Bölüm 2: KARANLIK

71.9K 2.7K 215
                                    

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz! 


***


Bölüm 2: KARANLIK

Gözlerimi araladığımda fark ettiğim ilk şey, polisiye film ve dizilerdeki müebbet hapis yiyenlerin atıldığı hücrelere benzer bir yerde olduğumdu. Duvarlar eskimiş tuğlalarla örülmüştü ve karşımda tavandan yere kadar uzanan kalın demir parmaklıklar vardı. Ayak bileklerimde ise arkamdaki duvara bağlı olan uzun zincirli kelepçeler vardı. Hafifçe yutkunarak sırtımı düzgünce duvara yasladım ve bacaklarımı kendime çekerek kollarımı bacaklarımın etrafına doladım.

Başımı geriye doğru yasladığım sırada boynumda hissettiğim keskin acıyla hafifçe inledim, sesim bulunduğum yerde yankılanıp bana döndüğünde kendime küfürler ediyordum. Saniyeler sonra ayak sesleri yükselmeye başladığında bu sefer sesli bir şekilde, "Kahretsin," diye mırıldandım. Kendimi koruyabileceğim bir şey bulmak adına bulunduğum yeri gözümle taradım ve büyük bir hiçlikle sırtımı yasladığım duvara biraz daha sindim.

"Deniz?" adımın dile gelmesiyle başımı kaldırmıştım. Boş bakışlarım, kalın demir parmaklıkların karşısında beliren babamı görmemle birlikte hiddetle yerden kalkmama neden olmuştu.

"Sen!" diye kükrercesine bağırdığımda parmaklıklara uzanmaya çalışıyordum fakat bileğimdeki kelepçeler duvardan birkaç küçük adım haricinde uzaklaşmama izin vermiyordu.

"Senden nefret ediyorum baba!" diye bağırırken, gözlerinin içine nefretle bakmıştım. Babam hafifçe yutkunarak geriye doğru bir adım attı. İnce dudaklarını birkaç defa araladıktan sonra dişlerini birbirine bastırdı ve birkaç saniye boyunca beni izledi.

"Ne o? Halime acıyor musun?" dediğimde, tekrar parmaklıklara yaklaşarak parmaklıkları sıkıca tuttu ve güçsüz çıkan sesiyle mırıldandı: "Yanlış bir şey yaptığımı biliyorum. Aynı hataya tekrar düşüyorum ama kardeşin için yapıyorum Deniz. Lütfen beni anla..."

Kelimeleri zihnimdeki kötü anıları tetiklerken kalbimdeki baskıyı hissediyordum. Sevdiği bir insan için, yine sevdiği bir insandan vazgeçiyordu. Gözlerimi kısarak, "Ulaş için mi?" diye sordum, buz gibi çıkan sesimle. "Sen kimi kandırıyorsun?"

"Kızım, dinle lütfen..." diye mırıldanmaya başladığında bağırarak sözünü kestim: "Bana kızım mızım deme! Sakın..."

Sesim gittikçe kısılırken, "Sen beni altı yıl önce kaybettin," diye fısıldadım. Babam başını iki yana sallarken, "Deniz," diye soludu. Yorgunca gözlerime bakmıştı. "Lütfen baba..." dedim o kelimeyi kullanmak içimden gelmese de ve devam ettim: "Lütfen Ulaş'ı da kaybetme, çünkü ona bir şey olursa Azrail gelse beni burada tutamaz."

Son cümlem havada zehirli bir duman gibi süzülürken babamın gözleri gözlerime kilitlendi, tam bir şey söylemek üzereydi ki arkasındaki demir kapı açıldı ve o, içeriye girdi.

"Azrail gelse bile, tutamaz mı?" diye sorduğunda sesindeki alaycılığı, yüzündeki o pişkin ifadeyi görebiliyordum. Gözlerim yeniden gözlerine takılıp kaldığında onun hakkında duyduklarım zihnimden bir sel gibi geçip, kayalıklara çarparak yankılandı. Aras Soykan'ın siyah gözleri...

Herkes onun gözleri hakkında efsaneler üretirdi, bir sürü saçma sapan şeyler uydururdu. Oysaki onun gözleri dipsiz bir kuyu misali karşısındakini içine çekse de, güzeldi. Karşısındakini ölüme davet ettiğinde, reddetmesine olanak tanımayacak kadar güzeldi. Yine de, güzel bir şeylere sahip olması içinde güzelliğe dair bir iz bırakmamıştı bu genç adamın.

YERALTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin