Ela Göz onaylarcasına başını salladı, cevabımın onu tatmin edip etmediğini anlamak mümkün değildi, ama sonunda "Konuştuğunuz için teşekkürler," gibisinden bir şeyler mırıldanıp yanımdan ayrıldı, Siyah Bıyık da onun peşinden gitti.

Bahçedeki çınar ağacının dibine oturdum, burnumun içine dolan kül ve yanık kokusu, hissettiklerimle birleşince sadece alev renginden ve sivri kayalıklardan oluşan bir cehennem modeline düştüğümü hissettiriyordu. Fakat artık siyah ve gri renklerinden oluşan evimin bahçesinde yanımda duran bir tek bu ağaç vardı; zira kimse benle ilgilenmiyor, bir kelime bile etmiyordu.

Alnımın üzerinde büyük harflerle yazan "SUÇLU" damgası, çevremdeki herkesin ben hariç her türlü şeyle ilgilenmesine yol açmıştı; üç dakika önce bana destek olmaya çalışan komşular, yaptığım zannettikleri şeyleri öğrendikten kısa süre sonra bana ters ters bakmaya başlamış, adımlarını geriye çevirmişlerdi. Kardeşim Enver bile yangının benim çıkardığıma ikna olmuş, bana artık 'ateş bükücü' gözüyle davranmaya yönelmişti fakat bu, hayranlık yüklü sevgi bakışları veya hareketlerinden oluşmuyordu. Daha çok, sarayındaki bir şeyleri aşıran sakar bir soytarıya bakıyor gibiydi; hem kibir ve alaycılık yüklü hem de kaybettikleri yüzünden öfkeli. 

Muhtemelen hiçbir şekilde rastlamayacağım Doğu adındaki daima neşeli kızla tanışıp kolumu bandajladıktan sonra yolu zor da olsa bulabilmiş ve artık şekli olmayan evime dönmüştüm. Bahçede beni bekleyen görevliler koluma dikiş atmıştı, halen o kolumu kıpırdatınca acıyordu, bu nedenle sağlam elimle cebimdeki kâğıtları çıkardım. 

Eşyalarımı, eşyalarımızı kurtaramamış olabilirdim fakat cebimde duran kâğıtlar, bir şekilde avucumun içerisinde duruyordu. Ancak kâğıtlar o kadar buruşmuştu ki artık okunmayacak hale gelmişti. Kurşun kalemle yazılmış olan kelimeleri neredeyse hiç anlayamıyordum fakat etrafımdakileri önemsemeden dikkatimi toplarsam anlayabileceğime inanarak okumaya başladım.

"Kimsenin beni sevmemesi normal bir durum mu? Bana yapmacık gülümsemeler göndermeleri kabul edilebilir mi?" yazıyordu yarısını ancak kopartabildiğim birinci sayfanın sonunda. Arka sayfayı çevirdim, ne yazık ki onun sonunda sadece bir cümle vardı: "Hayattan, nefes almaktan, bu dünyada gereksiz yere yer kaplamaktan nefret ediyorum."

Başka bir yaprağa geçtim. Yarısını koparabildiğim bu yaprakta artık silik görünen kurşun kalem topluluğundan başka bir şey yoktu, sayfadan bir şey anlamadığımdan arkasını çevirdim.

Arka sayfada, "Antarktika kıtasının ortasında, hiç olmayan ve belki de hiç var olmayacak bir bitki gibiyim. Köklerim yok, olduğum yere bağlanamıyorum. Geçen her saniye boyunca gitmek istiyorum. Vücudum, yapraklarım... Hiçbir şey yok. Dallarım olsaydı belki de tutunabilecek biri de bulurdum. Dertlerimi anlatabileceğim, sığınabileceğim biri..." yazıyordu. Aradaki birkaç cümleyi okuyamıyordum, silinmiş gibilerdi. Ama sonra sayfanın en altında yazan kelimeleri fark ettim: "Her zaman noksanım çünkü daha önce hiç var olmadım, olmayacağım. Daima orada noksan olarak kalacağım."

Elimdeki kâğıtların sonuna gelmiştim; daha fazla okuyacak bir şey kalmamıştı. Buna rağmen derin bir rahatsızlığın içerisine düşmüştüm; hiç tanımadığım birinin özeline girmiş, düşüncelerinin vuruculuğu karşısında kalakalmıştım. Çünkü benziyordu hisleri benim duyumsadığım hislere; ait olmadığını, yabancı kaldığını ve dünyadan soyutladığını özümsüyordu o da.

Tıpkı okuduğum sözlerin sahibi gibi ben de noksandım; kendi ördüğüm düşüncelerim arasından görüyordum dünyayı ve belki de nefret ediyordum kendimden, yaşadığım şehirden. Ancak Belen Erberk'ten, bütün bu sözlerin sahibinden farklı olarak ben, çınar ağacının geniz yakan kokusunun altında otururken gerçekliğin tam ortasında bulunuyordum; elimdeki kâğıtlar geçmişten koparılmış iki üç derin çizikti ve kimse, ama kimse beni buradan, bu somut noktadan kurtaramazdı.

NOKSAN | ✓जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें