Yüzük Hırsızı

By Leydigece

4.4K 1.9K 4.8K

WattpadMysteryTr'nin "Gizem ve Sır Dolu Senaryolar" okuma listesinde! Gökyüzü kızıl örtüsünden henüz sıyrılam... More

Bölüm 1 | Yüzüğün Seçimi
Bölüm 2 |Takip
Bölüm 3 | Misafir
Bölüm 4 | Anılar Kesiştiğinde
Bölüm 5 | Girift Düşünceler
Bölüm 6 | Geçmişin Yansıması
Bölüm 7 | Eşsiz Fotoğraf
Bölüm 8 | Ay Işığının Altında
Bölüm 9 | Görünmez İpler
Bölüm 10 | Kelebek Etkisi
Bölüm 11 | Sezgi
Bölüm 13 | Davet
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20

Bölüm 12 | Düş

117 79 10
By Leydigece

Günümüz

Gün ışıklarını yavaşça gökyüzünden çekerken kararmaya başlayan salonun ışıksız kalmasına aldırmadım. Ta ki biri ışık düğmesine basıp salon aniden aydınlanıncaya kadar da pencereden dışarıyı izleyip uzun uzun düşündüm. Gelen kişiye baktığımda Çınar Bey'in işten dönmüş olduğunu gördüm. Oturuşumu dikleştirip yüzüme sıcak bir gülüş yerleştirmeye çalıştım. "Hoş geldiniz." Beni fark edince hafifçe tebessüm etmiş ve çantasını almak için kalkmaya yeltendiğimi görünce, "rahatını bozma lütfen." demişti hemencecik.

"Pekâlâ, öyle diyorsanız." dedim yeniden arkama yaslanarak. Aramızda başka bir diyalog geçmemiş, biraz sonra Çınar Bey salondan çıkıp merdivenlere yönelmişti. Aslında fazla konuşmasak da kibar ve ne yapacağını bilen karakterini takdir ediyordum. Bu evdeki herkes gibi onun da rutinleri vardı. Sabah erkenden işe gidiyordu ve akşam güneş batmadan geri dönüyordu. Hafta sonu bahçe işleriyle uğraşıyor, bazen çalışma odasına kapanarak çizimleriyle ilgileniyordu. Tam olarak bilmesem de galiba moda tasarımı işiyle uğraşıyordu. Bir kez Fransa'dan sipariş ettiği giysi kumaşlarının ne zaman geleceğini Tülin hanımla konuşurken duymuş ve bu kanıya varmıştım.

Akşam yemeğinden sonra tam yapacak bir şey olmadığını düşünüp odama gidecekken Çınar Bey'in sesiyle olduğum yerde durmuştum. "Eğer vaktin varsa bir konuda senden öneri isteyebilir miyim?" diye sordu, beklenti dolu gözlerle. Onu ilk kez ciddiyetinden sıyrılmış ve capcanlı görüyordum. "Elbette," dedim şaşırarak. "fakat hangi konuda?"

"Birkaç elbise modeli hakkında. Seni fazla tutmayacağım endişelenme." dedi ve peşinden takip etmemi işaret ederek çalışma odasına girdi. Şahsen zaten odada sıkılıp duracağımdan peşinden gidip elbise modellerine bakmanın değişiklik olacağını bildiğimden mutluydum.

Çınar Bey'in ardından odanın içine ilk adımımı attığımda büyük ve küçük bölmelere sahip onlarca dolap bölmesinin içindeki renkli ve çeşitli kumaşlardan, çalışma masasının hemen sağındaki mankenin üzerindeki bitmemiş elbise tasarımına kadar odadaki her bir detayın büyüleyiciliği altında kalmıştım. Yüzümdeki ifadeden anlaşılıyor olacak ki Çınar Bey, "Bu tarz şeyleri sevdiğini bilseydim seni daha önceden atölyeme misafir ederdim." dedi.

"Yalnızca ilk kez canlı olarak bir elbisenin üretildiği yeri görüyorum." Masadaki karalanmış onlarca kağıdı gördüğümde hemen masanın bitişiğindeki çöp kutusunun neredeyse ağzına kadar buruşturulmuş kâğıt dolu olduğunun farkına vardım. Burada ciddi beyin fırtınaları ve kombin savaşları oluyordu demek.

"Otur lütfen." dedi masanın karşısındaki desenli koltukları işaret ederek. Sözünü dinleyip oturduğumda rafların önüne dikilip bir süre parmağı yazıların üzerinde gezindi ve sonunda birkaç farklı kumaşı masanın üzerine bırakarak koltuğuna oturdu. Hafifçe dağılmış saçlarını bir iki el yordamıyla düzelttikten sonra defterini açıp sayfalarını karıştırmaya başladı. Sayfaları hızla geçmesine rağmen çizdiği her bir tasarıma hayranlıkla bakıyordum. Sonunda bir sayfada durup defteri bana doğru çevirdiğinde her iki sayfada farklı elbiselerin taslaklarını gördüm. İkisi de renksizdi fakat detaylarına varıncaya kadar göz alıcıydı.

"Yoksa çok mu kötü?" diye sordu kaşlarını çatarak.

"Hayır, hatta çok iyi." dedim gözlerimi çizimlerden ayırıp karşımdaki yüze yönelterek. "Bunları siz mi çizdiniz?" Çınar Bey masadaki dağınıklığı toparlamaya çalışırken olumlu anlamda başını hafifçe salladı. "Öyleyse çok yeteneklisiniz."

Yaptığı işi bırakıp bir süre bana inanmayarak baktı. Sonra üzerindeki gerginliği atmış gibi rahatça gülümsedi. "Rana onlardan nefret ediyor ve ben de bir an tasarımlarımın gerçekten genç kızlara göre olmadığını düşünmeye başlamıştım."

Aklıma Rana'nın gotik tarzı gelince babasının bu kadar sığ düşünmüş olduğuna inanamadım. Fakat sonra bir babanın kızının görüşünü önemsemesini takdir edip kendi düşüncelerimi tasdiklemedim. "Eskiden ben de bir şeyler karalardım." deyiverdim ve der demez de pişman oldum. Şimdi Çınar Bey'in dikkatli bakışları gözlerimdeydi ve daha fazlasını anlatmamı istediği belliydi.

"Çok da önemli sayılmaz, ortaokulda elbise tasarlardım. Gerçekten güzel bir hobi."

"Hâlâ bir şeyler çiziyorsan görmek isterim." dedi koltuğundan kalkarak. Elimi başımın arkasına getirdiğimde gergince gülümsedim. "Ah, uzun zaman önce bıraktım, yani muhtemelen şimdi berbat çizerim." Onun çizimlerini gördükten sonra kendiminkiler gözümde birer çöp adam çizimi kadar basit görünmeye başlamıştı.

Güldükten sonra mankenin üzerindeki elbisenin koluna birkaç iğne geçirdi. Lila rengindeki göz alıcı elbisenin volanlı kolları onu geçmişe getiriyor gibiydi. Beline kadar sıkı gelen kumaş aşağıya doğru gittikçe genişliyordu ve üzerinde birkaç kat tül vardı. "Henüz bitmedi ama sonunda ortaya güzel bir şey çıkacağına eminim."

"Şimdiden göz alıcı gözüküyor," dedim ve hemen ardından ekledim. "Birisi için mi tasarlıyorsunuz?"

Bakışları elbisenin kumaşından beni bulduğunda aptalca bir şey sormamış olmayı diledim. Neyse ki karşımdaki kişi korktuğum gibi kötü bir tepki verecek biri değildi. "Hayır, hobi olarak tasarlıyorum. Tülin'in yaşına çoğunlukla uymuyorlar, Rana'yı ise biliyorsun." Elbiseden uzaklaşıp dolabın önüne geldiğinde cebinden bir anahtar çıkardı ve açık dolap raflarının ince kenarlarından birindeki kilide sokup çevirdi. Duvara sabitlenmiş dolap kayıp da arkasındaki askılıklara asılı onlarca elbiseyi açığa çıkardığında nutkum tutuldu. "Yoksa onları hakkıyla taşıyabilecek birilerine hediye etmeyi gerçekten isterdim." dedi elbiselerine şöyle bir göz atıp iç çektikten sonra.

Onları yabancı birilerine de vermek istemiyor çünkü gözleriyle elbiselerini nasıl taşıdıklarını görmek istiyor olmalıydı. Bakışları beni bulduğunda gözlerindeki parıltıyı başta çözemedim. Sonradan ne düşündüğünü anladığımda olumsuzca başımı salladım. "Hayır, bunu kabul edemem." dedim hızla.

"Ama eminim ki üzerine çok yakışacaktır." dedi ısrarlı bakışlarla. "Rica ediyorum beni kırma, yalnızca bir tanesini hediye etmek istiyorum."

"Zaten bir süredir evinizde kalıyorum ve bu hediye kulağa biraz abartı geliyor. Belki de Rana için özel bir şeyler dikmelisiniz." dedim kırıcı olmamaya özen göstererek. Aklım her ne kadar Çınar Bey gibi elbiselerin bana yakışacağını söylese de kalbim bunu çok fazla buluyordu. Bakışlarım yeniden elbiselerin sahibini bulduğunda yüzüne ciddi bir ifadenin yerleşmiş olduğunu gördüm. Hatta biraz üzgün bile görünüyordu. "Anladım, istemiyorsun çünkü o kadar güzel değiller."

"Hayır gerçekten öyle değil." diye direttim, belki de ilk kez babamdan daha inatçı birini görüyordum ve böyle insanlar siz dediğini yapana kadar vazgeçmez yahut mutlu olmazdı. Sanırım artık beyaz bayrak sallamanın zamanıydı. "Pekâlâ, eğer istiyorsanız onlardan birini seve seve kabul edeceğim."

Tekrar gülümsediğinde bunun daha tuhaf olamayacağını düşünüyordum. "Yakında onu sana teslim edeceğim." dedi ve uykum geldiği için çalışma odasından ilk ayrılan ben oldum. Odaya girip kendimi yatağa bıraktığımda bu aileye ne kadar şey borçlu olduğumu düşünerek uyuyakaldım.

***

Dönemin son haftalarının içindeydik; çoğu ders gibi bu da boştu. Genelde üniversite sınavına çalışmamız için öğretmenler zaten izin verirdi fakat bu dersin hocası hasta olduğu için gelmemişti. Bakışlarım elimde tuttuğum kitabın satırları üzerinde gezinirken ruhum sınıfta olduğum gerçekliğinin dışında başka bir evrende, farklı karakterlerle iletişim halindeydi. Kendi dünyamızın tabiatından oldukça farklı toprakların kokusunu duyabiliyor, çevrede birbirleriyle biz insanlarınkinden daha uyumlu canlıların iletişim halinde olduğunu görebiliyordum. Sınıfta sesler yükseldiğinde dikkatim kaydı ve aynı satırı bir defa daha okumak zorunda kaldım. Aynı evrene bağlanamadığımı fark ettiğimde bu beyhude çabaya son verip kitabı kapattım.

Selim arkasını döndüğünde önce okuduğum kitaba sonra da bana bakmıştı. "Sonunda yeniden aramızdasın!" Abartı tepkisine karşılık göz devirdim. Ekibe şöyle bir göz attığımda onların da kendi dünyalarında takılıyor olduğunu gördüm. Merve telefonuyla meşguldü, Fatih ön sırada uyukluyordu ve Selim sınıfa henüz gelmişti. "Gerçekten mi?"

"Her neyse." Selim Merve'nin telefonunu tek bir hamlede ele geçirdiğinde Merve hızla öne atılmış fakat geç kalmıştı. "Ver şunu embesil."

"Ayıp oluyor ama." Güldüğümü görünce o da hafifçe gülüp yeniden Merve'ye dönerek konuşmaya devam etti. "Merak etme mesajlarını okuyacak değilim. Sadece dikkatinizi toplamaya çalışıyorum." Telefonun ekranını kapatarak kendi sırasının üstüne koydu ve yeniden bize baktı.

Gözlerimle kaçıncı rüyasını gördüğü meçhul Fatih'i işaret ettim. "Birini kaçırdın." Selim kolundan sarstı fakat Fatih hiç oralı olmadı. "Beş dakika daha." diye homurdandığında Selim su şişesine uzanmıştı. "Dur yapma, yazık." dedim arkadaşıma acıyarak. Anlaşılan gece uyumamıştı. Sulu bir şakayla uyanırsa tüm gün somurtarak bize bakacağı da kesindi.

"O zaman size söyleyeceğim. Diyorum ki hazır okullar kapanmak üzereyken-kep atma töreni de geride kaldığına göre-tatilde kamp yapmaya gidelim."

Merve bir elinin avuç içini yanağına bastırmış şekilde yorgunca Selim'e bakıyordu. "Sınavdan sonra iyi olabilir." İkisinin bakışı da bana yöneldiğinde böyle bir kararı önce aileme danışmam gerektiğini biliyordum. "Önce aileme danışmalıyım, benim kararımı soracaksanız neden olmasın?"

Hepimiz aynı anda Fatih'e döndüğümüzde Selim onun elini tutup havaya kaldırdı. "O da onaylıyor." Sınıfın gürültüsü artık arka plandaydı. Aylar sonra olacaklardan habersiz bir şekilde, sadece arkadaşlarımın gülüşlerine odaklı ve mutluydum.

Gözlerim kırpıştığında karanlık odanın içine uyku mahmuru bir şekilde baktım. Bir rüya mıydı? Geçmişten mutlu bir anı şimdi bana çok uzak geliyordu. Gözlerim mahmurluğundan arınmadan odanın içine yayılmış kokuyu duydum. Tarif etmek zordu, mayhoş fakat iç gıdıklayıcı güzel bir koku her tarafı sarmıştı. Pencereden içeri sızan soluk ışıkta yerlere konmuş tütsüleri fark ettim. Mor bir duman yayıyorlardı. Tıpkı gün doğarken gökyüzündeki bulutların aldığı sevimli renkler gibiydi. Hâlâ rüyada mıydım?

Gözlerim yeniden kapanmadan önce yatağın kenarında birini gördüm. "İyi uykular." Bu tanıdık ses gerçekliğin içinden mi yoksa zihnimden mi geliyor bir süre anlayamadım. Uyku hâlinden sıyrılmak istemeyen bilincim yeniden karanlığa bulanmadan önce gözlerimi aralamama izin verdi. Eğer bu bir sanrı değilse gerçekten orada biri vardı. Elindeki kenarları eskimiş kitaptan bir şeyler okuyordu; sesi kadifemsiydi ve bu daha çok uykumu getiriyordu. Bana doğru baktığında yüzündeki maskeyi fark ettim. Tıpkı ormanda gördüğüm kişilerinkine benziyordu. Gözlerim yeniden kapanmadan önce bu gördüğüm son şey oldu.

Aradan yalnızca dakikalar geçmiş gibi güneşin çoktan dolduğu odada gözlerimi araladım. Uyanmadan önce her şey aklımda tazeydi; gördüğüm ve neredeyse hissettiğim o rüya. Fakat şimdi giderek parçaları zihnimde eriyip kayboluyordu. Doğrulup sızlayan boynumu ovuşturdum. Ağrı bir süre boynumdan omuzlarıma oradan da sırtıma doğru yol almıştı. Belki biraz hareket etmek iyi gelirdi. Ters bir pozisyonda uyumuş olmalıydım. Yataktan doğruldum ve savsak adımlarla doğruca yüzümü yıkamaya koyuldum.

Merdivenlerden aşağı birer ikişer iniyordum. Kulağıma ulaşmaya başlayan ezgiyle salona doğru giden adımlarımı tersi yönünde çevirdim. Tanıdık bir melodi piyano tuşlarının ardı ardına basılmasıyla dinlemesi çok keyifli bir parçaya dönüşüyordu. Her adımımda sese daha çok yaklaşıyordum. Daha önce hiç içine girmediğim bir odanın önünde sesler kesiliyordu. Kapı aralık olduğundan ezgileri kulağıma ulaştıran kişiyi görebiliyordum. İnce parmakları kusursuz bir düzenle beyaz tuşların üzerinde geziniyordu. Siyaha yakın uzun saçları ve koyu renkli salaş giyimiyle kim olduğunu çıkarmak yalnızca saniyelerimi almıştı. O Rana'ydı. Omzumu kapı pervazına yaslayıp piyanodan sızan ezgileri bir süre daha dinledim. Artık Beethoven'e ait olduğuna emin olduğum parça ruhumdaki çatlakları yeniliyor ve dinlendiriyor gibiydi.

Parmaklarını aniden tuşlardan çektiğinde omzunun üzerinden olduğum yere bakmış ve onu böldüğüm için mahcup bir ifadeyle önüme bakmıştım. Halbuki ses çıkartmamıştım-ya da ben öyle düşünüyordum- fakat her nasılsa varlığımı hissetmişti. "Rahatsız ettiysem üzgünüm."

Kâküllerinin ardında koyu halkalarla kaplı gözleri ürkütücü bir ifadeyle bana bakıyordu. Oturduğu yerden kalkıp yanımdan hızla geçti ve bana ardından bakmak kaldı. Bu müthiş ezgileri kulağıma ulaştıran kişiyle, onunla konuşmak istiyordum. Birçok ortak noktamız olabilirdi. Benden çekiniyor muydu? Yoksa varlığımdan büyük ölçüde rahatsızlık mı duyuyordu? İçimden öyle olmamasını diledim. Koridora göz attım ve yakınlarda hiçbir ruhun olmadığına kanaat getirince odanın içine çekingen birkaç adım attım. Az önce Rana'nın çaldığı piyano uzunca bir pencerenin önünde, onun karşısında beyaz bir çalışma masası ve sandalye, duvara yakın köşede ise bir tuval ve boyalar vardı. Tam anlamıyla çizgilerin ve ezgilerin ortak paydada buluştuğu bir yerdi. Koridorun ucunda yürüme sesleri kulağıma ulaştığında odadan çıktım ve mutfağın yolunu tuttum. Adım seslerinden bile kimin yürüdüğünü anlayacak raddeye gelmiştim. Kızı şu an benimle iletişim kurmaya açık değildi fakat Tülin Hanım'a kahvaltıyı hazırlamasında yardım edebilirdim.


***

Kahvaltı sona erdiğinde tırabzanlara tutunarak merdiven basamaklarını çıkıyordum. Yapacak pek işim yoktu; sabah erkenden aklımda canlanan düşünceyle doğruca evdeki mini kütüphanenin yolunu tuttum ve uygun bir kitap seçip Albay'ın odasına yöneldim. Zaten aralık olan kapıyı tıklattım ve ondan onaylayan mırıltılar alınca içeri süzüldüm. Yatağında arkasında yastıklarla oturur vaziyette, gözünde gözlükleriyle etrafı inceliyordu. Komodinin üzerindeki tepside yarı yarıya bitirdiği yemekler duruyordu. Beni gördüğünde yüzünde ufak bir tebessüm belirdi.

"Nasıl hissediyorsunuz?"

Yorgunca iç çekerek gözlerime baktı. Cevabını kendin de görüyorsun demek istiyordu belli ki. Yatağının yanına çekilmiş sandalyeye oturarak elimdeki kitabı kaldırıp ona gösterdim. Titreyen eliyle gözlüğünü iyice gözlerine yerleştirip kitaba baktı. "Güzel seçim."

"Beğenmenize sevindim. Düşündüm de gün içinde odanızın içinde sıkılıyor olabilirsiniz. Kaybettiğim yüzüğü bulduğunuzu da düşününce içimden iyiliğinizi karşılıksız bırakmanın saygısızlık olacağını geçirdim."

Bakışları parmağımdaki yüzüğe sonra da kapı girişine kaydı. Aceleci bir tavırla elini salladı. "Başlayabilirsin." Komutuna karşılık ciddi bir ifadeyle durup elimi yatay şekilde bir asker gibi alnıma yerleştirdim. "Emredersiniz."

Rahatsızlığından ötürü çökmüş yüzünde bir anlığına dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu fakat bu uzun sürmedi. Gözleri yine soluk bir ışıkla kaplandığında hüznün içime daha fazla işlemesine izin vermeden kitabı açıp okumaya başladım. Tonlamalara ve virgüllere dikkat ediyor, başta biraz çekinerek fakat sayfalar ilerledikçe daha canlı ve istekli bir şekilde okuyordum. Karakterin ruh haline göre sesimin tonunun değiştiği bile oluyordu. Mizahın zirveye tırmandığı satırlarda kıkırtımı bastırmak için elimden geleni yapıyordum. Böyle anlarda göz ucuyla onun da gülümsediğini görüyor gibiydim. Uzun bir bölümü bitirdiğimde kitabın kapağını kapadım. "Bence hepsini tek seferde bitirmeyelim. Biraz merak iyidir."

Ayaklandığımda albayın bakışlarını tavana yöneltmiş olduğunu gördüm. O günle bugün arasında ruh halinde ve davranışlarında gözle görülür şekilde fark vardı. Sadece ruhsal olarak değil fiziksel olarak da çökmüş görünüyordu. Daha birkaç gün önce çok dinç ve sağlıklı adımlar atıp sohbet edebiliyordu. Gözlerinden süzülen yaşları fark ettiğimde yerime çöküp endişeyle yüzüne baktım. Ağrı mı çekiyordu? "İyi misiniz? Tülin Hanım'ı çağırmamı ister misiniz?"

Başını zor fark edilebilir bir şekilde iki yana salladı. "Bu ağrı fiziksel değil, içimde. Günden günü ruhumu kemiriyor. O günü her hatırladığımda..." duraksadı, nefes almak zorlaşmış gibi daha derin ve hırıltılı bir nefes çekti ciğerlerine. "Istırabım daha sancılı hale geliyor."

Geçmişi hakkında mıydı? Hastalığı onu sürekli eskide olanları aklında döndürecek şekilde yıpratıyor olabilir miydi? Destek verircesine koluna dokundum. "Ne olduysa geçmişte kaldı. Eğer bugünü yaşamazsak gelecek de var olmaz, geçmişte sıkışıp kalırız." Belki daha az yaşanmışlıklara sahip biri olarak söylediklerimin üzerinde tesiri olmayacaktı fakat yine de denemeye değerdi. Bir süredir ben de bunu uyguluyordum. Haber alamadığım arkadaşlarım ve ailem, onları zihnimde her yüzeye çıkardığımda ben dibe çöküyordum. Ne zamanki onları düşünmeyi bıraksam bencilce de olsa daha sağlıklı ve dinç düşünebiliyor, bugünde yaşayabiliyordum.

"Öyle değil." Gözlüklerini çıkarıp özensizce bir kenara attığında yaşlarla ıslanmış yüzüyle yeniden tavana baktı. "Ben bir şeytanım."

"Hayır neden öyle olasınız?"

Gözlerimin içine baktı; neredeyse aşağılar gibiydi. Göz bebeklerini yutmuş karanlığa bakarken ilk kez ondan korkuyordum. "Hiçbir şey bilmiyorsun. Geçmişte yaptıklarımı. Tıpkı senin gibi naif bir ruhu vardı; yetişemedim." Kesik kesik kurduğu cümlelerden ötürü hiçbir şey anlayamıyordum. Histeriyle gülerek ellerini havaya doğru kaldırdı ve bakmamı işaret etti. Artık neredeyse bağırıyordu. "Kanları göremiyor musun?" Gözlerinde yaşlarla gülüyordu ve gittikçe kızaran yüzüyle ürkütücü bir şekilde hayıflanıyordu. "İnansan da inanmasan da ben bir iblisim." Kaşları çatılırken gözlerini etrafa yöneltti. "Onlar da öyle."

İradesinin artık kendinde olmadığı çok açıktı. Bir kriz geçiriyor olmalıydı. Kaskatı kesilmiştim ve ne yapacağımı bilmiyordum. Haykırışlarına bir süre daha devam etmişti ve neyse ki çok geçmeden odaya Tülin Hanım ve Çınar Bey girmişti. Tek odağım bana ısrarla bir şeyler anlatmaya çalışan albaydaydı. Tıpkı transa girmiş gibi ürkmüş gözlerle ona bakıyordum. Tülin Hanım beni odadan çıkarırken söyledikleri hâlâ zihnimde dönüyordu. "Özür dilerim," demişti fakat konuştuğu kişi açıkça ben değildim. "Bu bataklığı geride bırakalım ve birlikte uzaklara gidelim."

Alt kata indiğimizde yukarı kattaki gürültülerin giderek azalışını dinledim. Diğerleri bu duruma alışkın olmalıydı. Rana odasında olmalıydı, Kuzey de etrafta değildi. Gürültü patırtıdan ve meraktan yoksunlardı; sessiz, fazla sessizlerdi. Bakışlarım elimde sıkıca tuttuğum kitabı buldu. Kalbim hâlâ gürültüyle atıyordu. Tülin Hanım'ın eğilip bana bir şeyler açıklamasını izledim. Normalde mantık çerçevesine oturması gereken kelimeler zihnimdeki kalabalıktan ötürü yer bulamadılar. Az sonra üzerime yapışmış donuk bir lanet gibi, odadan ayrılan Tülin Hanım'la birlikte yine içimdeki sorularla yalnız kalmıştım.

Continue Reading

You'll Also Like

BL Feminen By ÇAKIR

Mystery / Thriller

9.1K 507 10
" Bu dudağına sürdüğün ne lan, ben demedimmi okula adam gibi gideceksin diye." 'Adı yok namı var; Mardinli' Şiddet ve +18 ögeler içerir!
2.8M 213K 38
*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar uyarı geçsem, o yorumları silsem de ma...
22.6K 1.8K 19
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
114K 1.9K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...