FİLE ARKASI

By mishelov

817K 80.1K 45.6K

☙ Dönem ödevi için aşk konulu çarpıcı bir köşe yazısı yazması gereken Deniz'e, bu yolculukta kendisine ilham... More

chapter 1: köşe yazısı
chapter 2: ünilig
chapter 3: rehber kız
chapter 4: iki ay
chapter 5: ilham
chapter 6: karşılıklı
chapter 7: gelişme
chapter 8: film gecesi
chapter 9: his karmaşası
chapter 11: parti
chapter 12: yeniden
chapter 13: batı han egeli
chapter 14: bilinmezlik
chapter 15: çaba
chapter 16: batı ve deniz sözü
chapter 17: kabulleniş
chapter 18: deplasman
chapter 19: çift kişilik hayaller
chapter 20: file arkası goller

chapter 10: arkadaş

41.5K 4.2K 1.9K
By mishelov

ig: deneyselhisler
tw: deneyselhisler

Taylor Swift, The Man

❝Son zamanların ayrılmaz ikilisi.❞

Pazartesinin antrenman raporunu Koç'a ancak salı günü mail atabilmiştim.

Haftaya aklım on karış havada başlamamın başlıca nedenini Batı Han Egeli'nin dengesiz hareketlerine bağlamak istiyordum çünkü içimde bir çığ gibi büyüyen his karmaşasını reddedip işime geldiği gibi suçu onun üzerine yıkmak çok daha basit geliyordu.

Tıpkı dün ondan kaçmam gibi.

Saçlarıma tutturduğum kalemi çekip aldıktan sonra salınık hâlinin çok daha güzel olduğunu söylediğinde, boynumdaki düdüğü can havliyle öttürüp, kesinlikle kulaklarının zarını zedeleyecek yükseklikteydi, yedek kulübesine nasıl kaçtığımı hatırlayamıyordum bile.

Pekâlâ. Ondan kaçtığımı kabul ediyordum. Eğer bir ilişkide olsaydım kesinlikle romantik olmayan tarafın ben olacağını da biliyordum. Fakat bir noktada bunu engelleyemiyordum çünkü daha önce kalem tutmamış birinden yazı yazmasını istemek kadar, bugüne dek hiçbir ilişkisi olmayan bir kızdan romantik olmasını beklemek bir bakıma aynı sonuca çıkıyordu.

Hiç ilişkim olmamıştı.

Ama buna rağmen ilk öpücüğümü altıncı sınıfta almıştım. O dönem hoşlandığım çocuğu süslü laflarımla kandırarak kızlar tuvaletine çekmemin ve sakızının ağzının kenarına yapıştığı bahanesini öne sürerek dudaklarına kapanmamın hiçbir mantıklı açıklaması yoktu belki de fakat henüz 11 yaşında olan bir kız çocuğunun zihninden doğru bir fikrin çıkması beklenebilir miydi ki?

Ki çok geçmeden bu acemi atağımın cezasını fazlasıyla pahalı ödemiştim.

Çocuğun öğle arasında yediği sucuklu tostun tadını kendi ağzımda hissetmemle birlikte onun suratına karşı öğürmüş, boğazıma kadar gelen safrayı son anına kadar tutarak onu tekmelerimle tuvaletteki temizlik kabininden kovmuştum. Sonrasında ise köşede duran bir vileda kovasının içine midemde ne var ne yoksa boşaltmış ve oradaki iğrenç kusmuğun bana ait olduğunu hiçbir zaman kimseye söylememiştim.

Sonuçta bir noktada hepimizin rezil anıları vardı.

Ve yüzümüzü buruşturmamıza neden olacak bu tür anılar zihnimize yerleşip dikkatimizi dağıtmak için her zaman en kritik noktaları kollarlardı. Dersler, sınavlar ya da cenazeler gibi...

Fakat artık dikkatimi dağıtan ve beni olduğum gerçeklikten çekip koparan şeyler mazide kalmış rezil anılarım değildi; 1.91 boyutlarında vücut bulmuş, esmer ve bedenindeki yağ oranına uyumlu şekilde fazlasıyla iddialı kaslara sahip olan Batı Han Egeli'nin ta kendisiydi.

Bu yüzden hayatım boyunca ilk kez bir derste çok kötü bir şey yapmıştım.

Profesörü dinlememiştim.

O saniyelerde zihnim sürekli batı kıyılarda dolandığı için, profesörün belki de en önemli kısımları anlattığı saatlerde ben bambaşka noktalara yelken açıp çantamın içinden deri ajandamı çıkarmış ve ona dair ayrıntıları aklımın içinde taze bir şekilde saklayabilmek için derse sırtımı çevirerek dönem ödevimdeki maddelere bakınmaya başlamıştım.

AŞKA DOĞRU 6 ADIM

1. Karşılıklı İletişim ve Birbirini Anlamak.

2. Parterimizle Yaptığımız Karşılıklı İltifattan Asla Çekinmemek.

3. Birlikte Geçirilen Zamanı Kaliteli Bir Aktiviteye Çevirmek.

İlk maddeleri halletmenin getirdiği rahatlık çoktan bedenime nüfuz etmiş olsa da son üç madde, ucu açık kaldığı için kendimi kolaylıkla salmamam gerektiğini bana hatırlatıyordu çünkü proje teslim tarihime altı hafta kalmıştı ve bugün benimle olan ilham, yarın olmayabiliyordu.

Bu yüzden en ufak anımı bile verimli değerlendirmeliydim.

Neyse ki bugün salıydı ve haftanın diğer dört günü olduğu gibi yine günlerden Batı Han Egeli'ydi.

Dördüncü maddeyi bugünkü buluşmamızda bulacağımdan emin bir şekilde dersten çıktığımda dün gece telefonda Batı'yla ayarladığımız mekâna gitmek üzere fakülteden ayrılmaya hazırlanmıştım ki, o noktada onun uzun bedenini Koç'un odasından çıkarken görmemle olduğum yerde duraksamam bir olmuştu.

Varlığı silik hislerim yüzünden her ne kadar ondan kaçmayı kendime hedef belirlemiş olsam bile, odadan çıkarken eğik olan başı ve metrelerce öteden bile seçilebilecek kadar asık olan suratı istemsizce olduğum yerde kalmama ve içimde tuhaf bir kıyamama duygusunun oluşmasına neden olmuştu.

Bu yüzden kafamın içinde durmadan bağırıp duran ve bana nefes bile aldırmayan o zehirli düşüncelere sert bir kepenk gererek ortadan kalkmalarını sağlamış; sonrasını düşünmeden ona doğru bir hamle yapmıştım.

Sırtı bana dönük olduğu için hemen arkasından yürüdüğümü bilmiyordu ancak ben onun dikkat çekici endamını ve altındaki sporcu şortu ile branşına ters bir şekilde üzerine geçirdiği basketbolcu hoodie'sini net bir şekilde görebiliyordum.

Bir süre daha sessizce izinden gitsem de koridoru döneceği vakit atağımı yaptım ve yavaşladığı gibi parmak uçlarımda yükselerek, boynunun arkasından uzanabildiğim kadarıyla gözlerini kapadım.

Yaptığım ani manevrayla birlikte tıpkı benim gibi duraksadı ve bu da bedenimin onunkine toslamasına neden oldu. Bunu umursamıyordum. Hatta o noktada bir tık komik çarpıştığımız için dudaklarımdan kaçan ufak bir kıkırdamayı da durduramamıştım.

Bu sebeple ben olduğumu anlaması da uzun sürmemişti.

"Deniz?" Ellerim hâlâ sıkı sıkıya gözlerini kapatırken, omzuna astığı sporcu çantasının ipleriyle oynamayı kesti ve kendi kemikli parmaklarını kaldırarak sıcak avucunu benimkilerin üzerine kapadı.

Elleri öyle devasaydı ki, benim gibi 1.65 boylarındaki kısa bir kızın sahip olduğu fiziksel orandan çok daha yüksek bir noktadaydı ve bu yüzden aramızdaki belirgin fark absürttü. Böylece parmaklarımın onun parmakları arasında kaybolması da kaçınılmaz olmuştu.

Herhangi bir cevap vermeden gülmeye devam ettiğimi duyduğunda, orada dikilmeye son vererek sıkıca tuttuğu ellerimi gözlerinden çekti ve usulca bana döndü. "Deniz?" diye seslendi bir kez daha. Asık suratı ufak bir parıltıyla aydınlanmıştı. "Nereden çıktın sen?"

Dirseğimle hafifçe dirseğini dürttüğümde, "Bak sen şu kaderin nazlı cilvesine, Egeli." diye takıldım ona. Yanındayken gerçek bir arkadaş gibi hissetmenin verdiği rahatlığın tarifi yoktu. "Yine karşılaştık."

Onu dürtükleyip durmam huylanmasına neden olmuş olacak ki, bileğimi kaptığı gibi hareket alanımı kısıtlamak amacıyla kendi avuçları içine hapsetti ve, "Senden hiç kurtulamayacağım, değil mi?" diye sordu. Başını iki yana salladığı sırada amacıma ulaşmanın mutluluğunu yaşıyordum çünkü o noktada dudakları yukarı kıvrılmış ve yanağındaki belirgin çukurlar açığa çıkmıştı.

Gamzelerinde dolanan bakışlarım usulca gözlerine kaydığında, "Hiç." diye yanıtladım onu kısık bir sesle.

O an için yalnızca onun sorularına ayak uyduruyordum, hissettiklerimi ya da istediklerimi konuşup konuşmadığımı bilmiyordum.

Etrafa yayılan tuhaf sessizlikte bir süre öylece suratımı izlese de, sonrasında aramızdaki teması keserek tamamen bana döndü ve omzundan kayan sporcu çantasını düzeltirken, "Ben de tam buluşacağımız mekâna geçiyordum." diye mırıldandı.

"Öyle mi?" diye sordum havalanan kaşlarımla birlikte. Aynı zamanda koluna asılmak için yeni bir hamlede bulunmuştum. "O zaman acele et de beraber geçelim. Metro gelmek üzere."

Ufak bir cıklamayla, "Bırak şimdi metroyu." diye karşılık verdiğinde, koluma asılan o olmuştu ve beni hafif bir oyuncakmışım gibi peşinde sürüklemeye başladığında duraksamadan devam etmişti. "Benim arabamla gideriz."

Bir anlığına bu gerçeği tamamen unutmuştum.

Beni kendisiyle birlikte fakülteden çıkarmasına müsaade ederken etraftaki gözlerin üzerimize çevrildiğini biliyordum ancak umursamıyordum. O da umursamıyordu. Çünkü kolumdaki elini bileğime indirip gülerek bana döndüğünde hâlinden gayet memnundu.

"Önce bir şeyler mi yesek?" diye sordu düzelen ve çıkan sesiyle.

O nokta, onun gerçekten benim arkadaşım olduğunu hissettiğim noktaydı.

Etraftaki kalabalığın varlığı zihnimden silinirken ona aynı şekilde karşılık verdim ve gözlerimi kıstığımda, "Tavuklu salata?" diye sordum.

Sevip sevmediğini bilmiyordum ancak bir saniye sonra bana ayak uydurarak, "Köri de olacak mı?" diye devam ettiğinde, dudaklarımdaki heyecanlı tebessümün tüm yüzüme yayıldığını hissettim.

"Kesinlikle."

"Batı," diye homurdandım gözlerimi devirerek. "Körili tavuk değil, tavuklu köri oldu seninki. Resmen sos içinde yüzüyor."

"Sen de dene." diye karşılık verirken soslardan birini önüme itmek için beklememişti.

"Hardal?" dedim elime aldığım şişenin kapağındaki yazıyı okuduğumda. "Hayatta yemem."

Göz devirme sırası ona geçerken, "Çok sıkıcı bir insansın." diye mırıldandı yemeğinden bir çatal alarak. Alay ettiğini bildiğim için onu ciddiye almadım. Gerçi alay etmese bile ciddiye almazdım, insanların hakkımdaki fikirlerini umursamayı çok önceden bırakmıştım. Konuşup geçiyorlardı çünkü. Günün sonunda susan onlar oluyordu. Zihnimin içinde yaşattığım ve bana ait olan şeyler, onların anlamsız düşüncelerinin aksine sonsuza dek benimle kalıyordu.

"Son derece renkli ve çok yönlü bir kişiyim." diye mırıldandım saçımdaki bandanayı düzeltirken. "Sıkıcı olan sensin."

"Sebep?"

"Hayatın fazla monoton?" diye tuhaf bir teori öne sürdüm. "Yaptığın şeyler sıkıcı ve klasik. Uyan. Okula gel. Derse gir. Antrenmana git. Tesise dön. Bu düzen sıkıcı değil mi?"

"Değil," dedi çabucak. Bana bakmıyordu ancak öyle bir tonda konuşuyordu ki, göz teması kursak bile bu denli ürpermeyeceğimi hissediyordum. "Son zamanlarda değil."

"Nasıl?"

Yemeğine diktiği bakışlarını bana çevirdiğinde, "Sen ne yapıyorsun?" diye bir soru yöneltti. Sesinde meraklı bir tını vardı. "Benim hayatım monoton, tamam. Ama seninki de çok programlı."

Heyecanla öne atılarak, "Ben mi?" diye sordum. Kendimden bahsetmeye bayılıyordum. "Uyanıyorum. Duşa giriyorum. Kahvaltı ediyorum. Kedileri besliyorum. Okul rutini bittikten sonra haftada üç gün şehir kütüphanesine uğruyorum. Cumartesileri bağışta bulunduğum ve mama götürdüğüm dernekler oluyor. Bazen sahile iniyorum. Atariye gidiyorum. Pazar günümü zaten kendime ayırıyorum, biliyorsun..."

Yine dilimi tutamıyordum.

Fakat yemeğiyle ilgilenmeyi bırakıp gözlerindeki merak parıltılarıyla beni dinlemeye başlamasını en az onun kadar ben de beklemiyordum. İki kolunu masaya yaslayıp kısık gözlerle beni izlerken, "Biliyorum." diye mırıldandı saniyeler sonra. "Öğreniyorum. Yavaş yavaş..."

Söyledikleri vücudumda anlık bir tepkime yarattığında, "Burcun ne?" diye bir soru yönelttim birden.

"20 Ocak'ta doğdum. Oğlak galiba."

"Galiba?" diyerek tekrarladım. "Burçlarla ilgilenmez misin?"

"Hayır." Yeniden yemeğine döndüğünde bu sefer okları benim üzerime çevirmişti. "Seninki ne?"

"Burcum Terazi. Yükselenim Başak ve 3 Ekim'de doğdum."

Bir anlığına evlilik programındaymışım ve kendimi paravan arkasındaki partnerime tanıtıyormuşum gibi hissettim. Normal zamanda utanarak köşeme çekilirdim ancak karşımdaki kişi Batı Han Egeli olunca tuhaf bir şekilde kendimi bu kalıplardan uzakta görüyordum. Rahat hissediyordum. Hiç olmadığım kadar.

"Aradaki fark ne?"

Sorusuyla birlikte gözlerimi devirerek güldüm. Ata da onun gibiydi. Bunu cinsiyet kalıplarına sokmak istemiyordum ancak bu zamana dek burçlarla yeteri kadar ilgilenen bir erkeğe hiç rastlamamıştım. Bu yüzden tepkisini normal karşıladım ve, "Herhangi bir fark işte." diye kestirip atıp, konuyu değiştirmek için ona baktım. "Benim salatamdan ister misin? Ekstra mısır ve kaju ezmesi var."

Başını sallayarak onayladığında, tiksineceği ya da iğreneceği ihtimalini düşünmeden çatalımı salataya batırıp ona uzattım. En başında kendi çatalını uzatmasını beklemeliydim ama o kadar sabırsız ve heyecanlıydım ki, yemeğim hakkındaki fikirlerini delicesine merak ettiğim için her zamanki gibi fevri davranmıştım.

Fakat beni şaşırtan atak bu sefer ondan gelmişti.

Hamlem onun için herhangi bir sorun teşkil etmiyormuş gibi uzattığım çataldaki tavuğu ağzına aldığında, hafifçe aralanan dudaklarımla birlikte öylece suratına bakakaldım.

Kalbimin ritminin hızlanmasını ise asla anlayamamıştım.

O ağzındaki tavuğu çiğnemeye başladığı vakit masamın üzerindeki telefonumdan art arda bildirimler yükselmeye başlamıştı ancak bakışlarımı karşımdaki bedenden alamadığım için o noktaya göz ucuyla bile bakamamıştım.

Saniyeler sonra, "Eh," dedi belli belirsiz. Benim aksime o ayrıntı onun için ufak bir şeyi temsil ediyor olmalıydı. Belki de bu yüzden takılmamıştı. "Yerim. Ama çok aramam."

"Onlar da ölüyordu ya zaten Egeli bizi arasın diye."

Cevabım karşısında kısık sesle güldükten sonra yeniden yemeğine gömüldü. Ben ise tıpkı onunki gibi yüzüme yerleşmesine asla engel olamadığım ufak bir tebessümle telefonuma uzandım. Bildirimlerin kaynağını merak ediyordum.

Fakat saniyeler sonra kilidi açtığımda ve paneli kaydırıp ne olduğuna baktığımda, şaşkınlığımı engelleyememiştim.

Naz Atalay sosyal medya hesabımı takip etmişti ve onun altına da satırlarca mesaj dizmişti.

Batı'nın bakışları üzerimde gezinirken, hafifçe çatılan kaşlarımla birlikte onun hesabına tıkladım ve takibine geri dönüş yaptıktan sonra sohbet kutusunu açtım.

Naz: Perşembe akşamı parti var! (16.51)

Ne?

Naz: Sırf seni davet edebilmek için Instagram hesabını NE KADAR aradığımdan haberin var mı? (16.51)

Naz: Basketbol takımının düzenlediğini söylersem seni ikna edebilirim bence. (16.52)

Naz: İtiraz kabul etmiyorum. (16.52)

Naz: Bolca fıçımız ve biramız var. Sadece kendini getirsen yeter. (16.52)

Naz: Ha bir de Egeli'yi. (16.52)

O noktada bakışlarım usulca Batı'ya kaydı.

Naz: Malum, son zamanların ayrılmaz ikilisisiniz. ;) (16.52)

Naz: Kaçtım! Byeee! (16.53)

Hayır.

Bir partiye davet edilmekten çok daha kötü bir şey varsa eğer, o da okulun altın kızı tarafından bir partiye davet edilmekti.

Benim gibi kızlar, oraya ait olmamalarına rağmen parti ortamlarının aranan masum yüzleriydi.

Ve o gecelerin sonu hiçbir zaman iyi bitmezdi. Finali en başından belliydi.

Continue Reading

You'll Also Like

979K 33.3K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
134K 14.1K 68
Bölümler yeniden yazılıp DÜZENLENECEKTİR. . . . Hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir kişiden, hiç beklemediği bir gizem.. Herşey Aysima...
1K 420 5
aşık olan kız kendini platonik sanar ama oğlan da kızı seviyordur ve söylemiyordur.
7.4K 421 3
Kitap okumayı çok seven ve kendisine hediye edilen gizemli kitabı okumaya başlayan Arya gözlerini açtığında kendisini bambaşka bir dünyada herkesin n...