B.42.

813 85 51
                                    

Selam...

Nasılsınız bakalım?

Herkes iyiyse hemen satırlara geçelim.

Küçücük bir uyarı, oy verip yorumlar yapmayı unutmayın sakın.
🚖🚖🚖

"Ben Olympos Dağında ve Tanrıların arasında yaşıyordum. Yani onları çok iyi tanıyordum. Apollo ve Artemis onlar ikiz kardeştiler ve bilhassa okçulukta yerleri zirveydi. Onların oklarıyla ölmek tatlı bir uykuya dalmaktan ibaretti."

Soğuktan kuruyan dudaklarımı yalayarak ıslatmaya çalıştığımda aynı zamanda güçlü bir nefesi de dışarı verdim. Nefesim buhar olup havaya karışırken hayretim tavan yapmıştı. Cidden inanmakta güçlük çekiyordum. Bir insan bile isteye ölümü kendisine nasıl yakıştırabilirdi?

"Sen vurulmayı mı seçtin?"

Asya, kesik kesik nefes almaya başladı. "İyi misin?" diye sordum.

Gecenin matemine bulanan gözleri usulca kapanıp açıldı. "Evrim, yaşadıklarım asırlar öncesiydi ama anlatmak hâlâ canımı yakmaya yetiyor."

Onun sözlerini onaylamak ister gibi yaparak başımı aşağı yukarı salladım. "Seni anlıyorum Asya. Bilirim vazgeçiş zordur, hele ölümüne severken."

İçgüdülerim sormam için zorluyordu ama kalbim tadında bırak Evrim, diyordu. Yine arsız güdülerime yenik düşerek sormuştum. "Sen onların oklarıyla ölmeyi seçtin?"

Başını öne eğmekle yetindi zira bu bir kabulleniş şekliydi.

Onu teselli etmek üzgün olduğumu söylemek istedim ama biraz düşününce vazgeçtim. Olay asırlar öncesi yaşanmıştı ahlayıp vahlamanın kimseye bir yararı olmayacaktı lakin itiraf etmeliyim ki içler acısı bir aşk hikayesi dinlemiştim. Kalbim paramparça olmuş ığıl ığıl kanıyordu.

Her şey bir yana benim esas merak ettiğim bambaşka bir düzlem oluşturuyordu. Asya'nın göçmen ruhuna ne olmuştu.

Çekinerek de olsa sesimin ayarını olabildiğince kısıp merakımı gidermek pahasına zihnimi bulandıran soruyu soruverdim. "Ya sonra Asya, sonra ne oldu?"

Önce üst üste binen dudakları içe sonra alt dudağı dışa kıvrıldı. "Sonra, sonra!" diye tekrarladı kelimeleri. Tanrı Zeus, Tanrıça Hera' ya çok kızmış ve ruhumu ödüllendirmişti. Bedenim Apollo'nun okuyla ölürken ruhum ileride Kraliçe olacak olan yeni doğan kız bebeğe verildi."

Kelimeler ervahından doğarken ağız boşluğumdan dökülen sevinç nağmelerine engel olamadım. "Hadi ya, bu çok iyiymiş!"

"İyi olan ne Evrim?" Onun da çehresine inceden bir tebessüm oturmuştu.

"Yani büyüyünce bir Kraliçe olacak olman," diye cevap verdim.

Asya'nın cevabı yine enteresandı. "Her gördüğüne inanma Evrim." dedi.

Onun bilmeceyi andıran cevabı karşısında ruhumda devinmeler yaşamış aklım allak bullak olmuştu. "Sayende bunu çok güzel öğrendim Asya, bundan sonra ne gördüğüme ne de duyduğuma inanırım."

Asya'nın keskin hatlı yüzünde bir tomurcuk çiçek açtı. "Evrim, yanlış düşünüyorsun, dediğini yapacak olursan eğer geriye inanacağın bir şey kalmamış olur. İnancını kaybeden insan boşluğa savurur. "

"İnanmam gereken gerçekler detaylarda gizlidir Asya, unuttuysan hatırlamanı öneririm." Sözcüklere anlam yüklerken bir bilge gibi konuştuğumu fark etmiştim.

Bu bilgelik bulaşıcı bir şeydi galiba, baksanıza bende dahil olmuştum bu kervana.

Asya, karşıma geçti ve aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Garipseyen bakışlarıma aldırış etmeden işaret parmağıyla tam kalbimin olduğu yere dokundu. "Kendi repliğimi nasıl unuturum Evrim!" dedi ve benden bir adım uzağa geriledi.

İliklerimize işleyen poyraz yeli onun koyu kızıl saçlarını sağa sola uçuşturuyor birbirinden bağımsız hareket eden tutamlar arasına sanki gökten yıldızlar yağıyordu.

Ben kendi yarattığım hayal dünyamdaki manzarayı hayranlıkla seyrederken Asya'nın ürpererek sarsıldığını gördüm.

Soyutluktan arınarak hemen gerçekliğe dönüş yaptım. "Ne oldu Asya, neden titriyorsun?"

Narin parmaklı ellerini bana doğru uzattı. "Üşüyorum Evrim, gecenin ayazı ruhuma çökmüş gibi ellerim buz kesti."

Uzanıp üşüyen ellerini avuçlarım arasına aldım ısınsınlar diye. "İstersen taksiye geçelim?"

"Baksana Evrim, şehir buradan ne kadar muhteşem görünüyor. Gecenin sessizliğini duyumsuyorum. Canım hiç gitmek istemiyor," dedi omuzlarını haylaz bir çocuk gibi silkeleyerek.

"Kalmayı bu kadar çok istiyorsan kalalım o zaman."

Zifiri karanlığa meydan okuyan gözleri taradı yüzümü. "Sen üşümedin mi?" diye sorarken.

Üşüyor muydum? Bedenim üşüyordu ama kalbim koyu kızıl saçların ateşiyle ısınıyordu.

Oğlum Evrim kendine gel, diye içimden geçenleri susturmaya çalıştım. Yani üç beş saat içinde insan birine aşık olabilir miydi?

Olma olasılığı çok yüksek Evrim, ama sen sakın bu kaçık ve hasta ruhlu kıza aşık olayım falan deme...

Yok, öyle bir şey güzel kalbim. Aşk ne alaka? Ben Asya'yı dinlemeyi seviyorum. Onun sanrıları zihnimi bulandırıyor bulandırmasına ama sen söyle masalımsı bir tat yok mu yani?

"Ne oldu Evrim, daldın gittin? Yoksa içinden beni mi çekiştiriyorsun"

Gerçekten ben Asya'yı bir kalıba sığdıramıyordum. Ruh hastası mıydı, kaçığın teki miydi, yoksa zihin okuyucu bir medyum muydu?

İşin ilginç tarafı benim ne düşündüğümü nereden biliyordu? Bunu öğrenmenin yolu tahmin yürütmek yerine Asya'ya sormaktan geçiyordu. Hemen kendimi toparlayıp gardımı aldım.

"Asya, biraz önce neyi ima etmek istedin, dahası içimden geçenleri aşağı yukarı tahmin edebiliyorsun; sen bunu nasıl yapabiliyorsun?"

SON TAŞIYICI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin