4. Bölüm|Zehirli

Start from the beginning
                                    

"Senin ne işin var burada?"

Beyza'nın korkutucu derecede açık mavi olan gözleri iri iri açılmış benim mavilerimi hedef almıştı. "Rüzgar içeride mi?"

"Evet," dedim kaşlarımı çatarak. Yüzündeki ifade rahatsız ediciydi, hiçbir şey yapmamıştık yalnızca uyumuştuk. Yanlış düşüncelere kapılmak yerine önce bana sormalıydılar. Gözleri üzerimdeki kıyafetlerde gezindi ve mümkünmüş gibi kaşlarını daha da çattı. "Rüzgar'ın tişörtünü mü giydin?"

"Bağırma," dedim sesimin yüksek ve sinirli çıkmasına engel olamayarak. "Yalnızca tişörtünü giydim bomba taşımıyorum üzerimde, böyle tepkiler vermen niye?"

Sanki az önce beni öldürecek kadar kızgın bakan o değilmiş gibi şirince gülümsedi ve beni görmezden gelip odanın kapısını açtı. "Rüzgar," diyerek içeri girip kapıyı kapattı. Bu kız beni sinir hastası edebilirdi, gerçekten. Dengesiz, Sarı Şeytan.

Doruk'un kahvaltı masasına oturup birkaç dilim kaşar peynir dışında hiçbir şey yiyememiştim. Midem almıyordu. Bitik hissediyordum, elimi yüzümü yıkamış olsam da kendime gelmem için duş almam gerekti fakat burada olmazdı. Yeterince saçma sapan işler yapmıştım. Yabancı hissediyordum burada, öyleydim. Üstelik masada benden başka kimsenin olmaması da cabasıydı.

"Nihayet, Rüzgar Bey!"

Rüzgar duş almıştı, saçları ıslaktı. Üzerine bu sefer beyaz düz yaka kısa kollu beyaz tişört, altına ise uzun bacaklarını saran siyah bir kot giymişti. Boynundan aşağı sarkan jilet kolyesine takılmıştı bakışlarım. Sade, hoş bir tarzı vardı. Masanın başındaki sandalyeye oturdu ve kızartılmış sucukları önündeki tabağa doldurdu. Beyza ise tek kelime etmeden evden çıktı. Sinirli değildi, sakin hiç değildi. Yukarıda ne olmuştu bilmiyordum ama Beyza'nın hoşuna gitmediği kesindi.

"Yine çok yakışıklıyım diyordum, Rüzgar'ım geldi be!"

Doruk'un yılışıklığına gülerken Rüzgar sahte bir ifade takınıp omzunun üstünden ayakta dikilen Doruk'a baktı. "Tüh be!"

"Ah be!"

"Kes zırvalamayı yeter. Otur kahvaltını yap."

"Kardeşim kızın yanında ayıp oluyor bak," diyerek karşıma oturdu Doruk. Rüzgar'ın yeşil gözleri bana değdi, sonra tabağına dönüp çatalındaki peyniri ağzına attı.

"Onun ayıp anlayışı bunlardan yukarıda korkma."

"Ne demek istiyorsun?" Elimdeki çatalı tabağımın kenarına bıraktım ve çatık kaşlarla, net mavilerle onun yüzüne sabitledim bakışlarımı. "Ne ima etmeye çalıştın burada sen şimdi?"

Dudağının bir kenarı alayla kıvrıldı ve bakışları Doruk ile benim aramda gidip geldi. İkisi birden gülmeye başladıklarında ise sinir tam tepeme oturmuş, kanım atmış tenimi kavlamıştı.

"Sabah olandan bahsediyor," dedi Doruk gülmesini bastırarak. "Gerçekten yattınız mı?"

"Yatmadık," dedim ikisine de sert bakışlarımı yollayarak. "Uyuduk sadece. Ayrıca senin arkadaşın koala gibi bana sarılmasaydı o halde görmeyecektin bizi."

"Aramıza yastık koyduk," dedi alaylı bir tavırla Rüzgar. "Bacaklarının arasına almasaydın sana sarılmış olmazdım. Zaten huyum değildir."

"Düzgün konuş benimle," diyerek sandalyemi biraz geriye çektim ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sarılmak zorunda değildin. Huyun değilmilmişmiş... Ne diye sarıldın o zaman?"

RÜZGARIN ATEŞİWhere stories live. Discover now