3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları

Start from the beginning
                                    

"Peki benim hakkımda ne gibi dedikodular yaptıklarını biliyor musun?"

"Birtakım şeyler duydum," dedim dürüstçe. "İstemesen de duyuyorsun."

"Ne duydun?"

Aklıma ilk gelen şeyi söylemeden önce güldüm. "İnsanlar seninle konuşmaya çalışınca kaçıyormuşsun."

"Evet," dedi o da benim gibi gülerek. "Aynen öyle yapıyorum."

"Bunu neden yapıyorsun, gerçekten merak ediyorum."

"Çünkü bana söyleyeceklerimle değil, nasıl göründüğümle ilgileniyormuş gibi bakıyorlar." Bakışlarını kahve fincanına indirdi. "En azından kızlar böyle ve erkekler de benden hiç hoşlanmıyormuş gibi görünüyorlar."

"Boş versene," dedim içten bir şekilde. "Eminim Fransızca romantik şeyler söyleyip sevgililerini ellerinden almandan korkuyorlardır."

Bakışlarını kaldırıp gözlerimizi tekrar buluştururken, söylediğime kocaman, kulaklarıma şarkı gibi gelen bir kahkaha attı. "Sevgililerini ellerinden almak bu kadar kolay mıdır sence?"

Başımı aşağı yukarı salladım. "Eğer öyle olmasaydı bence hiç korkmazlardı."

"Haklı olabilirsin," dedi gülümsemeyi hiç kesmeden. "Benim hakkımda duydukların bu kadar mı?"

Bunun dışında sadece bir tane, çok yakışıklı olduğu dedikodusu vardı, ama bunu kendime saklamaya karar verdim. "Yok, sadece bu kadar."

"Peki öyleyse, benim senin hakkında duyduklarımı öğrenmek ister misin?"

Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Benim hakkımda ne duymuş olabilirsin ki?"

Ne kadar eğlendiğini saklamaya çalışmadan, "Okulda oldukça popülersin," dedi. "Öncelikle pek de sosyal biri sayılmazmışsın ve bazıları bunun babanın okul müdürü olmasıyla bağlantılı olduğunu düşünüyor. Geçen yıl edebiyat dersinden Macbeth'i okumak istemeyip bu zorunluluğa karşı çıktığın için atılmışsın ve son olarak bir partide havalı bir çocuğun suratına limon fırlatmışsın." Luke gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Bu sonuncusu cidden çok orijinal ve ilginç."

Utanarak elimle yüzümü kapattım. "Bunların hiçbirini öğrenmemen gerekirdi. Macbeth ve limon olayını nasıl olur da hâlâ konuşabilirler, aklım almıyor. Üstünden koca bir yıl geçti!"

"Görünüşe göre Monterey Lisesi'nin sağlam bir hafızası var."

Ofladım. "Monterey Lisesi bir insan olsa, onu bir kaşık suda boğardım."

Bu söylediğimi görmezden gelip, "Söylesene, kime neden limon fırlattın? Olayın bu kısmı benim için gizemini hâlâ koruyor da."

Sanki bu soruyu sormasını bekliyormuşum gibi, "Çocuğun adını hatırlamıyorum, ama bana iğrenç, sapık bir şaka yapmıştı," dedim hemen. "Ben de çakırkeyiftim ve o an yapabileceğim en mantıklı şeyi yaptım."

Kahkahalarla güldü. "Eminim hak etmiştir."

"Bence etti."

Bu konuya biraz güldükten sonra ödev hakkında konuşmaya başladık. Luke benim aksime Bayan Stiles'ı çok iyi dinlemişti. Ne yapmamız gerektiği konusunda herhangi bir tereddüttü yoktu. Luke'un söylediğine göre Bayan Stiles, önce oturup kendimizi sorgulamamız gerektiğini söylemişti. Ben kimim ve neden bu makaleyi yazıyorum? Bana sorarsanız bu oldukça komikti. Tabii sonra Luke anlatmaya devam etmiş, yazacağımız konuyla alakalı daha önce yazılmış neredeyse bütün makaleleri okumamız gerektiğinden, insanları düşüncelerimize inandırmanın önceliğimiz olduğundan bahsetmişti. Canım şimdiden sıkılmaya başlamıştı açıkçası. Bayan Stiles'tan nefret ediyordum.

Makale hakkında konuşmayı bitirdiğimizde kafeden ayrıldık. Otobüs durağına doğru yürürken, "Seni evine arabayla bırakmayı teklif etmek isterdim," dedi Luke samimi bir şekilde, "ama ne yazık ki benimki bir süredir tamirde."

Ona nazikçe gülümsedim. "İnan ki hiç sorun değil."

Gülümsememe karşılık verdi ve bir süre sessizlik içinde yürüdük. Durağa vardığımızda, "Sen de mi buradan biniyorsun?" diye sordum.

"Aslında hayır." Eliyle karşıki durağı işaret etti. "Ben oradan biniyorum."

"O zaman ayrılıyoruz sanırım?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Sen otobüse binene kadar değil."

Benimle bekleyecek olması ne kadar büyük bir jestti bilmiyorum, ama bir şekilde içimi titretti. Biraz içinde bulunduğum bu ruh halinden uzaklaşmak, biraz da son dakikalarımızı susarak geçirmemek için, "Peki okuldaki diğer insanlar hakkında ne duydun?" diye sordum. "İlgini çeken bir şeyler var mı?"

"Yani pek sayılmaz. Erkekler genelde şu an adlarını bile hatırlamadığım güzel kızlardan bahsedip duruyorlar. Ama bir çocuk var, o oldukça enteresan."

Kaşlarımı çattım. "Kim?"

"Sanırım adı Seth'ti. Pek konuşkan biri sayılmaz. Bazılarının lise hayatını burnundan getirdiğini duydum. Sebepsiz yere yapıyormuş bunu. Hoşuna gittiğini söylüyorlar. Seninle tanıştığımız edebiyat dersinde o da vardı ve derste bir şekilde göz göze geldik. Bana öyle garip bir şekilde baktı ki, onun hakkında söylenen her şeye inandım."

Söyledikleri ciddi anlamda canımı sıkmış, bana kendimi kötü hissettirmişti. "Neden böyle olmayı seçti bilmiyorum, ama o kadar da fena biri sayılmaz."

Kaşlarını çattı. "Onunla arkadaş mısın?"

"Galiba biraz öyleyim." Bazı geceler onunla uyuyor olmam beni ne kadar onun arkadaşı yaparsa, o kadar arkadaşı sayılırdım en azından.

"Biraz öyleyim ne demek tam olarak?"

Çaresizce açıklamaya çalıştım. "Yani bana bayılmaz, ama bazen konuşuruz."

"Kulağa pek hoş gelmiyor."

Omuz silktim. "Seth ile ilgili çoğu şey kulağa hoş gelmez."

"Hayır, yanlış anladın," dedi hızla. "Kulağa hoş gelmeyen seninle arkadaş olma fırsatını tepebilecek kadar sana bayılmıyor oluşu. Ben bunu asla yapmazdım, yapmıyorum da. Ama her neyse, eğer sen onun fena biri olmadığını söylüyorsan, sanırım bütün duyduklarımı boş verip sana inanmayı tercih edeceğim. Sen benim için çok daha güvenilir bir kaynaksın çünkü."

Güldüm. "Teşekkürler, Luke. Ama sen yine de ona bulaşma. Sağı solu belli olmaz."

"Merak etme Prudence," dedi otobüs yolun başında görünüp durağa yaklaşırken, "ben asla kavgayı başlatan taraf olmam."

Sanırım bu dediğinin içimi rahatlatması gerekirdi, ama hiç de öyle olmadı. Aksine beni gerdi. Otobüs durakta durduğunda da, Luke ile vedalaşırken de üstümdeki gerginlik geçmedi.

Düşünüyorum da, galiba bir şeylerin ters gideceğini hissetmiştim.


Savaşın başlamasına az kaldı. HAZIR MISINAĞĞĞĞZZZZZ? 

Ben değilim :( Hayran kurgulara ihanet edip Seth Tucker'cı olmayız inş

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now