Bu sondu. Sona gelmiştik.

Göz yaşlarımı bile silmeden kendimi sokağa attığımda, ardımda bıraktığım her adımın yolları yıktığını hissediyordum. Bu oyuna başladığımız andan beri kartlarla oluşturduğumuz evin her köşesi attığım adımlarla yıkılıyordu. Bu oyun için yürüdüğüm her caddenin lambası sönüyor, sokaklar karanlıkta kalıyor ve başlangıçtan itibaren tüm yollar yıkılıyordu. Dönüşü yoktu, dönebileceğim tüm caddeler çatlıyordu. Sonu görmeye mecburduk.

Birimiz yıkılan sokaklardan elinde lamba ile ayrılacak, birimiz o sokaklarda tek başına karanlıkta kalıp yıkılan yolların yarattığı enkazın altında kalacaktı.

Xiao Zhan kendi ateşini taşıyan bir lambayı yakmış, elime vermiş ve onu yıkılan yolların arasında bırakmamı isteyerek enkazın altında kalmayı kabul etmişti.

Ezberlediğim apartmana girip merdivenleri hızlıca tırmanırken, kendime güç vermek için ellerimi sıktım. Bu defa arkamı dönüp gitmeyecektim.

Şeytanın gölgesi enkazın altında kalmayı kabul edebilirdi ama bu defa ben onu bırakmayı kabul edemezdim.

Tüm maskeler düşmeli, jiletlerle bilenmiş tüm kelimeler kullanılmalıydı. Tekrar acımasızca oyunlarını oynamalı, yerlere saçtığı kartlarını toplayıp en iyi hamlesini yapmalıydı. Gözlerindeki ateş tekrar sinsice parıldamalı, dudaklarının kenarı ateşinin yatağına yakışacak şekilde kıvrılmalıydı. Kelimelerinin ucuna yerleştirdiği okun ucu kendisini değil, beni göstermeliydi.

Eğer oyunu bitireceksek, sonuna kadar hakkını vererek devam etmeliydik.

Eğer birisi yıkılan sokakların arasında anılarla çökecekse, bu pes ettiği için değil, gerçekten kaybettiği için olmalıydı.

Xiao Zhan, şeytanın gölgesi , istediğini söyleyip öylece gidemezdi. Öylece sonu getiremezdi. Beni dinlemeli, bana yaptıklarıyla yüzleşmeli ve darbelerimi karşılamalıydı.

Ayaklarım şeytanın ininin kapısında durunca, derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Ne kadar oksijen tüketirsem tüketeyim, göğsümdeki sancı geçmiyordu. Cehennemdeydim, ateş her taraftaydı.

Cehennem yıkılıyordu, şeytanın evi yıkılıyordu ve ben şeytanın gölgesinin saklandığı odanın önündeydim.

Kapının anahtar yuvasına yerleştirilmiş anahtar, odanın içine açılıyordu. Sonunda en başından beri aradığım anahtar karşımdaydı. İçindekileri görmek için çabaladığım, içindekileri şeytanın gölgesiyle parçalamak istediğim odaya girecektim.

Titrek nefeslerime eşlik eden titreyen ellerimle kapıda duran anahtarı kavradım. Soğuk metal o an o kadar ağır geliyordu ki, kendimde kapıyı açacak cesareti bulamıyordum. İçeri girdiğimde göreceğim şeyler beni korkutuyordu, aslında o odadan ne kadar çekindiğimi şimdi anlıyordum.

Buna rağmen, içeride beni bekleyen kişinin varlığından cesaret almaya çalışıp yuvada duran anahtarı döndürdüm ve kilitlenmemiş kapının aralanmasını sağladım.

Hiçbir ışığın açık olmadığı ev karanlığa boğulmuştu. İçerisi o kadar sessizdi ki, ilk bakışta evde kimsenin olmadığı düşünülebilirdi. Karanlık koridorda attığım her adımda gökyüzünün benimle beraber sarsıldığını hissediyordum. Yıldızlar yıkılacakmış gibi sallanan göğe tutunmaya çalışıyor, düşmemek ve geceyi karanlıkta bırakmamak için birbirlerine sıkıca tutunuyorlardı. Karanlık koridorlarda beni izleyen kırmızı gözlerin varlığını hissedebiliyordum, kendisini göstermek için aydınlığı bekliyordu ve güneş doğduğunda kaçışın hiçbir anlamı olmayacaktı.

Dancing With Devil.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin