Bölüm 1: Veda

505 23 2
                                    

Keyifli okumalar.

1. Bölüm: Veda.

"Belki vedalar acı olabilir ama sadece mutlu oluncaya dek."

Saat sabahın beşi, güneş ilk dokunuşlarını üstümde tutuyor ve ben güneşin ışıklarına maruz kalırken insanlar hâlâ mışıl mışıl uykusunda yatıyordu. Yine her zaman ki gibi dünyanın en şansız insanı olduğumu iddia ederek güne başlamış bulunuyordum. İddia etmekten öte bir durum bu, bence gerçek.

Çiftlik atlarının olduğu bölüme giriş yapıp bir süre öylece onları izledim. Özellikle bembeyaz ve asil duran Serenad'a baktım. Bu ismi ona ben koymuş olabilirdim ama herkesin de bunu bilmesi pek de hoşuma giden bir durum değildi. Arada ona gelirdim, bir derdim varsa ona anlatırdım. O da bana alışmıştı tabi, alışmasını istemezdim oysa. Gitmek istiyordum burdan. Burda yaşadıklarımla kalmak o kadar zordu ki. Serenad, gönlümün sessiz prensi. Kimse kalmadı ya, sen böyle içime doldun. Gamze'den sonra tek güvendiğim varlık oldun. Aslında bir zaman başka biri de vardı ama geçmişte kaldı işte. Hiçte üstüne tuz dökmeğe gerek yok. Acımasın canımız, kanamasın yaramız.

Onu son bir okşadım ve gülümsedim.  Serenad'ın yan tarafında Karasu vardı. Devran abinin güçlü atıydı. Devran abi yüzünden bu ata da mesafeli olmuştum. Atın bir suçu yoktu ya, bende ki kırgınlık işte.  Devran abiye kırgın olduğum için bütün sahip olduğu şeye de böyle uzak oluyordum işte.

Ahırdan ayrıldıktan sonra dışarda işim olmadığı için eve yöneldim. İçerik girip çay suyunu ocağa koydum. Babam da birazdan gelirdi. Diyarbakır havası çok sıcak olduğu için çiftlik işleri çok ağır gelirdi.  Ben pek ağır şeylerle ilgilenmesem de babam eve gelene kadar perişan olurdu. Buna üzülürdüm ama yaşanılanlardan sonra bunu babama göstermezdim. Bir kız çocuğu babasına hüznünü göstermiyorsa bu büyük bir acıdır. Ben yaşadığım için bunu bilirdim.

Odama geçip üstümdeki eski ve kokan kıyafetleri çıkarıp tişört ve pantolon giydim. Şapkanın altında terden bir hal almış at kuyruklu saçımı açıp taradım ve örgü yaptım. Şimdi biraz daha iyiydim.

Mutfağa geçtim ve kahvaltılık birkaç şey koyup babamın sevdiği sucuklu yumurtayı yaptım. Çayı da hazırladıktan sonra salondaki küçük masamıza kahvaltıyı yerleştirip odama geri döndüm.
Telefonum yatağın üzerinde öylece duruyordu, onu aldım ve biraz kurcaladım. Aklıma gelen şeyle bir anlığına duraksadım. Gamze, pamuk şekerim, yarın İstanbul'a çalışmaya gidiyordu. Aslında beraber gitmemiz gerekiyordu ama ben babam tarafından yasaklandığım için dışarı çıkarken bile bir sürü sorgulama sonrası çıkıyordum. Ne hoş bir hayatım var, değil mi?

Yarın ona veda etme amacıyla havaalanına gidecektim. Belkide son bir defa tek güvendiğim arkadaşıma sarılmak için gidecektim. Beraber lise okuduğum, aynı üniversitede aynı bölümü bitirdiğim arkadaşımdan ilk defa ayrılacaktım. Çok zor bir durumdu ama babama karşı çıkamıyordum. Onun tek istediği yanından ayrılmamamdı. Bu yüzden izin verdiği tek yer, çiftliğinde çalıştığımız Hasan Koryel'in şirketinde çalışmamdı. Ben mimarlık mezunuydum ama o ticari bir şirketti. Bunu asla kabul etmemiştim. Tek temennim onlardan kurtulmak olurken birde benimle alakası olmayan bir şirkette çalışmamı bekleyemezlerdi.

Telefonu yatağıma bıraktım ve kendimi dolabımın aynasında izledim. Çökmüş ela gözler ve hiç özen göstermediğim açık kahverengi saçlarım... Söylesene Mevsim Soran, n'oldu o gülüşüne, parlayan ela gözlerine? Belkide beş yılda bu hale geldim ama ben tam beş yaşımdan beri içimdeki bu geçmeyen acıyla yaşıyordum. Annem son nefesini verdiğinden beri.

Nedenini çok iyi biliyordum ve her defasında anneme öldüğü halde sormaya devam ettim. Neden dedim, neden bunu bize yaptın, anne?

Burnumu çektim ve gözlerimdeki yaşları hızlı bir şekilde sildim. Babamın görmesini istemiyordum. Onunla ne bir acı ne de bir mutluluk olsun istiyordum. Çünkü babam da bunu hiç istememişti.

MESKENWhere stories live. Discover now