2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings

En başından başla
                                    

Yüzümü buruşturdum ve ayağımı sürüye sürüye yanına gittim. Yatağa yattığım an komidinimin üstündeki gece lambasını kapatıp belime sarılarak beni kendine çekti. Başını göbeğime yasladığında ellerim istemsizce saçlarına gitti. Kuzguni saçları oldukça yumuşak ve biraz da nemliydi.

"Saçların," dedim sakin bir sesle ve devam ettim, "niye ıslak?"

"Çünkü yatağına pis girilmesinden hoşlanmadığını biliyorum. Bu yüzden buraya gelmeden hemen önce duş aldım."

Vay canına, ondan böyle bir incelik hiç beklemiyordum cidden. Beni iyi bir şekilde şaşırtmıştı. Gülümseyerek parmaklarımı saçları arasında gezdirdim. Bir süre sessizlik içinde saçlarıyla oynadıktan sonra tam uyuduğunu düşünmeye başlamıştım ki, konuşarak bana yanıldığımı gösterdi. "Yeni çocukla bayağı iyi anlaştınız, ha?"

Kaşlarımı çattım. "Yeni çocuk mu?"

"Evet," dedi, homurdanmaya benzer bir sesle. "Adı Rottweiler gibi bir şeydi. Ya da Kaniş, inan hiçbir fikrim yok."

"Adı Luke, Seth." Kimden bahsettiğini biraz geç olsa da anlamıştım. "Çocuğun ismi yerine bütün köpek ırklarını saymana gerek yoktu."

"Bizim sınıftaki kızların hepsinin ona dibi düşüyor." Başını karnımdan çekip gece mavisi gözlerini gözlerime dikti. "Ama o bunun farkında olmasına rağmen hiçbiriyle konuşmadı, ta ki senin yanına oturana kadar." Sadece kendisinin anlayabileceği bir espri yapmış gibi güldü. "Sanırım sıkıcı sarı saçların ve daima öfkeli bakan gözlerinle onu hemen etkiledin."

"Biraz daha konuşursan kıçına tekmeyi basacağım," dedim sinirlenerek. Buna karşılık tek kelime daha etmeyip başını tekrar karnıma yasladı. Uykuya dalması ise sadece birkaç saniye sürdü. Artık odada düşüncelerimle baş başa kalmıştım.

Pekâlâ, Seth ile bu hale nasıl geldiğimi hâlâ merak ediyorsanız size kısaca anlatayım. Her şey anne babasının ayrılacağını öğrenmesiyle başlamış, bir şekilde soluğu burada almıştı–ki bunu yaparken ne düşünüyordu gerçekten bilmiyorum. Geldiğinde saat gece yarısını çoktan geçiyordu ve pencereme taş atıp beni uyandırmıştı. Sonra birden evimizin yanındaki ağaca tırmanıp odama girmiş, benimle uzun uzun konuşmuştu. Onu hayatımda ilk defa öyle görüyordum ve yardım etmek için yanıp tutuşuyordum. Bu yüzden yapabileceğim en makul yardımı yapıp, onu dizime yatırıp uykuya dalana kadar saçlarını okşamıştım. Devamı olmaz sanıyordum, ama belli ki Seth hiçbir zaman bu şekilde düşünmemişti, çünkü gelmeyi asla kesmedi. Yaptığımız tek şeyin uyumak olduğunu düşünürsek, ben de ona gelme diyemedim. Böylece beni uyurken sarıldığı bir oyuncak ayı gibi kullanmasına izin verdim. Muhtemelen vermemeliydim. Aklı başında olan hiçbir kız böyle bir şeye izin vermezdi. Ne diyebilirdim ki, sanırım aklım hiç de başımda değildi.

Seth kıpırdanıp kollarıyla beni daha sıkı sardığında, iç geçirdim. Yarın okul vardı, bu yüzden ben de uyusam iyi olurdu. Gözlerimi kapattım ve anında uykuya daldım.

Uyandığımda saat sabah altıydı ve Seth yanımda yoktu. Hiçbir zaman olmazdı. Ben uyanmadan önce ortadan yok olmak onun olayı gibi bir şeydi. Bunu hiçbir zaman sorgulamamıştım ve sorgulamaya niyetim de yoktu.

Okul için hazırlanmam yaklaşık yirmi dakikamı aldı. Çok düşünmeden üstüme bir şeyler geçirmekte usta olduğum için hazırlanmak benim için hiçbir zaman uzun vakitler alan bir şey olmamıştı. Çantamı alıp aşağı indiğimde, babam ve annem kahvaltı ediyordu. Annem beni görünce kocaman gülümsedi. "Günaydın."

"Günaydın anne," dedim ve bakışlarımı kahvesini yudumlayan babama çevirdim. "Ne zaman çıkıyoruz?"

Babam göz ucuyla bana baktı. "Önce otur da kahvaltı et."

"Ben kahvaltı etmem, bunu biliyorsun."

Babam başını bu davranışımı onaylamadığını belirtircesine iki yana salladı ve ayağa kalktı. Annemi alnından öperken, "Sağlıksız ve asi bir kız yetiştirmişiz, Gina," dedi. "En kısa zamanda bunu düzeltmeliyiz."

Dış kapıya doğru ilerlerken, "Benim düzeltilmeye ihtiyacım yok," diye çıkıştım. "Olduğum şekilde gayet iyiyim."

Annem söylediklerime güldü. "Sana kesinlikle katılıyorum, tatlım."

Babam annemle olan dayanışmamıza homurdanarak karşılık verdi ve anneme hoşça kal deyip evden çıktık. Okula, istisnai durumlar olmadıkça babamla giderdim. Açıkçası onunla yolculuk hiçbir zaman eğlenceli geçmezdi. Arabada müzik dinlemekten hoşlanmaz, bana nasihat vermeyecekse konuşmak için ağzını açmazdı. Bu yüzden yolcuğun tamamını kulaklıklarım kulağımda geçirirdim. Yani babam kesinlikle kötü biri değildi, ama hayallerimin babası olduğu da söylenemezdi.

Okula vardığımızda, babama hiçbir şey söylemeden kendimi arabadan dışarı attım. Bahçede Hazel'ı bulmak için dolanırken, "Hey, Prudence," diye seslendi biri arkamdan. Anında olduğum yerde durdum ve dönüp arkama baktım. Hızlı adımlarla bana yaklaşmakta olan kişiyi gördüğümde, yüzüme bir gülümsemenin yayılmasına engel olamadım.

"Selam Luke," dedim, o gelip tam karşımda durunca. Ona bakmak için başımı kaldırmam gerekinceye kadar ne kadar uzun olduğunu fark etmemiştim.

"Selam," diye karşılık verdi bana, insanın içine mutluluk yayan bir gülümsemeyle. "Bunun acelesi olmadığının farkındayım, ama okul çıkışı benimle buluşup şu ödev hakkında konuşmak ister misin diye sormak istedim."

Birden gelen bu teklif beni öylesine mutlu etti ki, ona yansıtmamak için büyük bir çaba harcamam gerekti. "Bu çok iyi olur. Yani şimdiden konuşmaya başlamak falan... İyi fikir."

"Kesinlikle öyle." Elini kaldırıp gözlerinin önüne düşen bir sarı saç tutamını geriye attı. "Ayrıca dürüst olmak gerekirse, okula yeni geldim ve henüz hiç arkadaş edinemedim. Seninle takılmak yalnızlığımın bir çaresi olurdu."

"Yalnız kalmana kesinlikle izin vermem, ama eminim sınıfınızda seninle arkadaş olmak isteyecek bir sürü insan vardır."

"Haklı olabilirsin, Prudence ama asıl sorun sınıfta kimsenin benimle arkadaş olmak istememesi değil, benim arkadaş olmak isteyeceğim kimsenin olmaması."

Gözlerimi kırpıştırıp bir süre hiçbir şey söylemeden ona baktım. Sonunda konuşabildiğimde, sesim biraz tuhaf çıkmıştı. "O zaman benimle arkadaş olmak istiyorsun sanırım?"

"Evet, tabii ki. Arkadaş olmak için edebiyat dersinde gizlice manga okuyan bir kızdan daha iyisini düşünemiyorum."

Utanarak bakışlarımı ondan kaçırdım. "Ben tembel bir öğrenci değilim, bu seni yanıltmasın. Sadece Bayan Stiles'ın dersinin hayranı değilim, o kadar."

"Merak etme, öyle bir şey düşünmüyordum zaten," dedi rahatlatıcı bir sesle. "Hem tembel olsaydın da sıkıntı olmazdı, arkadaşlarımı buna göre seçmiyorum."

"Ya neye göre seçiyorsun?"

Omuz silkti. "Sanırım okuduğu mangalara göre. Ve Akatsuki No Yona harika bir tercih."

Başımı olumsuz anlamda sallarken gülüyordum. "Benimle dalga geçiyorsun, öyle değil mi?"

Sırıtarak, "Sadece birazcık," dedi. "Ama eğer gerçekten merak ediyorsan, okul çıkışı seçimlerimi neye göre yaptığımı sana açıklarım. İnan ki biraz bile komplike değiller."

"Nedense sana hiç inanmıyorum."

İmalı imalı gülüp bir adım geri attı. "Okul çıkışı görüşürüz, Prudence."

"Pekâlâ," dedim ve bana arkasını dönüp uzaklaşmadan hemen önce ona saçma bir şekilde el salladım.


Selam''

Oldukça eğlenceli gidiyor, ha? 

Prudence, just like an étoileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin