Renkli Hayaller Balonu 🎈

By ecemervea

127K 2.3K 77

Kalbime söz geçirebilseydim eğer, onu sever miydim sanıyorsunuz? Sevmezdim. Kalbimi yerinden sökerdim, yine... More

Hayal
Rüzgar
Renk
1
2
3
4
5
6
7
9
10

8

9K 14 6
By ecemervea

Hiçbir şeyim yoktu. Beni seven bir ailem. Yuva diyebileceğim, içinde kendimi güvende hissettiğim bir evim. Tek bir şeyim vardı. Her haliyle hayatıma renk katan, yıllardır bütün eksiklerim olmak için çabalayan tek bir şey!

Ve ben ona yaşadığım her an ihanet ettim.

Elimdeki telefonu kıracak kadar sıkı tutarken kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Sakin kalmakta oldukça zorlanıyordum. Nefes al, nefes ver Hayal, sakin.

Birkaç saat önce Deniz'i akşam yemeğine davet etmiştim, hem de kendi evime. Aslında sorun bu değildi. Ben Deniz'i davet ederken, yemekleri Renk'in yapacağını hayal ediyordum, fakat çok sevgili arkadaşım kesin bir dille meşgul olduğunu ve bana yardım edemeyeceğini ama onun yerine Rüzgar'ın seve seve destek çıkacağını söylemişti. Rüzgar'ın!

Onu bir haftadır görmüyordum...

Vazgeçirmek için elimden geleni yaptım, fakat onca çabalamam karşısında sadece güldü ve Rüzgar'ı arayacağını söyledi. Geçen hafta olanlardan sonra Deniz ile aramı düzeltmem için ve o bardaki teklifi kabul etmem için üzerimde kurduğu onca baskı yetmiyormuş gibi, bir de beni yemek konusunda yalnız bırakmış olması işleri iyice zorlaştırıyordu. Tanrı aşkına ben Rüzgar ile yemek falan yapamazdım!

Sımsıkı tuttuğum telefonu yattığım yerde görebileceğim bir pozisyona getirip, son kez şansımı denemek için Renk'in isminin üzerine tıkladım ve telefonu kulağıma götürdüm. En ufak bir zaman bile kaybetmeden hattın öbür ucundan sesi duyulduğunda kaşlarım havalandı. "Beni mi bekliyordun sen telefonun başında?"

"Ah hayır bal, Rüzgar ile konuşuyordum."

İçimden lütfen kabul etmemiş olsun diye geçirsem de biliyordum ki bu Rüzgar için bulunmaz bir fırsattı. Kendisini beni üzmeye programlamış bir robot gibiydi ve avı evde ona muhtaç bir şekilde bekliyordu. Yine de bir umut diye geçirdim içimden ve "Renk hiç gerek yok, hem bak internette bir sürü tarif var. Hiç olmadı paket servis ne güne duruyor," dedim ağlamaklı sesime aldırmadan.

Art arda hızlıca sıraladığım kelimeler karşısında birkaç saniye sessizlik oldu. Bu, içimde küçük bir umut kırıntısının hareketlenmesine neden olunca, merakıma yenik düşüp "işi varmış değil mi," diye sordum.

"Ah hayır tabi ki Hayal, seve seve yardım edeceğini söyledi. Ayrıca seni şarkı söylemen konusunda ikna etmeme de yardımcı olacakmış."

Yine mi bu konu?

Gözlerimi devirdim. Bunu Renk görmemişti ama bir türlü çözemediğimiz bu durumdan ne kadar sıkıldığımın sesime de yansıdığına emindim. "Renk şu konuyu kapatsak mı artık? Kabul etmeyeceğimi daha kaç kere söylemem gerekiyor acaba?"

Dudaklarını büzmüştü, buna emindim. "Of Hayal, ne olur bir kere de kendin için bir şey yapsan. Bak senin için bir hafta düşünme süresi istedim. O süre yarın doluyor ve ben Timuçin abiye olumsuz bir cevap vermek istemiyorum."

"Cevabın olumsuz olacak arkadaşım, üzgünüm. Bir kere şarkı söyledim diye bunu kendime iş haline getirmeye niyetim yok. Bu kadar fazla insan içinde olmak bana göre değil ve sen bunu bile bile bir haftadır beynimi yiyorsun!"

Benim de sabrımın bir sınırı vardı. Tabi ki şarkıcı olmayacaktım. Bu, benim için oldukça fazlaydı. Bunu o geceden beri Renk'e anlatamamıştım. Bana iyi geleceğini söyleyip duruyordu. Fakat biliyordum, bana iyi falan gelmeyecekti. Daha fazla dibe çekilecektim. Rüzgar ile aynı yerde olmazdı, imkanı yoktu.

"Rüzgar yarım saate evde olur, lütfen ona kibar ol," dedikten hemen sonra telefonu suratıma kapattı. Hala sımsıkı tuttuğum telefonun ekranına bir süre öylece baktım ve o ana kadar tuttuğumu fark etmediğim nefesimi serbest bıraktım.

Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Yemeği iptal edersem, Renk ile birbirimize girecektik ve ben bir şekilde o iş teklifini de kabul etmek zorunda kalacaktım en sonunda, bunun farkındaydım. Vicdanımın üzerine aylardır karlar yağıyordu belki ama o bile dindiremiyordu ağrısını ve ben en sonunda en yakın arkadaşıma hep yeniliyordum.

Bir süre yatakta yatıp, en sevdiğim şeyi yaptım. Tavanı izledim. Nefesimi kontrol etmeye çalıştım ve Rüzgar'dan gelebilecek hamleleri tahmin etmeyi denedim. Tahminlerim tutarsa ona göre tedbir alabilirim diye düşünmüştüm. Ne büyük hata! Ben şimdiye kadar Rüzgar'ın hangi hamlesini tahmin edebilmiştim ki? Hadi ettim diyelim, o anda dilim lal oluyordu, bedenim sanki benim bedenim değilmiş gibi hissediyordum. Hangi planı yaptığımı hatırlamaya bile halim olmazdı, buna emindim.

Tek yapmam gereken belki de alışmak veya kabullenmekti... Öbür türlü inat ettikçe, sadece kendimi rezil ediyordum sanki.

Tavanı ne kadar izledim bilmiyorum, fakat kapının sesini duyunca yarım saat kadar bir süre geçtiğini tahmin etmek zor değildi. Tabi ki Rüzgar ışınlanmadıysa...

Elimde telefonun izinin çıktığına emindim, o kadar zamandır sımsıkı tutuyordum ki. Elim acımaya başlayınca bir şekilde yatakta doğrulurken telefonu da yatağa bıraktım. Serbest olan elimle, kıpkırmızı olmuş elimi ovuştururken, bacaklarımı yataktan sarkıttım. O kadar yavaş hareket ediyordum ki... Belki de Rüzgar evde olmadığımı düşünürse gider diye düşünmüştüm. Fakat o, aksine zili daha çok çalmaya başlamıştı. Evde olduğumu biliyordu, nereye gidebilirdim ki?

Resmen sürünerek yataktan kalktım ve aynadaki aksimle göz göze geldik. Altları morarmış bir çift göz, siyah bir tayt ve siyah bir kazak. Hayal'in özeti buydu. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ruhuma ve ruhumu yansıttığım kıyafetlerime karşın turuncu saçlarım ve çillerim sanki bana meydan okuyordu. Omuzumdan aşağı sarkık duran saçlarımı masanın üzerinde bekleyen siyah bir tokayla başımın tepesinde gelişigüzel topuz yaptım ve daha fazla kaçamayacağıma emin olduğum gerçeğime ilerlemeye başladım. Eğer kapıyı biraz daha açmazsam yumruklayacaktı sanırım, aralıksız zil çalışının bir sonraki aşaması bu olmalıydı.

Parmaklarım evin giriş kapısının kulpuna dolandığında, kalbim yine çığlıklar atıyordu. Bedenim daha onu görmeden, dokunmadan, sadece orada bir kapının arkasında olduğunu bilerek bile alev alabiliyordu. Bu kadar şeye rağmen ben hala planlardan bahsedebiliyordum, ne acınası. Derin bir nefes aldım ve kulpu aşağı doğru indirdim. Kapıyı kendime doğru çekerken ellerimin, hatta tüm bedenimin titrediğini görmemesi için içten içe dua ediyordum. Benim düşüncelerimin aksine Rüzgar'ın bir şey görebilecek hali yoktu. Gözlerinden alev çıkıyordu. Sanırım kapıda bekletildiğindendi bu hali. Daha önce sizi kimse bekletmedi mi bayım?

Kapıdan içeri girerken ellerini saçlarından geçirdi ve bakışlarımız buluştu. Mavi gözler şimdi okyanusun derinlerinde boğuluyormuşum gibiydi; kopkoyu, uçsuz bucaksız. Yosunlar bacaklarıma dolanıyor, beni suyun dibine çekiyordu.

Büyükçe bir nefesi ciğerlerime doldurup kendimi rahatlatmayı denedim ve elim hala kapının kulpunda asılı dururken mimiksiz tutmaya zorladığım bakışlarımla onu izlemeye devam ettim. Sinirle bana bakıyor, elleri saçlarına dolanıyordu ve birkaç küçük adım ile evimin girişinde turluyordu. Bu üç hareketi birkaç kez tekrarladı ama konuşmuyordu. En sonunda dayanamadım ve "ne oldu Rüzgar," diye sordum.

Tam bir adım daha atacaktı ki, sorum onu durdurdu. Okyanus gözlerini tekrardan bana dikti ve bir süre ne diyeceğini düşündü. Bakışlarından anladığım tek bir şey vardı o da yalan mı söylemeli yoksa gerçeği mi onu tartıyordu. Omuzları aşağı düştüğünde gerçekte karar kıldığını anlamıştım ve bu ne duyacağımı daha fazla merak etmeme neden oluyordu.

"Seni merak ettim."

Bir adımda kapının önüne geldi ve ne ara yumruk yaptığını bilemediğim parmakları hızla kapıyla bütünleşti. Korkuyla bir adım geri giderken kaşlarım da şaşkınlıktan havalanmıştı. Beni cidden merak etmişti.

BENİ MERAK ETMİŞTİ!

O belki şu an çok sinirliydi ama benim midemdeki siyah kelebekler, kalbime doğru yol almışlardı bile. Belli etmemeyi denedim. Havalanan kaşlarıma bile aldırmadan, "alt tarafı iki üç dakika geç açtım kapıyı Rüzgar, biraz fazla tepki vermiyor musun," diye sordum.

Ani bir şekilde bana döndü. "İki üç dakika mı? Hayal yarım saattir kapıyı çalıyorum ben!"

Ah, işte bunu beklemiyordum.

Başımı mahcup bir şekilde önüme eğdim ve ne cevap vereceğime kafa yormaya çalıştım. Kapıyı duyamayacak kadar tavanla haşır neşir olmuşum diyemezdim ya. "Kulağımda kulaklık vardı, duymamışım. Kusura bakma."

O an gözlerinde öfkeden başka bir şey belirdi; ukalalık. "Eminim öyledir. Zil sesini dinliyordun herhalde. Çünkü ben en az on kere aramışımdır da!"

Yakalanmanın vermiş olduğu aptal duygu bir yerlerde içimdeki öfkenin fokurtularını ortaya çıkarmıştı. Öfkem adımlarıma yansıdı ve bir şekilde onlara mutfağa gitme komutunu verebildiğim için şanslıydım. Geri adım atmak istemeyen ve onu daha fazla zorlamak isteyen taraflarım benden bağımsız anlaşmış gibiydiler. Dudaklarımdan dökülen kelimeleri de tıpkı engel olamadığım öfkem gibi dizginleyemiyordum.  "Ne önemi var Rüzgar, buradayım. Bir şey yok, kapıyı da açtım sonunda, değil mi?"

Cümlem bittiğinde hızla arkamı döndüm. Hala girişte bir yerlerde olduğunu düşünüyordum ama o tam olarak burnumun dibindeydi. Size tekrardan kelebeklerden bahsetmeyeceğim, onların ne halde olduğunu anladığınızı biliyorum çünkü. Fakat farklı bir şeyler vardı. İlk defa bana karşı dikenlerini, beni düşündüğü için çıkarmış olmasından mı almıştım bu cesareti yoksa o minik, bir günlük ömrü olan kelebeklerimin verdiği bir güç müydü bilmiyordum ama o an ona karşı muhteşem bir özgüven hissettim içimde. Omuzlarımı dikleştirdim. Bir adım geri geldim ve gözlerine korkmadan, utanmadan bakabildim ilk defa.

"Mesafeler önemli Rüzgar."

Alay kokan sesime ben bile kaşlarımı havalandırmak istesem de bir şekilde içimde yaşadığım şeyleri bastırmayı başarıyordum sanırım. Rüzgar'ın bakışları ise ayna gibiydi içimde yaşadığım fırtınalara. Davranışlarımdan etkilendiğini ilk defa görebiliyordum. Korkmuştu ve korusu onu savunmasız hale getiriyordu. Yine de güçlü durduğunu inkar edemezdim. Kendini bir noktaya kadar serbest bırakıyordu ama sonra yine kontrol mekanizması devreye giriyordu.

Dudakları ruhsuzca yukarı doğru kıvrıldı ve parmakları gözümün önüne düşen bir tutam saçı yakaladı. İşte benim gücüm bu noktaya kadardı. Bana dokunduğu an sıfırlanıyordum.  Mantığım geri çekilmemi, uzaklaşmamı, kaçmamı söylese de mantığımı dinleyen kimdi? Kalp değil miydi bize bütün bu hataları, saçma sapan şeyleri yaptıran her zaman? Biz değil miydik peki her zaman mantığımızı dinlediğimiz iddia etmemize rağmen hep kalbin yolundan giden?

Ben en başından mantık ile hareket eden biri olsaydım, çok farklı bir hayatım olabilirdi. Duygularımı ve kalbimi, vücudumda hiç bulamayacağım milyon kilitli bir kasaya kilitleyebilseydim şayet, zaten bunu yapardım. Bu hayatı ben seçmedim zırvalıklarına sığınmıyorum merak etmeyin. Sapına kadar ben seçtim her şeyi. Sadece, ben başlı başına bir hatayken, muhteşem bir hayat yaşayacak olmamı beklemenize şaşarım. Hata'nın, hata dolu hayatı işte...

Saçımı kulağımın arkasına bıraktıktan sonra bir şekilde o parmakların tenimden uzaklaşması gerekiyordu ama istemiyordum. Vicdanım bir yerlere sinmişti sanki ve ben şu anda varlığından bir haber gibi davranıyordum. En yakın arkadaşıma ihanet etmek benim için hiç sorun değildi... Rüzgar tenime dokunduğu anda cesaret bütün hücrelerime yayılıyordu.

Başımı elinin olduğu yöne doğru bastırdığımda, elini çekmesini beklemiştim. Sonuçta istediğini elde etmişti. Bana dokunduğu zaman ne o özgüvenim ne de deli gibi bağırıp çağıran öfkemden eser kalmadığını bana tek bir hareketiyle gösterebiliyordu. Konuşmasına, bir şey söylemesine gerek bile yoktu. Ben kendi kendime, kendimden utanacak hale geliyordum. Sadece saçıma dokunduğu zaman... bitiyordum.

Yine de elini çekmedi.

Az önce burnumun üstüne kadar çıkabilmiş özgüvenim şu anda bedenimi terk etmiş, yerin altında bir yerlerde geziniyordu. Onu arıyormuşçasına gözlerimi yere doğru indirdim. Hala parmakları başım ve omzum arasında duruyordu. Baş parmağını hafifçe hareket ettirmeye başladığında bunun ona bakmam için yaptığı bir hamle olduğunu anlamıştım. Hafifçe gözlerimi, gözlerine doğru yönlendirdiğimde, o derin okyanuslar bana eskisi gibi bakıyordu. Endişe? Yoktu. Öfke? Bitmişti. Şimdi sadece aramızda kocaman sivri kayalıklar vardı. Yoğun dalgalardan artık yıpranmış ama o dalgalar sayesinde hala dimdik durabilen kayalar.

Biliyordum, o denizleri bu kadar dalgalı yapan, o kayalıkların sivrilmesine neden olan bir şeyler vardı. Üzerinde yosunları bile yaşatmayan o kayalıkların özellikle gelip benim bedenimin her bir yanını delik deşik etmesinin bir nedeni vardı.

Bembeyaz kumarın üstünü örten bir deniz mi büyüler insanı? Yoksa kapkara, dibi yosunlarla kaplı, sonunu bilmediği bir deniz mi? Herkes garantici değil midir? Elbette dibini gördüğü, ayağını sağlam basabildiğini tercih eder. Peki neden ben tam tersini istiyordum? Neden o kayalıklar her yerimi kanatsın istiyordum?

"İşte bu kadar."

Beni düşüncelerimden arındıran Rüzgar'ın içinde hiçbir şekilde duygu barındırmayan sesi oldu. Deniz şimdi durgundu. İstediğini elde etmişti çünkü, yine kanatmıştı her bir yanımı.

O yakıcı büyüsü cümlesiyle bozulduğunda başımı hızlı bir şekilde havaya kaldırdım ve bir adım geriledim. Mutfağın neresinde olduğumu bilmeden yaptığım bu hamle, sırtımı sertçe duvara vurmama neden olunca dudaklarımdan dökülen inlemeye engel olamadım. Yer, zaman kavramımı kaybetmiştim. Yine ve yine.

Canım yanıyordu ama yine de gözlerimi bir saniye bile durgun denizlerden çekmedim. Canım yanıyordu ve o canımın yandığını biliyordu. Denizler dalgalansın istedim. Canımın acısını bile ona karşı kullanmak istedim. Az önceki gibi benim için endişelensin, benimle ilgilensin, belki de açtığı yaralara o merhem olsun istedim. O yüzden baktım gözlerine. Ufacık bir dalgalanmaya bile razıydı ruhum. Kelebeklerim can çekişiyordu.

Bakışlarını yanımızda duran mutfak masasına doğru çevirdi ve "ne yemek yapacağız?" diye sordu. Sanki, hiç canımı yakmamış gibi, hiçbir şey olmamış gibi. Gerçekten en yakın arkadaşımın sevgilisiymiş ve bana gelecekte kuracağım ilişkim için yardım etmeye gelmiş gibi.

O hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyorsa bunu ben de başarabilirdim, değil mi? Bana dokunmadığı sürece, bir sorun olmayacaktı sonuçta. Belki o kocaman özgüvenim bir yerlerde tekrardan kendini belli ederdi. En azından bir süre de olsa ona sığınabilirdim.

"Hiçbir fikrim yok," derken omuz silktim. Gerçekten hiçbir fikrim yoktu. "Renk sana bu konuda kesin önerilerde bulunmuştur."

Arkadaşım her şeyi kontrol etmeyi severdi. Eminim ki Rüzgar'a yapılacak bir dolu yemek listesi vermişti. Birçoğunun Deniz'in sevdiği yemeklerden oluştuğuna da emindim ayrıca.

Rüzgar söylediğim şeyi onaylar nitelikte başını salladı. "Telefonuma bir liste yollamıştı. İçinden seçebilirmişiz."

Az önce saçımda, yanaklarımda dolanan parmakları arka cebindeki telefona yöneldi ve ekran kilidini açtıktan sonra telefonu bana uzattı. "Bak bakalım."

Mesajlar kısmına girdiğimde ilk dikkatimi çeken Renk'i kaydediş biçimiydi. Sevgilim..

O anda ilk siyah kelebeğimi cehennemime uğurladım. Yasını tutan kalbim ve diğer kelebekler inlerine çekilmişlerdi. Gözümün pınarlarında biriken yaşlar bile oldukları yerde donup kaldılar. Hayat, ben ne yaparsam yapayım bir şekilde gerçeği karşıma çıkarıyordu.

"Bak," diyordu "siz diye bir şey yok. Renk ve Rüzgar var."

Renk'in yazdığı yemeklerin birçoğunun ne olduğunu anlamadım. Anlayabilecek durumda da değildim. İçimde yaşadığım yas yeterince zorlanmama neden oluyordu. Bir de hepsinin üzerine, sürekli rol yapmak zorunda olmak biniyordu ki, bu hepsinden çok daha zordu. "Ben bu yemeklerin hiçbirisini yapamam," diye çıkıştım. "Ben zaten yemek yapmaktan da anlamam."

Rüzgar kaşları çatık bir şekilde beni inceliyordu. Buraya bunu biliyor olarak gelmiş olması gerekmez miydi? Renk'in bunu ona söylediğinden emindim.

Bir şey söylemesini beklerken ben telefonunu masaya bırakmış, parmaklarımla oynamaya başlamıştım yine. En sonunda dayanamadım ve aramızdaki saçma sessizliği bölen yine ben oldum. "En iyisi dışardan bir şeyler söylemek. Bak gerçekten Renk'e bizim yaptığımızı söylerim ve sen de zor durumda kalmazsın."

Cevap vermiyordu. Mutfağımda, ikimiz de saçma bir şekilde ayakta dikiliyorduk. Ben parmaklarıma bakıyordum ama biliyordum ki onun denizleri benim üzerimdeydi. En azından benimle uğraşabilirdi, her zaman yaptığı gibi. Fakat, onu da yapmıyordu. Susuyordu.

"Rüzgar, bir şey söylemeyi düşünmüyor musun?" diye son kez şansımı denediğimde durduğu yerde ilk defa bir belirti gösterdi ve bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi.

"Sevgilim," bu cümleyi özellikle vurgulayarak söylemişti, "benden bir şey istediyse onu yaparım. En yakın arkadaşı onun arkasından iş çevirmemi söylüyor olsa bile."

Dudaklarımın arasından dökülen ani kahkahaya engel olamadım ve kendimi kontrol etmek ister gibi parmaklarımı onlara bastırdım. Rüzgar'ın dudakları şaşkınlıkla aralandığında kahkahalarım şiddetlendi. Hala aramızda hiç mesafe yoktu ve sadece parmaklarım dudaklarımız arasındaki tek engeldi. Ben sevgilimin arkasından iş çevirmem mi demişti o? Sahi, şu an yaptığı neydi o zaman? Peki ya günlerdir, aylardır yaptığı? Kimi kandırıyordu ki?

Biraz da olsa sakinleştiğimde, hala gülerek "sen az önce ne dedin?" diye sordum.

Aralık dudaklarına bu sefer kaşları eşlik etti. Ne yaptığımı anlamıyor gibiydi.

Demek ki o kadar da zeki değilmişsiniz bayım.

"O yemeği yapacağımı söyledim."

Kendimi durdurmakta zorlanıyordum ama bir şekilde bu anı iyi değerlendirmem gerektiğinin de farkındaydım. "Yok yok onu demiyorum. Sen az önce başka ne dedin?"

"Hayal aptal mısın yoksa aptal taklidi mi yapıyorsun?" diye çıkıştığında sinirlenmeye başladığı belirginleşen damarlarından belli oluyordu. Yine de sesi sakindi.

Aramıza biraz mesafe koyabilmek adına karnını ittirerek kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sen az önce bana sevgilimin arkasından iş çeviremem dedin."

"Evet, ne var bunda?" derken sesi de artık kontrolünü kaybetmeye başlamıştı. "

"Rüzgar pardon da aptal mısın yoksa aptal taklidi mi yapıyorsun?"

Rüzgar ani bir şekilde kollarımı yakaladı ve kendimi duvar ve onun arasında hapsolmuş bir şekilde buldum. Bütün ağırlığı üzerimdeydi. Kollarımı duvara dayamış sımsıkı tutuyordu. Klasik romantik komedi filmlerinden fırlamış iki karakter gibiydik belki ama gerçek koskocaman bir dramın ta kendisiydi.

Yine de o kadar güzel ve tarif edilemez kokuyordu ki, büyüsü altına girmemek mümkün değildi. O gözleri, durgunken bile o kadar güzeldi ki içine dalmak, kaybolmak, yok olmak istiyordum.

"Hayal, sabrımı zorluyorsun," derken dudakları dudaklarıma sürtüyordu. Sesi fısıltıdan farksız çıkmıştı. Aslında şu an sabrı zorlanan biri varsa o da bendim. Dudaklarımızı birbirimize bastırmamak için yoğun bir çaba içerisindeydim ve sabrım taşıyordu.

Sanki gidebilecek bir yeri varmış gibi başımı iyice duvara bastırdım. "Burada sabrı zorlanan biri varsa o da benim yalnız." Onun aksine benim sesim daha çok hırlama gibiydi. İçinde bulunduğum durumun acınası hali duvarın buz gibi tuğlalarından bütün derime işliyordu.

Tek kaşı havalandı ve bu sefer eski alaycı sesiyle "Allah Allah nedenmiş o?" diye sordu.

Az önce katıla katıla gülen halimin arkasından öfkemle birlikte baktık ve uzaklaşmasını izledik. "Tamam, soru cevap şeklinde ilerleyelim," dedim ve bir saniye durdum. "Sence sen şu an ne yapıyorsun?"

Hiç beklemeden "ne yapıyorum?" diye cevap verirken, burnunu burnuma sürttü.

"Bu halde sevgilinin arkasından iş çevirmiyor musun Rüzgar?" diye sorarken sesim çatallaşmaya başlamıştı. "Hani ben en yakın arkadaşımın arkasından iş çeviriyorum ya, sen çok mu masumsun? Kendini masum görmen nasıl desem," durdum ve doğru kelimeyi aradım. "Komik."

"Şimdi," dedi ve burnunu tekrar burnuma sürttü. "Hemen," dedi ve bu sefer dudakları sağ kulağımı yalayıp geçti. Sonraki her kelimesini dudağıma üfledi ama sanki kalbimin üzerindeki tozu kaldırıyordu nefesi. "Renk'i arayıp her şeyi anlatabilirim."

Cümlesi biter bitmez parmaklarını gevşetti ve bileklerimi serbest bıraktı. Yine de geri çekilmemişti. Hala bütün ağırlığı üzerimdeydi. Sağ elinin parmakları çenemi buldu ve başımı hafifçe kaldırarak gözlerimizi buluşturdu. Beni tehdit ediyordu ama şu anda bunları düşünebilecek durumda değildim. Kimsenin bana dokunmasına izin vermezken, karşımdaki adamın bana dokunması için yanıp tutuşan bedenime inanamıyordum. Sadece bedenim de değil, ruhum bile ona çekiliyordu. Ölü ruhumu öldürürken yaşatıyordu Rüzgar. "Buna cesaretin var mı Hayal?"

Buna cesaretin var mı Hayal?

İşte asıl soru buydu.

Cevap çok netti, basitti.

Tabi ki buna cesaretim yoktu. Ben en yakın arkadaşımı bir gün kaybedeceğimi bile bile, bunu ötelemek için, sırf bencilliğimden onu kandırıyor, arkasından bir dolu iş çeviriyor ve belki de onu sevmeyen, aldatan bir adama iyice bağlanmasına yardımcı oluyordum.

Onu mutluluğa ittiğimi sanırken aslında diri diri mezara gömüyordum. Üzerine ilk toprağı da yine ben atacaktım, biliyordum.

İçten içe belki de ben yandıysam herkes kavrulsun istiyordum.

"Yemek işini halletmemiz lazım, yoksa Deniz aç kalacak."

Sorduğu soruya verebildiğim tek cevap buydu. Çok alakasız gibi görünse de içinde barındırdığı kocaman cevabı Rüzgar almıştı. Dudakları alayla yukarı kıvrıldı ve üzerimdeki ağırlığını bir adım gerileyerek hafifletti. "O zaman aç bırakmayalım Deniz beyi."

Telefonunu koyduğum masadan alışını ve sevgilisinin attığı yemek listesini incelemesini izledim bir süre. En sonunda karar vermiş olacak ki telefonunu kilitledi ve arka cebine koydu. "Bakalım dolapta neler var," diyerek sırtını bana döndü ve bu sefer de bu profilden onu incelemeye başladım. Her yeriyle, her haliyle güzeldi. Bilmiyorum, belki de bana öyle geliyordu. Kimseye göstermediği ruhunu seviyordum onun. Gizemli oluşu çekiyordu ilgimi ve sıkıcı hayatıma bir renk katmaktı derdim. Peki o zaman neden bana dokunmasına izin veriyordum? Peki o zaman neden bana dokunsun diye şuracıkta her şeyi yapabilecek gibi oluyordum? Bunu henüz ben bile çözememiştim.

"Dolapta bu listedeki yemeklere uyabilecek hiçbir şey yok."

Ona zafer kazanmış gibi baktım. Bu yemek yapamayacağız demekti ve ben kazanmıştım. Bir an önce bu evden gidebilirdi artık. O giderdi ve ben oyunuma kaldığım yerden devam ederdim.

"Ama benim özel tarifim için gerekli her şey var!"

Yüzümü buruşturmadan edemedim. "Özel tarifin?"

Güldü. İlginç ama içten bir şekilde güldü. "Adı üzerinde, özel ama mecbur seninle paylaşacağım. Bugünlük kendi mutfağında komisin Hayal."

Ben daha ne olduğunu anlamadan buzdolabından malzemeleri çıkartmaya başlamıştı. Aynı yerde, ruhum bedenimden çekilmiş gibi öylece durdum ve sadece izledim. "Makarna nerede?" diye sorduğunda parmağımda buzdolabının yanındaki dolabı işaret ettim ama konuşamadım.

Kızmalıydım, öfkelenmeliydim ama ben olduğum yerde durmuş mutfağa bile ne kadar yakıştığını düşünüyordum. Deniz yerine bu yemeği ikimize yaptığını hayal ettim. Televizyon karşısına geçip hangi filmi izleyeceğimiz hakkında tartıştığımızı ama sonunda sarılarak herhangi bir filmi izlediğimizi...

Asla olmayacak şeyleri hayal etmek kendinize yapacağınız en büyük haksızlık olur. Bunu çok iyi biliyordum ama insanoğlu değil miydi kendisini en çok kendisi yaralayan. Bundan zevk alan, haz duyan. Ben de onlardan sadece biriydim ve lanet olsun ki bu anları hayal etmeden duramıyordum. En azından hayallerimde gündelik konular için tartışıyorduk. En azından hayallerimde Renk ve Deniz yoktu.

Ve ben sadece hayallerimde mutluydum.

"En azından mantar doğrayabiliyorsundur diye düşünüyorum?"

Rüzgar'ın keyifli sesi kulaklarıma dolduğunda olduğum yerde sıçradım.

Gerçek dünya buydu işte.

Evet anlamında başımı sallayıp dolaptan çıkartıp tezgâhın üzerine koyduğu mantarları yıkamak için harekete geçtim. Ben mantarları yıkarken o makarnaları suya koyuyordu. "Kaç tane mantar kullanacaksın?"

"Yemeği sadece ikiniz için yaptığımıza göre beş altı tane doğrasan yeter."

Akşam bizi yalnız bırakacaklardı yani. Bu iyi miydi? Aslında iyi olmalıydı. En azından Renk ile onu bir çift olarak görmek zorunda kalmayacaktım. Peki neden o zaman gitmesin istiyordum ki?

"Anladım, tamam," diyebildim sadece.

Makarnaları suya koyduktan sonra tezgâha belini yasladı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Gözünün yine üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Zaten bıçaklarla aram iyi değildi. Beni izliyor oluşu iyice paniklememe neden oluyordu.

Gidip işim bitene kadar salonda oturmasını teklif etmek için ona döndüğüm sırada parmağımda keskin bir acı hissettim. Kahretsin ki bunun olacağını biliyordum!

"Bir mantar keseceksin alt tarafı onu bile beceremiyorsun!"

Kendi kendime bağırmaya başladım. Artık gücüm kalmamıştı. İyice tükenmiş hissediyordum. Olduğum yerde yerin altına dikseler beni gıkım çıkmazdı. Renk için kazılan mezara soksalar beni gönüllü girerdim oraya.

Parmağımı sağlam parmaklarımın arasına hapsettim ve bacaklarımın artık beni taşımayacağına karar verdiğim noktada olduğum yerde tezgahın dibine çöktüm.

Sımsıkı sardığım parmağım mı daha çok acıyordu, bedenim mi, kalbim mi, yoksa ruhum mu bilmiyordum. Belki de hepsi birbirine karışmıştı. Duygularım gibi...

Aralarından kan sızan parmaklarımın üzerinde tanıdık bir sıcaklık hissettiğimde ağladığımı anladım. Bu kadar zaman bir şekilde güçlü kalabilmem bile mucizeydi ama beni deviren minicik bir kesik olmuştu.

Rüzgar'ın parmakları birbirine kenetlediğim ellerimin üzerine dolandığında başımı kaldırdım ve ölümcül dalgalı denizin ortasında minik kayığımlaydım artık. O denizde nasıl hayatta kalınır onu bile bilmiyordum ben.

"Sakin ol."

Sesi yumuşacıktı. Gözlerinin aksine sesi içime hasret kaldığım huzuru yayıyordu. O sakin ol dediği için sakin olmalıymışım gibi geliyordu. Fakat, aksine ağlamam şiddetlendi.

Yanıma çökmüştü. Parmakları onun da kana bulanmıştı şimdi. O kadar derin mi kestim diye düşündüm birleşmiş ellerimize bakarken. Belki kanla örülmemişti kaderimiz ama imkansızlığın sembolüydü parmaklarımızın arasından sızan kan. Biz diye bir şey olmayacağının en büyük göstergesiydi. İşaretler yine her yerdeydi.

"Sakin ol, bakmama izin ver."

Başımı olumsuz anlamda salladım. Ellerimiz birbirinden ayrılsın istemiyordum. Ayrılırsa bir daha birleşmeyecekti çünkü. "Biraz daha böyle kalsın," derken buldum kendimi. Gücüm o kadar tükenmişti ki, oynayamıyordum da artık.

"Anlamadım," dedi çatallı çıkan sesiyle.

"Boş ver," diyebildim. "Sadece dur."

"Hayal, çok kanıyor. Bakmama izin ver, lütfen." Bu sefer dudaklarından dökülen yalvarış benim içindi. Bu sefer o da oynamıyordu. Bu eve geldiğindeki öfkesi, endişesi ne kadar gerçekse şu anda o kadar gerçekti. Rüzgar'ın kayaları da artık yıkılabilirdi belki de.

"Yapamam," deyiverdim. "Yaparsam, bir daha birleşmezler."

"Ne birleşmez," diye sorarken ellerini ellerimden ayırmadan sırtını tezgaha verecek şekilde oturmuştu.

"Ellerimiz."

Yan yanaydık. Ellerimiz birdi. Ben ona bakıyordum, o bana bakıyordu. Gözünden bir damla yaşın dudaklarına yol aldığını gördüğümde bunun sadece beynimin bana bir oyunu olduğunu düşündüm. Rüzgar ağlıyor olamazdı.

Başımı hafifçe eğip omuzuna yasladım. "Baksana ne kadar imkansızlar."

Güldü. Gülünce omuzu sarsıldı. Bu haklısın gülüşüydü biliyordum. O da benim kadar biliyordu, farkındaydı her şeyin. Artık bu savaşın bitmesi gerektiğinin farkındaydı.

"Devam edemem Rüzgar," dedim bu sefer de. Sanki gücüm tükenince dilim açılmıştı. Belki de en başından beri direnmek yerine dürüst olsaydım bu kadar ileri gitmezdi hiçbir şey.

"Neye devam edemezsin Hayal?" Rüzgar boğuk çıkan sesini bile kontrol etmek istemiyordu artık.

"Bunu benden duymak seni mutlu mu edecek?"

Dürüstçe "bilmiyorum," dedi. "Ama yine de duymam gerek."

"Seni seviyorken sevmiyor gibi davranamam. Senin beni sıkıştırmalarına, bana dokunmana izin veremem. Ben Renk'i kaybedemem."

"Seni sıkıştırdığımı mı düşünüyorsun?"

"Sıkıştırmıyor musun?"

"Kendini bırakmanı istedim sadece. Gerçeği görmeni istedim."

"Gerçek çok can yakıcı Rüzgar," dedim hiç düşünmeden. Gerçek neydi sahiden? Mesela ölüm gerçekti. Peki ya mutluluk? Onun gerçek olup olmadığını kim bilebilirdi ki? Bugün mutlu olduğumuza emin olduğumuz bir şey ertesi gün bizi derin bir mutsuzluğun ortasına yapayalnız bırakıp gidebilirdi ve buna engel olamazdık bile.

"Seni daha fazla zorlamayacağım Hayal. Sen kazandın."

Ben kazanmadım Rüzgar, ben en başından kaybetmiştim zaten. Sadece , galibi en başından belli bir savaşa girdim.

Continue Reading

You'll Also Like

2.8M 144K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
HUN By Şeyma Özcan

General Fiction

322K 14K 30
Kan! kaç bedel ödetir. Babasını öldüren adamın kızı ile evlenmişti Ferzan. Yüreğini yakan sevda sızını baba acısı bastırmıştı. Süveydanın sırtına yük...
234K 19.7K 37
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

82.7K 4.1K 12
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?