"Sana ne?"

Eli çenesinin altını kaşırken kafasını sol omzuna doğru yatırdı. Yeşil gözlerinin beyazında belirginleşen kızıl damarlar parlarken tek gözünü kırptı. "Odana mı gideceksin yoksa kalıp izlemeye devam mı edeceksin?"

"Ne münasebet!"

Birden çöken omzumu dikleştirip onlara sırtımı döndüm ve geldiğim yere gerisin geri yürümeye başladım. Arkamdan alayla güldüğünü işitsem de aldırış etmedim.

Odaya girer girmez kapıyı kapattım ve sakin kalmaya çalıştım. Yanaklarımın buğday tenime inat edercesine kızardığına emindim. Kendimi dizginlemeye çalışarak küçük odanın içinde git gel yapmaya başladığımda birden kapı açıldı.

Kaşlarım anında çatılırken içeri giren Çakır'a öfkeyle baktım.

"Kapı çalma adetin yok mu senin? Giyiniyor olabilirdim! İstediğin gibi girip çıkamazsın."

"Biraz önce beni dikizlerken de bu yargı kuramını göz önünde bulundursaydın bir ihtimal dediğini yapardım." Duraksadı. "Siktir ya. Yalan yok, yine de kapını çalmazdım."

"Niye? Yabani misin sen?"

"Hmm," dedi rahatça kafasını sallayarak. "Yabaniyim. Dikkat et yem olma bu vahşi kaplana." İrkildiğimi anlayınca sırıttı. "Hırr."

"Terbiyesiz," dedim inanamazca. "Gerçekten öylesin."

"Asıl terbiyesiz olan sensin," dedi sırtını kapıya yaslayıp ellerini ceplerine yerleştirerek. "Bizi dikizlediğin için arkadaşımı rahatsız ettin. Çıktı gitti kız."

"Arkadaşın?"

Bir an yüzü ekşiyecek gibi oldu. "Aynen öyle."

"Arkadaşının adını neydi pardon?"

"Sinem." Kaşları çatıldı. "Suna da olabilir." Dili yanağının iç kısmında gezindi. "Belki de Aybüke ama konumuz bu değil."

Ona kafamı iki yana sallayarak bakarken dişlerimi sıktım. "Ben burada seninle kalıyorken düşüncesizce eve kız atan sensin. Aynı zamanda beni suçlayıp fırça atan da sen oluyorsun."

Çakır ciddileşti birden. Yüz hatları yine eskisi gibi sert halini aldığında sırtını yasladığı kapı yüzeyinden çekip doğruldu.

"Çok da yabancı değilsindir gördüklerine Ferimah," dedi dili uyuşuk ama baskın bir şekilde adımı telaffuz ederken. "Ünal denen şerefsizle aynı evde kalmışsın sonuçta."

Gözlerinin yeşili altında açık kalmış bir ocak vardı ve zehir yeşilleri fokur fokur kaynıyordu. O zehri diline yayıp bana okunu fırlattığında nabzımın yavaşladığını hissettim. Bu konu hakkında ikinci kez beni itham ediyordu. Bilmeden dili bana uzanıyordu.

Kimse beni dinlemiyor, kimse beni anlamıyordu.

"Bunu sorgulamak haddin bile değil," dedim sert bir fısıltıyla. İnkâr edebilirdim ama etmedim. Neden kendimi ispat etmek zorunda olsaydım ki? Onu asla ama asla ilgilendirmezdi. "Seni ilgilendirmez."

DEHARİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin