000 Yunan askeri

Böylesine bir savaşta kayıp olmazsa olmazdı. İki tarafında önemsenmeyecek kayıpları mevcuttur. İki tarafta hem askerlerden hem de sivil halktan kayıp vermiştir. Bu kayıpları da tarafların güçleri gibi ikiye bölmek gerekirse eğer Türk tarafında:

    Türk Silahlı Kuvvetlerinden 498 ölü ve 1.200 yaralı
    Kıbrıs Türk Halkından 70 mücahit, 270 sivil, 830 kayıp sivil ve 1000 civarı da yaralı sivil bulunmaktadır.

Rum tarafına bakacak olursak eğer:

    Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan ortak olarak 4.000 ölü ve 12.000 yaralı bulundurmaktadır.

Toplamda Türk kesiminden 3.841 kayıp, Rum kesiminden de 16.000 kayıp verilmiştir. Buna ek olarak da 3 Avusturyalı askerin öldüğünü,

24 Avusturyalı, 4 Britanyalı, 17 Finlandiyalı, 3 Kanadalı olarak da toplam da 48 askerin de yaralandığını söylemek mümkün.

Böylece ortaya toplam ölü ve yaralı olarak yaklaşık 20.000 insanın zarar gördüğünü söylemek doğrudur. Kıbrıs Barış Harekatı’nın nedenleri ve sonuçları da bu şekildedir.

Toplamda 2 bine yakın şehit, bazıları hala bulunamayan yüzlerce kayıp, binlerce yaralı ve hayatını tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kalan insanlar.

Bir röportaj:

Ahmet Tolgay,
O dönemde gazetecilik yaptığını belirterek, 1974'deki iki harekata da katıldığını ifade etti. Harekat sırasında Lefkoşa'daki Sancak Karargahı'nda görevli olduğunu belirten Tolgay, harekat öncesi 5 yıllık askerlik yaptığını ve o dönemde buna "mücahitlik" dediklerini kaydetti.

Tolgay, "Birinci Kıbrıs Barış Harekatı'nı tüm dünya ve özellikle Batı desteklerken, İkinci Harekata karşı birden bire tavır aldıklarını gördük. Türkiye'nin ilk karşı çıkamayarak, edilgen davranmalarının nedenini daha sonra çözdük. O dönemde Atina'da Avrupa'nın ve Amerika'nın sempati duymadığı faşist Albaylar Cuntası iktidardaydı. Onun düşürülmesini istiyorlardı, Türkiye sağladı bunu." dedi.

Yunanistan'daki Albaylar Cuntası'nın düşmesinden sonra Batılılar ve ABD'nin, neden ilk harekette sessiz kalıp, ikinci harekete karşı geldiklerini ve Türkiye'yi işgalci konuma getirecek kadar ikinci harekete karşı çıkmaları akıllara "Amaç hasıl olmuştur, düşürmek istediğimiz cuntayı düşürdük, bu iş burada dursun" tavrı içerine girdiğini anımsatıyor.

Ayrıca batılıların istediklerini aldıktan sonra aşağıda aldıkları tutumu daha net anlayacaksınız👇

Kıbrıs Barış Harekatı Sonuçları

Kıbrıs Barış Harekatından sonra Yunan Temyiz Mahkemesinin dava sonunda verdiği karar şöyledir: "Zürih ve Londra antlaşmalarına göre Kıbrıs'a yapılan Türk askeri müdahalesi yasaldır. Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir. Esas suçlular darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de bu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır."

Her ne kadar Yunan Temyiz Mahkemesinin verdiği karar böyle olsa da Birleşmiş Milletler'e göre Kıbrıs adasının tek sahibi Kıbrıs Cumhuriyeti yani Rumlardır. Çünkü Güvenlik Konseyi'nin yayınladığı 550 sayılı kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin diğer Birleşmiş Milletler üyesi olan ülkeler tarafından tanınmamasını istemiştir.

Birleşmiş Milletlere göre Türk Ordusu adada işgalcidir ve Kıbrıs adasını uluslararası herhangi bir antlaşma olmadan işgal etmiştir.

Rum ve Yunan taraflarının BM’deki girişimleri ile BMGK’da KKTC’nin bağımsızlığının tanınmasını engelleyecek bir karar çıkartılmış, böylece Bangladeş, Pakistan gibi pek çok Müslüman devletin KKTC’yi resmen tanımasının önüne geçilmiştir.

Türkiye, KKTC’yi uluslararası düzeyde resmî olarak tanıyan tek ülke konumundadır. İki ülke arasında bu bakımdan hayati bir bağ bulunmakta olup, KKTC’nin başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda en büyük destekçisi Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Kıbrıs sorunu için birtakım davayı neticelendirmiştir.

AİHM'nin Türkiye aleyhine verdiği ilk karar, Türk harekatı sonucunda Girne'deki evinin elinden alındığını iddia eden Titina Loizidou tarafından açılmış ve Loizidou Davası olarak bilinen süreç sonunda mahkeme, Türkiye'yi 1,2 milyon avro ödemeye mahkum etmiştir. 1998 yılında sonuçlanan davada Türkiye, tazminatı 2003 yılında ödemiştir.

Bu davalardan en önemlisi ise 2014'te nihai kararı açıklanan tazminat davasıdır. 1994 yılında Rum hükümetinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmasıyla açılan dava, Kıbrıs Harekatı sonrası kaybolan 1491 Kıbrıslı Rum'un ailelerine ve evinden edilen 221 bin Rum kesiminin zararları için açılmıştır.

Peki evleri, ailesi yıkılıp yıkılan Türk toplumuna niye sessiz kalıyorlar? Vahşet üstüne vahşet gerçekleştiren Yunanistan ve Rum yönetimine niye ceza yazmıyorsunuz? Sizin adaletinize.... Sözde ismi avrupa İnsan HAKLARI mahkemesi lakin yalnızca ismi öyle 😤

AİHM, Türkiye'nin harekat sırasında 11 tane İnsan Hakları Sözleşmesi maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. Kaybolan aileler için 30 milyon Euro, adanın Kuzeyinde yani Türk kesimi içerişinde yaşamak zorunda bırakılan Rumlar için de 60 milyon Euro olmak üzere toplam da 90 milyon Euro ödemesi için karar çıkmıştır.

Hemde Yunanistan'ın  Atina Yüksek Mahkemesi’nin 21 Mart 1979’da aldığı kararla Türkiye’nin gerçekleştirdiği barış harekatının yasal olduğunu kabul etmesine rağmen...

2006 yılında AİHM, görülmeyi bekleyen bütün tazminat davalarını bağlayan bir karar almış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bulunan Taşınmaz Mal Komisyonunu adadaki soruna dair bir iç hukuk yolu olarak tanımlamış ve Rumlar tarafından açılmış tüm bireysel tazminat davalarını, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle reddetmiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Kuruluşu Cenevre Deklarasyonu ile Kıbrıs Türkler ve Rumlar olarak iki kısma ayrılmıştır. Dönemin Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş ve Rum lideri Klerides ile gerçekleştirilen görüşmede sonuca varılmaması ile Türkler Kıbrıs Türk Federe Devleti'ni kurmuştur.

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER

Kıbrıs Türklerinin görüşü

Kıbrıslı Türkler, harekattan hemen sonra sistematik katliamlardan kurtulmuş, yeniden kurulan asayişin etkisiyle 70'lerden önceki duruma geri dönebilmiştir. Kıbrıslı Türkler'e göre Zurih Anlaşması'nın verdiği haklara istinaden Türkiye adaya haklı olarak müdahale etmiş, adanın Türk nüfusuna yönelik saldırıların bitmesinde etkin güç olmuştur.

Kuzey Kıbrıs'ta harekatla ilgili birçok mezarlık ve tarihi mekânda, Türk askerlerine duyulan minnettarlığın izlerini görmek mümkündür. Adaya ilk çıkan ve burada ölen Türk askerleri için yapılan Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Şehitliği, (Ankara Çubuk Motorize Piyade Alayı Komutanı) bunun en güzel örneklerinden biridir.

Ayrıca bugün KKTC'de bütün devlet ve diğer kurumlarda KKTC bayrağının yanında Türk Bayrağı da asılmaktadır. Bu, Kıbrıs Türkleri'nin, Anavatan Türkiye'ye gönülden bağlı olduğunun en önemli göstergesidir.

Kıbrıs Rumlarının görüşü

Kıbrıslı Rumlar'ın büyük kısmı, harekattan hemen önceki olayları, Türk ve Yunan/Rum tarafının çektiği acıları unutmuş, adada KKTC'nin kurduğu hakimiyeti ayrılıkçı bir hareket olarak nitelendirmiş ve Türk Ordusu'nu işgalcilikle suçlamıştır. Rum tarafına göre Türkiye burada adadaki Türkler'in haklarını savunmamakta, emperyalist gayeler gütmekte ve Kıbrıs'ta söz hakkı almaya çalışmaktadır.

...

Gelinen Nokta

Şu an gelinen nokta Türk tarafının lehine gibi görünüyor. Ama bizim kanaatimize göre Türk tarafının ne kadar lehine olacağını bundan sonra izlenecek politikalar ve uluslar arası platformda ortaya konacak dirayet gösterecektir. Çünkü dünyadaki hâkim güçler ambargo uygulamasından vazgeçilmemesi, KKTC'nin tanınmaması için bastırmayı tercih ediyorlar. Buna karşılık Rum tarafı da kendisinin artık AB üyesi olacağı gerekçesini kullanarak Türkiye'nin kendisini resmen tanımasını, diğer AB üyesi ülkelere tanınan hakların tümünün kendisine de verilmesini istiyor.

...

Kapalı Maraş

Bir dönemin en gözde tatil yöresi ve Hollywood yıldızlarının uğrak yeri olan kapalı Maraş, Ada'yı ikiye ayıran yeşil hat üzerinde ve bir tampon bölge konumunda bulunuyor.

46 yıldır kapalı olan ve "Hayalet Şehir" olarak da anılan Maraş, yıllardır devam eden Kıbrıs müzakerelerinde pazarlık konusu oldu.

Türk tarafının iyi niyetli adımları neticesinde Maraş'ın defalarca yeniden yerleşime açılma girişimi oldu ancak her seferinde sonuçsuz kaldı.

EVKAF, Maraş'ın vakıf arazisi olduğunu belirtiyor

Ada'daki Osmanlı mirası Kıbrıs Vakıflar İdaresi (EVKAF), kapalı Maraş'ın bulunduğu arazinin EVKAF'a olduğunu belirtiyor.

EVKAF Genel Müdürü İbrahim Benter, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kapalı Maraş bölgesinin 4 bin 500 dönüm civarında olduğunu belirterek, bu alanın Lala Mustafa Paşa Vakfı, Abdullah Paşa Vakfı ve Bilal Ağa Vakfı olmak üzere 3 vakfa ait olduğunu söylemişti.

Benter, Lala Mustafa Paşa'nın, Kıbrıs'ı fethettikten sonra o bölgedeki arazileri kendi parasıyla satın alarak vakfettiğini ve 300 yıl bu araziler vakıf arazisi olarak kullanıldığını kaydederek, "Orada cami ve türbeler var. Fakat İngiliz idaresi döneminde hukuka aykırı bir şekilde bu araziler Rumların ve kilisenin üzerine geçirilmiştir. Aslında Rumlara ve kiliseye mülkiyet hakkı değil kullanım hakkı verilmişti, İngilizler de bunu itiraf etmişti. Dolayısıyla kapalı Maraş yüzde 100 vakıf arazisidir. Bizim elimizde bunu ispat eden tüm vakıf senetleri ve İngiliz tapuları vardır. Ümidimiz kapalı Maraş'ın kullanıma açılması ve vakıf arazisi olarak kullanılmasıdır." ifadelerini kullanmıştı.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1984'te Maraş ile ilgili aldığı 550 sayılı kararda, "Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakini dışındaki insanların yerleştirilmesi çabalarını kabul edilmez olarak niteler ve bu bölgenin BM yönetimine devredilmesi çağrısında bulunur." ifadeleri yer alıyor.

Türkiye'den "üst düzey" destek

KKTC'de Maraş'ın yeniden yerleşime açılmasıyla ilgili çalışmalar Türkiye tarafından da büyük destek gördü.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tatar'ın Ankara ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, Maraş'ın yeniden kullanıma açılmasının KKTC vatandaşları açısından önemini çok iyi bildiğini vurgulamıştı.

Erdoğan, ilk adım olarak Kıbrıs Türk halkının perşembe sabahından itibaren Maraş'ın sahil şeridinden faydalanmak üzere kapalı bölgeye girebilecek olmasından memnuniyet duyduklarını belirterek, "Kullanıma açılan bölgede hiçbir özel mülk bulunmaması sebebiyle herhangi bir mağduriyete yol açılmayacağı için karşı tarafın itirazları şimdiden boşa çıkmıştır. Mülkiyet haklarına saygı gösterilerek yürütülen çalışmaların bir an önce sonuçlandırılarak Maraş'ın bütünüyle kullanıma açılmasını temenni ediyoruz. Bu konuda KKTC makamlarına her türlü desteği vermeye hazırız." demişti.

SONUÇ

Stratejik açıdan oldukça önemli olan Kıbrıs, bugüne kadar birçok milletin egemenliğinde kalmıştır. Ada, 1571'den 1878'e kadar hem hukuken hem de fiilen Osmanlı idaresinde kalmıştır ve tarihinin en sorunsuz ve huzurlu dönemini yaşamıştır. Ancak adanın İngiliz idaresine girmesiyle birlikte, uluslararası alanda bir Kıbrıs sorunu doğmaya başlamıştır.

1878'de Osmanlıların Kıbrıs'ta askeri üstünlüğünün sona ermesinden bugüne kadar, adada Türk ve Rum toplumları arasında bir barış ve güven ortamı yaratılamamıştır. Seksen yılı aşkın İngiliz idaresinde çeşitli çatışmalara tanık olan ada, 1960 yılında imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında bağımsızlığına kavuşmuştur. Ancak kısa bir süre sonra başlayan toplumsal huzursuzluk 1964'te doruğa tırmanmış ve on yıl sonra Barış Harekâtı ile Türkiye, Kuzey Kıbrıslı Türklerin tehditten uzak yaşayabilecekleri bir coğrafi alanı kontrolü altına almıştır. Daha sonra Kuzey Kıbrıslı Türkler, kendi geleceklerini kendileri belirlemek için politik örgütlenmelerini tamamlamışlar ve 1983'te KKTC'yi kurmuşlardır. Fakat KKTC, Türkiye dışındaki devletlerce tanınmamıştır.

Bu süreçte, Kıbrıs sorununun çözümü için adadaki iki toplum sürekli görüşmelerde bulunmuş ve diğer taraf ülkeler ile BM birçok çözüm önerisi teklif etmiştir. Ancak çözüme yönelik bu çabalardan bir sonuç çıkmamıştır. Çünkü Kıbrıs'ta oluşturulacak yeni bir devletin niteliği konusunda uluslararası toplum, Rum tarafı ve Türk tarafı arasında önemli görüş ayrılıkları  bulunmaktadır. Türkler KKTC'nin tanınmasını istemekte, diğer taraftan uluslararası toplum, 1960 sistemine benzer bir devlet çatısı altında adadaki iki toplumu zorla bir araya getirerek, Türklerin tekrar azınlık konumuna düşmesini istemektedir.

GKRY'nin 2004'te AB'ye girmesiyle birlikte, AB de Türkiye'den Kıbrıs konusunda bir takım taleplerde bulunmaya başlamıştır. AB Kıbrıs konusunu, Türkiye'nin üyeliği için ön şart olarak ileri sürmektedir. Ancak AB veya diğer herhangi bir örgüte üye olmak için müzakere masasında Yunan-Rum tezlerine olumlu yanıt verilmemeli, diplomatik mücadele sürdürülmelidir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kıbrıs'ta asıl konu, iki toplumun zorla bir araya getirilerek bir devlet kurulması değil, iki toplumun uyum içinde birlikte yaşayabilecekleri bir ortamın yaratılmasıdır. Bu ise, uzun vadede Ege'nin iki tarafında yer alan devletlerin aralarındaki sorunları çözmesi ve Türk-Yunan halklarının yakınlaşmasıyla sağlanabilir. Dışarıdan bir müdahaleyle iyi bir Kıbrıs devleti ve toplumu yaratılamayacağı ortadadır.

Son bir yazı ile bölümü bitirelim. Buraya ekleyeceğim o kadar çok acı var ki! Gerçi acılar sığmaz ki değil mi?


Kanlı Noel (Kanlı banyo)

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden Tuğgeneral rütbesiyle emekli olan Nihat İlhan, 1963 yılında o dönem adı Kıbrıs Türk Alayı olan Kıbrıs’taki 650 kişilik Türk gücünün doktoruydu. Kıbrıs tarihine Kanlı Noel diye geçen Rumların silahlı saldırılara başladığı 20 Aralık 1963’teki, Türk Alayı’nda görevi başındaydı. 24 Aralık gecesi Rumlar, Lefkoşa’nın Kumsal semtinde Binbaşı Nihat İlhan’ın evine baskın düzenledi. Rum saldırganlar, Nihat İlhan’ın 3 küçük oğlu, Kutsi, Murat, Hakan ve eşi Mürüvvet’i saklandıkları banyoda küvetin içinde kurşun yağmuruna tutarak katletti. Olayın yaşandığı ev daha sonra ’Barbarlık Müzesi’ne dönüştürüldü.

Yıllar sonra Nihat İlhan o acı geceyi de şöyle anlatmıştı:

“Türkiye’de askeri tıp akademisinden mezun olduktan sonra bir helikopter ile Kıbrıs Türk Alayı’na baştabib olarak geldim. O dönemde Türk alayı ile Rum alayı birbirlerinden yüz metre mesafedeydi. Birçok yaralı geliyordu. Eşimi, küçük iki çocuğum ile 3 aylık oğlumu Lefkoşa’nın Kumsal adı verilen bölgesinde kiraladığımız bir eve yerleştirmiştim.

Ailemin katledildiği 24 Aralık 1963 tarihinde askeri hastaneye yaralı Türkler gelmiş onlarla ilgileniyordum. Katliam olduğu zaman birkaç gündür eve uğramamış ve ailemden haber alamamıştım. Evimizin yakınında kalan bir Türk çoban geldi ve alay komutanının da bulunduğu bir ortamda Rumların Türk subaylarının ailelerine saldırdığını söyledi. Ne olduğunu anlamadık. Hemen eve gitmek istedim ama alay komutanı izin vermedi. Alay komutanı benden o gün yaşayacaklarımla ilgili asker sözü vererek soğukkanlı olmamı istedi. Ben hala ailemin katledildiğini fark etmiyordum. Zırhlı bir araçla Türkiye elçiliğine gittik. Subay eşleri ve elçilik görevlileri doluydu. Kadınlar ağlıyorlardı.

İLK SÖZÜM 'VATAN SAĞOLSUN' OLDU

Hâlâ ailemin öldürüldüğünü anlamadım. Üzerim çok kirliydi ’sıcak suyla banyo yapabileceğim bir yer var mı’ diye sordum. Banyo yaptım. Ardından Türkiye büyükelçisi beni çağırdı. Bana ’başın sağolsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş’ dedi. Katliamın üzerinden 3 gün geçmiş ve benim haberim yeni oluyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. İlk sözüm ’Vatan sağolsun’ oldu.

ANKARA’YA GELMEM İSTENMEDİ”

Telefon bağlantısı kuruldu ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan o dönemin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay beni aradı. Kumsal katliamında ailemin katledilmesinin yanı sıra 35 kişi de yaralanmıştı. Katliam, “Kanlı Noel” diye tarihe geçti. Cevdet Sunay önce “Geçmiş olsun” dedi ardından “Biliyorsun Türkiye’de 6-7 Eylül olayları yaşandı. Birçok Rum ve yabancının evleri yağmalandı, bu olaylar durdurulamadı. Şimdi sen doğrudan Ankara’ya gelirsen, burada halk ayaklanmış durumda. Kara Eylül’ün bir benzeri yaşanabilir’ dedi. Bu nedenle Ankara’ya gelmememi istedi.

Eşimi kalbime gömdüm. O günlerde Türkiye ile telefon haberleşmesi kesikti. Ailemin cenazelerini Erzincan’da doğduğum yerde toprağa vermek istedim. Büyükelçi bana Türkiye ile telefon bağlantısı olmadığını söyledi. Dolayısıyla uçak gelemiyordu. Haber veremiyorduk. Sonunda Türkiye’den iki uçak geldi ve yaralılar ile cenazeleri aldı. Ardından cenazeleri Erzincan’a götürdük. Çocuklarım hala kanlar içindeydi. Ellerimle yıkadım. Aile kabristanına çocuklarımı ve eşimi gömdüm.”

* * * * * *

Bizden bu bölümlük bu kadar. Bir dahaki bölümde görüşünceye kadar En güzeli olan الله TEÂLÂYA emanet olunuz

Continue Reading

You'll Also Like

93K 5.8K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
939K 31.6K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
271K 10K 46
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.7M 62.2K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...