KALP KIRICI: FEVT

By Nemesisheart

3.5K 376 107

Görüyor musunuz? Savaş başlıyor... Kapılar açılıyor, savaş artık benim için başlıyor... *** "Ailen güç için... More

"ᴛᴀɴɪᴛɪᴍ"
1.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴏʀᴋᴜ ᴅᴏʟᴜ ɢᴇʀçᴇᴋʟᴇʀ"
2.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴏʀᴋᴜ ᴅüğüᴍü"
3.ʙöʟüᴍ:"ᴀçıᴋʟᴀɴᴀɴ sıʀʟᴀʀ "
4.ʙöʟüᴍ:"ᴇɴᴅɪşᴇ ᴛᴏʜᴜᴍʟᴀʀı"
5.ʙöʟüᴍ:"öʟüᴍ sᴇssɪᴢʟɪğɪ"
6.ʙöʟüᴍ:"ʜᴀʏᴀʟ ᴋıʀıᴋʟığı"
7.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʀᴀʀ"
9.ʙöʟüᴍ:"sᴀᴠᴜɴᴍᴀsıᴢ ʙᴇᴅᴇɴʟᴇʀ"
10.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʏʙᴏʟᴜşᴜɴ sᴀɴᴄısı"
11.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʟʙɪɴ ʜᴀʏᴋıʀışʟᴀʀı"
12.ʙöʟüᴍ:"ᴄᴇsᴀʀᴇᴛ ғısıʟᴛıʟᴀʀı"
13.ʙöʟüᴍ:"ʙᴀş ᴋᴀʟᴅıʀış"
14.ʙöʟüᴍ:"ɢᴇʀçᴇᴋʟɪğɪɴ çᴀğʀısı"
15.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʟᴘsɪᴢ"
16.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ɴᴛɪᴋᴀᴍ ᴀᴛᴇşɪ"
17.ʙöʟüᴍ:"ᴀʏ ᴛᴜᴛᴜʟᴍᴀsı"
18.ʙöʟüᴍ:"ᴋıʀıᴋ ʀᴜʜʟᴀʀıɴ sᴀɴᴄısı"
19.ʙöʟüᴍ:"ɢöᴋʏüᴢüɴ ᴠᴇ ᴅᴇɴɪᴢɪɴ sᴇsɪ"
20.ʙöʟüᴍ:"ʏᴀʙᴀɴᴄıɴıɴ ɴᴇғᴇsɪ"
21.ʙöʟüᴍ:"ᴋıʀıᴋ sᴀᴠᴀşçı"
22.ʙöʟüᴍ:" ᴄᴇʜᴇɴɴᴇᴍ çᴜᴋᴜʀᴜ"
23.ʙöʟüᴍ:"ᴅᴜʏɢᴜ ʜıʀsıᴢı"
24.ʙöʟüᴍ:"ʏɪᴛɪʀɪʟᴍɪş ᴅüşʟᴇʀ"
25.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ʟᴋ ɪ̇ᴢ"
26.ʙöʟüᴍ:"ʏᴀsᴀᴋ ᴋöᴘʀü"
27.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇sɪᴍsɪᴢ ʙᴇɴʟɪğɪᴍ"
28.ʙöʟüᴍ:"öʟüʟᴇʀ ᴠᴇ sıʀʟᴀʀ"
29.ʙöʟüᴍ:"ᴋöᴛüʟüğüɴ ᴍᴀsᴜᴍɪʏᴇᴛɪ"
30.ʙöʟüᴍ "ᴘᴇʀᴅᴇ ᴀʀᴋᴀsıɴᴅᴀᴋɪ ᴏʏᴜɴʟᴀʀ"
31.ʙöʟüᴍ:" ᴠᴀᴢɢᴇçɪʟᴇᴍᴇʏᴇɴ ɢüɴᴀʜ"
32.ʙöʟüᴍ:"şᴇʏᴛᴀɴʟᴀʀıɴ ʙᴀʀışı"
33.ʙöʟüᴍ:"öᴢɢüʀʟüğᴇ ᴠᴇᴅᴀ"
34.ʙöʟüᴍ:"şᴇʏᴛᴀɴıɴ ɪ̇ᴘʟᴇʀɪ"
35.ʙöʟüᴍ:"ʟᴀʟ"
36.ʙöʟüᴍ:"ᴠᴀᴠᴇʏʟᴀ"
37.ʙöʟüᴍ:"ᴍᴀʏıɴ"
38.ʙöʟüᴍ:"ᴢᴀʏıғ ɪşıᴋ"
39.ʙöʟüᴍ:"ᴅɪᴋᴇɴʟɪ ᴀᴠᴜçʟᴀʀ"
40.ʙöʟüᴍ:"ɢöᴢʟᴇʀɪɴ ᴋᴀʟʙɪ"
41.ʙöʟüᴍ:"ᴀᴛᴇşɪɴ ɪçɪɴᴅᴇᴋɪ ᴜꜰᴀᴋ ᴋıᴢ"

8.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ɴsᴀɴüsᴛü ɢüçʟᴇʀ"

94 9 6
By Nemesisheart

Sia 💔 Never give up

"Eve giden yolumu bulacağım."

Yarım saattir oturduğum koltukta rahatsızlıkla kıpırdanıp duruyordum. Arabanın içinde olan sessizlik bir süre sonra insanı boğacak hâle geliyordu ama inatla ağzımı açıp tek kelime etmiyordum.

İkimizin arasındaki bu sessizlik ne zamana kadar devam edecekti hiç fikrim yoktu. Gerçi o da hâlinden rahatsız görünmüyordu, benim aksime gayet huzurlu ve sakindi.

Arabanın içindeki koku üstüne sinen koku ile aynıydı o ve arabası çok hafif nane kokuyordu. Cama yaslanmış başımı kaldırıp Bars'ın ifadesiz suratına göz ucu ile baktığımda sanki içimdeki merak gittikçe filizleniyordu.

Sert bir nefes verip radyoya uzandığımda bir iki kere açmayı denediğim tuşun hiçbir şeye yaradığı yoktu. " Senin gibi arabanın ben..." diye homurdanıp geri sırtımı koltuğa verdim.

"Arabama sövme." Sert vurgulu sesine sinirle dudaklarımı araladım. " Canım sıkıldı ve senin şu geri zekalı arabanın hiçbir halta yaradığı yok," dediğimde gözlerini yoldan alıp bana çevirdi.

" Bence sen çatacak yer arıyorsun," dedi bilmiş bir tonla cevabına ise histerik bir gülüş takındım. " Neden acaba?" diye bir kaşımı kaldırdığımda iğneleyici sesimi hiç umursamadan geri yola dönmüştü. Bende sinirle kafamı cama yasladım.

"Elin kötü değil mi? Nasıl kullanıyorsun bu lanet arabayı?"

Sorumla birlikte sanki elini daha yeni fark etmiş gibi bakışları anlık eline kaydı. "Başka kullanacak birini görmüyorum."

"Ben seve seve kulanırım." Sinsi bir gülüşle yan dönerek ona baktığımda gözleri direkt benimkileri buldu. Konuşmamdan sıkılmış gibi bir hali vardı. "Çok konuşuyorsun."

"Evet, konuşmaya da devam edeceğim."

"Dilini keserim," diye soğukkanlılıkla konuştuğunda bunu sanki her zaman yapıyormuş gibi tavrı vardı. Bir tırsmadığım değildi yani.

"Günde en az birinin dilini mi kesiyorsun? Ne bu rahatlık." Düşüncemi gocunmadan dile getirdiğimde suratında öyle bir donuk ifade vardı ki ne diyeceğini tahmin etmek zor olmadı. Başını yola döndürüp tek eliyle direksiyonu kavradı.

"İki."

"Ne?"

"Bir değil, iki."

Ciddi ciddi cevaplamıştı. "Cani misin?" Sorumu duymamazlıktan gelip dümdüz yola bakmaya devam edince oflayıp durdum. Canı cehennemeydi. Umarım babam bir an önce verdiğim ismi bizimkilere söylerdi yoksa bu dipsiz karanlıktan biraz zor çıkardım.

"Ben çok acıktım," dediğimde bende artık akıp giden yolu seyrediyordum. Başka yapacak hiçbir şey yoktu. "Verdiğimiz yemeği yeseydin o zaman,"deyip hiç bana dönme gereksinimi duymayınca bön bön baktım.

"Yemek istememişim demek ki."

Üstündeki siyah bluzun kollarını sıvamıştı ve sağ elinin bileğinde damla damla kan lekeleri duruyordu. Avuç içini göremiyordum ama kesiğin derin olduğu çok kanamasından belliydi. Arkaya attığı deri ceketin yanında ise küçük bir bavul vardı. Onu da arabaya binerken görmüştüm.

"Vardığımızda yersin, sus artık."

"Ne zaman varacağız ki?"

"Birazdan."

"Az önce sorduğumda da aynısını söyledin," derken daracık koltukta bacaklarımı kendime çektim. Benim kıpırtımla anında bana dönen kehribarlar oldukça pis bakıyordu. İlk yüzüme bakıp ondan sonra koltuğa basan ayaklarıma baktığında direksiyondaki parmakları sıklaşmıştı.

"Ayaklarını kendin mi indirirsin yoksa ben mi-" dediği anda zerre umursamadan bu sefer bağdaş kurdum ve alık alık bakmaya devam etti. Demek beni ailemle tehdit ederdi, sonuna kadar sabrını sınamaya devam edecektim.

Ben Alvina Akdemir'dim ve kimse beni ailemle tehdit edemezdi. Burnundan getirecektim onun. En fazla ne bileyim dövüp söverdi herhalde. Bu saatten sonra pek de koymazdı.

Ben bir saniye bile gözlerini gözlerimden ayırmazken o kilitlenmiş sadece ayaklarıma bakıyordu. Araba hakimiyeti mükemmeldi, yoksa şu anki dikkat dağınıklığıyla çoktan kaza yapmıştık.

"Alvina."

"Bars,"dememle tekrar bana baktığında ismini ilk defa söylemenin garipliğini yaşıyordum. Acaba kaç yaşındaydı? Benden büyük olduğu belli oluyordu ama yaşını tahmin etmek de zorlandım.

Bir şey demesini beklerken aniden boşta olan eliyle ona yakın bacağımı tuttuğu gibi oturuşumu bozdu. Sert tuttuşu yüzünde acıyan bacağımla elini geri ittirdim. "Çek be elini."

"İlla elini ayağını mı bağlamam lazım?"diye homurdanırken bastığım yerdeki ayak izlerine yüzünü buruşturarak baktı. "Sikerim böyle işi," deyip hala ağzının içinde konuşmaya devam ediyordu.

Peki bu beni durdurur muydu? Asla.

"Bir daha bana dokunma," diye keskin bir dille konuştuğumda çoktan yola dönmüştü bile. "Sende arabama dokunma."

"Arabada araba olsa, düzgün bir araban da mı yok senin?"

"Sana bunu layık gördüm," deyince kollarımı kavuşturup bu sefer bacak bacak üstüne attım. "Var yani?"

"Var."

"Çok mu var?"

"Var işte."

"Biz şuan nereye gidiyoruz?"

"Cehennemin dibine," dediğinda ağzından laf alamayacağımı anlayarak somurttum. Daha ne kadar saçma soru sorabilirdim bilmiyordum. "Ne o bitti mi soruların?"diye yan yan bana bakınca somurttuğumu görmüş oldu.

"Sıkıldım, acıktım ve tuvaletim geldi. Şimdi şuracıkta-"

"Sakın ha!"diye bağırdığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kaç yaşındasın sen? Altı filan mı?"

"Yok yaşıt değiliz merak etme," dediğimde bakışlarımı ondan çekip yola döndüm ama gözlerinin ağırlığını üzerimde hissedebiliyordum. Yola baktığımda tenha bir caddeye girmiştik ama her baktığım dükkanın kepenkleri inikti.

Gerçekten yemek yiyeceğimiz bir yer arıyordu belki de. Yolun sonunda küçük bir restoranın önünde durduğumuzda hemen yanındaki bakkalı da görebilmiştim. Caddedeki tek açık yer sadece ikisiydi ve ortalıkta insanı geçtim hayvan dahi yoktu.

"Neden insan gibi bir yere gitmiyoruz? Bu ne böyle?"diye hoşnutsuzlukla önümüzdeki restorana baktığımda hiç sesini çıkarmamıştı. Emniyet kemerini çıkarıp arkadan ceketini aldığında beni beklemeden arabadan indi.

Bende peşi sıra indiğimde havanın çok soğuk olmadığını fark ettim. Sadece hafif serindi. Arabayı kilitleyip ceketini giydiğinde anahtarı cebine atmıştı.

Ağır adımlarla yanında durduğumda üsten garip bir bakış attı ama ben daha fazla ona bakmadan önünde durduğumuz restorana göz diktim. "Çok temiz bir yere benzemiyor," dedim.

"Seveceksin merak etme," dediğini duyumsadığımda hafif şaşırdım. En azından söylediğimi ciddiye almıştı. Ardından restorana ilerlediğinde bende peşi sıra arkasından yürüyordum. İttirip açtığı kapıdan içeri girince benimde girmemi bekleyip durdu. Girdiğimi görünce de tuttuğu gibi hızla bıraktı.

İçerisi mis gibi ev yemeği kokuyordu. Köşede küçük televizyondan haber izleyen bir amca oturduğu sandalyede iyice yayılmıştı. O kadar konsantre olmuştu ki Bars'ın bıraktığı kapının gıcırtısını bile duymamıştı.

"Kolay gelsin." Yüksek bir sesle amcaya doğru seslenen Bars beni bile irkiltti. Amcada oturduğu yerden hızla toparlanıp bize baktığında ilk bi kaşlarını çattı. "Sağol delikanlı,"diyerek bize doğru gelince hafif ayağı aksıyordu.

"Tanımadın mı beni?" Bars'ın sorusuyla amca yakasındaki gözlüğü taktığında iki elini beline yerleştirdi. Kocaman bir göbeği vardı ama tatlıydı. "Baran'ın oğlu değil misin ulan sen?" Aksi bir dille konuşmaya devam etti.

"Hayırsız seni,"deyip kollarını açtı. Ondan böyle bir tepki beklemediğim için şaşırmadan edemedim.

Bu caninin o amcayla sarılmayacağını adım kadar iyi biliyordum.

Bars'a baktığımda karşımızdaki amcaya tip tip baktığını gördüm. "Lan gelsene,"derken hala kollarını indirmemişti. "Hüseyin amca." Uyarıcı bir seslenmeyle omuzlarını dikleştirince amcada hemen kollarını indirdi.

"Babası kılıklı." Homurdanmasına küçük bir gülüşle karşılık verdiğimde amca dönüp bana baktı. "Bu kızcağız kim?"

"Gereksiz bir misafir," diyerek cam kenarındaki masaya ilerleyen Bars'a göz devirdiğimde verdiği cevaba çok pis kıl oldum. Sorun bir misafir demesi değildi, gereksiz demesiydi.

Hiç istifimi bozmadan amcaya tekrar döndüğümde gülümsemeye çalıştım. "Alvina," deyip elimi uzattığımda hemen elimi tutmuştu, hatta diğer elini de elimin üzerine koydu. "Bende Hüseyin kızım, sen bakma şuna aslında sever beni."

"Evet, belli oluyor." Cevabıma gülümserken beni de Bars'ın oturduğu masaya yönlendirdi. Karşısına geçip otururken Bars'ın cebindeki telefonunu masaya koyduğunu gördüm. "Hüseyin amca, bize bir tane ızgara köfte."

"İçecek?"

"Ayran olsun,"diye lafa atladım. Amcada hemen başını sallayıp Bars'ın omzuna dostça vururarak içeriye yöneldi. Nasıl bir ilişkileri var bir türlü anlamamıştım. Bars'ı çok iyi tanır gibi hiçbir tepkisini garip karşılamıyordu.

"Sen yemeyecek misin?"diye sorduğumda sadece yüzüme baktı. Bende oturduğum sandalyede geriye yaslanıp camdan dışarı izledim. Olduğumuz yer gerçekten çok ıssızdı. Bars yine kendini sağlama almış ve beni insan içine çıkarmamıştı. Gerçi çıkarsaydı da bir şey yapamazdım, sonuçta işin ucunda ailem vardı. Elimden aldığı telefonda da babamın numarası kayıtlıydı.

"Atayları nereden tanıyorsun?" Sorusu kulağıma dolunca bir an gözlerimi ona çeviremedim. O da zaten cevap vermemi beklemedi. "Yağız Atay'ı özellikle."

"Kızlarını tanıyorum." Ona döndüğümde dikkatle beni izlediğini fark ettim. Sanki yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. "Nereden tanıyorsun?"

"Neden soruyorsun?"

"Seni korudular da ondan, bir sebebi olmalı,"dediğinde aklıma gelen ihtimalle masada ona doğru eğildim. Sesimi de bilerek kısık tutmuştum. "O ucubeleri sen mi yolladın?"

Dudak kenarı hafifçe kalktığında neredeyse gülümseyecekti ama son anda duruşunu düzeltti. "Ucube değil...Korumacı ruhlar."

"Bizi öldüreceklerdi." Dişlerimi sıkarak konuşurken onun yüzünden zarar görecek olmamız deli etti beni. "Hayır, sadece seni alacaklardı. Onlara karşı koymamanız gerekiyordu,"derken sakindi sesi.

"Kalp kırıcı olduğunu bile bile Yağız Atay seni nasıl kendi haline bıraktı?"diye sorduğunda sesinden baya şaşķın olduğu belli oluyordu. "Beni bir kere gördü sadece,"deyip kestirip attım.

"Onunla tanıştığında seni bilmiyordu yani?" İnatla sormaya devam edince bıkkın bir soluk verdim. "Az önce arabada çok konuştuğum için yakınıyordun, şimdi zorla konuşturuyorsun."

"İşine gelince çenen açılıyor demek ki,"dediğinde sadece omuz silkmiştim. "Gücümle alakalı ona danışmak istemiştim, ama o adama güvenmedim bir türlü,"derken detaya girmeden ağzını kapatmak istedim.

"Aferin."

"Aferin mi?"

"Yağız Atay, kızları gibi değildir,"diyerek elini ensesine atıp boynunu ovaladı. "Nasıl yani?"

"Anlarsın bir gün." Bars'ın anlamsız mırıltılarının ardından Hüseyin amca yemeğimi getirdiğinde yüzümü sahici bir gülümseme kaplamıştı. Ayranımı da koyduktan sonra afiyet olsun deyip hemen ayrıldı yanımızdan.

Önümdeki ķöftelere ve bulgur pilavına baktığımda karnıma ağrılar girdi. Eğer biraz daha bekleseydim kesin ölürdüm. Elime aldığım çatalı büyük köftelerden birine batırıp ısırdım. Hiç kesmekle uğraşamazdım.

Daha ilk lokmayı sindirmeden tekrar bir ısırık daha aldığımda ağzım kocaman olmuştu. İştahla köftemi mideye indirirken bir kere olsun başımı kaldırmadım hatta ağzım boşaldığı anda bu sefer elime aldığım kaşıkla bulgur pilavından da aldım.

Dolu ağzımla elimdeki kaşığı bıraktığımda ayranıma yöneldim ama masada pipet göremedim. Bende ayranın ağzını açıp öyle içtim. Ayranı geri masaya bırakırken bakışlarıma takılan Bars hafif eğdiği başıyla dikkatle bana bakıyordu.

"Ne bakıyorsun?"

"Açlıktan ölecekmişsin." Söylediği şeye istemsiz tebessüm edip masadaki bir peçeteyle ağzımı sildim. "Söylemiştim,"derken elime aldığım çatalla tekrar köfteden bir ısırak daha aldım. Dolu ağzıma rağmen,"Yer misin?" diye sordum.

"Evet desem verecek misin?" Sorusuna düşünmeden yanıt verdim. "Hayır."

O da biliyordum der gibi başını oynattı. Masada titreyen telefonun sesiyle ağzımdaki lokmayı yuttum ve dikkatimi telefonu eline alan Bars'a verdim. Aramayı onayladığı anda kulağına tutmuştu ama hiç konuşmaya girişmedi bile.

"İyi mi?"dediğinde bir kaşık daha pilav yedim. "Tamam, oraları halledin sonra haberleşiriz,"der demez kulağından çektiği telefonu kapattı. Uzun konuşmamasının benden kaynaklı olduğunu düşünmüyordum çünkü telefonu hiç masanın üzerinden çekmedi veya saklamaya çalışmadı.

"Bir şey soracağım?" Beni duyduğunu bildiğim halde nedense cevap almak istemiştim. O da masaya bıraktığı telefona bir daha bakmadan tekrar bana döndü. Başının hafifçe hareket ettiğini görünce içim rahatladı.

"Birini yenmem gerekiyor dedin ya, o kişi kimdi?" Merakla açılan gözlerim ve elimdeki  köftemle öylece kalakaldım. "Önce gücünü kullanmayı öğren, zamanı gelince göreceksin zaten."

"Peki ailemin beni bulmasından korkmuyor musun? Polise haber vereceklerdir."

"Versinler, bir allahın kulu gelip de seni benim elimden alamaz Alvina." Kuşku dolu bir ifadeyle sertçe yutkundum. Bu fazla iddialı olmuştu. Böyle büyük laflar etmesinin arkasında bir neden olmalıydı.

"Göreceğiz."

"Görelim."

Yemeğimi yerken artık oldukça yavaştım. En azından şuradayken huzurun tadını çıkarmalıydım ve işin garibi de o da halinden memnun duruyordu.

"Kutan Kılıç ve Alkan Aksel, seni bulabilecek tek kişi onlar,"dediği anda yemek yemeği kesip ilgimi ona yönlendirdim. "Seni tanıyorlar mı?"

"Güçleri olan herkes birbirlerini oldukça iyi tanır," dedi kısaca. En azından artık iyi bir iletişim kuruyorduk. Az önce ağzından laf almak için kendimi yırtıyordum. Ağzıma bir parça ekmek attım.

Kutanlar mutlaka geleceklerdi, artık emindim. Bars böyle söylüyorsa gelmeleri an meselesi bile olabilirdi.

"Şu korumacı ruhlar dediklerin sadece korkuları mı görebiliyor?"diye sorarken bir yandan ağzıma birşeyler tıkmayı bırakmıyordum. "Evet...Çok da iyi savaşçılardır,"dediğinde çatalımı sertçe son köfteme batırdım. "Hıncını yemekten alma bari, yazık."

"Asıl bana yazık,"deyip aniden çemkirdim.

"Açım dedin umurumda olmamasına rağmen buraya getirip karnını doyurdum, tuvaletim var dedin birazdan gidip onu da yaparsın...Buradan bakılınca gayet de rahat gibisin. Asıl sana katlandığım için bana yazık." Onunla tanıştığımdan beri kurup kurabileceği belki de en uzun cümleyi şuan kurmuştu. İnanamayarak ağzım hafif açık kaldı.

"Seni ihtiyacımı karşıladığın için tebrik mi etmeliyim yani?"

"Evet."

Ciddi bir tavırla kollarını masaya koyup bana doğru yaklaştı. Sivri ve köşeli bir çenesi olduğunu fark ettim. Kirli sakalına bakarken gözlerim istemsiz burnuna dahi gitti. Biçimli bir burnu vardı, ufaktı.

"Ayranı içecek misin?"

"Hayır,"dememle birlikte ayranımı eline alır almaz dudaklarına götürüp içti. Bende onu izlemeyi kesip yemeğimi tamamen bitirdim. Artık ağzıma kadar doluydum, resmen karnım şişmişti. Ağzımı tekrar silip yerimden kalktığımda keskin kehribarları beni odağına aldı.

"Nereye?" Sorusuna göz bayıp tuvaleti işaret edince cevap vermesini beklemedim ve karşıda kalan tuvalete girdim.

Hızla ihtiyacımı giderip ellerimi yıkadığımda hareketlerim istemsiz aceleciydi. Aynadaki yansımama bakarken derin bir iç çektim. Gözlerim altı ciddi manada mosmordu ve tenim çok solgun duruyordu. Saçlarım neyse ki daha düzgündü. Gerçi saçlarımı toplamak için bir tokam dahi yoktu yanımda.

Tuvaletten çıktıktan sonra Bars'ı kapının önünde sırtı yaslı bir şekilde bulduğumda onunda gözleri anında beni bulmuştu. Hafif bir baş hareketiyle kapıdan çekildiğinde ikimiz içinde kapıyı açtı. Önde ben arkamda o hemen restorandan çıkınca Hüseyin amcanın bize doğru el sağladığını görmüştüm. Tatlı ve sevecen bir adamdı.

Bende karşılık olarak hafifçe elimi kaldırdığımda beklemeden arabaya bindim. Bars yerine de kibarlık yaptığımı düşünüyordum. Arabayı çalıştırıp sokaktan ayrıldığımızda artık gideceğimiz yeri düşünmeyi kestim.

Birkaç dakika onun gibi sus pus oturup yolu izlediğimde artık evdekinden bile daha iyi hissediyordum. En azından beni kaçıran adamla az da olsa bir anlaşmaya varmıştık. Sahi o anlaşmayı bozduğumda ne tepki verecekti en çok onu merak ediyordum.

Akıp giden yolla birlikte yerimde gerildiğimde elim tekrar radyoya gitmişti.
"Sakın ha!"diye yüksek bir ses işttiğimde dondum kaldım. Radyoya doğru eğilmiş elimle birlikte yan dönerek ona bakımca saçlarım arkaya savruldu. "Müzik dinleyeceğim,"derken inatla dudaklarımı büktüm.

"Sen müzik dinlemiyorsun arabamı parmaklıyorsun,"dediğinde oldukça ciddiydi. Gözünün içine baka baka düğmeye bastığım anda arabanın içini bir cızırtı kapladı. "Ben demiştim bu araba bozuk diye," deyip üst üste diğer düğmelere basarken elimin üzerine bir el kapandı. İşaret parmağımı sımsıkı kavramış eline şok içinde bakakalmıştım.

Ateşe değmiş gibi elimi hızla geri çektiğimde onun elinide biraz sert ittirmiş bulundum. Bars'ın eli ise öylece bir süre havada kalakaldı." Bir daha denersen parmaklarını kırarım Alvina. Gerçekten yaparım bunu," deyip beklemeden direkt kapattı. Sert bir nefes verip genzini temizlediğinde bir şeyler fısıldadığını dudaklarını aralamasından fark etmiştim ama asla anlamamıştım.

Ateş gibiydi.

Ben nasıl cayır cayır yanıyorsam şuan o da öyleydi.

"Daha fazla keyfimi kaçırma," diyerek çıkıştığında bakışlarımı ona döndürüp gözlerimi kırpıştırdım." Ne haddime." Muzip sesime hitaben sertçe elini saçlarına atınca yumuşak görünen saçlarından kayan eli hemen sakalını bulmuştu.

" Sinir ediyorsun beni."

" Ne tesadüf sende beni," diyerek ona kafa tuttum ama asla karşılık beklemediğini kaşlarını çatarak belli etti.

" Uyu artık, saatlerdir seni çekiyorum." Bezmiş ses tonuna omuz silktim ve bir kez daha sessizliğe gömüldüm. Başıma giren ağrılarıma gerçekten sessizlik iyi geliyordu aslında, başımı arkaya yaslayıp kollarımı göğsümde kavuşturdum.

Rahat bir pozisyon bulup gözlerimi kapattığımda ise katiyen uyuma tarafı değildim. Bars'ın yanında bu riski alamazdım, rüyalarım beni çok bitkin bırakıyordu.

Rüyalarımdan gerçekten korkuyordum artık. Gerçekleşme ihtimalleri bile boğazıma bir ip gibi dolanıyordu ve ben bununla yaşamak zorundaydım. O sırada Bars derinden bir nefes vermişti. " Neden uyumayı denemiyorsun? En azından birbirimizi çekmek zorunda kalmayız," diyerek benden cevap bekledi.

Ona göz ucuyla bakıp camın buharlanmış yüzeyine şekiller çizmeye başladığımda cevapsız kaldığı gerçeğiyle onu yalnız bıraktım.

Ne zamana kadar uykuya direnebilirdim hiçbir fikrim yoktu ama dayanabileceğim noktaya kadar dayanmak istiyordum, en azından mecburdum.

" Arkadaşlarını ve kardeşini orada bıraktın nasıl için rahat ediyor? " diye sorduğumda duygusuz bakışlarını tekrar gün yüzüne çıkardı sanki böyle sorulara fazlasıyla hazırlıklı gibiydi.

" Sana başta söylediğim gibi, onlara hiçbir şey olmaz." Sözlerini inatla üstüne basa basa söylemişti. Bende ister istemez düşünmeden edemiyordum. Önsal'ın hâli baya kötüydü, ona rağmen hâlâ rahat konuşabiliyorsa herhalde bir bildiği vardı.

"Eve gelen kimdi? Yani size saldıran?"Sorumu sorar sormaz merakla yerimde dikleştiğimde o hiç istifini bozmadan ışıklarda durdu. Cevap vermeyeceğini anlayarak dudaklarımı kemirdim. Herhalde bu soruma asla cevap vermeyip kaçacaktı.

" Nereye gidiyoruz?" diye sorup tekrar inatla konuşmasını bekledim.

"Sus artık," diye sitem ettiğinde ise hemen düşüncelerimde boğuldum. Hayır, susamazdım. Susarsam uykum gelirdi ama bunu ona söylemedim onun yerine sadece, "Olmaz," dedim.

Sert bir nefes verip sorularımdan sıkıldığını belli ettiğinde bile benim durmaya niyetim yoktu." Bir şey sorabilir miyim?" Kedi mırıltısı gibi çıkardığım sesime muzip bir ifadeyle baktı.

" Sorma desem de soracaksın zaten," derken tavrı ilgiliydi ama sıkkın bir nefes aldığının da farkındaydım.

" Kalp kırıcılar sadece kalp atışlarını mı kontrol ediyorlar?"

Soruma karşı başını iki yana sallayarak histerik bir gülüş takındı. Bir kaşını havaya kaldırarak,"Neden çoğul konuşuyorsun? Senden başka bir kalp kırıcı olduğunu sanmıyorum," deyip bilmiş bir edayla cevap verdi.

Hiç tavrımı bozmadan tekrar dudaklarımı araladım. " Bu güçlerin her birinden sadece bir insana mı veriliyor?" diye sorarken bedenimi ona doğru çevirip yan bir şekilde yaslandım o ise elini çenesine götürüp sıvazladı.

"Evet," dedi kısaca.

" Ne demek evet?"

"İsteselerdi dediğin gibi bir güçten bir sürü insanda olurdu ama senin gücünde bu imkansız," diyen sesine kaş çattım. Bu kadar net olmasını beklemiyordum bende bunu kullanarak sorularımı sormaya devam ettim.

" Bu güçlerden kaç tane var? Herkesin gücü olabilir mi?" diye sorduğumda ise omuz silkerek kehribar gözlerini yüzüme çevirdi.

" Herkesin olamaz," dediğindeki dalgın hâli gözümden kaçmamıştı. Bakışlarını sanki bir suç işlemiş gibi hızla benden ayırdı. Kaç kişi olduklarını sormama takılmamıştı bile. Resmen sorudan kaçtı. Acaba sayıları gizli olabilir miydi?

" O zaman bunlar doğuştan değil, bizim gibileri denek olarak mı kullanıyorlar?" Ellerimi iç içe geçirip tahminimi dile getirdiğimde soruma hiçbir yanıt gelmemişti, bu da kabul ettiğinin belirtisiydi.

Hepimiz birer denek miydik yani?

Ama Bikem kendimi bildim bileli gücüm var demişti. Demek ki küçük yaşlardan başlıyorlardı bunlara.

Boğazını temizleyip bakışlarını ellerine çevirdi. Hâlâ dalgın bakışları kehribar gözlerinde dalgalanmalara neden oluyordu."Zamanı gelince güçleri daha detaylı öğrenirsin."

" Korkuyorlar değil mi?" diye sorduğumda buruk bir tebessüm ikimizinde yüzünde yer almıştı. Şimdi daha yeni yeni kavrıyordum. Aslında öğrenilmesi gereken gerçekten ne çok şey vardı. Bars'ın yanında olmanın iyi mi kötü mü olduğuna bir türlü karar veremiyordum.

Ona daha fazla soru sormadım çünkü bir süre hiçbir cevap almak istemiyordum. Bu kadarı bana bile fazla gelmişti.

Çocukların genetikleriyle oynuyorlardı. En savumasız anlarında belki de en büyük travmaları onlar bırakıyordu.

Bu insanlar kimdi böyle.

Bars ise beni şaşırtarak ilk sorduğum soruyu tekrar hatırlamamı sağlayıp vermediği cevabı şimdi verdi." İnsanları öldürüp yaşatabiliyorsun, bunu da çoğunlukla birine dokunduğunda yapabiliyorsun."

"Anladım, konuyu kapatabilir miyiz artık?" diye rica ederken vücudumu geri koltuğa verip cama döndüm. Sırtım artık ona dönüktü, ricama dair hiçbir tepki de bulunmamıştı. Belki daha fazla soru sorup ne yapacağını öğrenmek isteyeceğimi sanmıştı ama böyle bir tepkiyi beklemediği çok açıktı.

Cama vuran sert darbeler yağmurun habercisi oldu. Bir fırtına yaklaşıyordu. Yağmurun küçük ama sert darbeleri gözümün önünde kayıp yavaş yavaş yok oluyordu.

"Babana neden gerçeği söylemedin?" Tok sesine yavaşça dudak kıvırdım."Çünkü başka şansım yoktu, şimdiden kendimi tanıyamıyorum. Ya gerçekten yok olacağım ya da olduğum kişiden uzaklaşacağım...Değişiyorum ve bunu durduramıyorum." Sözlerime karşı sesli bir nefes verdi ardından dudaklarımı aralayıp bu konuda son sözümü söyledim.

" Ben onlardan vazgeçmedim, vazgeçemem de. Sadece bu yaşadıklarımı nasıl anlatacağımı bilmiyorum," derken suratında oluşan kırık bir gülüşe göz çevirdim.

"Anlattığında inanacaklarını da pek sanmam."

" Evet, inanmazlar," dediğimde kehribar gözlerinde beliren belirsizlikle bakışırken cevabıma aslında hazırlıksızdı.

" Ben düşmanın değilim, eğer düşmanın olsaydım seni ilk gördüğüm yerde öldürürdüm." Dudaklarından dökülen sert sözcüklere kırık bir tebessümle baktım. Onun sırıtışının yanında benim tebessümüm belki de bir hiçti.

" Yaşadığım hayatın düşmanısınız," demekle kalmıştım.

" Senin artık bir hayatın kalmadı ki," diye mırıldandığı anda bedenimde kırıklarla dolu yeri parçalara ayırdı.

Gözlerimi yumup açarken yine de ona bir cevap vermedim. Arabanın yavaşlamasıyla dikkatimi yola vermiştim, işlek bir caddenin en sakin sokağına girmiştik. Bir sitenin önündeydik ve Bars'ın kendi camını açmasıyla yabancı bir adamın sesini işittim.

" Hoş geldiniz efendim," diyen kişi yumuşak yüzlü bir adamdı. Samimi gülümsemesine karşılık vermeyen Bars sadece başını salladı.

" Yalın, bana acil bir daire lazım halledebilir misin?" Tok sesine karşı adamın kısa süreli arkasını dönmesiyle aceleyle konuştum."Ne o otelden oda mı kiralıyorsun? Ne biçim istek bu." Sinirlenmiş yüzümü görüp tek kaşını kaldırdı.

" Merak etme burada benimle ilgili bir rol oynamıyorsun, seni Gökay'ın sevgilisi diye tanıyacaklar." Cevabıyla anında gözlerimi irileştirirken boğazımdan geçen tükürük sayesinde neredeyse boğulacaktım.

" Ne!" Bağırışımı duyar duymaz elini sertçe dudaklarıma bastırdı. Sert kemikli parmakları dudaklarımı bulduğunda üstüne kusmak istedim ama camda görünen bedenle sadece sertçe elini ittirdim." B blok daire dokuz. İyi günler abi," diyen adamı göz hapsine aldığımda acilen gitmesini istiyordum yoksa önünde bu adamı haşlayacaktım.

Ellerimin ne ara yumruk pozisyonunu aldığını fark etmedim. Arabanın düşük hızda otoparka girmesiyle yumruk olan elimi sertçe karnına geçirdim. Hafifçe öne eğilip kıpkırmızı kesilmesine neden olduğumda benim yüzümden neredeyse arabanın dengesini kaybediyordu ancak hemen kendini toparlamış ve arabayı park edebilmişti.

Arabasının kapısını hızla açarak dışarı çıktığında ise onu umursamadan yerimde oturmaya devam ettim. Çok geçmeden kapımı açıp kolumdan çekiştirince hızla beni arabadan çıkarmış ve sırtımı arabaya yaslamıştı. Sırtımda hissettiğim yoğun sızıyla dudağımı ısırırken elinin baskısı da kolumu zorluyordu ama o bunu umursamadı. Sadece yüzünü yüzüme hizaladı.

" Eğer bir daha bana vurmaya kalkışırsan o kafanı ellerimle koparmaktan çekinmeyeceğim." Nefretini yüzüme akıtan adama tekrar küçümseyici bir bakış attım.

" Sende beni zan altında bırakmaktan vazgeç o zaman!" Yüksek sesime hemen kaşlarını çattı. Elini kolumdan çekip beni kendi alanından sonunda uzaklaştırdığında rahat nefes almıştım. Birkaç saniye sonra yanından geçerken laf çarpıtmaktan da geri kalmadım.

" O koparma eylemini tekrar düşün istersen." İğneleyici sesime arkamdan erkeksi bir gülüş firar ettirdiğinde otoparkta yankılanan gülüşüne bir adım kala durmuştum.

" Çok merak ediyorum bu cesaretini sadece bana mı gösteriyorsun?" diye imayla sorunca yavaşça arkamı dönüp kehribar gözlerine gözlerimi sundum. Dilini dudaklarında gezdirip soru dolu bakışlarını artırdı.

Başımı yavaşça sol omuzuma eğip, "Şansına küs, durmadan cesur tarafıma denk geliyorsun," dedim.

"Cesur kadına bak sen. Yürü hadi gidiyoruz," dediğinde sadece damarına basmaya çalışıyordum yoksa böylesine bir küstahlık midemi bulandırıyordu. Onu harekete geçiren bakışlarımı pas geçip önümden ilerlemeye başladı. Yürürken bir yandan da mırıldandığı kelimelere dikkat kesilmeye çalıştım.

"İris." Dudaklarında çıkan kelimeyle ilk başta yanlış söylediğini bile düşündüm ama duyduğum kelime kesinlikle buydu. Aklıma taktığı soru işaretlerini savuşturup otoparkın binaya olan kapısını açtı. Bende onun arkasından peşi sıra ilerledim.

Binanın ana girişine gelince asansörü çağırdı. Bir adım arkasında durmama göz baydığını tesadüfen fark etmiştim. İlk defa gördüğüm bu hareketine sadece dudak büzdüm. Asansöre binip kat tuşuna bastığında sırtımı aynaya yaslamıştım.

Dairenin önüne gelince anahtarla kapıyı açtığı sıra onu geçip içeriye ilk ben girdim. Ayakkabılarımı çıkardığımda arkamdan homurdanmalarını duyuyordum ancak omuz silkip umursamadan salonu bularak içeri girdim. Amerikan tarzı mutfağı, gri koltuklarıyla ve garip tabloları ile dikkat çekici bir salondu.

Tabloları incelemek için paytak adımlarla duvarın önünde durdum. Tablodaki resim küçük bir kızın gölgesiydi. Salıncağa oturmuş elinde oyuncak bir ayı tutuyordu ama garip kısmı o değildi. Karşısında da ona silah çekmiş büyümüş bir hali vardı. İlgimi çeken bu detaya daha çok kafa yormak istedim ama düşüncelerimi bölen ensemde hissettiğim nefesti.

" Beğenmiş gibisin." Tok sesine istemsiz bir hareketle başımı salladım çünkü merak uyandırıcıydı. " Kafa karıştırıcı," diyerek de anlamadığımı belli ettim o ise omuzumdan sıyrılıp elini tabloya değdirdi. "Herkese bir büyü gibi işliyor, tabloyu gören ilk başta anlamaz zaten ama sonrasında asıl sırrını çözüyor," diyen Bars'a usulca baktım.

Daha önce demek ki bu evde kalmıştı.

" Neden?" diye sorduğumda kısa bir bakışla baktı.

" Eskiden bu tablo başka bir kadınındı. Kadın ağır bir psikolojik tedaviden geçiyordu, evinde de durmadan bu tabloya bakıyormuş. Hatta kocası da ilk başta anlamamış ama sonrasında kadının mektubunu okuyunca her şeyi idrak etmiş," dediğinde kafam karışmıştı.

" Neden mektup yazmış, konuşamıyor mu?" Meraklı ve ilgili sesimi çok geciktirmeden cevap verdi." Ölmeden önce yazdığı mektubu bulmuş... Kadın ölmeden önce tabloyu suçlamış, orada duran kadın aslında kendi kendini yok eden birisiymiş. Düşünsene her gün, her saat o tabloyu görüyorsun ve seni istemsizce etkisi altına alıyor," dediği anda daha çok büyülendim.

" Çok... Korkutucu."

" Öyle, zaten gerçek tabloda bu değil. Kadın bunu kendi çizip boyamış."

O zaman gerçek tablo nasıldı kim bilir.

"Gerçek tablo o ölen kadının eline nasıl geçmiş?" diye sordum.

" İşte orası da kocaman bir belirsizlik," diyerek son sözü söylemiş olduğunda ne diyeceğimi bilememiştim. Üzücüydü, hele ki kocasını düşündükçe tüylerim ürperiyordu.

Hafızamda hep yeri olacak olan bu tabloyu zihnimin en karanlık kısımlarına gönderdim.

Onun sınırları dışına çıkmak için koltuklara ilerlediğimde salonu incelemeye kaldığım yerden devam ettim. Koltukların rahat hâli gözüme çok hoş gelmişti ve mobilyaların hemen karşısında büyük bir manzara vardı.

Şehir sanki ayaklarımızın altındaydı. Burayı biliyordum, Zifkal'den çıkmış ve beni daha uzak bir yere getirmişti.

Burası Kanfer'di.

Mevsimleri bile belli olmayan bir şehirdi. Daha önce hep televizyonlardan görmüştüm. Şimdi ise artık burdaydım. Buranın insanları dahi tekin değildi.

O esnada ortamı delip geçen bir telefon melodisi odayı doldurunca onun yapılı bedenine bakındım. Yavaş bir şekilde cebinden telefonunu çıkardı ve aramayı onayladı.

" Neredesiniz?" diye sorup karşıdakine konuşma fırsatı vermemişti. Algımı bozup yavaş adımlarla balkonun kapısına yaslandım. Onun konuşmasını göz ardı edip kulaklarımı tıkamıştım.

Camdaki yansımama bakarken çok bitkin durduğumu fark ettim. Üstümdeki kıyafetler tam olmuştu ve saçlarım ise eski canlılığı olmamasına rağmen yumuşak görünüyordu. İdare edilebilecek durumdaydım ama bu durumum bitkinliğimi gölgelemeye yetmiyordu.

Sitenin önüne doğru çevirdiğim başımla ister istemez yarım adım geri gittim. Dudaklarımın kendiliğinden aralanması kesinlikle şoktandı. Aşağıda duran ve beni göz hapsine almış ela gözler benim bilinç altımın oyunu olmalıydı.

Ellerimle dudaklarımı kapatıp gözlerimi irileştirdim. Gerçek olma olasılığı çok zor geliyordu elimi cama yaslayıp dikkatlice bakmaya başladım.

Kutan'ın yanına Alkan'ın gelmesiyle boğazımda takılı kalan tükürüğü devam ettiremedim. Aniden şiddetli bir öksürük bedenimi ele geçirdiğinde Bars'ın da dikkatini çekmiş oldum.

" Neler oluyor?" diye sorup ellerime çevirdiği bakışlarına hitaben bende elimi kendime doğru kaldırdım. Şiddetli öksürüğüm küçük küçük devam ederken ellerim titremeye başlamıştı.

Ya Bars'a verdiğim sözü tutacaktım ya da Kutanları bekleyip onlarla birlikte kaçacaktım. Önümdeki seçenekler çok acımasızcaydı çünkü Bars'ın arkadaşlarıma zarar verme olasılığı çok yüksekti ve ailemle beni tehdit etmişti. Bunu nasıl göze alabilirdim ki.

Bars dibime kadar gelip ellerini kollarıma yerleştirdiğinde beni sarsmaya çalıştığını görebiliyordum.

" Kızım bir cevap versene!" Yüksek ses tonuna dahi bir tepkide bulunmamıştım çünkü aklımda hâlâ beni nasıl buldukları sorusu vardı.

Eğer onlara hayır dersem çok mu kızarlardı?

Dudaklarımdan çıkan belli belirsiz kelimelere karşı kaşlarını çattı." Sadece kendimi iyi hissetmiyorum," dediğimde geçiştirdiğimi benden daha çok anlamıştı.

" Yalan söylüyorsun, neyden korktun?" Sorusuna cevap veremeden kapı zili çaldığında korkuyla nefesimi tutum. Bars bende olan dikkatini dağıtıp kapıya doğru adımlayınca ona fırsat vermeden koşarak önüne geçtim, o an sorgulayıcı bakışlarına maruz kalmak durumundaydım.

" Açma... Lütfen." Dudaklarımdan dökülen kelimelere anlamsızca kaşlarını kaldırdı ve derin bir nefes alıp korku dolu bakışlarımı gördü. Artık endişe bütün yanımı sarmıştı.

" Bizi bu kadar çabuk bulacaklarını düşünmemiştim," dediği an şokla irkildim. Anlamıştı, gerçi anlamama olasılığı yoktu en ufak detaya bile kafa yoran biriydi.

" Onlara zarar verme, sadece-"

" Oradan katil gibi mi duruyorum?" diye sorup sözümü kestiğinde ondan böyle bir soru beklemiyordum.

" Bir şekilde gönder onları ama zarar vermeden, sana olan sözümü tutacağım," dediğimde zorlukla kurduğum kelimeleri dinlediğini bile sanmıyordum çünkü bakışları ifadesizdi.

" Neden kaçmaya çalışmıyorsun? Yanımda kalmanı beklemiyordum?" diye sordu.

" Ailemle tehdit ettiğin için olabilir mi acaba? Sözüne uyup yanında kalacağım ama lütfen onlara zarar verme." Gözlerimi parkede gezdirip söylediklerime karşı ne yapacağını bekledim.

" Onları sen göndereceksin," dediği anda tok ve keskin sesine bakakaldım. O sıra kapı gürültüyle çalmayı sürdürüyordu. Bir anda elim ayağıma dolandı.

" Neden yapıyorsun bunu?" diyerek üstüne gittiğimde gözlerimde biriken yaşlar tek tek yerlerini bulmuştu. Üzerine yürümeme aldırmadan o daha hızlı adımlarla dibimde bitti.

" Hani ben kötü adamım ya, yapmam gerekeni yapıyorum. Kötü adamlar kötü şeyler yapar unuttun mu?" Sinirle soluyup gerçekleri tek tek yüzüme vurmaya çalıştığında ilk başta idrak edemediğimi düşündüm.

Onu aslında nasıl gördüğümü yargılıyordu ve bunu bana karşı kullanıyordu. Yanağımdan kayan bir damla yaş elleri ile buluştuğunda en sonunda titreyen dudaklarımı durmaları için sertçe ısırdım.

Ne ara elini yanağıma götürdüğünü fark etmemiştim. Ruhsuzca elini yanağıma sertçe sürttü. Elini çekmeden bilerek yanağımda oyalanmıştı. Böylece ağlasam bile gözyaşlarım yüzüme değmiyordu. Gözyaşlarımı engellemesine sinir olurken hızla elini yüzümden ittirdim.

Ağlıyordum çünkü kurtuluş ayağıma kadar geldiği halde adım dahi atamıyordum. Beni engelleyen koca cüssesi değildi, beni engelleyen ihtimallerdi. Ellerime öyle bir kelepçe geçirmişti ki benden ve ondan başka kimse bunu göremezdi.

Kirpiklerimin arasından sızan bir damla yaş dudaklarımın üzerine geldiğinde derince bir iç çektim. Gitmek istiyordum, buradan Kutan'la birlikte gitmek istiyordum.

" Yalvarırım yapma," dedim.

" Hemen şimdi o kapıyı açıyorsun," diyen Bars'a çaresizce baktım ama gram etkilenmiyordu. Artık aldığım nefesler dahi bıçak gibiydi. Kafamı çaresizce iki yana sallamaya başladım.

Sustu.

Gözyaşlarım peşi sıra devam ederken ruhsuz bir ifadeyle bana bakmayı sürdürüyordu sanki ağlamam hiç önemli değilmiş gibi.

Belki de ağlamamdan zevk alıyordu.

" Bak istediğini kabul ettim, gerekirse her şeyi yaparım tek bir sözüne bile itiraz etmem ama lütfen benden bunu isteme. Bu kadar acımasız olamazsın." Dudaklarımdan dökülen kelimelere hitaben gözlerini yanaklarıma kaydırdığında bakışlarını takip ederek bir cevap istedim.

" Ne istersem yapacaksın söz mü?" diyerek onayımı istediğinde durmaksızın hemen cevapladım.

" Söz."

İstediği cevabı aldığı anda bir daha yüzüme bakmadan salonu terk etti.

Odadan çıkarken kapıyı da kapatmıştı. Nasıl halledeceğini merak ederek endişeme sahip çıkamıyordum çünkü onlara sunacağı cevaba rağmen gerçek şuydu ki Kutan beni görmüştü, benim burada olduğumu biliyordu. Bakışlarımdan ne anladı bilmiyorum ama pişman olmamasını istedim onu hayal kırıklığına uğratmak işleri berbat ederdi.

Adımlarımı koltuğa yönlendirip ikili koltuğa oturduğumda başımı arkaya yatırıp gözlerimi yavaşça yumdum. Uyumak istemiyordum ama bedenim ister istemez beni uykuya çağırıyordu ve gözlerimdeki yanma hissi geçmek bilmiyordu.

Bars'ın yüzünden durmadan sırtımı incitiyordum ve bu iyileşmemiş yaralarımı zorluyordu. Pansuman gerektiğini biliyordum ama ondan bunu asla istemeyecektim.

Bende artık uykuma direnemeden vücudumun ihtiyacı olan dinlenmeye izin verdim ve bir süre sonra beni içine çeken karanlığa teslim oldum.

Üstümdeki beyaz elbisenin etekleri rüzgârın şiddetiyle uçuşup duruyordu. Rüzgârın uğultusu kulaklarıma dolunca gülümseyip başımı gökyüzüne kaldırdım. Tertemiz havanın etkisi zihnime çok iyi gelmişti.

Ayaklarımda hissettiğim çimlerin yumuşaklığı yok olunca kendimi bir köprünün başında buldum. Tahtadan yapılmış olan eski köprü büyük bir villaya ev sahipliği yapıyordu. Şatafatlı villaya bakarken başım dönüyormuş gibi hissettim. Çok geçmeden harekete geçen adımlarım köprünün sonuna kadar aynı hızda ilerledi.

Önümdeki villayı göz hapsine almadan önce arkasında yükselen büyük bina daha çok dikkatimi çekmişti. Ama burası daha çok bina değil de sarayı anımsatıyordu.

Merak tohumlarım daha fazla filizlenince villanın bahçesine giriş yaptım. İleride duran salıncakla göz göze geldiğimde çocuksu heyecanıma kapılıp salıncağa doğru ilerledim. Salıncağın kalın iplerine tutunarak oturdum.

Ayaklarımda taşlardan dolayı aşınmıştı ama umursamadan kendimi sallamaya devam ettim.

Rüzgârla birlikte uçuşan saçlarım özgürce dans ediyor gibiydiler. Dudaklarımda varlığını koruyan gülümsemem mutluluğumu simgeliyordu.

" Yardım edin!"

O anda bir kadının çığlığıyla neredeyse salıncakta dengemi kaybedip yere düşüyordum. Son anda iplere asılınca kıl payı kurtuldum. Şaşkınca etrafı kolaçan edip sesin nereden geldiğini çözmeye çalıştım.

Birkaç saniye sonra karşı villadaki evden kırılma sesleri geldi. Meraklanarak eve doğru koşturduğumda içeri giremeden dağılmış saçlarımı da sırtıma doğru ittirdim.

Birkaç adımla açık dış kapıdan içeri girdiğimde karşıma çıkan salona adımladım. Duvarın dibine sinmiş bir beden görüş açıma girince irkilmeden edememiştim. Kadının büyümüş karnı hamile olduğunu açıkça belli ediyordu. Başını kaldırıp karşısına doğru bakınca gözlerini de görmüş oldum.

Kahverenginin en güzel tonu gözlerine ev sahipliği yapıyordu ama o kahvelerin ardında kırmızılıklar yer edinmişti. Ben kadını incelerken bir adam kadının karşısına geçti eğilerek kulağına bir şeyler fısıldarken onu korkutmuş görünüyordu. Kadının iyice küçülmüş bedenine üzüntüyle bakakalmıştım.

Kadın hamile olmasına rağmen çok cılızdı.

Damarlarımda sızlayan öfkeye yenik düşüp hızla onlara doğru ilerledim ve bir hışımla adamın koca cüssesini geriye doğru ittirdim. Hazırlıksız yakalanıp yere düşen adam katiyen başını bana çevirip bakmadı. Onun yerine hızla yerinden kalkıp kapıyı açarak dışarı çıktı.

Sanki hiç düşmemiş gibi davranmıştı.

" Gördün mü?" Cılız bir kadın sesiyle arkamı döndüğümde kadının çaresiz bakışları beni de etkisi altına alıyordu sanki hipnoz ediyor gibiydi.

" Anlamadım?" Titrek çıkan sesimi düzeltmek için birkaç kere öksürdükten sonra ayağa kalkan bedenine hitaben bedenimi dik tuttum. Karşımda dikilen kadın büyümüş karnıyla aşırı sevimli duruyordu bir an yüzümde gülümsemeye neden olan bu manzaraya yenilir gibi oldum.

" İnsanlara güvenmek böyle bir şey, sonunda hayal kırıklığına sebep oluyorlar," dedi.

Hüzün bulaşmış bakışlarına buruk bir gülümsemeyle bakındım. " Neden güvendiniz o zaman?" Sorgu dolu bakışlarıma o da gülümsedi. Onu gülümsetmek nedensizce beni de mutlu etmişti.

Bu kadının sevimli, cana yakın tavrı annemi anımsatıyordu.

" Gençtim ve hayatla ilgili pek bir tecrübem yoktu," derken sesi haddinden fazla güçlü çıktı.

" Pişman görünmüyorsunuz?" Meraklı ses tonuma sıcacık gözlerle bakınca sanki ışıldayan gözleri kırmızılıkları yok sayıyordu.

" Her şeye rağmen onu sevdim nasıl pişman olurum ki," dediğinde geri cevap vermeme müsaade etmeden devam etti.

" Bir kere sevdin mi gerisini düşünemiyorsun, çünkü kalp mantığa hep üstün geliyor," diye sözünü tamamladı. Tam önümde durup ellerini tereddütsüzce saçlarımda gezdirdiğinde o kadar içtendi ki neredeyse dizlerine uzanıp saçlarımı okşamasını isteyecektim.

" Bunları hak etmiyorsunuz," derken dudaklarımdan çıkan samimi sözlere gözlerini kırpıştırdı.

" Kim hak ettiği hayatı yaşıyor ki? Hayat bu, adalet bekleyemezsin." Cevabının bıraktığı hissi adlandıramadan dudaklarını kulağıma yaklaştırarak durdu.

" Adalet istiyorsan bunu kendin yaratmalısın. Unutma her şey bir isteğine bakar," dediğinde ona dönüp bir şeyler söylemek istemiştim ama bir anda kadın ortadan kayboldu. Şaşkınlık dolu bakışlarım artık sadece köprüye bakıyordu.

Geri köprüye dönmüştüm ve tuhaf olan da artık karşımda ne villa ne de saray vardı.

Köprüye doğru adım atacakken sertçe kolumdan çekiştirildim. Arkamı döndüğümde beni kimin tutuğunu bulmaya çalıştım ama kimseler yoktu oysa kolumda hâlâ bir baskı hissediyordum. Korkuyla geri adım atmaya çalıştım ama sonuç başarısızdı.

Son bir göz kırpmamla bilincimi yitirmiştim.

Gözlerimin açılmak için direnmesi ile göz kapaklarımı zorlukla araladım ve nefes nefese kalktığım koltukta oturur pozisyona geçtim. Kalkar kalkmaz bir çift el omuzlarımı bulmuştu.

İdil'in narin yüzü endişeyle bana bakıyordu.

" İyi misin kâbus mu gördün?" Sorgularcasına beni süzdüğünde bakışlarına garip bir rahatsızlıkla bakıyordum. Ona cevap vermeden başımı karşıya çevirmiştim.

Ayakta bana tuhaf bakışlar atan kişiler İdil'le aynı durumu sorguluyorlardı. Bars, Önsal ve Gökay'a hitaben gözlerimi kaçırdım. Fırsattan istifade elimle İdil'in ellerinide ittirmiştim.

Koltukta daha düzgün bir oturuşa geçtiğimde hala sessiz kalmaya devam ediyordum. Sonuçta onlara bir cevap vermek zorunda değildim.

" Cevap vermeyecek misin?" dediğinde İdil'in ısrarlı sesi sinirle nefes alıp vermeme neden oldu.

" Hayır, beni rahat bırak," diyerek kırıcı olmaktan kaçınmayıp sertçe konuştum.

" Kötü görünüyorsun, yardımcı olmama neden izin vermiyorsun?" Yumuşak tutuğu sesi hiç alınmadığını belli ediyordu. Sorusunu görmezden gelip bakışlarımı Bars'a çevirdim. Üçüde karşı koltuklara geçmişlerdi o yüzden hemen dudaklarımı araladım.

" Uyuyakalmışım, bana neler olduğunu anlatır mısın?" Meraklı sesimde ufaktan tedirginlik hâkimdi.

" İdil'i dinle yardımcı olsun sana. Boşuna burada değil," dedi sorumu umursamadan.

" Sana bir soru sordum," derken inatçılık etmekten çekinmiyordum. Kehribar gözleri gözlerimdeki ısrarcılığı fark ediyordu bence.

" Hallettim," deyip sustu. Dudaklarından çıkan tek kelime bu olmuştu. Bende alaylı bir gülüş takındım." Hallettiğini biliyorum zaten ama ben detayları istiyorum." Artan ısrarıma karşı daha fazla sırıttığında ne yaptığını anlamaya çalıştım çünkü bu sırıtış daha çok sinirle alakalı gibiydi.

Elini çenesine koyup kısık gözlerle gözlerime bakmayı sürdürdü." Korkunç görünüyorsun bu hâlde işime yaramazsın, bu ne demek oluyor biliyorsun değil mi Alvina?" Altında büyük tehdit barındıran cevabına ifadesizce baktım.

Anlatmasını istiyordum ama bunu karşılıksız yapmayacaktı belli olmuştu. Öfkeyle gözlerimi yumup geri açtım artık bakışlarım onda değildi.

" Ne istiyorsun?" demekle kalırken bezmiş bir haldeydim.

" Daha iyi görünmeni tercih ederim, karşımda biraz sağlıklı görünsen fena olmaz. Bu konuda İdil sana yardımcı olacaktır." Hiç durmaksızın isteklerini sıralarken boş gözlerle gözlerine tekrar baktım.

İstediği şey şuan o kadar zor geliyordu ki, benim kılımı dahi kıpırdatacak halim yoktu. Hem daha iyi görünmek falan istemiyordum. Anlamıyor muydu? Ailemi terk etmiştim, nasıl daha iyi görünebilirdim ki. Ne yaparsam yapayım ruh hâlim yine böyle kalacaktı.

Kararsız bakışlarla ardından İdil'e döndüm. Ümitle araladığı gözlerine karşı yüzümü buruşturmuştum. " Ne yapacaksın?" diye sorarken istemediğimi açıkça belli ediyordum bence. 

" Sen kendini bana bırak," deyip yüzüne eklediği gülüşüyle nedense bir ürkmedim değil. Hiç samimi görünmüyordu. Beni bir oyuncak bebek gibi süslemese iyi olurdu yoksa katliam çıkartabilirdim.

" Bu daha korkunç değil mi?"

" Şakacı seni," diyen İdil'e ardından göz devirdim. Hızla yerinden kalkıp kolumu tutarak kapıya doğru çekiştirdi. Hızlı yürüyüşüne uyum sağlamakta zorlanıyordum. Üzerindeki tulum bedenine öyle bir yapışmıştı ki biçimli vücudu hayran olunasıydı. Kıvırcık saçları da hızından dolayı savrulup duruyordu. Neyse ki beni hemen karşı odalardan birine getirip kolumu bıraktı.

Odaa yeşil tonlarındaydı. Aşırı ferahtı. Yatağın hemen yanında komodin küçük süslerle doluydu. Hemen kapının yan tarafında ise büyük beyaz bir gardırop vardı. Yatağın karşısında da bir kitaplık duruyordu.

Kitaplığa doğru adımladığımda İdil harıl harıl dolabı karıştırmakla meşguldü. Onu umursamadan elimi kitaplarda gezdirdim ve merakıma yenik düşüp İdil'e döndüm.

" Bu oda kimin?"

" Misafir odası çoğunlukla ben kullanıyorum," diyen İdil'e başımı salladım.

Gözlerimi odasından ayırıp ilgimi tamamen İdil'e verdiğimde ise bir elbise ile bana döndü. Elinde duran sarı elbise gerçekten çok zarifti ama giyebileceğim bir elbise değildi. Böyle cıvıl cıvıl şeylerden pek hoşlanmazdım.

" Nasıl?" diye soran İdil'e olumsuz anlamda kafamı salladım. Fikrimi sorması bile hataydı.

Kaş çatarak, " Kusura bakma ama elimde en düzgün kıyafet bu," dedi.

" İyi o halde."

" O zaman al bakalım," dediğinde omuz silkip uzattığı elbiseyi aldım.

" Altınada kısa topuklu ayakkabılarım var onları veririm, hem yürürken zorlanmazsın. " Açıklamasına başımı sallayıp onayladım. Ellerini beline koyup kıvırcık saçlarını sol omuzuna topladı.

" Neyse, hadi ben çıkıyorum sende güzel bir duş al," derken odada olan banyoyu gösterdi. Temizliğinden şüphe duyup biraz inceledim ama gayet kullanışlı görünüyordu. " Merak etme ben o sırada içeridekilerle ilgilenirim, rahat rahat duş alabilirsin." Samimi tutuğu sesine tek kelime etmedim o da kapıyı açıp çıkmıştı.

Odada yalnız kalmanın rahatlığı ile hareket etmeye çalıştım. Yatağın üzerine koyduğu iç çamaşırları bir elime toplayıp banyoya girdim ve banyonun kapısını kilitleyip güvenliğimi biraz daha arttırdım. Giysilerimi kenara koyduktan sonra üstümdekileri çıkarmıştım ardından beklemeden hızlı bir duş aldım.

Duştan çıktıktan sonra kıyafetlerimi sakin bir edayla giydiğimde temiz kıyafetlerin kokusuyla yüzümde bir gülücük oluşmuştu. Sandığım kadar kısa olmayan elbisenin içinde oldukça rahattım. Saçlarımı da kurutup bakımlı görünmesini sağladım.

Tamamen hazır olunca kapıyı açıp odaya tekrar girmiştim ama o anda çalınan kapıya hitaben kısa bir mırıltıyla gelmesini onayladım. İçeri giren bedene sorgulayıcı bakışlarla bakıyordum.

Bars'ın kehribar gözleri gözlerimi hedef aldığında üstüne giydiği kahverengi bluzu ve deri ceketini inceledim. Altına da siyah bir pantolon geçirmişti.

" Sonunda seni insan gibi görebildik," dediği anda az önce ki hâlime laf atmasına aldırmadan küçümseyici bakışlarımı kuşandım.

" İstersen şansını daha fazla zorlama." İmalı cevabıma göz kırpıp ellerini birbirine kavuşturdu.

" Bugün biraz dışarıda işim var, seninde evde İdil'le kalman gerekiyor," dediğinde gözlerimi kırpıştırarak doğru duyduğumu ayırt etmeye çalışıyordum. " Beni eve kapatmak için mi kaçırdın?" Sert sesime bıkkınlıkla söylenmeye başladı." Pek kaçırmış sayılmam şuan."

" Sonuçta kaçırdın," derken çenemi inatla havaya kaldırdım.

Bana söz geçiremediğinin farkında mıydı?

" Bak, oraya seni götüremem. Eğer öyle bir şansım olsaydı inan götürürdüm ama olmaz," dedi kısaca.

" Olur."

"Olmaz."

"Olur."

" Lan sen ne inatçı bir kızsın," dediğinde onu yavaştan çileden çıkardığımı belli etmeye başladığında bende onu hiç duymamış gibi omuz silkip kararlılığımı belli ettim.

" Arkamdan iş çevirmeyeceğini bilemem, konu burada kapanmıştır bende geliyorum." Ona konuşma hakkı vermeden yanından hızlı adımlarla geçtim. Salona girdiğimde Gökay'la sertçe çarpışmıştık. Ağzımdan acı dolu bir inleme dökülürken kafamı omuzundan zar zor ayırdım. Taş gibiydi mübarek. Burnumu kırdı.

" Yavaş olsana biraz!" diye homurdandığımda umursamadan beni kenara doğru ittirip Bars'a ilerledi. Yaptığı harekete ağzım açık bakakalmıştım. İnsan ufacıkta olsa bi iyi misin diye sorardı.

" Takma onları, yeni birine çabuk alışamıyorlar." İdil'in sesiyle ona döndüğümde söylediği şeye kırık bir tebessüm etmiştim. Birkaç gün önce bende aynı şeyi Elya'ya söylüyordum.

Kutanların herkese yabani gibi olmasına laf ettiğimi hatırlamıştım. Şimdi ise o tavırlarına bile hasret kalıyordum.

Onları özlemem normal miydi?

Kendime gelmek için hızla silkelendim. İdil'in hazırladığı masaya kısaca göz gezdirirken yaptığı yemekler sayesinde  ev mis gibi kokuyordu.

" Hadi gel karnımızı doyuralım," diyen İdil'e cevap veren başka bir ses olmuştu. " Yemeklerine bayıldığımı söylemiş miydim?" Muzip gülümsemesi ile içeri Önsal girdi. Onun arkasından ise Gökay'la, Bars girmişti.

Onları göz odağına alıp masaya geçmelerini izlediğimde hepsi tek tek yerlerine kuruldu. Hatta kendi aralarında sohbete dalmışlardı bile. Sıkı dost olduklarına şüphe duymadan edemedim çünkü gerçekçi görünmüyorlardı. Veya belki de ben onları öyle göremiyordum.

Bars'ın dediği aslında doğru çıkmıştı. Evde olanlara rağmen hepsi gayet iyi görünüyordu. Hatta Önsal bile hiç yaralanmamış gibiydi. Sadece yüzünde birkaç morluk vardı o kadar. Gökay ise turp gibiydi.

Masayı pas geçip koltuğa oturduğumda  arkamdan bir ses yükseldi. " Neden gelmiyorsun?" İdil'in meraklı sesi bir anne edası tonundaydı. Bu duruma gıcık olmadan edemedim onlara karşı içimde bitmek bilmeyen bir öfke var olup duruyordu.

Sessiz kalarak onu cevapsız bıraktım. Arkam dönük bile bozulduğunu anlayabiliyordum ama zerre takmadım. Ellerimi birbirine kenetleyerek karşımdaki pencereden dışarıyı izledim. Ta ki Önsal'ın sesi bütün dikkatimi darmaduman edene kadar. " Hadi ama ufaklık, durmadan inatçılık etmek zorunda mısın?" Bunalmış sesine sadece sinirle sırıttım.

" İnatçılık genlerimde var," diyerek onunla asıl alay eden ben olmuştum. Arkamdan gelen homurtuyu duyacak kadar dikkat kesilmedim. " Senin genlerine ben..." Bars'tan gelen sese doğru dönüp koltuğun arkasına kollarımı yasladığımda başımı da hafif eğmiştim.

" Sizin genlerinizde de ufaktan bi şerefsizlik var gibi bence, ne dersin?" Bars'ın çatalını sertçe tabağa çarpmasıyla beni yerimden hafifçe sıçrattı ama bunuda fark etmemelerini sağladığımı düşünüyordum. Çabamı takdir etmeliydim.

Sertçe yutkunurken sırıtmayı da ihmal etmedim. Yerinden kalkarken hafif bir tedirgin olmuştum ama İdil sağolsun Bars'ı aniden durdurdu. " Yapma Bars, onu artık anlayışla karşılayın. Kızı ailesinden ayırdık. Onun yerinde kim olsa aynısını yapardı... Bakın biliyorum bizde kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz ama bu yaptığımızın hiçbir bahanesi olmaz, ondan yararlanıyoruz-"

"Bence asıl sen gerçeklerin farkına var, o tehlikeli!" Gökay'ın bağırışına mı yoksa gerçekleri acımasızca yüzüme vurmasına mı korktum bilemiyorum ama gerçeklerin bir kez daha gün yüzüne çıkması iliklerime kadar buz kesmeme neden oldu.

Tehlikeli dediği şey ben oluyordum.

" Gökay."

" Sakın bir kez daha onu bana karşı korumayın, onu serbest bırakırsak elimizde koz filan kalmaz!" İsyankar sesiyle öfkeden kıpkırmızı kesilince dile döktüğü bunca şeye kimse çıtını çıkarmıyordu.

Zorlukla almaya çalıştığım nefesler bedenime bıçak gibi batmaya başlamıştı. Başıma giren ani bir ağrıyla nefesim kesildiğinde anında koltukta iki büklüm oldum. Dudaklarımdan kaçan küçük bir çığlıkla dişlerimi sıktım.

Seslerin bu kadar canımı yakması normal değildi. Önceden duyduğum nabız sesine benzemiyordu o anda kollarımdan tutulmamla tırnaklarımı beni tutan ellere geçirdim.

Tutunduğum beden anında kaskatı kesilmişti ama ona rağmen bile beni bırakmadı. Zihnimin arkalarından duyulan ses baş ağrım yüzünden daha çok artıyor gibiydi. Ellerimi o kişiden geri çekip tekrar başıma götürürken onun elleri ise belime düşmüştü.

Kendimi zorlamam bir işe yaramıyordu aksine ağrı daha çok arttı. arkamdan gelen çığlıkla bir anda yerimden sıçradım. Artık ses o çığlıkla tamamen zihnimden çekilmişti ve burnumdan akan bir sıvıyla istemsiz ayağa kalktım. Dengemi sağlayamamamdan dolayı bir elimle koltuğa tutunuyordum. Burnum kanıyordu. Parmak uçlarım kan olmuştu.

O anda bakışlarımın odağı yerde kıvranan Gökay'la daha çok irileşti. İdil ve Önsal, Gökay'a doğru giderken tedirginlerdi. Diğer elimle tekrar burnuma dokunduğumda elime bulaşan kanın metalik kokusunu soluyordum. Karşımda bana bakan Bars şok içindeydi. Ne olduğunu görmüştü ve gayet farkındaydı.

Yanımdaki yerini doldururken arkadan İdil'in sesi yükseldi. "Bars bir şeyler yap!" Çaresiz sesiyle onlara döndüm. Önsal titreyen elleriyle Gökay'ın koluna dokunmuş pür dikkat ona bakıyordu. Korkmuş görünüyordu, ellerinin yumruk olması çok uzun sürmedi.

" Durdur şunu." Kısık bir mırıltıya hitaben kafamı sağa sola salladım.

" Ben yapmıyorum," derken titremeye başlamıştım bile.

" Sen yapıyorsun!" diye gürlediği anda yerimden bir iki adım geriledim. Üstüme doğru gelen adımlarla daha çok korkuyordum ama aynı korkuyu sanki onun gözlerinde de görmüştüm belki de sadece bir yansımaydı.

" Hemen durdur şunu, öldürüyorsun onu!" Onun bir kere daha kuvvetli bağırışıyla kafamı iki yana sallayarak reddettim.

" Dokunmadım bile ona," dediğimde kollarımı tutarak beni sertçe sarstı. Onu geriye çeken eller ise koşarak yanımıza gelmiş olan İdil'e aitti.

Kızarmış yaşlı gözleriyle karşı karşıya geldim. Bars'ı geriye itip önüme geçtiğinde ellerini de iki koluma koyup dudaklarını araladı. "Yalvarırım durdur şunu, onun kalbini dinliyorsun o yüzden oluyor." Fark etmiş olduğu detayla söylediklerine cevap vermedim ama zihnimdeki ses aniden yavaşladı.

Masanın arkasından gelen can çekişme sesleriyle kollarımı iyice sımsıkı kavramıştı. Yanaklarında süzülen yaşlarla bana bakmayı sürdürüyordu. Makyajı gözyaşları yüzünden dağılmıştı ve titreyen dudaklarını zar zor aralayıp duruyordu.

" Başka bir şey düşün!" dediği anda hıçkırıklarla Gökay'a baktı. Elimde değildi ki, zihnimdeki karmaşa beni artık gerçekten korkutuyordu.

Son bir gayretle düşünmeye çalıştığım başka bir anı ile beraber sesler anında buhar olup uçmuştu. Annemin anılarımın içinde olması içimi tarifsiz bir huzurla doldurdu. Onu özlemiştim, onu delicesine özlemiştim. Gökay'ın şiddetli öksürükleriyle birlikte ikiside beni bırakarak koşarak yanına gittiler.

Onu bu hâle getirmekten vicdan azabı duymuyordum, bu normal miydi?

Yoksa çok mu duygusuz olmuştum?

Kafamı iki yana sallayarak onları arkamda bırakıp odadan çıktım. İdil'in beni getirdiği odaya girmiştim. İçerisinin loş ışığı baş ağrıma iyi geliyordu. Artık zihnimde yer alan annemle baş başa kalmıştım. Yorgunluktan başımı dahi kaldıramazken omuzlarım iyice düştü.

Arkamdan açılan kapıyla adımlarım sertçe kesildiğinde sorgulayıcı bakışlarım kehribar gözleri bir süre turladı. "Dışarı çıkıyoruz," dediği anda ifadesizliğine şaşırdım demin ki endişeli hâlinden eser yoktu.

" Neden?" diye sorgulayan sesime tek kaşını kaldırdı.

" Daha fazla arkadaşlarıma zarar verme diye. Birlikte gidiyoruz, biz geri gelmeden de onlar bu evden gidiyor," deyince bana karşı aldığı önleme burukça baktım açıkçası haklı bir karardı. Başımı sallayarak önden gitmesine izin verirken arkasından attığım yavaş adımlar ondan baya uzaktaydı.

Kapının önüne konulmuş İdil'in bahsettiği kısa topuklu ayakkabıları ayağıma geçirip onu bekledim. Aynı işlemi o da yapınca kucağıma siyah bir kaban fırlattı. Ağır bir edayla üstüme geçirdiğimde üşümeyecek olmak beni sevindirdi çünkü dışarının soğuğu binadan bile hissediliyordu. Düğmelerimi iliklerken bu sefer o beni bekledi.

Evden çıktığımda Bars'da kapıyı kapattı. Ufak bir baş hareketiyle merdivenleri inmeye başlamıştık. Paytak adımlarla arkasından onu takip ediyordum ve gerçekten hala sinirli duruyordu. Yaptıklarım belki de onları endişelendiriyordu ama bilerek yapmıyordum sonuçta isteyerek birinin canını acıtmazdım, öyle biri değildim.

Veya belki de öyleydim...

Çok geçmeden arabadaki yerimizi aldığımızda ağzımı açıp tek kelime etmedim sadece buradan uzaklaşmak istiyordum. Arabayı hızla yerinden hareket ettirdiğinde açmasını beklediğim ısıtıcıyı açmadı üşümemi göz ardı etti.

Buruk bir gülüşle camdan yolu izlemeye başlamıştım. Onun bu vurdumduymaz hâli benim yüzümdendi, bende olsam dostumun canını yakanın canını yakardım. Artık beni pek önemsemiyor gibiydi.

Ellerimi cebime yerleştirip üşümemi biraz daha olsa engellediğimde bacaklarım soğuktan donmuşlardı. Bir on dakika sonra arabayı siteye yakın bir mahallede durduğunda kısa süren yolculuk iki katlı binada sona ermişti.

Merakla arabadan inip rüzgârın uğultusunu işittim. O da çok geçmeden yanımda yerini alınca benden önce binaya girdi. Artık her defasında beni arkada bırakmasına alışmıştım.

Binanın rutubetli kokusu midemi bulandırıyordu. Merdivenleri çıkıp bir kapının önünde durunca yerimde kaldım. Kapıyı çalan Bars'ın fazla beklemesine gerek kalmamıştı çünkü kapı birkaç saniyede açılmıştı ve ardından çıkan genç Bars'a selam verdi.

Birbirlerine selam verirken kulaktan kulağa konuştuklarını sonradan fark etmiştim. Şüpheci bakışlarımı fark eden Bars ise beni kâle bile almadı.

Bizi içeri davet eden genç çocuğun isminin Ören olduğunu laf arasında öğrendim. Odaya girdiğimizde bizi salon değil de bir sürü bilgisayar karşıladığında hepsinde kamera kayıtları oynuyordu o anda söze giren Ören'i pür dikkat dinledim.

" Abi anlattığım gibi kız çok acayipti, resmen adamları gözümün önünde bir anda yok etti. İlk başta göz yanılması gibi geliyor ama öyle değil." Heyecanla anlattığı kızı merak etmeden duramamıştım. Aslında buraya tam olarak neden geldiğimizi de bilmiyordum. Büyük bir ihtimal Bars bunu peşimden gelen arkadaşlarım mı diye teyit etmek için yapıyordu.

Eğer böyle bir şey varsa bu durum onu rahatsız etmiş gibiydi. O esnada cılız sesimle söze girdim." Kim bu kız?"

" Evdeyken haber aldım, bir kız bana ait bir mekânda adamlarıma zarar vermiş. Ortalıkta insan bırakmamış, tabii bu eve gelen arkadaşlarından hemen sonra olmuş," diyerek açıklama yaptı.

Söz ettiği kızın kim olduğunu düşünmeye çalışıyordum ama aklıma katiyen biri gelmiyordu, belki de düzgünce düşünmüyordum.

" Neyse hadi göster." Bars'ın komutuyla Ören kamera kaydını açtığında ellerinin klavyede hızlı hareket etmesine hayranlıkla bakmıştım. Gerçekten yetenekli görünüyordu. Birkaç saniye sonra ekrana yansıyan görüntüyle gözlerim kocaman oldu.

Ekrandaki kız adamları gerçekten tek tek ortadan yok ediyordu ve geride kalan bedenlere doğru attığı haz dolu bakışların ardından kameraya pür dikkat bakmıştı.

" Bak abi, gücünü kullanmadan önce bir şeyler mırıldanıyor ondan sonra oluyor-"

Gerisini dinleyememiştim çünkü karşımdaki kız Azra'dan başkası değildi. İlk defa onu bu kadar öfkeli görüyordum. Bars, onu gerçekten çok kızdırmıştı belli ki. Kutanları gönderirken zarar görmelerinden korktuğum için bir şey yapmamıştım ama şuan gördüğüm kadarıyla aslında onların hafife alınmaması gerektiğini fark ettim.

Tahminimden bile daha fazlası vardı onlarda.

İçimdeki tarifsiz bir mutluluk bedenimi sarıp sarmalamıştı adeta. Neredeyse olduğum yere çöküp mutluluktan ağlayacaktım.

Onları çok özlemiştim...

BÖLÜM SONU

Sevgilerle🤍

Bölüm hakkında düşüncelerinizi bırakmayı unutmayın lütfen, desteklerinizi bekliyorum.🤍

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 310K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
1.7M 126K 33
"Cennet ve cehennem birer insan olsaydı," diyerek durdu. İçimden 'bu insanlar biz olmazdık' diye geçirdim. Çünkü o cehennem olamayacak kadar merhame...
126K 15.3K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
31.7K 401 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...