agatsuma zenitsu

416 24 134
                                    

hatırlıyorum, onunla tanıştığım ilk gün hava oldukça sıcaktı.

yaz ayı değildi ancak hava pek yanıltıcı bir biçimde güneşi merkezine oturtmuş, vücudumuzdaki salgı bezlerini daha hızlı çalıştırtarak, baştan aşağıya terlememize sebep olmuştu.

beden hocasının dudaklarının ucuna değdirili bir vaziyette tuttuğu ve dakika başı öttürdüğü o kırmızı düdüğünü hatırlıyorum. tiz sesi kulaklarımın ucunu okşadığında olduğum yerde bir kaç santim havaya sıçrayacak kadar irkilir, ardından elimdeki kolileri düşürmemek için konsantrasyonumu geri toparlamaya çalışırdım.

öğrenci konseyindendim, aslında benden üst sınıf olan senpailerim çoğu işi benim üzerime yıkardı bu yüzden mevkimden dolayı asla göğüs kabartamadım.

o gün, depodaki bazı eşyalar kolilenip spor salonuna taşınacaktı. benimle birlikte bir kaç öğrenci daha vardı, senpailerimiz okul binasının içerisinde test çözüyordu. yaklaşıyor olan sınavlarını bahane ediniyor, her zamanki gibi tüm işleri biz birinci yıllara yıkıyorlardı.

elimden gelen tek şey, sıkıca çalışmak ve bu sorumluluğun üzerinden gelmekti. sorumluluk kavramına pek aşine biçimde büyümüştüm, zorunda bırakılmıştım aslında. iki kız kardeşim ve hasta olan anneme bakmak evin en büyük ve erkek çocuğu olarak omuzlarıma binmiş büyük bir sorumluluktu. üzerinden bir şekilde gelmem, bacaklarımın üzerinde ne olursa olsun sırtım dik durmam gerekiyordu. bu sebeple bir kaç koli taşımak, büyütülecek bir mesele değildi.

güneşin kollarını yaya yaya tembellik ettiği saatler, beden hocasının düdüğü eşliğinde ısınma hareketlerini bitirip, sahada üç tur atacak şekilde koşuya başlayan öğrencilerin yanından kucağımda iki kutu koli ile geçerken tek hayalim; kızıl irislerimin uzun bir süredir çekilmediği o gür yapraklı, kalın gövdeli ağaçların tam altında kollarımı başımın altına dolayarak uzanmaktı. bunun için adımlarımı daha hızlı atmam ve son kalan şu kolileri spor salonuna bir çırpıda ulaştırmam gerekiyordu.

ancak bacaklarımın bağı çözülmüştü sanki aniden, yapamadım. kucağımdaki kolileri hızlıca kırmızı-beyaz öğrencilerin üzerinde koştuğu sahanın yanındaki toprak alana bırakırken, ellerimle diz kapaklarımı ovdum ve gözlerimi sıkıca yumdum. beyaz gömleğim tamamiyle sırtıma yapışmıştı ve ne kadar yakamı gevşetirsem gevşeteyim bir türlü rahat edemeyecek konumdaydım.

derin ve rahatsız olduğumu bariz bir şekilde belirtir nefesler alıp-veriyor iken yeni açtığım göz kapaklarım sebebiyle görüşü kolilerin yüzeyinden ibaret olan irislerim kendime ait olmayan bir gölgeyi çabucak seçti. sırtımı dikleştirirken, benimle aynı üniformayı giyinmiş olan bedenin yavaş yavaş yüzüne doğru uzanıyordu gözbebeklerim fakat bu öğrencinin boyu benim boyumdan oldukça uzundu bu sebeple başımı daha da çok kaldırmam gerekmişti.

göz göze geldiğimiz vakit, bir elini alnıma dikey vaziyette dayamış, yüzüme gölge etmiş olduğunu farketmemle afallamıştım. bu nazik hareket, özellikle hiç tanımadığım ya da gözlerimin bir kez dahi üzerinde gezinmediği bir bedenden gelince elbette afallamam oldukça doğaldı.

alnıma dayadığı eli sebebiyle burnunun üzerini göremiyordum o kişinin ancak süt beyazı bir teni olduğuna yemin bile edebilirdim. o tene yaraşır siyah saç telleri hiç karışmadan, dümdüz vaziyette omzuna dökülmüştü ve bu hayret kalınasıydı. hava bu denli sıcak iken bir damla dahi ter akıtmamış bu oğlanın ince dudaklarının çevresinde tur atan irislerim nihayetinde onun elini geri çekmesiyle birlikte burnunun üzerine doğru hareketlenmişti. fındık kadar burnunun iki yanına yerleşmiş iri, güneş'ten bir tık koyu ancak kahve renginden de uzak tondaki gözlerini kapamayacak uzunluktaki kakulleri, iki kaşının arasındaki mesafeyi yok edecek uzunlukta da olacak bir şekilde dökülmüştü alnına.

sıcak bir gün ‹zentan›Where stories live. Discover now