9. Bölüm| Kan Rengi Perdeler

Start from the beginning
                                    

Bir süre telefonun açılmasını bekledim ve üçüncü çalışta Batuhan'ın endişeli sesi kulaklarıma doldu. "Cemre! İyi misin? Emre'yi bulabildin mi?"

"Evet buldum, iyi. Hala burada. Bunun için Rüzgar'ı göndermene gerek yoktu."

"Bunun için göndermedim. Sana bir şey söylemesi gerekiyordu, hala söylemedi mi?" Sesinde bir kızgınlık sezmiştim. Başımı kaldırıp ona baktım, o ise bir yere arkamda bir yere bakıyordu. Nereye baktığını görmek için arkamı döndüm, Ala'nın mavileri üzerimdeydi. Lobinin girişinde saçlarını at kuyruğu toplamış kahverengi saçlı bir kadınla konuşuyordu. Kadının üzerindeki gömlek ve etek resmiyet diye bağırıyordu, otelin sorumlularından biri olmalıydı. Ala ise gömleğinden ve kemerinden kurtulmuş, onların yerine düz beyaz bir tişört ve sade deri bir kemer tercih etmişti.

"Hayır, bana hiçbir şey söylemedi. Buraya neden geldiğini bilmiyorum."

"İyi olmana sevindim, kardeşinin de öyle. Annen burada, telefonunun camdan düştüğünü söyledim kendisine. Rahatsızlanıp eve gittiğini de öyle... Seninle konuşmak istiyor." Bir şey söylememe fırsat vermeden annem telefonu Batu'dan almıştı bile. Onun neden okula geldiğini anlamaya çalışıyordum fakat hafızam bana elle tutulur hiçbir şey vermiyordu. Önüme döndüğümden beri Rüzgar'ın yüzü ile zemin arasında mekik dokuyordum.

"Emre nerede?"

"Merhaba anne." dedim sesimin kırgın çıkmasına engel olamayarak. "Otelde kaldı dün gece bir arkadaşıyla birlikte."

"Telefonlarımı açmamakta ısrarcısınız."

"Anne telefonum kırıldı." Derin bir nefes alırken parmaklarımı saçlarımın içinden geçirdim. Rüzgar'ın bakışları kısa bir süreliğine Ala'dan ayrılıp beni buldu ve dudağının kenarıyla gülümsedi. İfadesine gözlerimi devirip oturduğum koltuktan kalktım. "Emre iyi merak etme. Yakın zamanda ona ulaşırsın." Telefonu kapatıp Rüzgar'a uzattım. "Git artık."

"Neden?" diye sordu gülümsemesini genişleterek. "Bizim için bir oda ayırtmamdan mı korkuyorsun?"

"Onu istesen de yapamazsın." Sesim hiç olmadığı kadar sertti. Yüzüne baktığım zaman gördüğüm tüm güzel şeyleri gittikçe kızıla boyuyordu. Beni öpüyordu ve tenime izler bırakıp Gece'ye gidiyordu. Sonra tekrar beni öpüp, yeniden o kıza gidiyordu. Aramızda bir şey olması imkansızdı fakat inkar edemediğim bir çekim vardı. Ona çekiliyordum ve bu karşılıksız değildi. Onu tanımak istiyordum, gözlerine baktığımda hakkında bilgi sahibi olamadığım bu oğlanı tanımak istiyordum ama aramıza astığı perdeler kan rengindeydi. O perdeleri her açtığımda güneşin sıcak yüzü değil karanlığın kimliksiz soğukluğu karşılıyordu beni. Görmek istediğim Rüzgarla gerçek Rüzgar çok farklıydı.

"Buraya geliyor." dedi başıyla arkamı işaret ederek. Ala'dan bahsettiğini biliyordum ve şu an bu konuşmanın üzerine ikisinin karşı karşıya gelmesi istediğim son şey bile değildi. "Tanışalım bakalım şu korktuğun kişiyle." diyerek ayağa kalktı. Okul gömleği hala üzerindeydi. "Rüzgar hayır! Lütfen gider misin?"

"Eski sevgilin mi?" Gülümsemesi gittikçe genişledi. "O zaman daha eğlenceli olur." Ala'nın bedeni hemen bir adım arkamdaydı. Ağır adımlarla sağ tarafıma geçti ve şeytanın üçgenine düştü gölgesi. Kendimi iki kapalı kapının arasında kalmış gibi hissediyordum. Biri çok yabancı ama tanıdık, diğeri teni tenim olmuşken şimdilerde bana bir yabancı.

İkisinden de önce davranıp parmaklarımla Rüzgar'ı işaret ederek "Rüzgar, sınıf arkadaşım." diyerek tanıttım onu. Sıcak avcumu eteğimin kumaşına bastırdım ve Ala'ya döndüm. "Bu Ala." Bu cümlenin devamında onlarca cümle sıralayabilirdim ama dilim sanki damağıma dikilmiş gibiydi, devamı gelmiyordu. Sessizce ifadelerini izlemeye koyuldum.

RÜZGARIN ATEŞİWhere stories live. Discover now