İKİNCİ BÖLÜM

102 0 0
                                    

Ağzından tükürükler çıkarak haykırmıştı, tüm yüzüme; şoka girmişçesine tepkisiz yüzüme sanki bir ağır çekimin içerisine girmişiz gibi yavaşça fakat sert bir şekilde kükremişti. Öfkesi volkan gibiydi ve hiç şüphesiz beni bir çırpıda kül edebilirdi. Korkmuştum, gözlerimin dolması bundandı sanırım ve az önce duyduğum cümlenin ağırlığını omuzlarımda yeni taşımaya başlamıştım. Kendimi gerileyerek sırtımı pencereyle buluşturdum ve camın pervazına yavaşça oturdum. Emin değildim duygularımdan, ona karşı duyduğum sevginin oranını ölçememek beni biraz korkutmuştu. Karnıma binlerce tekme yemişim gibi kramplar girmeye başladı, kalbim ise deli gibi atıyordu. Neden her şey bitmiş gibi hissediyordum ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair şüphelerim neden vardı? Aynı dalgınlıkla ayağa kalktım, biraz tökezlesem de yanına ulaşabildim. Çantasına dolaptan birkaç parça eşya koyarken kolunu yakaladım. Gözlerime hala bakmıyordu, umursamadan sadece tuttuğum elini sıktım. "Bak gerçekten nasıl oldu, nasıl gelişti bu durum hatırlamıyorum, sana yemin ederim. Çok sarhoştum bunu benim kadar sende biliyorsun Buğra, n'olur kırmayalım birbirimizi... Yaşanmamış saysak?" Yaşanmamış saymak evet belki de söylediklerim tamamen dehşet saçma şeylerdi fakat aslında ne diyeceğimi bilememenin verdiği ahmaklıktı bu. "Sen kırılma, ben ikimizin yerine kırılırım!" Dediğinde içim burkulmuştu, ilk defa o an bakmıştı gözlerime ve o an daha net anlamıştım onu yavaş yavaş kaybettiğimi. Gözleri tıpkı benimkiler gibi dolmuştu ve ben onu ilk defa böylesine kırgın görüyordum, böylesine yorgun ve ne yapacağını bilmeyen... "Gitme!" dedim "Özür dilerim, bir daha olmaz!" dedim fakat neden dilimle kalbim birbirine ayak uydurmadı? Yoksa olur muydu ama nasıl, neden olsundu ki? "Buğra, gözlerime bak." diyerek ekledim. Avuçlarımdaki elini çekti ve bir iki saniyelikte olsa gözlerime baktı, "Neden gözlerinde hala o lanet olası adamı görüyorum?" dedi ve gözlerini çekti. Bir şey diyemedim, dilim lal gözlerim âmâ oldu. Göremedim -ki görsem ağlardım, neden böyle olmuştu? O lanet olası açılış gecesine gitmeseydik olmaz mıydı? Onu görmeseydim, o beni görmeseydi sevgilimle böylesine çıkmaz bir yola girer miydik? Üniversiteden beri gözlerimi onunla açıp kapattığım adam, şimdi beni terk mi edecekti? Ellerim titremeye başladı, "Gitme" diye bağırmak istiyordum fakat sesim çıkmıyordu. Sustukça susuyordu kalbim, dilim, nefesim, gözlerim... 'Konuş, ona konuştuğun gibi sevgilime de konuş' diye bağırıyordum kalbime, avaz avaz susuyordu...

***

"Gitti!" dedim gözlerimden akıttığım yaşlarla birlikte. İçim yanıyordu fakat bir yer, tek bir yer boşluktu... Eksiklik değildi bu aksine mutluydu peki ben neden mutluluğu hissedemiyordum. Neden acı duyuyordum. "Belki de böyle olması gerekiyordu." Elimi tuttu ve tebessümle birlikte elimi sıktı. Ela gözlerinde görebildiğim tek şey beni mutlu görmek istediğiydi. Mutlu değildim fakat kendimi yalnız da hissetmiyordum, gariplik silsilelerim almış başını gidiyordu ve ben sadece izliyordum. "Seviyorum onu Asya! Biliyorsun birlikte neler yaşadığımızı, benim onunla birlikte doğduğumu da biliyorsun." Biliyordu, beni çocukluğumdan beri bilen tek dostumdu. Belki de bu dünyada güvendiğim tek yoldaşım... Kafasını salladı ve kahvesinden bir yudum alarak sigaranın ağzından çıkan dumanlarını izledi. İzmariti kül tabağının içinde söndürdükten sonra "Biliyorum" dedi, "Ama bilmek ne bileyim bana son zamanlarda çok yalın geliyor! Belki de doğrularım artık yanlışlara göre daha azdır ve belki de artık sadece yanlışları biliyorumdur." kafam karışmıştı, boş bakışlarla ona baktığımı anlayıp açıklık getirmek için tekrar konuşmaya başladı. "Senin için söylemiyorum, sadece artık neyi bildiğimi bilmiyorum, yani sana yardımcı olmak için elimden geleni yaparım ama elimden ne geleceğini de bilmiyorum." Kafamı yere eğdim ve farkına vardım ki kendine bile yardım edemeyen insan kimden çare bekleyebilirdi ki? Onu suçlamıyordum kendime de kızacak halim kalmamıştı, yorgundum ve garip bir şekilde hoplamak zıplamak istiyordum. "Hatırlıyor musun, benimle ilk konuşmasını?" Dedim, gözleri derinlere dalmıştı fakat kıkırdadı. "Kitapevinde çalışıyordu, Ümit Yaşar'ın şiir kitaplarını inceliyordum, tabii o zamanlar şiir vazgeçilmezimdi şimdi yüzüne bile bakmaz oldum. Yanıma geldi bana simsiyah bir kitap ayracı uzattı. Şaşırmıştım; tebessüm ediyordu, ardından bende gülümseyip "Ben siyah sevmem ki" demiştim. Gülmüştü, ben hiçbir şey söylemeyecek sanmıştım fakat o öyle konuşmuştu ki bütün kelimelere bedeldi. 'Belki bir gün seversin.' Severdim elbet dedim o zamanlar ama hiçbir zaman siyahı sevmemiştim. Belki de bu ona ilk ihanetimdi, ilk aldatışım, onu ilk sırtından vuruşumdu. Ama aynı zamanda o ayraç benim için koca bir servetti, bana Buğra'yı kazandırdı. Hala Ümit Yaşar'ın kitabı arasında duruyor, Bekleyenler İçin şiirinin sayfasında. Sanırım o sayfa şimdi anlamını buluyor; meğer ayraç oymuş, şiir de ben..." Gözümden bir damla yaş aktı fakat güldüm, kahvemden bir yudum alarak paketten çıkardığım sigarayı yaktım. Uzun bir zaman olmuştu, söylerken fark ettim de üstü biraz tozlanmıştı anılarımın. İnsan bir ilkini bilemez bir de sonunu, bende yeni öğrendim. Peki, ortadakiler birden yaşamına ayak basanlar, kalmaz mı ayak izleri kalbimizde? Kimdi bu masalı değiştiren adam, Buğra mıydı? Yoksa aklımdan hiç çıkmayan kehribarlar mı? "Ağca yavaşla. Kalbini yavaşlat, beynini yavaşlat. Sadece hisset olur mu? Kalbinin rotasını değiştirme, dümen bir döndü mü önünü göremezsin. Hayat akıyor, ne sana soruyor ne bana. Yaş al ama yaşlanma. Düşünceler denizinde herkes yaşlı, herkes bilgin, herkes yaralı... Yara al ama kanama olur mu?"  Sadece dinledim,  o kadar çok konuşmak istiyordum ki sustum, çünkü şu saatten sonra ağzımdan çıkacak her şey sahte olacaktı. Samimiyetimin gizlice büyüyen zehirli sarmaşıklara dolanmasından, beni yalnızlığımda boğmasından ve eski anılarımın beynime zincir vurmasından korktum. "Bak ne diyeceğim, yarın Klasik Müzik Resitali var. Uzun zamandır böyle bir etkinliğe gitmiyorum." Dedi, düşüncelerimin arasından. Gözlerimi kapattım, kehribarlar uzun parmaklarıyla piyano çalıyordu. Gerçekten artık klasik müzik deyince aklıma hep o gözler mi gelecekti? Gidemezdim, yüreğim kaldırmazdı ki. Buğra'ya ettiğim ihanet beni daha fazla zehirlerdi, kaldıramazdım. "Kendimi iyi hissetmiyorum." demiştim, yalan değildi ya da yalan mıydı? Yok hayır bana ihaneti hatırlatan müzikle kulaklarımı şenlendiremezdim...

"Lütfen!" 

DİLEMMAUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum