"Yiboyla beraber futbol oynadık bugün, aynı takımdaydık bu defa. Tıpkı arkadaşlarına yaptığı gibi bana da gülümsedi, bacaklarımı titretecek kadar güzel gülümsedi ama ona koşmaktan yorulduğum için titrediklerini söyledim. Bugün, Yibo bana gülümsedi."

O günü hatırlıyordum. Okullar arası turnuvada aynı takımda bulunmuştuk fakat aramız "kötü" olduğu için dönüp bir kere bile bakmamıştım ona. Maç boyunca zorunda kalmadıkça ona pas atmamış, antrenmanlarda tek kelime dahi etmemiştim. Jiyang'ın söylediği bir şey yüzünden gülerken gözlerim gözlerine yanlışlıkla çarpmıştı sadece, ayakları takılmıştı o an, düşecek gibi olmuştu ama kendisini sakatlamaması için kızmaktan başka bir şey yapmamıştım. Boğazımdaki yumru daha da büyürken sayfayı çevirdim.

"Bugün Yibo'yu öptüm. Dudaklarım değdi dudaklarına, ölüyorken nefes alıyor gibi hissettim. Kalbim patladı, her tarafıma bulaştırdı ona karşı hissettiklerimi. Heyecandan ellerim tutmadı, antrenman odasından cesedim çıkacak sandım. Adımı unuttum, etrafımı unuttum, ama dudaklarıma değen dudaklarını unutmadım. Unutamam."

Xiao Zhan hangi sayfayı okuduğumu görünce, kızarmış kulaklarını saklayamadan elimden çekiverdi defteri. Onun bu utangaç ve şaşırmış haline güldüm seslice.

"Beni öptün mü?"

Kafasını utançla aşağı eğip, uçları kırmızıya dönen kulaklarını elleri ile kapattı. "Sadece senin içtiğin su şişesinden bende içmiştim, tanrım, bu sayfayı yakmam gerekiyordu."

Sesli bir şekilde kıkırdayıp parmaklarımla saçlarını dağıttım. "Bu çok sefaletçeydi."

Onunla dalga geçmemi umursamadan, çantasından çıkardığı yeni albüm defterini bana uzattı.

"Buna hayallerini yaz Tilki. Ne için mücadele vermen gerektiğini hisset, gelecek zaferin sende neler hissettireceğini anla. İnan bana ihtimalin sana vereceği güç, seni ne olursa olsun durduramayacak." Yanık parmak uçları destek vermek ister gibi dizimi kavradı.

"Yorulabilirsin, nefes almak bile bazen zor olabilir senin için. Yıldızlarının hayallerin olduğunu söylemiştin, böyle hissettiğin her an buraya gelip yıldızları izle ve bu defteri okuyup hayallerinden güç topla."

Dizimdeki eli yukarı çıkıp parmaklarımı sıkıca kavradı. Kaşları hafifçe havaya kalkmıştı, gözlerindeki güven bana dünyayı tek başıma yenebileceğimi bile hissettirmişti.

"Yıldızlar gökyüzünde parlamaya devam ettiği sürece, hiç kimse önüne gölgesini düşüremez. Yıldızlar hep parlar Tilki, yıldızlar sonsuz, hayaller sonsuz ve bunun için yorulmaya değer. Bunu unutma."

Parmakları avuç içimi yavaş hareketlerle okşarken sessizce yutkundum. "Kör ve yalnız bir adamın, yolunu bulması için tutunduğu sopa gibisin Xiao Zhan." dedim sakince. "Kör ve yalnız bir adam sopasını kaybederse ne olur biliyor musun?" gözlerimi gözlerinden ayırmadım, "Evinin yolunu bir daha asla bulamaz."

Parmaklarını avuç içimden yavaşça çekti söylediklerimden sonra. Dudağının bir köşesi hafifçe kıvrıldı, kemikli elleri parmaklarıma köşede duran kalemi yavaşça yerleştirdi. "Yaz Tilki."

Kafamı sallayıp, elimdeki kalemle tamamen boş olan kağıdı doldurmaya başladım. Ben yazarken Xiao Zhan sırtını ağaca yaslamış, kendi defterini yanında getirdiği kalemle sessizce devam ettirmişti. Ne yazdığını bilmiyordum ama arada başımı kaldırıp ona baktığımda, kaşlarının çatıldığını görüyordum. Bazen suratındaki ifade yumuşuyor, bazen hüzne gömülüyor, bazense kendi kendine gülümsüyordu. Zihnine tam olarak girmeme izin vermiyordu, bana ne yazdığımı eksiksiz bir şekilde okumadan söyleyebilirdi ama onun hakkında eğer o bana göstermezse hiçbir şey tahmin edemezdim.

Yine de sormak yerine Xiao Zhan'ı zihniyle baş başa bırakmayı seçtim. Eğer göstermek istiyorsa, bir gün elbet öğrenecektim.

Yaklaşık yarım saat kadar orada ikimiz de sessizce kendi defterlerimizi doldurmuştuk. Xiao Zhan benden önce bitirmiş, bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. Sırtını yasladığı ağaçtan dikkatlice beni izliyordu.

"Bitti." dedim defterimin kapağını kapatırken. "Şimdi ne yapacağız?"

"Gömeceğiz. 3 yıl, 4 ay, 18 gün sonra buraya tekrar gelip bu defteri çıkartacağız ve tüm hayallerimizi gerçekleştirdiğimizi yazacağız." dedi. Elimdeki defteri alıp kendinkinin üstüne koydu, ardından ağacın altındaki boşluğa yerleştirdi. "O zamana kadar hayallerin bu toprakta büyümeye, can bulmaya devam edecek. Senin için güç toplayacaklar ve sen buraya geldiğinde seni toparlamak için hazır olacaklar. Annen burada hayallerine dokunamaz."

Şeytanın gölgesi küçük kürek ile toprağın üstünü örtmüş, iki defteri de gömerek yok etmişti. Toprak olan ellerini birbirlerine çarparak temizlemeye çalışırken, onun haline bakıp yorgun bir şekilde gülümsedim.

"Şimdi ne yapacağız?"

Gözlerindeki ışıltılar söylediklerimle küçülünce ister istemez huzursuzlandım. "Seni eve bırakacağım." dedi eşyaları toplamaya başlayınca.

"Seninle kalsam olmaz mı?"

"Bugün evinde kalsan daha iyi olur."

Israr etmedim. Ondan ayrılacağım için içim burkulsa bile, kafamı sallamakla yetindim. Eve döneceğim için tekrar huzursuz bir şekilde iç organlarımı kemiren bir canavar oraya çıkmıştı. Xiao Zhan benim için gerçekten de rüya gibiydi. Onunlayken zaman duruyor, sadece ikimizin olduğu bir an başlıyordu ve yanımdan ayrıldığı an gerçeklik tekrar acı bir şekilde kendisini belli ediyordu.

Parktan sessizce ayrılıp motora binince, başımı şeytanın gölgesinin sırtına yasladım yol boyunca. Keşke dedim o an, keşke gerçekten de başım her omzuna değdiğinde zaman dursa ve ikimiz sonsuz olsak.

Ama keşkelerin yükten başka bir şey olmadığını, babam gittiğinde yarım kalan yapbozumu izlerken anlamıştım. Keşkelere yer vermeyeceğime dair kendime söz verdiğim hayatımda, Xiao Zhan kendisiyle beraber keşkeleriyle dolu bir liste hazırlatıyordu bana.

Motosiklet evimin önünde durduğunda, hiçbir şey söylemeden indim ve geniş bahçeye doğru yürümeye başladım.

Ama o Xiao Zhan'dı, şeytanın gölgesiydi, elbette ani değişimimi fark etmişti. Henüz iki adım dahi atamamışken heyecanlı sesiyle seslendi bana.

"Tilki!" omzumun üzerinden baktım onun gülümseyen yüzüne. Gözlerimiz buluşunca tebessümünü daha da arttırdı, yıldızlar daha da parladı. "Seni seviyorum."

İki kelime, parlayan bir çift göz ve kalbimdeki kanatların delicesine çırpındığı o an, yüzüme ilk defa seni seviyorum dediği andı. Gülümsedi, gülümsedim ve utançla tekrar önüme döndüm. Kalbimde fokurdayan ateş yanaklarıma kadar tırmanmıştı, titreyen ellerimi kontrol altına almayı düşünemeyecek kadar dönmüştü başım. Ama o durmadı, bir adım daha attığımda tekrar seslendi.

"Wang Yibo!" ve tekrar omzumun üzerinden baktım ışıldayan gözlerine. Dudaklarındaki gülümsemede çiçekler açmıştı, eylül güzüne rağmen nisan meltemi estiriyordu yüreğimde. Gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Seni seviyorum!"

Söylemesi sadece üç saniye sürüyordu. Ama o üç saniye, evimde geçireceğim her saate karşı beni korumak için gard alıyordu sanki. Üç saniye, sadece üç saniye yetmişti tekrardan her zerremin mutlulukla titremesine.

"Xiao Zhan!" dedim onun gibi, ardıma dönüp eve hissettiğim utanç ve heyecan yüzünden koşarak girmeden önce. "Seni seviyorum!"

Y.N: Bir günde iki bölüm, nasıl ama :) Resmen bitsin diye canımı dişime takıyorumdmmxdm

EVET SON İKİ BÖLÜM KALDI ONLARI DA YAZIP BERABER PAYLAŞACAĞIM BİT ARTIK BİT.

Bu arada, hazır dwd bitiyorken sizden bolca yorum isteyebilir miyim 👉🏻👈🏻 bunlara asla takılan bir insan değilim ama nasıl olduğunu bana sizin söylemeniz lazım, ben yansıtmak istediğim şeyi yansıtabildiğimi sadece yorumlardan anlıyorum çünkü.

Yine boş yaptım, gidiyorum.

Dancing With Devil.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin