Böyle Buyurdu Zerdüşt

By ClassicsTR

5.1K 202 130

Otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü ardına bırakarak dağa çekildi Zerdüşt. Dağda on yıl zaman zarfınd... More

Zerdüşt'ün Önkonuşması
Zerdüşt'ün Seslenişi
Zerdüşt'ün Seslenişi -2
Zerdüşt'ün Seslenişi -3
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
4.1
4.2
4.4
4.5
4.6

4.3

67 4 0
By ClassicsTR

En Çirkin İnsan

Zerdüşt, yine dağlardan ve ormanlardan geçti. Gözleri bir şeyler arıyordu. Fakat o yardım isteyen sesi hiçbir yerde göremiyordu. Ama bütün yol boyunca sevinçli ve minnettardı. "Bugün kötü başlamasına karşılık bana ne güzel şeyler getirdi. Ne tuhaf adamlar buldum.

Sert tahıl taneleri çiğner gibi onların sözlerini uzun zaman çiğneyeceğim. Dişim o taneleri, süt gibi ruhuma akıncaya kadar, çiğneyip öğütmeli." dedi.

Yol, bir kayayı dolaşmıştı ki birdenbire manzara değişti ve Zerdüşt bir ölüm diyarına girdi. Burada siyah ve kırmızı kayalar yalçınlaşıyordu. Ne ot, ne ağaç, ne de kuş sesi vardı. Bütün hayvanların, hatta yırtıcı hayvanların çekindikleri bir yerdi burası. Yalnız bir çeşit çirkin, kalın ve yeşil yılan vardı ki ihtiyarladığında ölmek için buraya gelirdi. Onun için çobanlar bu vadiye "yılan mezarı" derlerdi. Fakat Zerdüşt karanlık bir anıya daldı. Bu vadiye bir defa daha geldiğini sanıyordu. Birçok karanlık şeyler aklına geliyordu. Böylece yavaşladı, sonunda durdu. Fakat gözünü açınca yolunun üstünde, insana benzer birinin oturduğunu gördü. Ama insana az benziyordu. İfade edilmez bir şeydi. Zerdüşt'ü birdenbire, böyle bir şeyi gözleriyle görmenin utancı bastırdı. Beyaz saçlarına kadar kızarmış bir halde gözünü kaydırdı ve bu kötü yeri terk etmek için ayağını kaldırdı. Fakat o zaman ölü ıssızlığı ses verdi. Suyun, geceleyin, tıkanmış su borularında çıkardığı sese benzeyen bir uğultu ve bir hırıltı duyuldu. Sonunda bunun bir insan sesi ve bir insan sözü olduğu anlaşıldı. Şöyle diyordu:

"Zerdüşt, Zerdüşt bilmecemi çöz, konuş, konuş! Tanıktan intikam almak nedir?

Seni geriye çekiyorum. Burası kaygan buz! Dikkat et ki gururunun bacağı kırılmasın.

Kendini beğenmiş Zerdüşt, sen kendini güçlü bilirsin. Ey sert cevizler kıran, çöz şu bilmeceyi. Benim kim olduğum bilmecesini! Söyle kimim ben?"

Zerdüşt bu sözleri işittiğinde ruhunda ne geçtiğini tahmin edersiniz? Merhamet onu bastırmıştı. Birçok balta yemiş bir meşe gibi, kendisini devirmek isteyenleri de korkutacak bir tarzda yere devrildi. Fakat az sonra yine ayağa kalktı. Çehresi sertleşmişti.

Mekanik bir ses tonuyla; "Seni tanıdım," dedi, "sen tanrıyı öldürensin. Bırak gideyim.

Ey en çirkin adam; sen, seni görene, senin içini dışını görene dayanamadın, bu tanıktan intikam aldın."

Zerdüşt, böyle dedi ve ayrılmak istedi. Fakat o biçimsiz yaratık Zerdüşt'ün elbisesinin bir kenarından tuttu, yine hırlamaya ve kelimeler aramaya başladı. "Kal!" dedi, "Kal, geçip gitme, seni deviren baltayı anladım. Zerdüşt, tekrar ayağa kalkışın ne iyi!

Biliyorum, tanrıyı öldürenin halinin nice olduğunu iyi anladın. Kal burada, otur yanıma. Bu boşuna olmayacak.

Senden başka kime gideyim? Kal yanımda. Fakat bana bakma, böylece çirkinliğime hürmet et.

Ben izleniyorum! Şimdi son sığınağım sensin. Beni kinleriyle izlemiyorlar, böyle bir izlenmeyle alay ederdim, gururlanır ve sevinirdim.

Şimdiye kadar bütün başarı iyi izlenenlerin olmadı mı? İyi izleyen boyun eğmeyi kolay öğrenir. Bir defa böyle, fakat sonra.

Fakat benim kaçışım ve sana sığınışım onların acımalarındandır. Zerdüşt beni anlayan, tek ve son sığınağım, koru beni.

Tanrı öldürenin halinin nice olacağını iyi anladın. Kal burada. Fakat sabırsız adam, gitmek istersen benim geldiğim yoldan gitme. Bu yol kötüdür.

Çok laf ettiğime ve sana öğüt verdiğime kızıyor musun? Fakat bilesin ki ben o'yum, en çirkin adam.

En büyük ve en ağır ayaklar benim. Yürüdüğüm yol bozulur. Geçtiğim yolları çökertir ve harap ederim.

Benim yanımdan sessizlik ile geçişinden ve yüzünün kızarmasından anladım ki sen Zerdüşt'sün. Başkası olsa bakışı ve sözüyle bana sadakasını ve merhametini fırlatırdı. Fakat ben bu kadar dilenci değilim. Bunu anladın sen.

Aksine ben; büyük, korkunç, çirkin, anlatılamaz şeyler bakımından çok zenginim. Zerdüşt senin utanman bana şeref verdi.

Ve bugün 'acımak sıkıcıdır' diyen tek adamı, Zerdüşt'ü bulmak için acıyanların kalabalığından yakamı güç sıyırdım.

Tanrının acıması olsun, insanın acıması olsun; acıma utancın karşıtıdır. Yardım etmek istememek, yardım etmekten daha kibar bir erdem olabilir.

Fakat bugün, bütün küçük adamların erdemi acımadan ibarettir. Onların büyük felakete, büyük çirkinliğe ve büyük başarısızlığa karşı saygıları yoktur.

Kalabalık koyun sürülerinin arkasındaki köpeğin yaptığı gibi, bu insanlardan uzaklara bakarım. Bunlar iyi niyet sahibi, iyi irade sahibi akıllı adamlar değil.

Sığ havuzları küçük gören bir balıkçıl kuşu gibi, küçük dalgalara, küçük iradeler ve küçük ruhlara metelik vermem.

Bu küçük adamlara çok uzun zaman hak verildi. Öyle ki sonunda onlara iktidar da verildi. Şimdi diyorlar ki; 'Küçük adamların onayladıkları şey iyidir.'

Ve bugün gerçek, bu kalabalığın içinden gelen papazın söylediğidir. Şu garip kutsi ve küçük adamların sözcüsü ki kendisi hakkında gerçek 'benim' derdi.

Bu kibirli adam çoktandır küçük adamların ibiklerini kabartır. Ve 'Gerçek benim!' diyerek bir 'Ve hayır!' 'Üç defa hayır!' dedin.

Sen bu adamın aldatışına karşı insanları uyardın ve ilk olarak acımasına karşı uyardın. Herkesi değil, başkalarını değil, kendini ve senin gibileri!

Büyük sıkıntı içinde bulunanların utanmasından utanırsın ve gerçekten; 'Ey insanlar acımadan bu tarafa bir büyük bulut geliyor, dikkat edin!' diyerek.

Ve 'Bütün yaratıcılar sert olur ve her büyük aşk acımanızdan üstündür!' diyerek. Zerdüşt hava işaretlerini ne kadar iyi öğrendiğimi tahmin edersin!

Fakat bizzat sen; sen de kendini kendi acımana karşı uyardın. Çünkü birçok sıkıntı içinde olanlar, perişanlar, boğulmakta, donmakta olanlar sana gelmek üzere yoldadırlar.

Buna karşı da uyanık olman gerek. Benim en iyi, en kötü bilmecemi, bizzat beni ve yaptığım işi iyi çözdün. Seni devirecek baltayı ben bilirim.

Fakat onun tanrısının ölmesi gerekirdi. O her şeyi gören gözlerle bakıyordu. insanın derinliklerini ve dibini görüyordu, çirkinliği görüyordu.

Acıması utanmak bilmiyordu. Benim en kirli köşeme sokulmuştu. Bu gizli şeyleri öğrenmeye çalışan, bu sıkıcı, bu aşırı acıyan ölmeliydi.

O daima beni görüyordu. Ya bu tanıktan intikam almak ya da ölmek istiyordum.

Her şeyi ve insanı gören tanrı; bu tanrının ölmesi gerekiyordu. İnsan böyle bir tanığın yaşamasına dayanamaz."

En çirkin adam böyle dedi. Fakat Zerdüşt ayağa kalktı ve gitmek istedi. Çünkü iliklerine kadar titriyordu.

"Ey anlatılamaz şey!" dedi. "Senin yolundan gitmekten beni engelledin. Buna bir teşekkür olarak kendi yolumu sana öveyim, bak, Zerdüşt'ün mağarası şu yukarıdadır.

Mağaram büyük, derin ve çok köşelidir. Orada en gizli şey bile saklanacak bir yer bulur.

Ve mağaramın hemen yanında sürünen, uçan, sıçrayan yaratıklar için yüz tane köşe bucak vardır. Ey atılmış adam, kendi kendini de attığına göre insanlar ve insanların acıma duygusuyla yaşamak istemiyorsun. Öyleyse benim gibi yap ve her şeyi benden öğren. Yalnız, yapan öğrenir.

En başta ve ilk olarak hayvanlarımla konuş. En gururlu hayvanla en kurnaz hayvan, bunlar bizim rehberimiz olsun."

Zerdüşt böyle dedi. Öncekinden daha düşünceli ve daha yavaş yoluna devam etti. Çünkü kendisine birçok şey soruyor fakat cevap bulamıyordu.

"İnsanın ne züğürt, ne çirkin, ne hırıltılı ve ne kadar çok gizli utanması var.

Bana diyorlar ki, insan kendisini sever. Ah, insanın kendisine olan sevgisi ne kadar olsa gerek? Acaba insan kendisini ne kadar küçümseyebilir?

Şu karşıdaki adam da kendisini seviyor ve kendisini aşağı görüyor, bence o büyük bir seven ve büyük bir küçümseyendir.

Kendisini ondan daha fazla küçümseyeni görmedim. Bu da bir yüksekliktir! Sakın bu adam bağırmasını işittiğim 'İnsanüstü' olmasın?

Ben büyük küçümseyicileri severim. Fakat insan, yok edilmesi gereken bir şeydir."

Gönüllü Dilenci

Zerdüşt, en çirkin adamın yanından ayrılınca, üşüdüğünü hissetti ve kendisini yalnız buldu. Aklından birçok soğuk ve yalnız şeyler geçiyordu ve bu yüzden kendisine üşüme geliyordu. Fakat yükseklere doğru tırmandıkça bazen yeşil çimenler önünden, bazen sabırsız bir ırmağın açtığı yatak kenarındaki vahşi kayalıklardan geçiyordu. O zaman kendisini daha ısınmış ve daha keyifli hissetti.

"Bana ne oldu?" diyordu; "Sıcak ve canlı bir şey beni neşelendirdi. Bu benim etrafımda olsa gerek. Şimdi kendimi daha az yalnız hissediyorum. Bilinmez yoldaşlar ve kardeşler etrafımda dolaşıyorlar. Onların sıcak nefesleri ruhuma değiyor."

Fakat etrafına bakınıp yalnızlığını avutanları aradığında, civardaki bir tepe üzerinde duran inekleri gördü. Bunların yakınlığı ve kokusu Zerdüşt'ün kalbini ısıtmıştı. Fakat bu inekler bir hatibin sözlerini dinliyorlardı. Bu yüzden kendilerine yaklaşanı görmediler. Fakat Zerdüşt iyice yakınlarına gelince ineklerin ortasında konuşan bir insan sesi duydu. İnekler, başlarını konuşana doğru çevirmişlerdi. Zerdüşt o zaman sıçrayarak hayvanları dağıttı. Çünkü ineklerde acımayla tedavisi mümkün olmayan bir arıza meydana gelebileceğinden korkuyordu. Fakat bunda aldanmıştı. Çünkü yerde bir adam yatıyor ve hayvanlara seslendiği belli oluyordu. Hayvanların bundan ürkmediği anlaşılıyordu. Bu bir uslu adamdı ve bir dağ hatibiydi ki gözlerinden iyilik akıyordu. Zerdüşt hayretle "Burada ne arıyorsun?" diye bağırdı.

"Burada ne mi arıyorum? Senin aradığını ey rahat bozan! Yani arz üstünde mutluluğu arıyorum. Bunun için bu ineklerden ders almak istiyorum. Biliyor musun, sabahtan beri onlara hitap ediyorum. Şimdi bana cevap vereceklerdi. Bizi niye rahatsız ettin?

Eğer ineklere benzemezsek cennete gidemeyiz. Biz onlardan geviş getirmeyi öğrenmeliyiz. Gerçekten insan, dünyaya sahip olsa da geviş getirmeyi öğrenmedikten sonra neye yarar? Kederinden kurtulamaz.

Bugün insanın büyük kederi tiksintidir. Bugün kalbi, ağzı ve gözleri tiksintiyle dolu olmayan kim var? Sen de, sen de fakat ineklere bak!"

Dağ öğütçüsü böyle dedi ve gözünü Zerdüşt'e çevirdi. Çünkü o ana kadar sevgiyle ineklere bakıyordu. Fakat şimdi birdenbire değişti. "Bu konuştuğum kim?" diye irkilerek bağırdı ve sıçrayarak kalktı.

"Bu, tiksintisi olmayan insandır, bu bizzat Zerdüşt'tür, büyük tiksintiyi yenendir; bu göz, bu ağız, bu kalp bizzat Zerdüşt'ündür."

Böyle diyerek gözyaşlarıyla, karşısındakinin elini öptü ve beklemediği bir zamanda değerli bir armağan ve mücevhere kavuşmuş birisi gibi kalakaldı. İnekler bütün bu olan bitenlere bakıyor ve şaşıyorlardı.

"Benden bahsetme ey garip, ey sevimli adam!" dedi Zerdüşt. Ve kibarca "Kendinden bahset." dedi. "Sen, bir zamanlar büyük bir servetten vazgeçen gönüllü dilenci değil misin?

Kendi servetinden ve zenginlerden utanarak kalbini ve varlığını armağan etmek üzere en fakirlerin yanına kaçan sen değil misin? Fakat o fakirler armağanını kabul etmemişlerdi."

"Ama beni kabul etmediler." dedi gönüllü dilenci. "Biliyorsun bu yüzdendir ki hayvanların ve şu ineklerin yanına geldim."

Zerdüşt "İneklerden öğrendin ki hak vermek, hak almaktan daha zordur ve armağan etmek bir sanattır, sanatların ve iyiliklerin en incesi ve en yücesidir."

"Hele bugünkü günde!" dedi gönüllü dilenci. "Bütün alçakların ayağa kalktığı ve kibarlık tasladığı, yani halk tabakası gibi hareket ettiği bugünkü günde. Bilirsin, ayak takımının ve kölelerin uzun, kötü ve yavaş yavaş ilerleyen isyan gününe geldik, bu hareket büyüyor, büyüyor.

Şimdi aşağılık olanları her iyilik ve her armağan, isyana yöneltiyor. Aşırı zenginler dikkatli olsunlar. Geniş karınlı ve dar boğazlı şişelerden damlatmak isteyenler dikkat etsinler. Bugün böyle şişelerin boynunu kırıveriyorlar.

Şehvetli bir tutku, iğrenç bir kıskançlık, kirli bir öç duygusu, aşağı tabakanın gururu!

Bütün bunlar suratıma çarpıyor. Fakirlerin mutlu olduğu sözü artık doğru değildir. Gök ülkesi artık ineklerin!"

Denemek için "Niçin zenginlerin değil?" dedi Zerdüşt ve bu sırada sakin adamı yalamak isteyen inekleri kovdu.

"Beni ne deniyorsun?" dedi, "Sen benden iyi bilirsin, Zerdüşt, beni en fakirlerin yanına yönelten neydi? En zenginlerinden duyduğum tiksinti, değil mi?

Soğuk gözler, şehvetli düşüncelerle her çöplükten çıkar derleyen suçlu zenginlerden, çürümüş vücutlarının kokusu göklere yükselen bu ayak takımından.

Kadınlara karşı vahşi, şehvetli, unutkan ve babaları kuş leşi veya paçavra toplayıcısı olan bu düzme ve sahtekâr halk tabakasından, bunların orospudan pek farkları yoktur.

Ayak takımı aşağıda, ayak takımı yukarda! Bugün artık zengin ve fakir olan kim? Bu farkı unuttum ve oradan kaçtım. Ve kaça kaça şu ineklerin yanına geldim."

Uslu adam böyle dedi. Konuşurken soluyor ve terliyordu. Öyle ki hayvanları buna bir defa daha şaşıyorlardı. Fakat Zerdüşt onun sert konuşmasını duydukça gülümsüyor ve susarak kafasını sallıyordu.

"Böyle sert sözler gerekince, kendini zorluyorsun ey dağ öğütçüsü! Ağzın ve gözlerin bu sertliğe elverişli değil!

Ve kanımca miden de değil. Çünkü böyle öfke, kin ve taşkınlık mideyi bozar. Senin miden daha yumuşak şeyler ister. Sen bir et yiyici değilsin. Daha çok bitki ve kök adamısın. Belki taneler öğütürsün. Herhalde etin zevkine yabancısın ve yumuşak şeyler seversin."

Gönüllü dilenci ferahlayarak "Beni iyi tanıdın." dedi. "Balı severim. Taneler de öğütürüm. Çünkü ağıza yumuşak gelen ve nefesi temizleyen şeyleri severim. Yumuşak huylu avareler ve gündüz hırsızları gibi, çiğnemesi uzun zaman isteyen şeyleri severim. Bunda en ileriye varan işte şu ineklerdir. Onlar geviş getirmeyi ve güneşte yatmayı keşfetmişlerdir. Kalbi yoran güç düşüncelerden de çekinmesini bilirler."

"Pekâlâ" dedi Zerdüşt "sen benim hayvanlarımı da görmeliydin, kartalımı ve yılanımı. Bugün dünyada onların eşi yoktur.

Bak, şu yol benim mağarama gider. Bu akşam onların konuğu ol ve hayvanlara hayvan şansından söz et ben gelince kadar. Çünkü şimdi bir yardım isteyen ses beni çağırıyor ve eğer mağaramda buz gibi taze petek ve altın balı bulursan onu da ye.

Fakat şimdi, tuhaf, sevimli adam, ne kadar güç de olsa, çabuk ineklere veda et. Çünkü onlar senin en yakın dostların ve üstatlarındır."

"Yalnız bir ayrıcalığın var!" dedi sevimli dilenci. "Bizzat sen iyisin ve bir inekten daha iyisin Zerdüşt."

Zerdüşt öfkeyle "defol, defol dalkavuk" diye bağırdı. "Böyle dalkavukluk ve ikiyüzlülük ile benim balımı ne bozuyorsun?"

"Defol, defol buradan!" diye bir defa daha bağırdı ve nazik dilenciye sopasını kaldırdı, fakat o kaçtı.

Gölge

Gönüllü dilenci kaçmış ve Zerdüşt, yalnız kalmıştı ki arkasından yeni bir ses işitti. Bu ses "Dur, Zerdüşt bekle beni, benim, Zerdüşt, ben senin gölgenim" diyordu. Fakat Zerdüşt beklemedi. Çünkü dağlarındaki kalabalıktan ona ani olarak bir bezginlik gelmişti. "Benim yalnızlığım nerde?" diyordu. "Gerçekten bu çok oluyor. Bu dağ kalabalıklaştı. Benim ülkem artık bu âlemden değil. Bana yeni dağlar gerekir.

Gölgem mi beni çağırıyor? Gölgemde ne var? Varsın beni takip etsin, ben ondan kaçarım."

Zerdüşt, kendi kendine böyle söyledi ve yola koyuldu. Fakat arkasındaki onu izledi ve az sonra birbiri ardında üç koşucu ortaya çıktı. Önde gönüllü dilenci, arkasında Zerdüşt ve en arkada gölgesi! Henüz pek fazla koşmamışlardı ki Zerdüşt, deliliğinin farkına vardı ve bir hamle ile bütün bezginliği ve bıkkınlığı üzerinden silkti.

"Nasıl!" diyordu, "Eskiden beri en gülünç şeyler bizim gibi eski yalnızlar ve azizlerden gelmez mi? Gerçekten, deliliğim dağlar gibi kabardı. Şimdi altı deli bacağının birbiri arkasından takırdadığını duyuyorum.

Fakat Zerdüşt bir gölgeden korkabilir mi ve gölgenin benden daha uzun bacakları olduğunu düşünebilir mi?"

Zerdüşt içiyle, dışıyla gülerek böyle dedi, olduğu yerde durdu ve birdenbire durdu. Az kalsın arkasından gelen gölgeyi yere devirecekti. Gölge onu o kadar yakından izliyordu ve o kadar zayıftı ki! Zerdüşt gölgesini iyice inceleyince bir hayalet karşısındaymış gibi irkildi. Gölge o kadar zayıf, kara kuru ve yaşlanmış görünüyordu ki.

Zerdüşt şiddetle "Sen kimsin?" dedi. "Burada ne işin var? Neden gölgem olduğunu iddia ediyorsun? Senden hoşlanmıyorum."

"Affet" dedi gölge. "Benim, gölgen olduğumu affet. Senin hoşuna gitmiyorsam Zerdüşt, bu konuda seni ve zevkini takdir ederim.

Ben senin topuklarını çok izlemiş bir gezginim. Hedefsiz ve yurtsuz daima yollardayım. Öyle ki sonsuz Yahudi'den pek farklı değilim. Şu var ki sonsuz değilim ve Yahudi de değilim.

Ne? Sürekli yollarda mı olmalıyım? Her rüzgârla sarsılarak, kargaşa içinde, itilerek? Ey arz, bana artık fazla yuvarlak geliyorsun!

Her yerde oturdum ve yorgun tozlar gibi aynalar ve pencere camları üstünde uyudum. Her şey benden alıyor, bana bir şey veren yok ve ben zayıflıyorum. Neden bir gölgeye benzedim. Fakat Zerdüşt, en çok senin arkandan yürüdüm ve uçtum. Kendimi senden sakladımsa da senin en iyi gölgendim. Sen nereye oturduysan ben de oraya oturdum.

Gönüllü olarak kış damları ve karlar üzerinde koşan bir hayalet gibi seninle en uzak, en soğuk âlemlerde dolaştım.

Her yasak, çirkin ve uzak şeyi seninle birlikte aradım ve bende herhangi bir erdem varsa hiçbir yasaktan korkmayışımdır.

Kalbimin saydığı şeylere seninle beraber kıydım, bütün sınır taşlarını ve levhalarını devirdim. En tehlikeli arzulara kapıldım. Gerçekten, her türlü cinayeti bir defa işledim.

Kelimelere, değerlere ve büyük isimlere olan imanımı senin yüzünden unuttum. Şeytan deri değiştirecek olsa ismi de değişmez mi? Belki bizzat şeytan deriden ibarettir.

Hiçbir şey gerçek değildir, her şey olabilir. Kendime böyle diyordum. En soğuk sulara kafamla ve kalbimle daldım ve kaç defa bir kırmızı yengeç gibi çıplak kaldım.

Ah, iyilere karşı duyduğum iman, utanma ve iyilik hissi nereye gitti? Bir zamanlar sahip olduğum yalancı iffet nereye kayboldu? İyilerin ve soylu yalanlarının iffeti!

Gerçeği çok defa yakından izledikçe, o kafama çarptı. Bazen yalan söylediğimi zannettim. Fakat bir de baktım ki gerçeği bulmuşum.

Her şey gözümde pek fazla aydınlandı. Şimdi hiçbir şey umurumda değil! Sevdiğim hiçbir şey artık yaşamıyor. Hâlâ kendimi nasıl seveyim?

Ya arzu ettiğim gibi yaşamak veya hiç yaşamamak. Ben bunu istiyorum. En kutsal varlık da bunu istiyor. Fakat yazıklar olsun! Hâlâ neşem var mı? Hâlâ bir hedefim ve yelkenimin yönelebileceği bir limanım var mı?"

Gölge, böyle dedi ve onu dinlerken Zerdüşt'ün kaşları çatıldı ve sonunda kederli "Sen benim gölgemsin." dedi. "Karşı karşıya olduğun tehlike küçük değildir. Ey özgür ruh ve gezgin, sen kötü bir gün geçirdin, dikkat et ki daha kötü bir akşam gelmesin.

Senin gibi huzursuzlara sonunda bir hapishane bile aziz gelebilir. Hapse tıkılmış canilerin nasıl uyuduğunu hiç gördün mü? Bunlar sakin uyurlar. Yeni güvenlerinin tadını çıkarırlar.

Kendini sakın ki sonunda sekter bir iman; sert, sıkı, iyi bir rüzgâr mı? Fakat kim bilir o nereye eser ve hangi rüzgârın iyi ve sürükleyici rüzgâr olduğunu kim bilir?

Bana daha ne kaldı? Yorgun ve küstah bir kalp! Sabırsız bir irade, bükülmüş bir bel.

Bunlar benim yurdumu arıyorlar. Zerdüşt, bilirsin bu arama bir baskındır. Beni kemirir.

Benim yurdum nerde? Bunu soruyor, arıyorum ve arıyorum ve bulamıyorum. Ey sonsuz 'her yer'. Ey sonsuz 'hiç bir yer', ey sonsuz 'boşunalık'.

Bir keder seni hapsetmesin. Çünkü seni dar ve sıkı olan her şey kirletiyor ve deniyor.

Sen hedefi kaybetmişsin. Bu kaybın acısını nasıl unutacaksın? Bununla yolu da kaybetmiş oluyorsun. Zavallı hayalperest gezgin! Yorgun kelebek! Bu akşam biraz dinlenmek ve yuva ister misin? Öyle ise benim mağarama çık!

Şu yol oraya gider. Şimdi acele senden ayrılmalıyım. Sanki şimdiden üstümde bir gölge var. Etrafımın yine aydınlık olması için yalnız yürümek istiyorum. Bunun için daha uzun zaman, neşeli, ayakta olmalıyım. Fakat akşamleyin benim mağarada dans edilecek."

Zerdüşt böyle dedi.

Öğle Vakti

Zerdüşt yürüdü, yürüdü ve artık kimseyi bulmadı. Yalnızdı. Yalnızlığın tadını çıkardı ve saatlerce iyi şeyleri düşündü. Fakat öğle vakti güneş tepesinin üstüne geldiğinde yaşlı, eğri ve kambur bir ağacın önüne gelmişti. Ağaç, bir asmanın dallarıyla kucaklanmış ve gizlenmişti. Asmanın bol, sarı üzümleri gezginin gözüne çarptı. Zerdüşt burada susuzluğunu biraz gidermek ve bir üzüm koparmak arzusunu duydu. Fakat elini üzüme doğru uzatınca başka bir şey arzuladı. Ağacın yanına uzanmak ve bu öğle saatinde uyumak!

Zerdüşt bunu yaptı ve rengârenk çayırların sessizliği ve gizliliği içerisinde yerde yatarken küçük susuzluğunu unuttu ve uykuya daldı. Zerdüşt'ün daha önce dediği gibi "Her şey birbirinden daha gereklidir." Yalnız Zerdüşt'ün gözleri açık kalmıştı. Çünkü bu gözler ağacı ve asmanın güzelliğini görmeye ve övmeye doymamıştı. Uykuya dalarken Zerdüşt kendi kendine şöyle dedi:

"Sessizlik, sessizlik, dünya şimdi mükemmel olmadı mı? Bana ne oluyor şimdi?

Bir hafif rüzgârın görünmeden, tüy gibi hafiflikle kırışık deniz üzerinde dans etmesi gibi, uyku üstümde dans ediyor.

O benim gözümü kapamıyor, ruhumu uyanık bırakıyor, o gerçekten hafif, tüy gibi hafif.

O beni kandırıyor, bilmem nasıl? İçimden övgüler yağdıran bir el gibi beni zorluyor. Evet, ruhumun sessizliği için beni zorluyor.

Garip, ruhum nasıl yorgun ve nasıl gevşiyor!

Ruhuma "yedinci günü akşamı" tam öğle vakti mi geldi? Çoktandır iyi ve olgun şeyler arasında mı dolaşıyordu?

Garip ruhum uzanıyor, uzanıyor ve sakin yatıyor. O çok iyi şeyler tatmıştır. Bu altın keder onu eziyor. Sakin limana girmiş bir gemi gibi ağzı sessiz sakinliğe kavuştu. Şimdi uzun gezilerden ve hırçın denizlerden yorgun, toprağa yaslandı. Toprak daha sadık değil mi?

Böyle bir gemi karaya yanaştığında ve yaslandığında bir örümceğin karadan ona doğru öreceği ağ yeterli gelir. Daha kuvvetli bir halata ihtiyaç olmaz.

Toprağın koynunda, sakin bir koydaki yorgun gemi gibi dinleniyorum. Toprağa sadık, güvenli ve ince ipliklerle ona bağlı.

Ne mutluluk, ne mutluluk! Şarkı söylemek ister misin ruhum? Çimende yatıyorsun. Fakat bu saat hiçbir çobanın kaval çalmadığı sakin, gizli bir bayram saati!

Sakin ol. Sıcak öğle, çimenler üstünde uyuyor, şarkı söyleme, sakin ol, dünya mükemmel.

Şarkı söyleme, çimen kelebeği; ruhum, fısıldama bile. Sessizliğe bak, öğle uyuyor. Ağzını kımıldatıyor. Bir damla mutluluk içmiyor mu?

Eski, esmer bir altın mutluluk damlası, bir altın şarap damlası.

Mutluluk onun üstünden uçuyor, gülüyor, böylece bir tanrı gülüyor. Sakin ol.

"Mutluluk için ne kadar az şey gerek." Bir zamanlar böyle derdim ve kendimi akıllı sanırdım. Fakat şimdi öğrendim ki bu bir hataydı. Zeki deliler daha iyi konuşurlar.

İşte asıl o az şey en eşsiz, en hafif, bir sincap hışıltısı, bir nefes, bir an. Mutluluğun çeşidi o kadar önemli değildir. Sakin ol.

Bana ne oldu? Dinle, zaman mı kaçtı acaba? Düşmüyor muyum, düşmedim mi? Dinle, sonsuzluk pınarlarında mıyım?

Bana ne oldu? Sakin ol. Eyvah kalbime saplanıyor; kalbim, bu kadar mutluluk ve böyle bir darbeden sonra, parçalan, parçalan!

Nasıl, dünya şimdi, mükemmel daha yuvarlak ve daha olgun değil mi? Yuvarlak, altın olgunluk nereye uçuyor acaba? Arkasından gideyim; akıl, sakin ol."

Burada Zerdüşt uyandı ve uyumakta olduğunu hissetti.

"Kalk ey uykucu!" dedi kendine. "Öğle uykucusu, haydi, haydi ihtiyar bacaklar. Vakit geldi, daha alacağım epeyce yol var.

Uykuya kanıyorsunuz daha ne kadar, bir sonsuzluk mu? Haydi, haydi ihtiyar kalbim, böyle bir uykudan sonra ne kadar uyanık kalacaksın!"

O tekrar uykuya dalmıştı. Ama ruhu bedeninin aleyhindeydi ve isyan ediyordu, yine yattı. "Rahat bırak beni. Dünya şimdi mükemmel olmadı mı? Ah altın, yuvarlak top."

"Kalk," dedi Zerdüşt, "küçük hırsız, gündüz hırsızı, nasıl hâlâ gerinip uzanıyorsun, içini çekiyorsun, derin pınarlara düşüyorsun ha!"

Ruhum sen kimsin? Burada irkildi, çünkü bir güneş huzmesi yüzüne düşmüştü.

"Ey üstümdeki gök!" dedi içini çekerek ve doğruldu, "Bana mı bakıyorsun? Garip ruhumu mu dinliyorsun?

Topraktaki her şeyin üstüne düşen bu bir damla çiyi ne zaman içeceksin? Bu garip ruhu ne zaman içeceksin? Ne zaman ey sonsuzluk pınarı, ey korkunç öğle uçurumu, ruhumu ne zaman geriye alacaksın?"

Zerdüşt böyle dedi ve ağacın yanında yattığı yerden bir meçhul sarhoşluktan uyanır gibi uyandı. Güneş hâlâ başının üzerindeydi. Bundan anlaşılır ki Zerdüşt pek uzun uyumamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

6.9K 314 9
Yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından sayılan F. Scott Fitzgerald, bu ölümsüz eserinde bizleri Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika'da para, lüks...
7.1K 223 18
Bu kitabımda cadılar için gerekli tüm bitkilerin ve kristallerin bilgisini sunuyorum. Umarım yardımcı olurum. Yazım Tarihi: 21 Mayıs 2020
598 60 5
Boralo aile zoruyla ve burslu olarak bir efsane okuluna kayd oluyor.
10.3K 438 19
Cesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kul...