Kirli sakalı düzgün kesilmiş, küçük yuvarlak, güzel bir buruna sahipti. Ağzı o kadar küçüktü ki, sakallarının arasından belli bile olmuyordu. Fakat zümrüt yeşil gözleri, ben buradayım dercesine parlıyordu.

Adamın yüzüne diktiğim gözlerimi evin içinde dolandırmaya başladığımda salon olduğunu tahmin ettiğim odadaki devasa camdan gökyüzünü gördüm. Gökyüzündeki ton bana huzur vermişti, dışarıdayken Aras yüzünden dikkat edemediğim gökyüzü, şimdi tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. Hava kararmaya yüz tutmuştu ve yıldızlar hafif hafif kendini belli etmeye başlamıştı.

Gökyüzüne diktiğim gözlerim, bana huzuru aşılarken omuzlarımda hissettiğim rahatsız edici bakışlarla arkama döndüm. Gözlerim, kapıyı açan adamın parlak yeşil gözleriyle buluştuğunda bedenimdeki tüm tüylerin huzursuzlukla ürperdiğini hissettim. Bu ürperti ve huzursuzlukla merdivenlere doğru ilerlemeye başlamıştım ki, ben daha üç adım atamadan adamın eli kolumu kavramış ve beni olduğum yere sabitlemişti.

Kolumu sıktığında, dün akşamki kafes macerasından kalan acı, kolumdan süzülerek ense köküme kadar yükseldi ve yüzüm buruşurken dudaklarımdan acı dolu bir inleme kaçtı. Bunun üzerine adam kolumu sıkan elini hafifçe gevşeterek, "Mete Bey, sadece Aras Bey'i çağırmıştı, çıkamazsınız," dedi dişlerinin arasından.

Aradan saniyeler geçmeden, "Çek o elini kızın kolundan!" diyen Aras'ın silueti merdivenlerde belirdi. Sesindeki öfke havada oksijen niyetine solunabilecek hale gelmişti. Adam, Aras'ın gelmesi ile elini çekmiş ben de bir adım geriye çekilmiştim. Öfkesinden alev alev parlayan siyah gözleri evin içindeki ışıklandırmayla koyudan da koyu bir kahverengiye dönüşmüştü. Merdivenleri saniyeler içinde inmiş ve sağ yumruğunu adamın yüzüne geçirmişti. Şaşkınlıkla birkaç adım daha gerilediğimde gözleri bana kaydı ve başını iki yana salladı.

Gözlerim yerde yatan ve burnunu tutan parlak yeşil gözlü adama kaydı. Burnundan oluk oluk akan kan çenesinden boynuna oradan da beyaz gömleğinde kırmızı bir leke şeklinde yayılıyordu. Yeşil gözleri öfkeyle kısılmış ve incecik dudakları sinirle gerilmişti.

Aras biraz önce adamın bıraktığı kolumu sıkıca kavrayarak beni sürüklemeye başladığında gözüm yerde yatan adama takılı kalmıştı, bu sefer kolumun acısını değil de yerde yatan adamın öfkesini tüm bedenimde hissediyordum. Yeşil gözlü adamla gözlerimiz kesiştiğinde öfkeyle parlayan yeşil gözleri ben dışarıya çıkana kadar benden ayrılmamıştı. Derin bir nefes alıp Aras'a döndüğümde, durmuştu ve burun buruna gelmiştik.

"Kimsenin sana dokunmasına izin vermemeni söylemiştim," dediğinde kelimeleri oldukça net ve sesi sertti. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Kolumu sıkan elinden kurtulmak istercesine kolumu salladım fakat o kadar sıkı tutuyordu ki elinden kurtulmak imkânsız gibiydi.

"Kolumu bırakır mısın?" diye öfkeyle mırıldandığımda kolumu geriye iterek bıraktı. Ani hareketiyle dengemi kaybetsem de birkaç geri adımda hemen toparlamıştım. Öfkeli bakışlarımı yüzüne dikerek öylece durdum. Bir süre yüzüne baktıktan sonra gözlerimi kaçırarak etrafı incelemeye başladım.

"Neredeyiz?" diye sorduğumda ağaçlık alanı izliyor lacivertimsi bir tonda huzur veren gökyüzüne kısa bakışlar atıyordum. Cevap vermediğinde ona baktım ve "Bu öfkeni hak edecek ne yaptım?" diye sordum. Siyah gözlerindeki parıltılar koyulaşırken dudağının bir tarafı hafifçe yukarı kıvrıldı ve "Bu benim en sakin halim. Bence sakin halimi hak edecek ne yaptığını düşünmelisin," dedi.

"Bu sakin halinse..." diye ağzımda geveledim ardından bana bakışlarını umursamadan geldiğimiz yolu yürümeye başladım. Tek tük arabaların geçtiği yola çıkmama birkaç adım kala arkamdan yükselen motor sesiyle olduğum yerde dona kalmıştım. Tekerin, toprak zeminde çıkarttığı sürtünme ve motorundan yükselen o ciyaklama sesi zihnimdeki tozlu anılara rüzgâr misali eserken gözlerim anın şaşkınlığıyla irileşmişti, kalp ritmim değişmiş ve teklemeye başlamıştı.

YERALTIWhere stories live. Discover now