01 | yaralı asker ve hemşire

Начните с самого начала
                                    

"Her zaman." dedim kendimden tamamen emin bir şekilde. Bu sefer gülümsemiştim. Özgüvenimin sonuna kadar dolu olduğu bir nokta varsa da, bu Quidditch'ti.

James beklediği cevabı almış olmalı ki, kendi kendine güldü ve gözlerini ileride çıtırdayan şömineye çevirdi. Ayaklarını uzatmıştı ve birbirinin üstüne atmıştı. Dirseğini koltuktan çekti ve göğsünün üzerinde bağladı. Koltukta biraz daha aşağı kaymıştı.

"Ne o Potter, biraz tereddütlüsün bugün." dedim çocuğun yüzünden gözlerimi ayırmadan. Hangi sayfada kaldığıma dikkat etmeden kitabı kapatıp dikkatsizce kanepeye bıraktım. Bu sırada da bacaklarımı kendime çekip, oturur pozisyona gelmiştim.

"Fırtınayı duymuyorsun galiba, Mau." dedi James, pencere tarafına çenesiyle işaret ederek. Omzumun üstünde dönüp, kalabalık ortak salon sesine karışan yağmurun gürlemesini dinledim bir süre.

"Eee..." dedim sonra bilmiş bilmiş. "Korktun mu?"

"Fırtınada oynamaktan hoşlanmıyorum." dedi James esneyerek. "Çok ıslak oluyor."

"Aman canım sen de pek bir kırılgansın." dedim fakat onun bu hali beni güldürmüştü. Bir kedi gibi sıcak meraklısı ve rahatına feci derecede düşkün biriydi.

James dudaklarını büzdü fakat cevap vermedi bir süre.

İleriye doğru eğilip onun omzuna bir yumruk attım. "En iyi oyuncum böyle mızmızlık yapıyorsa sezon sonuncusu oluruz." dedim.

James ara sıra gazlanmaya ihtiyacı olan biriydi. Pekala çok inatçı olabilirdi fakat eğer umutsuzluğa kapılıyorsa, öyle kalmak konusunda da pek bir inatçıydı. James'i çoğu kişiden iyi tanırdım ve bu sakin halinin de hayra alamet olmadığının farkındaydım.

"En iyi oyuncun muyum gerçekten?" dedi bana dönüp. Kaşlarının ucunu kaldırmıştı ve yüzünde soruyu gerçekten sorduğuna dair bir ifade vardı.

Ups, bu soruyu beklemiyordum. Hiç bozuntuya vermeden kafa salladım fakat onu bozan bir şeylerin olduğunu fark etmiştim bile. Dediğim gibi, onu çoğu kişiden iyi tanırdım.

"Biri senin ayarlarını bozmuş anlaşılan." dedim meseleye ılımlı yaklaşmak amacıyla. James, ela gözlerini benden ayırıp yeniden şömineye baktı. Ayaklarını alevlerin dibine kadar uzatmıştı ve muhtemelen ayağı yakıcı derecede sıcaktı. Fakat hiç durumdan rahatsız görünmüyordu.

Gözlerimi onun, G harfi desenli çoraplarından ayırıp yüzüne çevirdim. Ne olmuş olabilirdi ki? Kızgın veya sinir olmuş görünmüyordu. Aksine buruk bir gülümseme vardı dudaklarında. Evans ile bir şeyler olup olmadığını düşündüm fakat kızıl saçlı kızı yarım saat önce kütüphanede görmüştüm ve o da normal görünüyordu. Daha önce bir şey olduysa da, dedikoduları takip eden biri olmadığım için haberim olmamış olabilirdi.

Arkadaşlarıyla ile bir şeyler olmuş olabilirdi fakat Sirius'un da az önce, Peter ile kahkahalara karışmış bir halde ortak salona girdiklerini duymuştum. Görmemiştim evet, ama sesleri gayet eğleniyormuş gibi geliyordu. Üstelik daha sonra Dorcas, bağırarak Sirius ile Peter'ı yatakhanelere kovmuştu.

"Düşüncelerimi mi okuyorsun?" dedi yüzünü hafifçe çevirerek. Tamamen ona odaklanmış bir şekilde yakalanmak utandırsa da çaktırmadan bakışlarımı çevirdim.

"Sadece ne olduğu hakkında tahmin yürütüyordum." diye homurdandım. Ona yakalanmaktan nefret ediyordum. Neyse ki James, çoğu zaman onu izlediğimi anlayacak kadar zeki değildi.

Şey, evet, ara sıra onu izlediğimi kabul edebilirim sanırım. Kesinlikle hayatına davetsiz bir misafir olarak katılan biri gibi değil, sınıfta, orada burada ne yaptığını gözlemleyecek ve kimsenin anlamayacağı kadar az bir şekilde izliyorum onu. Doğrusu, Hogwarts'ta hoş bulduğum erkekler listesinin başını çektiği bir gerçekti fakat onu sadece hoş bulduklarım kategorisinde tutmak için çabalıyordum.

Onu orada bırakmaya çalışıyordum çünkü James Potter ile aramda bir ilişki kurmamızı engelleyecek yüksek duvarlar vardı. Birincisi, kendisinin Lily Evans'a, aynı zamanda dünya üzerinde en sevmediğim insanlar listesinin başındaki kıza, yıllardır aşıktı. İkincisi, prensiplerim gereği takım arkadaşlarımla gönül ilişkisi kurmamaya çalışıyordum. Bunun takım içinde problemlere neden olduğunu defalarca şahit olmuştum.

James tereddütle baktı bana. Sanki sorunun ne olduğunu söylemek üzereydi fakat aynı zamanda söylemekten çekiniyordu.

Gülümseyip ona, derdinin ne olduğunu ve rahatlıkla bana anlatabileceğini söyleyebilirdim fakat herkesin de bildiği üzere bu benim söyleyeceğim kelimeler değildi. Söylesem bile, içten olmadığını anlayacağının farkındaydım. Bu yüzden, ikileminde onu yalnız bıraktım. Ela gözlerimi, korkusuzca onun ela gözlerine diktim. Bakışlarımın 'Konuşmak için son şans.' dermiş gibi göründüğünün farkındaydım.

Eh, böyleydim işte ben. Evans gibi masumca insanlara yaklaşıp, onların sıkıntılarını çözmek üzere can atmazdım. Her ne kadar ondan hoşlanmasam da, bu özelliğini takdir ederdim tabii. Fakat dediğim gibi, ben Evans veya onun gibilerinden değildim.

Onun gözlerinde kaybolmuşken bağlantıyı koparan James oldu. Gözleri, etrafta odaklanacak bir şey aradı bir süre. Ardından titreyen elleri, karman çorman saçlarına daldı. Ne zaman özgüvene ihtiyacı olsa böyle yaptığını bilirdim. O susmayı tercih etmişti.

"Kitabıma dönsem iyi olur, James." dedim ben de ondan bakışlarımı çekerken. Ardından geriye doğru yaslandım ve koltuk ile bacağımın arasına sıkışmış kitabı kaldırıp, nerede kaldığımı bilmediğim için, tahmini bir yerlerden sayfa açtım.

"216."

"Pardon?" dedim ve kafamı kaldırıp James'e baktım.

"216'da kalmıştın." dedi James.

Kaşlarımı kaldırarak baktım ona. "Teşekkürler, James." dedim ve sayfaları çevirip 216'yı açtım. Çok manidar bir paragraf, okumamla duraklama sebep oldu.

"Jason'ın yarasını iyileştirmesi için bir doktor arıyordu köhne çadırın içinde fakat gözleri ne zaman bir hemşire ile birleşse, başka bir yaralı askerin inlemelerini fark ediyorlar ve Jason, daha onlardan yardım isteme fırsatı bulamadan yalnızlığında boğuluyordu." yazıyordu.

Görmemiş gibi yaptım ve geriye doğru yaslanıp kitabımı okumaya devam ettim. Vicdanım, yardım istemeye fırsat bulamayan askerin betimlemesiyle biraz sızlamış olabilirdi. Fakat James yardım isteyen bir asker değildi ve elbette ben de onun yarasına pansuman yapacak bir hemşire değildim. Derdi her neyse, anlatmamayı seçen kendisiydi; öyleyse düşünmemi gerektirecek bir durum yoktu. 

. . .

aşkı harcamanın 80 yolu ‧ james potterМесто, где живут истории. Откройте их для себя