"Cliff, gel." diye seslendi. Eğer hala mamasını yiyorsa komutu dinlemezdi, ama Harry'nin sesini duyar duymaz kalkıp havlaya havlaya oraya koştuğuna göre çoktan doymuştu.

Harry yere eğildi, köpeği kucağına aldı. Clifford'ın tüylerini okşaya okşaya kapıyı açtı, evin dışına çıktı. Kapısını kapattığından emin olunca merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

Apartmandan çıkar çıkmaz Clifford'ı yere bıraktı. Çantadan çıkardığı tasma kayışını onun tasmasına taktı ve kaldırıma doğru yürüdü. Clifford artık dışarıda olduğu için çok daha keyifliydi, evin içindekinden iki kat hızlı yürüyordu.

Her sabah kahvaltıdan sonra beraber yürüyüşe çıkarlardı. Harry onunla beraber yarım mil uzaklıktaki parka gidiyordu. Parkta da birkaç tur attıktan sonra bir kenara oturuyor, dikkatle onun tüylerini tarıyordu. İnternette okuduğu bilgiye göre her gün taraması önemliydi, yoksa tüyleri birbirine karışırdı.

Mütercimlik yaptığı büroya günde sadece birkaç saat uğrasa yetiyordu, onun dışındaki saatlerini evde çeviri yaparak geçiriyordu. Bu yüzden Clifford ile bolca vakit geçirebiliyordu, onu sürekli sevip okşaması bile köpeğin onu sevmesi için yeterliydi.

Hafta sonları ise birlikte sahile gidiyorlardı. Clifford suda top oynamaya bayılıyordu; o kadar çok eğleniyor, o kadar yoruluyordu ki günün sonunda eve döner dönmez yastığına çıkıp uyuyordu.

Yine her zamanki yürüyüş parkına geldiklerinde Harry çantasından telefonunu ve kulaklığını çıkardı, sadece sağ kulağına taktı. Son zamanlarda sürekli dinlediği on beş şarkıdan oluşan şarkı listesini açtı.

Parkta yapay çimden yapılmış olan yürüyüş yolundaki ilk turunu tamamladıktan sonra bir ağacın altına oturdu. Bunun tüylerinin taranması anlamına geldiğini bilen Clifford da onun bacaklarının üstüne uzandı. Harry önce biraz onun başını okşadı, köpeğin daha da mayışmasına sebep oldu. Hafif esen rüzgarda uyuklamak Clifford'ın favorisiydi.

Çantasından fırçayı çıkaracağı sırada telefonu çalmaya başladı. Sırt çantasını kenara ittirdi, cebindeki telefonu çıkartıp Niall'ın çağrısını cevapladı. "Selam!"

"Merhaba Harry, nasılsın? Uyandırmadım, değil mi?"

"Hayır, hayır. Çoktan uyanmıştım. İyiyim, sen?"

"Ben de iyiyim. Şey..."

Harry merakla sırtını dikleştirdi. "Her 'şey' dediğinde kötü haber veriyorsun. Ne oldu?"

"Hayır! Kötü haber değil aslında. İstediğimiz bir şeydi ama biraz üzüleceksin de, bilmiyorum!" Niall panikle nefes bile almadan konuşup duraksadı, sonra iç çekti. "Clifford'ın sahibini buldum."

Harry birkaç saniye boyunca konuşmadı, öylece kalakaldı. Gözlerini kırpıştırıp etrafına bakındıktan sonra "Tamam." dedi ve telefonu kapattı. Az önceki o ufak konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi çantasından Clifford'ın fırçasını çıkardı ve nazikçe, yavaş yavaş tüylerini taramaya başladı.

Telefonu yeniden çalmaya başlayınca sıkıntıyla nefesini dışa verdi, çağrıyı cevapladı. "Efendim Niall?"

"Yüzüme kapattın, iyi misin sen? Clifford'ın sahibi bulundu diyorum. Adam köpeğini almak istiyor, neredesin?"

"Şimdi olmaz." dedi Harry. "Çok önemli bir işim var, şeydeyim... Bir şirketteyim, tercümanlık şeyi olarak. Bugün çok meşgulüm, yarın akşama doğru gelsin."

Niall onun yalan söylediğini anlamayarak "O zaman adresini veriyorum?" diye sordu.

"Olur, hadi kapatıyorum, işim var."

CliffordWhere stories live. Discover now