"Dur, ben de seninle geliyorum," diye bağırdı Bazarov birdenbire kanepeden fırlayarak. İki genç adam çıktılar.

"Kim bu?" diye sordu Pavel Petroviç.

"Arkaşa'nın arkadaşı, söylediğine göre çok akıllı bir adammış."

"Konuğumuz mu olacak?"

"Evet."

"Bu uzun saçlı mı?"

"Evet dedim ya!"

Pavel Petroviç tırnaklarıyla masaya vurdu.

"Arkadiy'i s'est dégourdi buluyorum," dedi. "Dönüşüne sevindim."

Yemekte çok az konuştular. Özellikle Bazarov hemen hemen hiç konuşmadı ama çok fazla yemek yedi. Nikolay Petroviç kendi ifadesiyle "çiftlik" yaşamından çeşitli olaylar anlattı, hükümetin ileride alacağı önlemlerden, komitelerden, delegelerden, makine kullanmak gerektiğinden falan söz etti. Pavel Petroviç, kırmızı şarap dolu kadehinden arada sırada bir yudum alarak ve düşüncesini ya da "Ya! Ha! Hım!" cinsinden ünlemleri daha da az söyleyerek yemek odasında ağır ağır bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu (Pavel Petroviç hiç akşam yemeği yemezdi). Arkadiy birkaç Petersburg haberi verdi ama genç bir insanın çocukluktan yeni çıktığında ve çocuk olarak görülmeye ve sayılmaya alıştığı bir yere geri döndüğünde çoklukla hissettiği o büyük sıkılganlığı duyuyordu. Hiç gerek yokken konuşmasını uzatıyor, "babacığım" demekten kaçınıyordu ve hatta birkaç kez bunun yerine dişlerinin arasından telaffuz ettiği "baba" sözcüğünü kullandı; aşırı bir rahatlıkla kadehine canının istediğinden çok daha fazla şarap koydu ve hepsini içti. Prokovyiç gözünü ondan ayırmıyor ve dudaklarını ısırıp duruyordu. Yemeğin hemen arkasından herkes dağıldı.

"Amcan tuhaf bir adam," dedi Bazarov Arkadiy'e. Üzerinde sabahlığı Arkadiy'in yatağının yanına oturmuş, kısa piposunu tüttürüyordu. "Köyde bu ne şıklık, düşünsene! Tırnakları, hele de tırnakları, sergiye yolla!"

"Ama sen bilmiyorsun," diye cevap verdi Arkadiy, "zamanında bir aslandı o. Bir gün sana anlatırım onun öyküsünü. Çok yakışıklıydı, kadınların başını döndürürdü."

"Ya, bak sen! Demek, eski günlerin anısını yaşatmak için! Yazık burada aklını başından alacak kimse de yok. Gözümü alamadım, ne şaşırtıcı yakalıkları var öyle, sanki taştan gibi, ya çenesi, ne kadar düzgün tıraş edilmiş. Arkadiy Nikolayiç, bütün bunlar gülünç değil mi?"

"Belki ama o gerçekten iyi bir insandır."

"Bir antika! Ama baban sevimli bir adam. Şiir okuyup zamanını harcıyor, çiftlik işlerinden anladığı da kuşkulu ama iyi bir adam."

"Babam altın kalpli bir insandır."

"Çekingen davrandığını fark ettin mi?"

Arkadiy, sanki kendisi çekingen değilmiş gibi başını salladı.

"Ne hayret vericidir," diye devam etti Bazarov, "ah şu yaşlı romantikler! Sinir sistemlerini öfkelenecek kerteye dek gererler... sonra da dengeleri bozulur. Aman neyse, hadi iyi geceler! Odamda bir İngiliz lavabosu var ama kapı kapanmıyor. Şu İngiliz lavabolarını, yani ilerlemeyi teşvik etmek lazım!"

Bazarov gitti, Arkadiy'in içini ise bir sevinç duygusu sardı. Doğduğu evde, tanıdık bir yatakta, sevdiği ellerin, belki de dadıcığının o sevecen, iyi ve yorulmak bilmeyen ellerinin ördüğü battaniyenin altında uyumak çok tatlıydı. Arkadiy, Yegorovna'yı anımsadı, iç geçirdi ve ona Tanrı'dan rahmet diledi... Kendisi için dua etmedi.

O da, Bazarov da hemen uykuya daldılar, fakat evdeki diğer kişiler uzun bir süre daha uyumadılar. Oğlunun dönüşü Nikolay Petroviç'i heyecanlandırmıştı. Yatağına yattı ama mumları söndürmedi ve elini kafasına dayayıp derin düşüncelere daldı. Ağabeyi de gece yarısını çoktan geçtiği halde çalışma odasındaki geniş koltuğunda, taş kömürünün için için yandığı şöminenin önünde oturuyordu. Pavel Petroviç üstünü çıkarmamıştı, yalnızca ayağındaki rugan yarım çizmelerin yerine Çin işi arkalıksız kırmızı terliklerini giymişti. Elinde Galignani'nin son sayısı vardı ama okumuyordu: Mavimsi alevin bir sönüp bir parlayarak titremekte olduğu şömineye büyük bir dikkatle bakıyordu... Düşüncelerinin nerelerde gezindiğini Tanrı bilirdi, ancak yalnızca geçmişte gezinmedikleri belliydi: Yüzünün ifadesi, insanın sadece anılarla meşgul olduğu bir andakinden daha karışık ve asıktı. Arkadaki küçük odada büyük sandığın üzerinde ise sırtında mavi bir yelek, başında koyu renk saçlarının üzerine atılmış beyaz bir şal olan genç bir kadın, Feneçka, kâh etrafa kulak kabartıyor, kâh uyukluyor, kâh bir çocuk karyolasının göründüğü ve uyuyan bir bebeğin düzgün soluklarının işitildiği ardına kadar açık kapıya bakıyordu.

Babalar ve OğullarWhere stories live. Discover now