8. Ay tavşanı ve beyaz kaplan

93 10 2
                                    

2016, Brezilya, Rio de Janeiro

Yaptığım işlerin beğenilerek taktir edilmesi beni her zaman daha fazlası için hırslandıran ve memnun eden şeyler olmuştu. Mutlu da ediyordu ebette, fakat hissettiğim mutluluk birkaç saate geçse bile içimdeki hırs memnun olmuşluk hissini yeniden tadana kadar durmuyordu.

Beğenilmek ve sevilmek, diyordum. Beğenilmek ve sevilmek nasıl da insana günah işletebilecek güçte duygularmış öyle. Bir kere tattığınız an peşini bırakmak istemiyordunuz. Önce o kadarla yetinebileceğinizi sanıyor, sonra yanıldığınızı anlayarak daha fazlası için çabalıyordunuz. Yüksekte olmanın o aldatıcı sevincine ulaşmıştınız çünkü, yere çakılmak sizin için korkutucu gelmiyordu, zira bu ihtimali aklınıza dahi almıyordunuz. Fakat yere çakıldığınızda da parça parça, un ufak olmaktan kurtulamıyordunuz.

Ben artık parça parça olmaktan korkuyordum.

Zihnimde korkularımı sıraladığım liste iyiden iyiye büyüyüp giderken üzerime çöken kara bulutlardan yalnızca koşarak kaçıyordum. Tamamen kurtulamıyordum, fakat ilk kez yanımdaki adamın sayesinde tamamen kurtulmak değil de, koşmanın tadına varmak istiyordum.

Belki de bu yüzdendir ki, şu an insanların meraklı bakışlarla dolaştığı sergi salonunda, korkumun üzerine gelerek sessiz bir biçimde insanları izliyordum. Duvarları süsleyen fotoğrafların bana ve yanımdaki adama ait olduğu gerçeği karnımda büyük bir çalkalanma yaratıyor, korkum üstüme üstüme gelerek beni kaçırtmak istiyordu.

Aslında olduğumuz bu yerde, iki yabancıydık. Birbirinin ellinden tutmuş iki erkek çocuğu, birlikte sergiye gelmiş iki adamdık. Sadeydik, düzdük, bu insanların içinde olmamıza rağmen üzerimize dönüp korkumu alevlendirecek bir göz yoktu. İsmimiz anonimdi, sergimiz anonimdi, fotoğraflarımızın altında ismimizin olması gerektiği kısımlarda yalnızca kimliğimizi gizleyen imzalarımız yer edinmişti.

O Vante demişti kendisine, ben güzel bir anıdan geriye hatırlanmasını istediğim hatıra olduğundan Nochu demiştim. Doğrusu güzel hissettirmişti, kendi ismimizi kendimizin koyması. Doğduğumuzdan beri üzerimize yapışan bu etiketlerden; Kim Taehyung ve Jeon Jungkook'tan arınmak, iyi gelmişti. Nochu'yken ben özgür bir şekilde kendim olmuştum. Vante'yken o kendine vurduğu kelepçelerden kurtulmuştu. Alışmıştım varlıklarına, yılın başından itibaren bu isimlerin arkasına sığınarak devam ederken hayatımıza, istediğimiz gibi yaşar, her şeyi düşünmeden siktir edip atarken prangalarımdan kurtulmuştum.

İtalya'da Sanat Akademisindeki öğrenim yılımız geride kalmıştı. İtalya'dan elimizde fotoğraf makineleriyle ayrıldıktan sonra buraya, Güney Amerika'ya gelmiştik. Yılın ilk kısmını Çili ve Arjantin'de geçirmiştik. Artık ellerimizde fotoğraf makinelerimiz olduğundan yaşadığımız anları ölümsüzleştirmeyi de unutmamıştık. Taehyung'un anne ve babasının ara sıra para göndermek için olan tekliflerini reddederek kendi fotoğraflarımızla anonim sergiler açmaya başlamıştık. İlk başlarda, ilk aylarda çok az olumlu geri dönüş alsak bile, şimdilerde buralarda büyük ölçüde tanınır olmuştuk. Eh, tabi bunda sosyal medyanın da etkisini görmezden gelemezdim.

Anonim sergilerin yanı sıra gereğinden fazla büyük yerleri bırakıp küçük, ama ferah yerlerde kalmaya başlamıştık. Gereken paranın diğer kısmınıysa her zamanki gibi çalışarak kazanıyorduk.

Fakat şöyle bir şey vardı ki, şimdiye kadar defalarca sergi düzenlesek bile kendi sergilerimizi izlemek için gelmezdik. Anonim olduğumuzdan kimse bizi seçtiğimiz lakaplar dışında bilmezdi, yine de orada bulunursak kim olduğumuzu bilirler gibi paranoyak bir düşünceye kapıldığımdan hiç ziyaret etmemiştim. Taehyung da bensiz orada olmanın bir anlamı olmayacağını söyleyerek gitmemişti.

stop the world, i wanna be with you forever // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin