kaderden

364 32 11
                                    

Bir varmış bir yokmuş, Olimpos'taki her şeyden sıkılmış bir tanrı on sekiz yaşına-

Şaka yaptım!

Hayat enerjimi o kadar da tüketmedim, hala düzgün bir başlangıç yapabilecek haldeyim. Kimin uydurduğunu bilmediğim masal tekerlemeleriyle sonsuz en önemli hikayesini anlatmaya başlamak biraz acınası olurdu. Sonsuz hayatı on sekiz yaşa indirgemek kafamın karışması için mantıklı bir sebep olsa da, tüm bunları size anlatırken çok daha dikkatli olmalıyım.

Tamam, en baştan başlayalım.

On sekiz yaşına dönüşüm, bir şeyler hakkında endişelendiğimi hissetmeme başladı. Altında bir sebep bile göremeden aynanın karşısına geçip kendimi sorgular hala gelmiştim birdenbire. Bu bir tür felakete işaret ediyordu, bin yıllık hayatım boyunca endişelendiğim o kadar az şey olmuştu ki, unutmuştum hepsini. Doğam gereği sorunları ve korkuları kadere teslim etmeyi, kehanetlerin arkasına sığınmaya tercih ederdim. Kendimi sorumluluklara ve zalimliklere kaptırmaktansa hayatımın tadını çıkarmak daha çekici geliyordu. Bazen ölümlülerle, bazen tanrılar ve tanrıçalarla takılıp günümü gün eder, şarkı söyleyip şiirler yazar, arada işe yarayayım diye kötü adamlara ok fırlatır ve iyi kalplilerin de iyileşmesine yardım ederdim. Bazen birkaç olayın içine düşer, sonra da sakin hayatıma geri dönerdim öylece. Bir masalın içindeydim işte, her şey iyi gidiyordu.

Hayat çizgim aynı düzende ilerlemeye devam ederken tekrarlamaya başladığım bu septik seanslar, bana zarar vermeye başlamıştı; dolayısıyla kadere de. Kahinlerin kafası karışmaya, kanayan yaralar kapanmamaya ve en kaliteli lirlerin akorları bozulmaya başlayınca buna bir son vermem gerektiği ortaya serilivermişti işte.

Endişelenmeyi unutmam gerektiğine karar vermiştim. Kendimden, kutsal görevlerimden ve tüm hayatımdan kuşku duymayı kesmeli, varoluşsal krizimden sıyrılmalıydım. Daha az önemli düşüncelerle boğulmalıydım; uyuyacak bir yer ararken ve açlıktan ölmemek için akşam ne yiyeceğimi düşünürken unutmalıydım bunları.

Belki de ölümlülüğü tatmalıydım bir kez daha, kendimi cezalandırmalıydım. Kendimi, dünyaya atmalıydım.

* * **

Dünya güzeldi. Tanrıların kendilerine seslenilmediği sürece unuttuğu, koşuşturmacanın hakim olduğu dünya tam bana göreydi şimdi. Sizi derin derin düşünmeye itecek ya da tüm düşüncelerinizi unutturup kafanızı dağıtacak onlarca insanla doluydu.

Miele de bu insanlardan biriydi.

Tanışalı bir hafta olmuştu şimdi, öylece oturup çevreyi izlediğim bir meydanda görmüştü beni. Sürekli göz göze geldiğimiz için onu suçlayamazdım, meydandan yürüyerek geçip de gözlerini bana dikmeye tek bir insan bile yoktu. Yanında birkaç kız arkadaşı vardı, hepsi oturdukları mermer basamakların üstünden beni izliyordu. Miele'nin daha fazla dikkatimi çekmesinin, gülümsemesinin masumiyetinden olduğunu düşünüyordum. Kendi ruhumun kirine olan inancım, ister istemez dışarı masumiyet yansıtabilen kişilere ilgi duymama sebep oluyordu.

Ayağa kalktım, kız arkadaş grubunun yanından geçerken gözümün iliştiği kıza bir bakış attım. Peşimden geleceğine emindim.

Meydandan uzaklaşıp bir koruluğa vardığımızda, Miele bana kendinden bahsetti. Bir tüccarın kızıydı, açıkça söylemese de bir an önce evlenmek istiyordu. Bu çok yazıktı, onunla bir aydan fazla geçiremeyecek bir tanrı olduğumdan habersiz hayaller kurmaya başlamıştı bile.

Bir hafta boyunca Miele'yle her gün buluştuk. Sohbet ederek zaman geçirdiğimiz de olmuştu fakat genelde öpüşüp koklaşıyorduk. Miele babasına yakalanmaktan korktuğu için ya o koruluğa gidiyor ya da daha büyük bir ormanda buluşuyorduk.

korkak, bir öpücükle öldürür, Where stories live. Discover now