In India | Larry ✔

By missingsound

36.7K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... More

Holi Fest
Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Ganges River
Hi, my dear family!
I don't deserve you.
News
Tickets
Gulab Jamun
Final

I love someone.

1.5K 190 726
By missingsound

Birinci hafta devrilirken, Ramin Teyzenin durumu iyiye gidiyordu. Bazı zamanlar bir şey yapmasa bile yorgun oluyor, bazen de ağrısı tutuyordu. Fakat doktor bu süreçte bunun olabileceğini söyleyip ilaçlarını aksatmaması ve dinlenmesi gerektiğini belirtmişti. Louis de ilaçların alım saatini hatırlaması için, teyzesine bir tane liste hazırlamış, yatağının başucuna yapıştırmıştı.

Bugün çocuklar Louis'yle birlikteydi. Ramin Teyzeyi ziyarete gelmek isteyenler olunca, çocuklar kalabalık içinde dolanmasın diye Louis'yle bir alt kattaki Aryan ve eşinin evinde duruyorlardı. Louis, zaten kalabalık çekecek durumda değildi, ki teyzesi de aynı durumdaydı ama misafirleri geri çevirmek istememişti.

"Ben öbümcek adamım, sifaydii!"

Janbi, Louis dayısının aldığı örümcek adam kostümüyle sağa sola koştururken, Disha, Elsa kostümünün mavi tülleriyle etrafında dönüyor, Raj da alınan uzaktan kumandalı arabasını deniyordu. Altmışına merdiven dayamış Ramin Teyzenin -eşi vefat etmeden önce çevre halkını epey şaşırtan ve dedikoduya malzeme verecek bir şekilde dünyaya gelmiş olan- sekiz yaşındaki kızı Niti de, kuzeni Louis'nin aldığı elmas desenli tacıyla Disha'nın kraliçesiymiş gibi davranıyordu.

Louis eve döndüğünde çocukların kendisine küsmüş olduğunu fark etmişti. Yıllardır onların abisi, dayısı, hatta babaları yerinde olduğundan, bir anda çıkıp gitmesi çocukların kırılmasına sebep olmuştu. Hatta Louis onlara sarılmak istediğinde dördü de utanmış, her zaman söyledikleri "Louis daaayı! Louis daaayı!" şarkısıyla ona sarılmamışlardı bile.

Louis elbette ki hayatında en çok değer verdiği çocukların böyle uzak kalmasına dayanamamış, birikim yaptığı ve çok harcamadığı parayla en sevdikleri şeyleri alarak onların gönlünü geri kazanmıştı.

Louis Örümcek Adam Janbi'nin kurtardığı rehine, Raj'a uzaktan kumandayı nasıl kullanacağını öğreten kişi, Elsa Disha'nın buza çevirdiği ve ardından Kraliçe Niti'nin şövalye olarak ilân ettiği canavar olduktan sonra, aralarından ayrılıp onları rahatça görebileceği yere, salonun en köşesi olan yemek masasına geçti.

Burada olmanın en iyi yanı, üst katta zorlukla çeken Wi-Fi'nin, burada üst dişe kadar kesintisiz kullanılabilir olmasıydı.

Harry sabahtan beri ona mesaj atıp görüntülü konuşmak istediğini söylüyordu. Misafirler için alışverişe çıkmış, evi toparlamış ve çocuklarla ilgilenmişti, dolayısıyla sevgilisine ayıracak zamanı bulamamıştı.

Akşam, dokuza çeyrek vardı. Harry, İngiltere'ye gideli iki gün oluyordu. İngiltere'yle beş buçuk saatlik bir fark vardı ve İngiltere saati, Hindistan saatinden geriydi. Bu yüzden orada henüz ikindi vakti olmalıydı.

Whatsapp uygulaması üzerinden onu arayıp hevesle beklemeye başladı. Birkaç çalıştan sonra ekranda onu görmek, hem kalbini hızlandırmış hem de dudaklarına tebessüm bırakmıştı.

"Lou'm! Benim prensim nasıl?"

"Tüm gün sana hesap verdim halbuki," diye takıldı. Harry sürekli "Ne yapıyorsun? Nasılsın? İşin ne zaman bitecek? Neden bana geç yazdın?" gibi sorular sormuştu. Bunalmadığını söyleyemezdi ama Harry'nin kendisini merak ettiğini, her an onunla olmak istediğini biliyordu. Zaten Harry de her şeyini paylaşıyor, gün içinde bir sürü fotoğraf bile atıyordu. Louis, telefon galerisinin, bıyıklarını yeniden uzatmış Harry fotoğraflarıyla dolu olmasından memnundu.

"E ama kolay değil seni orada bırakmak." diye savunmaya geçti. "Her şeyden haberim olsun istiyorum!"

"Ayy, hemen de savun kendini zaten!"

Harry onun gözlerini devirmesiyle kahkaha attı. Louis'yi bunalttığının farkındaydı ama elinde de değildi, onu merak ediyor ve istisnasız bir şekilde çok özlüyordu.

"Bebeğim beni özlemedi mi?"

"Çok özledim," diyerek, bu konuşmanın genelde nereye uzandığını bildiğinden, "Ama çocuklar benimle şu an, yanlış bir şey deme," diye uyarmada bulundu. Harry onun imâsını anladığında bıyık altından gülerek, kırıştırdığı burnunu çekti.

"Müsait olmamana üzüldüm," diyerek, Louis'nin gülmesine neden oldu. "Ama çocukları yine sana bırakmış olmalarına takıldım ben. Teyzen hasta, hâlâ mı akıllanmadı şu herifler?"

"Yok, bu kez farklı. Misafir geldi, ben de çocukları alıp alt kattaki eve indim."

Harry onaylamazca başını sağa sola salladı. "Bu da doğru değil ki, teyzenin dinlenmeye ihtiyacı var. Tanrım..." Düşünülmekten bir hayli memnuniyet duyan Louis'nin yorgun gözlerle gülümsediğini fark edince, endişe, kalbine vuran dalgalar gibi köpürüyordu. Söykenmenin sırası değildi, onunla özlem gidermeliydi. "Çok mu yoruldun?"

"Biraz... İki saate gider misafirler, ben de uyuyabilirim."

Uyumak için bile istediği zamanı seçemeyen sevgilisini bu yorgun hâlde izlemek, Harry'nin onu bu duruma düşüren herkese karşı nefret beslemesine neden oluyordu. Halbuki kin besleyen biri hiç olmamıştı ama Louis'nin zarar görüyor olması, etrafa karşı öfke dürtüsünü iyice açığa çıkarıyordu.

"Yanımda olmanı çok istiyorum." İç çekti. "Yanımdayken hiç yorgun görmezdim seni, istisnalar hariç tabi."

Gülümsedi. "Bir haftamız kaldı. Sonra zaten yanıma geleceksin!"

Harry huzursuzca telefonu sabit bir yere koydu. Yüzündeki o belirsiz ifade, Louis'nin dudaklarındaki tebessümün usul usul düşmesine sebep oldu. "Bir şey var..." dedi Louis, tedirgin bir şekilde. "Bir şey var ve bana demiyorsun."

"Aslına bakarsan bugün seninle görüntülü konuşmak istememin sebebi de, sana söylemem gereken şey yüzündendi."

Louis duyacağı şeyin ne olduğunu bilmese de, bunun, ikisi için de iyi olmadığını biliyordu. Kendisini gerçeği duymaya hazır hissetmese de, "Nedir o?" diye sordu.

"Bak..." Gözlerini ekrandan kaçırmak zorunda kalmıştı; bu haberi verecek olmak, onun için de zor görünüyordu. "Çok direttim, aslına bakarsan gerçekten bunu bensiz yapabileceklerini onlara defalarca söyledim ama bunun olamayacağını ve dergi düzenlemesinde benim de olmam gerektiğini söylediler. Fotoğraf seçimi için yani. İşim bir hafta değil, birkaç haftalık bir süreç sonunda bitecek. Haftaya gelemiyorum, Lou."

Sonunda ekrana bakabildiğinde, Louis'nin, dikkatle dinlemenin ardından derin ve huzurlu bir nefes verdiğini fark etti. "Ben de daha kötü bir şey oldu sandım! Birkaç hafta daha bekleyebiliriz herhalde, değil mi?"

Harry onun ışıldayan gözlerine bakarken, kırılmış ümidinin yeniden doğduğunu hissetti. Halbuki Louis'nin üzüleceğinden korku duyarak gün boyu bu konuda çok fazla düşünmüş ve kafa yormuştu.

"Elbette bekleyebiliriz Louis. Tanrım, böyle düşünmene öyle mutlu oldum ki..."

Louis ona yatıştırıcı bir tebessüm verdi. "Sonunda birlikte olacaksak bu hiç sorun değil Hazz. Yeter ki iş bitiminde burada ol ve herkese her şeyi anlatalım istiyorum."

"Ben de öyle," diye gülümsedi ona.

Bu sırada Disha ve Niti merakla Louis'nin yanına gelince, telefonunu masanın üzerindeki sürahiye yaslayıp, ikisini de kucağına yerleştirdi. Harry küçük kızları görünce birden keyiflendi. "Uww, Disha, Niti?" Louis'den öğrendiği üzere Hintçe, "Nasılsınız?" diye sordu. Kızlar da onun telaffuzu karşısında elleriyle dudaklarını kapatıp, kıkır kıkır gülmeye başladılar. Bu durum Harry'yi de kocaman güldürmüştü.

"Adlarını unutmamışsın."

"Elbette unutamam," diye güldü. "Bana onlardan bahsediyordun sürekli."

"Orası öyle gerçi... Ayrıca seninle tanıştıktan sonra onlar da sürekli seni bana anlatıp durdular, biliyor musun? İkisinin de gönlünü kazandın!"

"Ben de onları çok sevdim zaten."

Louis bunu çevirince üç yaşındaki Disha parmakları ağzında, utanarak yüzünü Louis'nin göğsüne gömdü. Niti biraz daha dışa dönüktü. Hintçe olarak, "Sen neredesin ki?" diye sordu Harry'ye.

Louis bunu çevirince, "Ben çoook uzaklardayım, İngiltere'de," dedi ve üzgünce dudak büzdü. Bu hâli onu göz ucuyla izleyen Disha'yı güldürmüş, Niti de Louis'nin çevirisiyle dudaklarını O şekline çevirmişti.

Louis'yle geçen ay her hafta sonu hobi olarak haritayı incelediklerini ve İngiltere hakkında kuzeninin anlattıklarını hatırlamıştı. "Ama orası çok uzakta!" Louis'ye baktı. "Taksiyle bile gidilmez, değil mi Lou?"

"Maalesef öyle, Niti."

Niti başını sallayıp dudak büzdü. "Bu çok uzak bir mesafe..."

Disha sıkılıp Louis'nin kucağından inince, Niti de, "Elsaaa, Kraliçeni bırakamazsın!" diyerek peşine takıldı. İkisi yeniden yalnız kalınca, Harry onu kocaman gülümsemesiyle seyrediyordu. Louis de dirseğini masaya yaslayıp, çenesini avucuna yerleştirdi.

"Ee, söylesene. Şu meşhur fotoğrafçıyla görüştün mü? Neler konuştunuz?"

"Bu konuyu kaç gündür konuşmuyorduk, aklından çıkmamış bakıyorum da?"

"Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmam!" dedi keyifle.

"Buluştum. Onunla tanışmak benim için çok büyük bir onurdu. Dergide, belgeselime ait sayıların sıkı takipçisi olduğunu söyledi."

"Vay canına..."

"Sonra bana kendi dergisinden bahsetti. Beni aralarında görmekten memnun olacağını söyledi ve nasıl bir belgesel çekimi yapabileceğimi sordu. Ülkeleri gezip kültürlerini anlatmayı sevdiğimi söyledim. Ayrıca, göçmenlerin yaşadıklarını anlatmayı, savaş bölgelerine ve sınırlara gitmeyi düşündüğümü söyledim."

"Bunları bilmiyordum... Harika düşünmüşsün! Umarım bir gün gerçek olurlar, o kadar güzel ki..."

Gülümsedi. "O da böyle söyledi ve National Geographic'de tüm bunları yapabileceğimi belirtti."

"E harika bir haber bu!"

"Öyle ama bir sıkıntımız var. Gittiğim yerlerde en iyi fotoğrafı yakalamalıyım ve bunun için bir ay değil, aylarımı harcamalıyım. Bu dergide sırf kapak fotoğrafında kendi çektiği fotoğraf olsun diye kaç kişi aylarını harcıyor, biliyor musun?"

"Ama en güzelini yakalayıp o dergiye göndermen iyi değil mi?"

"Öyle ama en iyisini ben değil, başkaları da kapabilir. Bu bir risk, ve ben risklerden nefret ederim. Sonra düşününce..." Bu düşünce onu huzursuz etmiş gibi görünüyordu.

"Evet?"

"Senden aylarca ayrı kalmak istemediğimi fark ettim. En iyisini yapmak için senden uzaklaşmak istemiyorum. Yüksek ihtimalle bunu kabul etmeyeceğim."

"Hazz..." Louis, pozisyonunu yavaşça doğrultup, endişeyle ona baktı. "Benim yüzümden-"

"Senin yüzünden değil. Bizim için. Ben seni arkamda bırakmamak ve birlikte olabilmemiz için gün sayıyorum. Sürekli içinde olacağım bir iş yüzünden seni arkamda bırakırsam işime odaklanamam ki."

"Emin misin?"

"Eminim."

Louis sıkıntıyla iç çekti. "Zaten şu anki işinde de çok başarılısın. Kararın ne olursa olsun yanında olacağım."

"Yanımda olman için bu kararı veriyorum zaten," diye takılarak Louis'nin gülmesine neden oldu.

"Harry... Hâlâ yaptığın şeyi düşünüyorum. O fotoğrafçıyla buluşmak için o kadar hevesliydin ki..."

"Tüm bunları öğrenene kadar tabi. Merak etme ve bunun için sakın endişelenme. Ben kararımdan memnunum Louis."

"Ya bir gün bu teklifi reddettiğin için pişman olursan?"

"O zaman bundan sadece ders almış olurum, dünyanın sonu değil ve işimden de memnunum, merak etme," diyerek yatıştırıcı bir tebessüm verdi. Louis bunu duyduğuna sevindiğini hissedip, ona karşılık gülümsedi.

"Seni çok seviyorum Hazz. Tüm bu olan şeylere, hayatımda olmana ve yaptığımız planlara inanamıyorum. Hiçbir zaman hayatımın son bir buçuk ayında böyle bir değişim yaşayacağımı düşünmemiştim, biliyor musun?"

"Ben de seni çok seviyorum. Ve bu zamana kadar kim, geleceğinde ne olacağını önceden görmüş ki zaten? Ben de fotoğraf çekimleriyle dolu bir ömür sonunda Miami'de tuttuğum villada emekli maaşımı yiyeceğimi düşünüyordum." Gözlerini kıstı. "Ve hâlâ öyle düşünüyorum."

"Hani kimse geleceğini göremezdi?"

"Bu bir gelecek görüşü değil, plan. Şimdi senin de içinde olduğun bir planım var. Seninle birlikte villada emekli maaşlarımızı yiyor olacağım."

Ciddiyetle bunu söylemesi üzerine Louis birden gülmeye başladı, Harry de ona katıldı. Bu sırada çocuklar televizyondan bir şarkı açmış, J Star adlı şarkıcıya yüksek sesle "Na Na Na Na!" diye eşlik ediyorlardı.

"Kusura bakma, çocukların en sevdiği şarkı da..."

"Hiç önemli değil. Şimdi çıkmam gerekiyor bebeğim, sonra yine görüşürüz, tamam mı?"

Başını sallayıp hafifçe elini salladı. "Görüşürüz."

Harry elini dudaklarına bastırıp üzerine öpücük kondurdu ve o elini sallayıp görüntüyü kapattı. Louis birkaç hafta boyunca Harry'siz olacağı için çalışmayı uygun buldu, sonuçta birkaç hafta denmiş olsa da ne zaman geleceği kesin olarak belli değildi, sürekli evde durursa kafayı yiyeceğini biliyordu. Mutlaka bir şeylerle meşgul olmalıydı ve birkaç rupi fazladan kazanmanın kimseye zararı dokunmazdı.

Çocukların homurtusu eşliğinde televizyonu kısıp, tekrar sesi açmasınlar diye kumandayla salonun köşesine geçti ve Bay Sobti'yi aradı. Birkaç çalıştan sonra gür sesiyle "Alo?" diyen adamı duyunca ürperdi, normal bir şekilde işten izin isteyip tatile çıkmamıştı sonuçta.

"Şey... Bay Sobti, nasılsınız?"

"İyiyim Louis. Çok sormadın ama iyiyim. O arkadaşın benden müthiş bir şekilde izin istedi ya, ben çok iyiyim!"

Adamın söylenmesi üzerine dudağını ısırdı. Haklıydı, sonuçta bir şantaj uğruna tatil izni vermişti ama onun da Harry'ye haksız yere vurmadığı söylenemezdi. Yine de durumu uzatmak istemiyordu, bu işe şimdilik ihtiyacı vardı.

"O konuda haklılık payınızı hâlâ düşünüyorum Bay Sobti ama kendi adıma, ben haber vermeden gittiğim için özür dilerim. İzin isteseydim bu olmazdı."

"Olan oldu artık! Sen nerelerdesin, neler yapıyorsun? Tatilin keyifli miydi bari?"

Sesindeki kinaye belli olsa da Louis, patronunun yumuşak bir kalbi olduğunu bilerek sadece iç çekmekle yetindi. "Tatilden döndüm Bay Sobti. Teyzem kalp krizi geçirdi, bir haftadan uzun bir süredir yanındayım."

"Aa..." Bay Sobti endişeyle kalakaldı. "Bilmiyordum oğlum, iyi mi teyzen? Nasılsınız?"

"Teşekkür ederim, çok iyi. Yani stent takıldı ve ilaç kullanıyor ama iyi. Bense sizi bir şey yüzünden rahatsız etmiştim ama..."

"Tabii oğlum, buyur. Bir eksiğin var mı?"

Adamın şefkatini hissettiğinde istemsizce gülümsedi. "Teşekkür ederim, Bay Sobti. Ben sadece... Eğer yerime kimseyi almadıysanız ben- ben yeniden çalışmak isterim de."

Adam iç çekip, "Ne yapsaydım ki?" dedi. "Senin gibi harika bir kuryeyi çöpe atamazdım herhalde, değil mi? Geleceğini bildiğimden yerini hiç doldurmadım, merak etme."

Louis heyecanla "Çok- çok teşekkür ederim Bay Sobti!" diye bağırdı.

"Rica rica... Teyzene geçmiş olsun dileklerimi iletirsin. Hadi yarın görüşürüz."

"Tamam, iyi akşamlar!"

Telefonu kapatıp, sevinçle televizyonun sesini açarak çocukların dansına eşlik etti. Onları teker teker kucaklayıp, kendi eksenleri etrafında döndürerek kahkahalara boğulmalarına neden oldu. Bazen de başı döndüğü için koltuğa bayılmış gibi yapıyor, çocukların neşeyle üzerine atlamasına neden oluyordu.

Gece olduğunda ve herkes evine dağıldığında, Louis kısa bir duş alıp, giyinerek yatağına girdi. Bugün çocuklar kendi evinde kaldığı için yer yatağında yatmak yerine normal yatakta yatıyordu.

Başını yastığa koyduğunda dudaklarındaki tebessüme ve kalbindeki hıza engel olamıyordu. Harry'nin geleceğini ve onunla birlikte İngiltere'ye gideceğini düşündükçe içi içine sığmıyordu.

Bu sırada kapısı çalındı. Ramin Teyzenin girdiğini fark edince endişeyle doğruldu. "Ne oldu teyze? Ağrın mı var yoksa?"

Ramin Teyze dikkatlice onun yanına oturdu. Dışarıdan vuran sokak lambası sayesinde, teyzesinin gözlerindeki merak ve endişeyi görebiliyordu. "Ağrım yok, iyiyim. Niti Harry'nin aradığını söyledi, konuşmuşsunuz."

"Evet, ne oldu ki?"

"Harry nerede Louis?"

"İngiltere'de."

Ramin düşünceli gözlerini karanlık odada gezdirdi. "İngiltere'de..." diye tekrar ederek Louis'ye baktı. "Neden orada Louis? Neden bu ülkede olmayan biriyle iletişimini hâlâ kesmedin?"

"Teyze, bunu biliyorsun, biz birbirimizi seviyoruz."

"Louis, böyle şey mi olur? Çocuk İngiltere'de diyorsun, ayrı ayrı ülkelerde yaşarken mi aşkınızı devam ettireceksiniz?"

Teyzesinin endişesini anladığında tebessüm ederek onun elini tuttu. "İş için İngiltere'ye dönmesi gerekti teyze. Aslında sürpriz yapmak istiyordum ama... Benim için elbette geri dönecek ve seninle, kuzenlerimle tanışacak. Sonra da senin izninle, beni İngiltere'ye, ailesiyle tanışmaya götürecek."

Ramin Teyze şaşkınca yeğenine bakıyordu. "Sahiden mi?"

Kadının şaşkın ve biraz da heyecanlı halinden memnuniyet duyarak gülümsedi. Elbette evlendirmeye bayılan biri olarak, Louis'nin bu durumuna da karşı çıkmazdı ama yine de sevinmişti. "Sahiden."

"E- e o hâlde ne zaman gelecek? Hazırlık yapmalıyız!"

"Sakin olun, kraliçem! İşi birkaç haftaya bitermiş, o zaman gelecek. Belli değil yani."

Ramin Teyze elinin üzerindeki Louis'nin elini pat patladı. "Jay'in bebeği, Mark'ın minik oğlu nasıl da büyümüş... Ben nasıl bırakırım seni şimdi..."

Kadının dolan gözlerine ve dediklerine dayanamayıp, teyzesinin boynuna sarılarak yumdu gözlerini. "Neden böyle söylüyorsun teyze? Yine geleceğim zaten, seni öylece bırakmam ki."

"Olsun. Her ne kadar annen kadar yakın davranamasam da, seni oğullarımdan hiç ayırmadım. Oğullarımla aynı apartmanda oturuyorum, sen ise başka ülkeye gideceğini söylüyorsun."

Louis ona sıkıca sarılmaya devam etti, geçmişte çok yakın davranamadığı için pişman olmasını istemediğinden,  ona yatıştırıcı şeyler fısıldadı. Ramin Teyze tam odadan çıkacakken, "Teyze?" diye seslendi.

"Efendim?"

"Şey... Bana yemek yapmayı öğretir misin?"

Ramin Teyze mutfağa kimseyi sokmaktan hoşlanmazdı, Louis de bu yönde hiç ilgili olmamıştı. Ama Ramin, utanan yeğeninin asıl arzusunu anladığında gülümsedi. İnsan biri için ilgisi olmayan bir şeyi yapmaya hazırsa, gerçekten seviyor demekti.

Gözlerini onaylarcasına kapatıp açtı. "Öğretirim," dedi ve Louis'nin gülüşüyle odadan ayrıldı.

Ertesi gün Louis, alarm sabah tam yedide çalmasına rağmen ancak 07.20'de uyanmayı başarmıştı. Rutin işlerini halledip, sakallarını özenle kısalttı. Tamamen kesmektense biraz uzun kalmasını seviyor ve kendisine bunun yakıştığını düşünüyordu.

Yazlık ve açık yeşil renginde keten kumaşlı bir gömlek giydi. Siyah kot pantolonu, beline bağladığı siyah kapüşonlu ve siyah spor ayakkabılarıyla işe gitmek için hazırdı. Teyzesi ve Niti için kahvaltılık malzemelerden küçük bir tepsi yapıp masaya bıraktı. Sonra da evden ayrıldı.

İşe geldiğinde Bay Sobti ve diğer çalışanlardan özlem dolu ve biraz da sitemli bir karşılama aldıktan sonra keyifle işinin başına geçti. Öğle arasına kadar üç kez sipariş götürdü, kimi zaman kirlenen yerleri süpürdü. Bay Sobti iş saatinse hiçbir çalışanının boş durmasını sevmezdi. Louis de ayak tabanları acıyana dek iş yapıyordu.

Öğle arasında Zayn'in geldiğini görünce ikili birbirine bakmış, Zayn trip yapar gibi kollarını kavuşturmuş ve etrafa bakınmıştı. Louis bir süre sonra genzinden çıkan gülüşe engel olamayınca, Zayn de dayanamayıp gülmeye başladı. Küslük fazla uzamadı. Birbirlerine sarılıp boş bir masaya geçtiler.

"Bir an hiç gelmeyeceksin sandım."

Harry'le geçirdiği zamanları hatırlayınca utangaç bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Biliyor musun, onunla kalmayı çok isterdim. Bu tatilin sonsuza dek sürmesini..."

"Ben istemezdim, seni çok özledim! Sen beni özlemedin mi ya? Unuttun beni resmen."

"Zayn, inan bana onunla o kadar huzurlu vakit geçirdim ki kimseyi düşünemedim. Teyzem beni aramasa onu bile unuturdum!"

Zayn somurtarak kaşığını eline aldı. "Sağ ol, içimi açtın. Şimdi seni gördüğüm için çok mutluyum!"

"Ya Zayn, yapma böyle lütfen! Onu çok seviyorum."

"O nerede o zaman?" diye çıkıştı.

"İşi için İngiltere'ye dönmek zorunda kaldı."

Kendi kendine güldü. "Yok işte, gitmiş. Kandırmış seni belli ki."

"Neden bu kadar olumsuz düşünüyorsun ya? Onunla gitmem seni niye bu kadar sinirlendirdi?"

"Burada yapayalnızım Lou. Beni yalnız bıraktın. Evet nefes almak istedin anlıyorum seni ama bana haber bile vermedin. Sen de benim nefesim gibiydin ve bu davranışın beni çok kırdı. On altı yıllık dostun bir haberi hak ediyordu bence."

Zayn'in kırıldığını anlayınca ağzına attığı lokma boğazına oturmuş gibi hissetti. Su yardımıyla onu yutup, "Özür dilerim," diye mırıldandı. "Ben... Kendimi fazla kaptırmıştım."

"Öfkemin nedeni bir tek bu da değil... Patronuma artık dayanamıyorum. Muhtemelen işten ayrılacağım."

"Ne? Zayn... Özür dilerim, ben- ben..."

Louis'nin dolu gözlerini görmek güç değildi. "Ya yapma böyle, ben üzülmüyorum ayrılacak olmaktan. Özür dileyip durmana gerek yok ki."

"Zayn ben sana," yutkundu. "Bir şey diyeceğim."

Kaşlarını çattı. "Nedir o?"

"Harry..." Bakışlarını indirdi. Dolu gözlerini kırpıştırsa da onları geri çevirmek güçtü. "Benim için geri gelecek. Sonra biz şeye gideceğiz..."

Zayn az çok tahmin etse de boğuk bir ses tonuyla, "Nereye?" diye sordu.

Zorlukla ona bakıp, "İngiltere'ye." diye mırıldandı.

Zayn işte o an sessizliğe gömüldü. Önündeki yemeğe öylece bakarken Louis onun bir şey dememesi üzerine özür dilememek için kendini zor tuttu. Suçlu değildi, sadece kendisine bu kadar değer veren bir arkadaşını arkasında bırakmak zorunda kalmak, kalbini kırmıştı.

Zayn uzun bir süre gibi gelen yarım dakika sonunda derin bit nefes aldı ve hafifçe başını salladı. "Bunu hiç düşünmemiştim."

"Ama yine bir ayağım burada tabii, her zama orada kalmayacağım, telefonla da görüşebiliriz!"

Zayn pek sevinmese de istemsizce gülümsedi. "Orası öyle... Sadece seni bırakmak, burada yalnız kalmak... Ama bencilce davranacak halim yok, sizin adınıza mutlu oldum."

"Zayn, özür di-"

"Louis, saçmalama. Bunda özür dileyecek bir şey yok ki. Birbirinizi sevdiyseniz, olması gereken de budur." Louis ona tereddütle baksa da, Zayn bu duruma daha çok güldü. "Ne yapsaydım, seni kendime mi alsaydım oğlum! Üzülüyorum gidecek olmana tabii ki, ama seni buraya da zımbalayamam."

Louis tereddütte kalsa da onunla birlikte gülümsedi. "Zayn, teşekkür ederim."

"Oof... Drama kraliçesi olmaktan vazgeç oğlum, kendini depresyona sokmakta ustasın, beni de peşinde götüreceksin ya."

"Tamam tamam." Hevesle yerinde kıpırdadı. "O zaman... Şu iş olayı ne olacak? Nasıl ayrılacaksın? Hadi iş bakalım şimdiden!"

Zayn umursamazca ağzına lokmasını sıkıştırıp, "Bukoruz." deyince, Louis ortaya konmuş üzümden bir tane alıp ona fırlattı.

Akşam vakti işten çıkar çıkmaz eve yürürken ne kadar yorgun olduğunu hissedebiliyordu. Giydiği hırkasının kollarını parmaklarına kadar çekip, ellerini ceplerine sıkıştırdı. Akşam olunca hava da serin olmuştu.

Evine yaklaştığında, önüne dikilen bedenle durup, gözlerini bir an için yumarak yeninden onları açtı. Başını kaldırdığında Dwijen'ın öfke dolu bakışlarını görmek, yorgunca nefesi üflemesine neden oldu.

"Ne var, Dwijen?"

"Seni haftalardır ne kadar beklediğimden haberin var mı?"

Omuz silkti. "Beklemeseydin o zaman."

Dwijen gözlerini devirdi. Louis'nin bu hareketlerine alışık olması bir yana, artık bundan sıkılmıştı. "Seni özlemiş olmamı düşünmüyorsun bile değil mi? Dur, sormam hata gerçi. Ama bil, seni çok özledim. Seni görememeyi, seninle tartışamamayı bile."

"Dwijen, gerçekten seninle uğraşacak hâlim yok, rahat bırak da gideyim."

Bunu umursamadan, "Neredeydin? Kiminle birlikteydin?" diye sordu.

"Okyanus tabanında, deniz kızlarıyla dans ediyordum, oldu mu?"

"Louis, bak, anlamıyorsun. Senin için içki içmekten bile vazgeçtim. Sen de şu inadı bırak da benimle normal konuş artık."

"Benim için değil de kendin için bıraksan? Çünkü seni biraz olsun tanıyorsam," Dwijen'ın kot ceketini hafifçe aralayınca, genç adamın kalp atışlarının hızını ve durmak üzere olan soluklarını anlamadan, diğer eliyle iç cebine yöneldi. Elini çektiğinde gümüş renkli bir viski matarası parmakları arasındaydı. ",asla boş durmazsın."

Dwijen bu hipnoz edici andan kurtulunca, gözlerini kırpıştırıp, Louis'nin eli arasındaki mataraya baktı. "Ver onu."

Umursamadan, uzattığı avucuna matarayı bıraktı ve tek kaşını kaldırdı. "İçki içmen senin tercihin, ama bağımlı derecesinde olunca ve iğrenç karakterinle birleşince gözün hiçbir şeyi görmüyor. O zaman da kaba bir lamaya dönüşüyorsun."

Louis'nin sırıtarak söylediklerine göz devirdi. Tam yanından gidecekken kolunu saran el, sıkıntılı bir nefes bırakıp ona dönmesine neden oldu. "Louis, ben senden vazgeçmeyeceğim."

Louis onunla yine inatlaşmak, sinirini bozmak istedi. Ama artık, tüm bu şeylerin hiçbir anlamı olmadığını anlamıştı. Ne kadar kendisinden uzaklaştırmak isterse istesin, yine geri gelecekti.

"Dwijen." Tamamen ona döndü. "Ben birine aşığım."

"Ne?"

"Duydun işte. Birine aşığım ve bu kişi sen değilsin."

"Ben seğil miyim?" diye fısıldadı. Dwijen olayı anlamak için bir müddet Louis'nin yüzünü inceleyerek, doğru söyleyip söylemediğini ölçmeye çalıştı. "O zaman kim?"

"Balkonumun altına gelip bana saçma bir şekilde evlilik teklifi ettiğin gün vardı ya? Yanımda birini görmüştün ve bana kendince hesap sormaya çalışmıştın. Ona aşığım ben. Bu süreçte hep onunlaydım ve onunla buradan gideceğim. Çok yakında."

"Peki ya daha düzgün bir şekilde teklif etseydim, beni kabul eder miydin?"

"Hayır," dedi hiç düşünmeden. Bollaşan elinden sıyrılıp bir adım geri çekildi.

"Seni bırakayım diye diyorsun." dedi kısık bir sesle. "Âşık değilsin."

"Hayır. Ona aşığım Dwijen ve bu asla değişmeyecek."

"Asla mı?"

"Asla."

Bir cevap beklemeden oradan ayrılıp hızla eve girdi. Ki Dwijen'ı biraz olsun tanıyorsa, son sözü söylemekten hoşlanan birine göre peşinden hiç gelmemesi onu şaşırtmıştı.

Ertesi akşam işten çıkıp eve döndüğünde, Dwijen'ı kaldırımda ayakta durmuş, elindeki sigarayı içerken gördü. Bir an için, dün akşam söyledikleri dolayısıyla bir şey yapmasından korkup endişe duyarak öylece kalakaldı. Fakat Dwijen onu bir müddet izledi, sigara izmaritini yere fırlattı.  Hemen ardından başını çevirdi ve en sonunda da tamamen bedenini çevirip oradan uzaklaştı.

Uzun zaman sonra olsa da, kimseyı zorla sevdiremeyeceğini anlamıştı.

- -

Son 2 bölüm.

Continue Reading

You'll Also Like

16.9K 1.4K 12
Alara canı sıkıldığını için bir numara sallar ve yazar ama bir sorun vardı. Salladığı numara seri katil olan barın kılıç atasoy'du...
1.3M 21.5K 34
Anonim: Her neyse bundan kimseye bahsetme. @Harry: Oyunun kurallarına uyduğun sürece neden bahsedeyim ki Anonim: Kurallara uymazsam tüm okula söylece...
723K 8.3K 34
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
105K 7.8K 33
Chanyeol YouTube videosu için Jongin ile gençlerin numaralarını istiyordu. ¦Boy×Boy¦