Bölüm 6 - "Kaza"

Start from the beginning
                                    

En son cam su şişesini masaya bırakırken elektro gitar ve bateri notaları yükselmeye başlamıştı. Güneş dans ederek verandaya çıkarken "Bir yarim olsun isterim, gözleri yeşil," diye şarkıya ayak uyduruyordu ancak sesinin pek de güzel olduğunu söylenemezdi. Uzanıp bira şişelerini kendime çekip dışını saran kartonu yırttım ve iki tanesini bana şakı söyleyerek yaklaşan Güneş'e uzattı, o da bir tanesini Raz'a verdi ve karşıma oturdu.

"Bir ara karşıya geçip şu zulayı yenileyelim, dibi görmüş," dedi birasını açarken. Buna karşılık Raz sadece kafasını sallamakla yetinmişti. 

Güneş telefonunu çıkarıp oyun oynarken Raz ise sessizce etleri pişiriyordu. Gözlerimi diğer tarafa çevirdim, Raz'ın tam zıttı yöne bakıyordum. Ağaç dalları arasından deniz ve adanın altın renkli kumsalının küçük bir parçası görünüyordu.

Çocukluğumdaki Poyraz'ı anımsamaya çalışmak, buradan ana karaya yüzmekten daha zordu. Onunla ilgili hatırladığım şeyler beni, nerede olursam olayım zorbalık eden çocukların elinden kurtarıp benimle, karşılık veremeyeceğimi bile bile sohbet etmeye çalışmasıydı. Bana bir keresinde bir şapka göstermişti. Tabi o zamanlar henüz Küçük Prens'i okumamıştım ve hayatım boyunca hiç boa yılanı görmemiştim. Öyle ki boa yılanının varlığını bile bilmiyordum. Onun şapka değil de fili yiyen bir boa yılanı olduğunu söylediğinde hayretlere düşmüştüm. Devamında bana defalarca kez Küçük Prens'i okumuştu. Bana farklı bir pencereden bakmayı, görmeyi öğretmişti ancak ne o hayata karşı yeterince masum kalabilmişti ne de ben. 

Tekrar ona döndüğümde batmak üzere olan güneşi izlediğini fark etmiştim. Kenara çekilip uzaktan ona baktığımda görebildiğim tek şey kendine küçük bir dünya yaratmış bir insandı. Tıpkı Küçük Prens'te olduğu gibi. Orada herkesin kendine ait bir gezegeni vardı ve o da buranın tek sahibiydi ancak Küçük Prens'ten ziyade, Kral gibiydi. Bu bana, o bölümü, onuncu bölümü anlattığı günü hatırlatmıştı.

***

Rüzgar saçlarımızı okşarken biz okuldan çıkar çıkmaz bizi bekleyen servis arabalarından ve gözetmen öğretmenlerden kaçarak kendimizi sahile atmıştık. Burası küçük bir şehirdi ve ne kadar kaçarsak kaçalım bizi bulmaları kısa sürecekti. Heyecandan kalbim deli gibi atarken Poyraz'ın peşinden taşların üzerine çıktım. Fazla uzaklaşamamıştık, o benden ne kadar büyük olursa olsun ben hem onu gördüğüm için çok heyecanlıydım, hem de kayaların üzerinde olmak beni korkutuyordu. 

Sırt çantam sırtımda onun karşısına oturdum ve dizlerimi kendime çekerek kollarımı sardım. Çantasından sayfaları yıpranmış, ciltli Küçük Prens kitabını çıkardı ve kaldığımız sayfayı açtı. Her an birinin gelebilecek olma olasılığına karşın etrafı taradıktan sonra bana gülümsedi. Ona göre çocuk sayılacak kadar küçüktüm. O okulun en büyüklerindendi, bense sadece basit bir üçüncü sınıf öğrencisiydim. Benimle arkadaşlık yapması benim için büyük bir onurdu. 

"En son nerede kaldığımızı hatırlıyor musun?" dediğinde başımı hevesle salladım. "Bu bölümü hem çok seviyorum hem de hiç sevmiyorum çünkü artık bu kitap benim için sadece masal kitabı değil," dedi ve kitabı aralayarak gözlerini satırların üzerine dikti.

"Küçük Prens 325, 326, 327, 328, 329 ve 330 numaralı göktaşlarının bölgesindeydi. Hem oyalanmak hem de bilgi edinmek amacıyla önce onları keşfetmekle işe koyuldu.

İlkinde bir kral yaşıyordu. Sırtına kakım kürkünden erguvani bir kaftan geçirmiş olan kral, sade olmakla birlikte görkemli bir tahta oturmuştu.

RAZ35Where stories live. Discover now