Cheng şeytanın gölgesine koşsa bile süreye yetişemezdi. Oyun boyunca takımdaki herkes o kadar yavaş koşmuştu ki, top yakalamaktan ve engellemekten başka hiçbir şey yapamamıştılar. Takımın beyni Xiao Zhan'dı fakat maç boyunca düzgün düşünememiş ve takımını doğru yönlendirememişti.

Ağaçlarından ateşler dökülen bahçenin kapısı olan dudakları hafifçe gerildi, gözlerindeki ışıklar birbirlerine dağılmamak için sıkıca tutundu ve şeytanın gölgesi Jiyang ile Yuchen'in arasından sıyrılıp bana doğru koşmaya başladı.

Adımları bastığı her yere küllerini saçarak izini bırakıyordu. Gözlerindeki dumanlar tüm ifadelerini saklıyor, saçları topa vurduğu her bir darbede havalanıyordu. Sonmuşçasına bana doğru var gücüyle dudağındaki hafif gerilme ile koşuyordu.

Ciğerlerim tüm havayı içine doldururken dudaklarımı ıslattım ve aynı şekilde attığım her adımda çimleri dağıtacak kadar güçlü bir şekilde ona doğru koşmaya başladım. Jiyang hala onu bırakmamış, peşinden koşmaya devam etmişti. Saniyelik bir bakışmadan sonra anlaşmış bir şekilde aynı anda hareket ettik.

Jiyang arkadan bir hamle yapınca şeytanın gölgesi sağ ayağındaki topu sol ayağına alıp bana yan bir bakış attı. Ayağındaki topa atılmadan önce arsızca sırıtıp, güçlükle birbirlerine tutunan ışıltılarını dağıtmak için sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldadım.

"Hey, Xiao Zhan. Daha sonra benim de senin tadına bakmam için yanıma uğra."

Karanlığa gömülen gözleri söylediklerimle hiddetle bana dönerken suratımdaki gülümseyi daha da büyütüp ayağındaki topu aksayan adımları arasından aldım. Jiyang bana doğru koşmasını usataca engelliyordu ve önümdeki kalede bana engel çıkaracak kimse yoktu. Kalecileri tamamen fiyaskoydu.

Alt dudağım dişlerimin arasındayken ayağımdaki topu sertçe kaleye yolladım ve kulakları sağır edecek kadar yüksek çıkan sesleri gülümseyerek karşıladım. Midemdeki burukluk hızla çözülmeye başlamış, omuzlarımda hissettiğim yük ve gerginlik hızlıca yok olmaya başlamıştı.

Göğsümü delmek ister gibi atan kalbimin sesi kulaklarımdaydı. Jiyang mutlulukla saçlarımı karıştırıp omzuma birkaç kere vurarken aynı şekilde gülümsemeye devam ettim ve kendi aralarında kutlama yapan takım arkadaşlarımdan biraz uzaklaşarak asıl görmeyi istediğim kişiyi aramaya başladım.

Bitmişti.

Kazanmıştım.

Şeytanın gölgesi onu bıraktığım yerde dikiliyordu. Göğsü aldığı derin nefesler yüzünden hızlıca inip kalkıyor, yumruk haline getirdiği elleri beyazlaşmış bir şekilde sarkıyordu. Saçlarından süzülen terler sahada verdiği mücadelenin kantı gibi teninde süzülüyordu. Her ne kadar bedeni dik dursa da, karanlığında boğduğu gözlerinde hiçbir ışıltı yoktu. Dağılmamak için birbirlerine tutunan o ateş parçaları sönmüş, cehennemin yollarını karanlıkta bırakmıştı.

Hafiçe çattığı kaşları ile bana bakıyordu. Gözlerindeki kargaşa ve yoğunluk dumanlarının arasında gizlenmişti, göremiyordum ama bakışlarındaki ağırlık göğsümdeki yangını harlamaya yetmişti bile. Az önce omuzlarımdan kalkan tüm ağırlık bakışları ile tekrar çökmüş, eskisinden daha da fazla olan ağırlığı nefesimi kesmişti.

Kazanmıştım, ama karşımdaki gözlere bakarken kazanmanın getirdiği kibiri bile hissedemiyordum. Kaybetmiş gibiydim. Kaybettiğim oyun değildi ama bir şeyleri kaybetmiş gibiydim.

Dudağımdaki gülümseme yavaşça solmaya başlamış, nefeslerim ağırlaşmıştı. Şeytanın gölgesi ağır gözlerini üzerimden çekip soyunma kısmına doğru yürümeye başlayınca ardından sertçe yutkundum. Zihnimdeki ses onu umursamamamı, ağlenceye katılıp tıpkı onun yaptığı gibi küstahca eğlenmem gerektiğini söylüyordu. Xiao Zhan'a karşı sonunda galibiyeti almıştım ve onu parçalama sırası bendeydi. Göğsümden boğazıma tırmanan ateşini dinlemek yerine her zaman yaptığım gibi onu cehenneminde yalnız bırakıp karanlığına bir parça da ben ekmeliydim.

Dancing With Devil.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin