Böyle Buyurdu Zerdüşt

By ClassicsTR

5.1K 202 130

Otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü ardına bırakarak dağa çekildi Zerdüşt. Dağda on yıl zaman zarfınd... More

Zerdüşt'ün Önkonuşması
Zerdüşt'ün Seslenişi
Zerdüşt'ün Seslenişi -2
Zerdüşt'ün Seslenişi -3
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6

4.1

72 4 0
By ClassicsTR

***

"Ah, dünyada acıyanların yaptığı çılgınlığı kim yapar. Ve acıyanların deliliklerinin neden olduğu acıya ne neden olabilir? O sevenlere yazık olsun ki acımalarından daha üstün bir yüksekliğe sahip değillerdir. Bana bir gün şeytan şöyle dedi: "Tanrının bile bir cehennemi var. Bu onun insanlara olan sevgisidir. " Geçenlerde ondan şu sözü dinledim: Tanrı öldü, insanlara olan acıma duygusu yüzünden öldü." Zerdüşt

Bal Kurbanı

Zerdüşt'ün ruhunun üstünden yine aylar ve yıllar geçti. O, bunun farkında olmadı, fakat saçları ağarmıştı. Bir gün mağarasının önünde bir taşın üstüne oturup sakin sakin uzaklara bakarken -oradan deniz ve zikzaklı uçurumlar görünür-, hayvanları düşünceli düşünceli etrafında dolaştılar ve sonunda karşısına geldiler ve dediler ki:

"Zerdüşt, kendi mutluluğuna mı bakıyorsun?"

"Mutlulukta ne var?" diye cevap verdi Zerdüşt, "Çoktandır mutluluğa baktığım yok. Ben eserime bakıyorum." Hayvanları:

"Ah Zerdüşt!" dediler, "İyi şeylerden bıkkınlık getirmiş bir adam gibi konuşuyorsun. Mutluluğun gök mavisi gölünde yatmıyor musun?" Zerdüşt, "Çapkın, deliler!" dedi ve güldü, "Simgeyi ne güzel seçtiniz! Fakat bilesiniz ki benim şansım bir su dalgası gibi değil, bana baskı kurar, benden ayrılmak istemez. Erimiş zift gibidir."

O zaman hayvanları yine düşünceli düşünceli, etrafında dolaştılar ve tekrar karşısına dizilerek dediler ki:

"Zerdüşt, bu nedenle olacak ki saçın gümüş gibi ağardığı halde yüzün sarardı ve karardı. Bak, ziftinin içinde oturuyorsun."

"Ne söylüyorsunuz hayvanlarım," dedi Zerdüşt ve güldü, "gerçekten, ziftten söz etmekle günah işledim. Benim başıma gelen, bütün olgunlaşan meyvelerin başına gelir. Kanımı koyulaştıran ve ruhuma durgunluk veren, damarlarımda toplanan, baldır."

"Zerdüşt," dediler hayvanları ve ona yaklaştılar, "öyle olacak, fakat bugün yüksek bir dağa çıkmak istemez misin? Hava çok açık ve bugün dünya her zamankinden daha iyi görülür." "Evet, hayvanlarım" dedi Zerdüşt, "gerçekten gönlüme uyan iyi bir öneride bulundunuz. Bugün yüksek bir dağa çıkacağım. Fakat bana orda bal hazırlayın. Sarı, beyaz, halis, buz gibi serin petek balı. Biliniz ki orda bir bal kurbanı vermek istiyorum."

Zerdüşt, yükseğe çıkınca kendisine eşlik eden hayvanları geri çevirdi ve kendisini yalnız buldu. O zaman bütün kalbiyle güldü, etrafına bakındı ve şöyle dedi:

"Kurbanlardan ve bal kurbanlarından söz edişim sözümün bir hilesi ve gerçekten faydalı bir delilikti. Bu dağ tepesinde, yalnız mağarasında ve yalnız hayvanlar arasında olduğumdan daha serbest konuşabilirim.

Neyi kurban etmeli? Bana armağan edilen şeyi israf ediyorum. Bin elle israf ediyorum. Nasıl, buna nasıl kurban vermek denir?

Bal arzuladığım zaman yem ve ayıların ve acayip kuşların da dillerini yalayarak arzuladıkları tatlı bir şurup ve lapa istemişim. -Ve o köpek ki ancak avcı ve balıkçılara gerekli olur!- Eğer dünya karanlık bir hayvanlar ormanı ve vahşi avcıların eğlence bahçesi ise ben uçurumlu, zengin bir deniz görmeyi tercih ederim. İlahların bile arzu duydukları, balık ve yengeçlerle dolu bir deniz ki ilahlar burada balıkçı ve ağ atıcısı olurlar. Dünya irili ufaklı acayip şeylerle bu kadar doludur.

Hele insan dünyası, insan denizi! İşte ben altın oltamı ona daldırıyorum ve diyorum ki: "İnsan uçurumu açıl!

Açıl ve balıklarını, parlak yengeçlerini bana fırlat! Bugün en iyi yemimle en tuhaf insan balıklarını yemleyeceğim!

Bizzat mutluluğumu bütün uzaklara ve genişliklere atıyorum.

Birçok insan, balıkları ısırmayı ve çırpınmayı öğrenirler mi diye sabah, öğle ve akşam arasındaki bütün uzaklıklara yayıyorum.

Ta ki gizli, sivri çengellerimi ısırarak benim yüksekliklerime yükselsinler. Deniz dibinin en çeşitli varlıkları, bütün insan balıkçıların en fenasının düzeyine yükselsinler.

Ben oldum olasıya böyleyim. Çeken, yükselten, yukarı çekenim. Bir çekici, üretici ve yetiştiriciyim ki kendi kendime "olduğun gibi ol" demem boşuna değildir.

O halde insanlar, benim yanıma çıkabilirler. Çünkü henüz inmemin işaretlerini bekliyorum. Ve henüz mecbur olduğum halde insanlar arasına inmiyorum.

İşte onun için bu yüksek dağlar üstünde, hilekâr ve alaycı bekliyorum. Ne sabırsızım ne sabırlıyım. Öyle birisiyim ki artık sabretmediği için sabretmeyi unutmuştur.

Yani yazgım bana süre tanıyor. Beni unuttu mu acaba? Yoksa büyük bir taşın arkasında gölgede oturup sinek mi avlıyor?

Ve gerçekten, sonsuz yazgıma minnettarım ki beni zorlamıyor, koşturmuyor ve poz vermek ve kötülük yapmak için bana zaman bırakıyor. Bu sayede, bu yüksek dağda balık tutmamış mıdır?

Bu zirvede yapmak istediğim şey bir delilik olsa bile aşağılarda beklemek yüzünden tören düşkünü, yeşil ve sarı olmaktan daha iyi.

Beklemek yüzünden öfkeyle soluyan, dağların uluyan fırtınası ve sabırsız ki vadilere doğru şöyle bağırır:

"Dinleyin, yoksa sizi tanrının kırbacıyla döveceğim."

Böyle öfkelere üzülmem, bunlar benim için ancak gülünecek şeyler!

Ya bugün konuşacak veya bir daha konuşamayacak olan bu büyük gürültü davulları şimdi sabırsızlansalar gerek!

Fakat ben ve şansım, biz bu güne seslenmiyoruz. Hiç bir zaman da seslenmeyeceğiz. Konuşmak için sabrımız, zamanımız, hatta fazla zamanımız var. Çünkü nasıl olsa o bir defa gelecek, geçip gitmemeli!

Nasıl olsa bir defa gelecek ve geçip gidemeyecek olan ne? Büyük şansımız bizim büyük, uzak insanlık âlemimiz, bin yıllık Zerdüşt âlemidir.

Bu uzaklık, ne kadar uzak olabilir? Bana ne? Fakat bu yüzden sağlamlığı daha az değil mi? Bu temelin üstünde iki ayağımla ve güvenle duruyorum.

Sonsuz bir zemin üstünde! Sert, eski kayalar üstünde, bu yalçın dağlar üzerinde ve bütün rüzgârların gelip dağıldıkları ve "nerede, nereye, nereden?" diye sordukları yerde.

Ey benim aydınlık, kutsal muzipliğim! Gül, burada gül! Yüksek dağlardan aşağıya parlak bir alay kahkahası bırakıver. Parıltılarınla bana en güzel insan balıklarını yemleyiver!

Bütün denizlerde bana ait ve benden olan her şeyi bana yakalayıver ve bana getiriver. Ben bütün balıkçıların en kötüsü olarak bunu bekliyorum.

Çık, çık oltam! Gir içeriye, in aşağı. Şansımın yemi! Kalbimin balı, en tatlı damlanı damlat.

Oltam, bütün kara kederlerin karnına saplan.

Gözüm! Dışarıya, dışarıya! Ah etrafımda ne kadar çok deniz ve şafakları söken insan gelecekleri var. Ve üstümde nasıl gül rengi bir sakinlik, nasıl bulutsuz bir susma var!

Yardım İsteme Çığlığı

Ertesi gün Zerdüşt, mağarasının önündeki taşının üstünde oturuyor ve hayvanları ise yeni gıda ve yeni bal getirmek için dışarılarda dolaşıp duruyorlardı. Çünkü Zerdüşt eski balı son damlasına kadar tüketmişti. Fakat Zerdüşt elinde sopası, vücudunun gölgesi yere vurmuş bir halde düşünceli düşünceli oturup dururken, düşüncesi kendisine ve gölgesine ait değildi, birdenbire irkildi ve dehşete düştü. Çünkü kendi gölgesinin yanında bir gölge daha görmüştü. Telaşla etrafına bakıp ayağa kalkınca yanındakinin o falcı olduğunu gördü. O falcıya bir defasında kendi sofrasında yedirmiş içirmişti. Falcı büyük yorgunluktan bahsedendi ve şöyle demişti; "Hepsi bir, hiçbir şeyin değeri yok, dünya anlamsız! Bilmek, adamı boğar." Fakat falcının çehresi bu aralık değişmişti. Zerdüşt, gözlerinin içine bakınca o yine irkildi. Çünkü yüzünden o kadar kötü haberler ve kül renkli yıldırımlar geçmişti.

Zerdüşt'ün ruhunda geçen olayları hisseden falcı, yüzünü silmek ister gibi elini geçirdi. Zerdüşt de böyle yaptı. İkisi bu şekilde sessizlik ve sakinlik içinde kendilerini toplayıp kuvvetlendikleri zaman birbirlerini tanımak istediklerinin işareti olarak el sıktılar.

"Hoş geldin." dedi Zerdüşt. "Büyük yorgunluğun falcısı! Zamanında benim sofra dostum ve konuğum oluşun boşa gitmesin. Bu gün de benimle beraber ye, iç ve neşeli bir ihtiyar seninle beraber sofraya oturduğu için mazur gör."

"Neşeli bir ihtiyar mı?" dedi falcı. Başını sallayarak; "Kim olursan ol ve ne olmak istersen ol. Zerdüşt sen bu yukarlarda en uzun kalansın. Artık yakında sandalın kuru kalmayacak."

"Kurulukta mı oturuyorum?" diye sordu Zerdüşt gülerek. Falcı cevap verdi: "Dağının etrafındaki dalgalar, büyük gerekliliğin ve kederin dalgaları yükseliyorlar, yükseliyorlar. Öyle ki yakında senin kayığını kaldıracaklar ve seni sürükleyip götürecekler."

Zerdüşt bunun üzerine sustu ve hayret etti. Falcı, "işitmiyor musun?" dedi. "Derinliklerden yukarlara doğru gelen kükreyişi ve çalkanışı duymuyor musun?"

Zerdüşt yine sustu ve dinledi. O zaman uçurumların birbirine attığı ve hiç kimsenin tutmak istemediği uzun bir haykırış duydu. Bu haykırış o kadar kötüydü ki!

Sonunda Zerdüşt, "Şer habercisi" dedi. "Bu bir yardım isteme feryadıdır. Ve bir insan çığlığıdır. Belki de siyah bir denizden geliyor. Fakat insan acısından bana ne? Esirgenmiş olduğum son günahı biliyor musun?"

Falcı, taşkın bir kalple "Acıma!" dedi ve iki elini birden kaldırdı. "Ah Zerdüşt, seni büyük günahını işlemek için aldatmaya geliyorum."

Bu sözler henüz söylenmişti ki bir çığlık daha duyuldu. Bu defa çığlık daha uzun, daha korkunçtu ve daha yakından geliyordu. "İşitiyor musun? İşitiyor musun Zerdüşt?" diye bağırdı falcı. Bu çığlık sana, seni çağırıyor. Ve diyor ki; "Gel, gel, gel, zamanıdır tam zamanıdır."

Zerdüşt bunun üzerine zihni karışmış ve sarsılmış bir halde sustu. Sonunda tereddütle sordu; "Beni çağırıp duran kim?"

Falcı, sertlikle "Sen onu bilirsin." dedi, "Ne saklanıyorsun? Seni çağıran, yüksek insandır."

Zerdüşt tüyleri ürpererek "Yüksek insan mı?" dedi, "Ne istiyor, ne istiyor yüksek insan?" Ve vücudundan ter boşanıyordu.

Fakat falcı Zerdüşt'ün bu korkusuna cevap vermedi. Aksine derinlikleri dinledi. Ama uzun zaman oradan bir ses alamayınca gözünü çevirdi ve Zerdüşt'ün ayakta durduğunu ve titrediğini gördü. "Zerdüşt!" dedi. Kederli bir sesle; "Mutluluğundan başı dönmüş bir adam gibi durmuyorsun; düşmemek için dans etmelisin!"

Önümde dans etmek ve bütün hünerlerini göstermek istesen de, kimse bana; "Bak burada son neşeli insan dans ediyor" diyememeli.

Burada olanları aramak için bu dağa çıkanlar boşuna gelmiş olurlar. Burada yalnız çoban mağaraları, kovuklar, saklanacak yerler bulurlar. Fakat mutluluk kuyuları, hazineler ve yeni altın mutluluk damarları bulamazlar.

Mutluluk; böyle gömülmüşlerin ve yalnızların yanında mutluluk nasıl bulunur? Son şansı, mutluluk adalarında ve uzakta unutulmuş denizler arasında aramalıyım.

Fakat hepsi bir, hepsi boş, aramanın faydası yok, artık mutluluk adaları da yok."

Falcı böylece içini çekti; fakat son içini çekmesinde Zerdüşt'ün yine aklı başına geldi. Ve derin bir uçurumdan aydınlığa çıkan birisi gibi güvenle "Hayır, hayır, üç defa hayır!" diye gür bir sesle bağırdı. Ve sakalını sıvazladı. "Ben bunu daha iyi bilirim. Bahtiyarlık adaları var yine. Sen sus, keder kumkuması!"

"Ey kuşluk vaktinin yağmur bulutu! Şırıltıyı bırak. Senin gamından nem kapmış ve bir köpek gibi ıslanmış değil miyim?

Yine kurulanmak için silkiniyorum ve senden kaçıyorum. Buna şaşma. Sana kaba mı görünüyorum? Fakat burası benim bahçem.

Senin üstün insanına gelince! Pekâlâ ben onu, hemen o ormanlarda ararım. Sesi oradan geliyordu. Belki kötü bir hayvan onu sıkıştırıyordur.

O benim ülkemde! Burada ona bir zarar gelmemeli. Ve gerçekten, benim yanımda pek çok kötü hayvan var."

Zerdüşt bu sözleri söyleyince gitmek istedi. Fakat falcı şöyle dedi:

"Zerdüşt sen yaramazın birisin biliyorum. Biliyorum, beni başından atmak istiyorsun. Hatta benimle kalmaktansa hayvanların peşinden ormana gitmeyi tercih edersin. Fakat bunun sana ne faydası var? Akşam beni yine yanında bulacaksın. Senin mağaranda sabırlı ve bir odun gibi katı oturup, seni bekleyeceğim."

Zerdüşt yürürken, "Öyle olsun" dedi; "Mağaramda nem varsa senindir, konuğumundur.

Fakat orda bal bulacak olursan, yala onu Ayı! Ve ruhunu tatlandır. Çünkü akşamleyin ikimiz de keyifli olmalıyız.

Bugün bittiği için keyifli olmalıyız. Ve sen bile oyun ayısı gibi şarkılarımla dans etmelisin.

İnanmıyor musun? Kafanı mı sallıyorsun? Haydi, haydi, koca ayı! Ben de bir falcıyım."

Zerdüşt böyle dedi.

Krallarla Konuşma

I

Zerdüşt, dağlarında ve ormanlarında henüz bir saat yol almıştı ki birdenbire garip bir alaya rastladı. İniş yolu üstünde taçlar ve erguvani kemerlerle bir flaman gibi süslü iki kral geliyordu. Bunlar önlerinde bir eşek sürüyorlardı. Zerdüşt hayretle kendi kendine "Bu krallar benim ülkemde ne arıyorlar?" dedi ve çabucak bir fundalık arkasına saklandı. Fakat kafile kendine yaklaşınca hafif bir sesle; "Tuhaf," dedi, "bunlar birbirine nasıl uyuyor? İki kral görüyorum, fakat yalnız bir eşek!" Burada krallar durdular ve güldüler, sesin geldiği tarafa baktılar. Sonra birbirlerine bakıştılar. Sağ taraftaki kral "Bizim halk da böyle düşünür ama söylemez." dedi.

Soldaki kral, omuz silkti ve cevap verdi; "Bu bir keçi çobanı veya kayalar ve ağaçlar arasında pek uzun kalmış bir yalnız olacak, çünkü toplumdan uzak kalmak da ahlakı bozar."

"Ahlakı mı?" dedi acılıkla öbür kral; "Öyle ise kimden kaçıyoruz. İyi sosyetemizin güzel adetlerinden değil mi?

Gerçekten yalnızlar ve keçi çobanları arasında bulunmak kendisine yüksek sosyete denen sahte, boyalı, makyajlı kalabalık arasında bulunmaktan daha iyi. Bu halk kendisine asi dese de her şeyleri hele kanları eski hastalıklar ve bundan daha kötü şifacılar yüzünden bozulmuştur.

Bunlar arasında yine en iyisi; kaba saba, inatçı, sağlam bir köylüdür. Bu günün en kibarı o. Bu günün en kibarı köylü, köylü tarzı egemen olmalı. Halk tabakasının ülkesi bu! Ben aldanmam. Halk dediğin bir tuhaf alaşımdır.

Halk kalabalığı! Bunda her şey birbirine karışık! Kutsalla melun, kahramanla Yahudi ve Nuh'un gemisinden her türlü hayvan!

İyi adetler mi? Bizde her şey sahte ve bozuk. Kimse hürmet etmeyi bilmiyor. İşte bundan kaçıyoruz. Bunlar ikiyüzlü köpeklerdir ki hurma yapraklarını yaldızlarlar. Bu tiksinti beni boğuyor, biz krallar bile sahte olduk. Atalardan kalma ziynetlerle süslü ve en budala ve en kalın kafalı olanlar için seyredilecek acayip bir garibeyiz. Bu bizimle başlamadı. Fakat şunu söylemeliyiz ki sonunda bu sahtekârlıktan bıktık ve iğrendik.

Bütün bu nara atanlardan, yazı yazan sahtekârlardan bezirgân kokusundan, ağız kokusundan uzaklaştık! Halk tabakası içinde yaşamak ve onların başı olmak! Tiksinti, tiksinti, tiksinti! Biz krallarda ne var artık?"

Soldaki kralsa şöyle dedi; "Eski hastalığın nüksetti. Zavallı kardeşim, tiksinme nöbetin tuttu. Fakat biliyorsun ki bizi dinleyen var."

Bu sözleri can kulağıyla dinleyen Zerdüşt, gizlendiği yerden çıktı, krallara yaklaştı ve şöyle dedi: "Krallar, sizi dinleyen, seve seve dinleyen Zerdüşt'tür.

Ben bir zaman; "Krallarda ne var?" diyen Zerdüşt'üm. "Affedin, siz birbirinize "Biz krallarda ne var?" dediğiniz zaman sevindim.

Fakat burası benim ülkem ve benim egemenliğim altında. Ülkemde ne aramak istiyorsunuz? Belki de aradığım şeyi, yani 'İnsanüstü'nü yolda bulmuşsunuzdur."

Krallar bunu işitince göğüslerine vurdular ve ikisi birden "Biz tanındık" dediler. "Bu sözün kılıcıyla kalbimizdeki en koyu karanlığı dağıttın. Bizim ihtiyacımızı keşfettin. Çünkü bak biz 'İnsanüstü'nü bulmak için yola çıktık.

Biz kral olsak da bizden üstün insanı arıyoruz. Bu eşeği ona götürüyoruz. Çünkü en yüksek insan yeryüzünün en yüksek hükümdarı olmalı.

İnsan yazgısı bakımından, dünyaya hükmedenlerin en kuvvetli insanlar olmaması kadar acı bir şey yoktur. Aksi halde her şey sahte, eğri ve uydurma olur. Hele onlar sonuncu insanlar ve insandan fazla sığırsalar! O zaman ayak takımının fiyatı yükselir. Hatta halk tabakası "Erdem yalnız bendedir!" der."

"Neler işitiyorum?" dedi Zerdüşt, "Krallar için ne hikmet, bayıldım! Buna canım bir şiir yapmak istiyor. Fakat öyle bir şiir ki herkesin kulağına göre değil. Ben çoktandır uzun kulaklıları hesaba katmayı unuttum. Haydi bakalım, haydi bakalım."

Fakat burada eşek de lafa karıştı ve kötü bir niyetle anırmaya başladı.

Zamanında - zannederim birinci kutsal yılda

Şarapla sarhoş olan Sibylle dedi ki:

Eyvah, işler ters gidiyor!

Tükendi, bitti, dünya hiçbir zaman bu kadar çökmedi

Roma orospuluğa ve orospu odalığına düştü

Romanın Sezar'ı sığırlaştı, tanrı bile Yahudileşti!

2

Zerdüşt'ün bu mısraları kralların hoşuna gitti. Sağdaki kral dedi ki; "Zerdüşt seni görmeye çıkmakla ne iyi etmişiz! Oysaki senin düşmanların resmini kendi aynalarında, alaylı alaylı gülen bir şeytan suratı gibi gösterdiler. Öyle ki sen kalbimizi açıyordun, sonunda dedik ki "Görünüşünden bize ne?" "Siz barışı yeni savaşların aracı olarak sevmelisiniz. Ve kısa barışı uzun barışa tercih etmelisiniz." diyen adamı görmemiz gerekir.

Kimse şimdiye kadar böyle cengâver sözler söylememişti. "İyi nedir? Cesur olmak iyidir. Her şeyi kutsallaştıran, iyi bir savaştır."

Ah Zerdüşt, böyle sözler işitince damarlarımızdaki atalar kanı kaynıyor. Bu ilkbaharın, eski şarap fıçılarına seslenişi gibi.

Kılıçlar, kırmızı benekli yılanlar gibi birbirine girince, atalarımız hayatı severlerdi. Onlara barış güneşi soluk gelirdi. Hele uzun barış onları utandırırdı.

Yıldırım gibi parlayan kılıçları duvarlarda işe yaramaz bir şekilde asılmış görünce atalarımız içlerini çekerlerdi. O kılıçlar gibi savaşa susuzluk çekerlerdi; çünkü bir kılıç, kan içmek ister. Ve tutku içinde kıvılcımlanır."

Krallar, babalarının mutlulukları üstüne böyle gevezelik ederken Zerdüşt'e onlarla alay etmek hevesi geldi. Çünkü bunların yaşlı ve zarif çehreleriyle pek barışsever krallar oldukları belliydi. Fakat Zerdüşt kendini tuttu; "Haydi" dedi, "Zerdüşt'ün mağarası karşıda, yol oraya götürür. Bu günün uzun bir akşamı olmalı. Fakat şimdilik yardım dileyen bir ses beni sizden ayırıyor.

İçinde krallar oturur ve beklerse mağaram onur duyar. Fakat tabii uzun zaman beklemeye mecbur kalacaksınız.

Ne yapmalı, bugün beklemek, saraylarda olduğundan daha iyi nerede öğrenilir? Bugün artık krallara kalmış olan tek beceri bekleyebilmekten ibaret değil mi?"

Zerdüşt böyle dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

4.5K 551 24
"evet önümüz bahardır biliyorum, leylaklar açacak biliyorum, kiraz da çıkacak yakında. iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum, sevgilim, güzelim, bir...
4.2K 258 22
Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin bir kült romancısı olmayı başardı. Eserlerinde güçlü...
25.9K 1K 5
Platon, nefret ettiğini söylediği dönemin politik yapısından ve devlet düzeninden yakınırken, yozlaşmanın örneği olarak "arkadaşı olan yaşlı bir adam...
306K 25.3K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...