2: butterfly bandage

144 23 14
                                    

Taehyung'un eviyle bizimki arasında yaklaşık altı yüz metre vardı. Tırnaklarımı kemirerek onu bekleyeceğim süreci hesaplarken en az yüz elli metresinde yokuş tırmanacağını göz önünde bulundurup fazladan dakikalar eklemiştim. Bu kadar işlemi matematik derslerimde yapmazdım ben. Derslerim de okulda ilk ona girmemi sağlayamamıştı şimdiye kadar, ama dört işlemim gayet yerindeydi. Buna rağmen kafamda yaptığım hiçbir matematiksel işlem, Taehyung kapımızı çalana kadar geçen kırk beş dakikayı üç gün gibi hissetmiş olmamı açıklayamamıştı. Metafiziksel zamanın anlamlandırılmasında toplama çıkarma kullanılıyor muydu bilmiyordum, ancak bizim şu hayaletle yeterince haşır neşir olduktan sonra dört işlemin de, gözüm pencerede kulağım kapıda beklediğim o üç çeyrek saati çöpe atabilirdim. Bir işe yaramıyordu, hayaleti ortaya çıkardıkları falan da yoktu.

Neden bu kadar gerildiğimi tam bilmiyordum. Bilmemekten çok asıl sebebin listedekilerden hangisi olduğuna karar vermekte zorlanıyor olduğumu söyleyebilirdim aslında. Bilmediğim şey hayaletti. Her şey aklıma hayaleti getiriyordu, gerçekten korkuyordum.

Psikolojimin yavaş yavaş yüklenen şeylerin üstüne gelen son bir darbeyle büyük bir sarsıntıya uğradığını hissediyordum, dakikalar içinde olmuştu hem de bu. Garip bir histi, uykusuz kalmanın psikolojinizdeki etkisi gibi. Paranoyaklık en üst seviyeye ulaşıyor, düşüncelerimin bulanmasıyla duygularımı da ayırt edemez oluyordum. Aynı anda hem gülmek hem ağlamak istiyordum ve başlarsam iyice dramatik olup çığlıklara çevirebilirim gibi geliyordu. Bu olanları kafamda kurup kurmadığımı da sorgulamıştım çünkü bir nokta içimdeki biri beni şizofreni belirtileri gösterdiğime ikna etmişti ama hayır, tüm notlar, kar küresi, Hapşu, CD, hepsi oradaydı. Ertesi gün penceremden söküp çöpe atmasaydım kahve ve ruj kokulu şaheserim bile duruyor olurdu.

Delirmenin eşiğindeyken ona artık hayalet dememeye karar vermiştim. Hem uydurma geliyordu kulağa, hem de mümkünmüş gibi beni daha çok korkutuyordu. Kendi kendime onu düşünürken bir daha hayalet olarak bahsetmeyecektim. Hatta daha da iyi bir karar alarak onun üstüne bir daha düşünmeyi kendime yasaklamıştım. Benim için en iyisi bu düşüncelerden olabildiğince uzaklaşmak olacaktı.

Üstünde düşüne bileceğim yeni bir arkadaşım vardı mesela. Gerçi onu çağırdığım için de gergindim biraz. İçimde Taehung'un kişiliğini asla tam olarak çözümleyemeyeceğimi düşünen bir taraf vardı, o tarafa itiraz edebileceğimi hiç sanmıyordum. Değişik ama çok iyi biriydi. Bu onu eğlenceli yapıyordu, klişe bir genç olmaması hem onunla geçireceğim zamanın bana bir şeyler katabileceğini düşündürüyor hem de ona daha çok ısınmamı sağlıyordu. Aramızdaki bir yıllık yaş farkını görmezden gelerek bana çok yakın bir arkadaşı gibi davranmıştı, bir insanın bir diğerine göstermesi gereken saygıdan fazlasını da beklememişti.

Taehyung sosyal becerileri yüksek biriydi bence, benimle çok olay arkadaş olmuştu. Belki de bu yüzden onu çağırmış olmak beni geriyordu, bu sefer bir adım atan ben olduğum için.

Bunun da üstüne daha fazla düşünmemeye karar verdim. Sonuçta biriyle iyi arkadaş olacaksanız bu doğal bir şekilde gerçekleşmeliydi. Sürekli kafamda döndürmek bir işe yaramazdı herhalde.

Bir noktada düşünebildiğim tek şey penceremden kafa üstü atlarsam ölüp ölmeyeceğimdi ki, sonunda kapı çaldı.

Annemden önce açmak için verdiğim çaba gereksiz çıktı çünkü kendisi dizisini açmış, televizyonun karşısındaki koltuğa saatlerce kalkmamak üzere yerleşmişti. Kim olduğunu soran anneme Taehyung'u çağırdığımı söyleyerek cevap verdim. Elim kapının kulpuna yerleştiğinde annemin memnun mırıltılarını başroldeki kadının dramatik sesiyle karışık halde duyabiliyordum.

Göz göze geldiğimiz anda gülümseyen Taehyung nefes nefeseydi, tıpkı buraya geldiği ilk seferdeki gibi. O yokuşun epey yorucu olduğu da böylece kanıtlanmıştı.

disloyal order of water buffaloes// vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin