"Nasıl?" derken sesim dehşete kapılmışım gibi çıkmıştı. Soruma karşılık omuz silkip sırıttı. Ona böyle aşağıdan bakarken, bir tutam saçı alnına doğru düşmüşken, dudakları yakıcı bir yakınlıktayken dikkatimi toplamam oldukça zordu. Bakışlarımı dudaklarına, konuşurken aldığı şekle kaydırmamak için adeta kendimle savaşıyordum.

"O da benim sırrım, güzelim. Tüm adreslerdeki kişilere ulaştım. Ve senin için bir görüşme ayarlanmasını istedim." Hayretle harmanlanmış bir şok geçiriyordum şu an. Ne zaman yapmıştı tüm bunları?

"Dün sen uyuduktan sonra çok düşündüm." Ben onunda uyuduğunu sanıyordum oysaki. "Sana yardım etmeliydim, bir şekilde yapmalıydım bunu ve bunun için tüm imkanlarımı kullanabileceğimi biliyorsun. Eğer mutlu olacaksan..." dedikten sonra dudaklarıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Kısa süreli öpücüğünün sarhoşluğunu yaşarken yeniden konuşmaya başladı. "ben de mutlu olurum."

Yüzüne mahcup bir gülümsemeyle baktım. Yardımıma gönderilen bir melekti sanki. Cennetin en mükemmel meleğini bana göndermişti sanki Allah. Umutlarıma kilit vurduğum sıralarda umudum olmayı başarmıştı. Hayatımın şimdi tam merkezinde yer alıyordu. İzmir'e geldiğimden beri annemle yüz yüze konuşmamıştım fakat Gürkan... İnanmazdım, kimseyi böylesine yoğun, böylesine sıcak sevebileceğimi.

"Öyle harikasın ki, tüm hayatımın karanlık dönemlerini sildim aklımdan. Şimdi yalnızca sen ve sana dair güzel anılarla süslü. Kayıplarımı unutamasam bile senin yanında o acıyı hissetmiyorum. Bana öyle bir iyi geliyorsun ki, kanserli kalbime yeniden can veriyorsun sanki. Gözlerinde bana iyi gelen bir şeyler var. O kalbin varya, şu anda yaşama sebebim."

Gözleri garip bir duyguyla kaplandı. Dolu gözlerimle yüzünü incelerken bir anda kollarımı sıkıca boynuna sardım. Kokusunu derinlerime çeke çeke sıkıca sarıldım. Ağırlığı üzerime baskı yapsa dahi umursamadım. Ona öylesine ihtiyacım vardı ki nefes alamadığımda kullanmam gereken astım spreyi gibi. Ben bu zamandan sonra onsuz yaşayamazdım ki. En büyük sınavım onsuzluk olurdu sanırım.

"Haydi, kahvaltı yapalım."

Sahilde el ele yürürken ona bakıp bir kez daha hayran oluyordum. Onun yanında olduğumu görenlerin yargılayıcı bakışlarını umursamıyordum. Onlar beni onun yanına yakıştırmayabilirlerdi. Açıkçası umurumda da değildi. Biz birbirimiz için yaratıldığımızı bildikten sonra gerisi önemli değildi.

"Seferihisar gerçekten çok güzel bir yer." Diye mırıldanıyordum. Etrafıma hayranlıkla bakıyordum. Böylesine güzel bir yerde bu kadar az insanın olması tuhaftı benim için. İstanbul'da nereye gidersem gideyim hep kalabalık gördüğümden olsa gerekti. Olağandışı bir güzelliği vardı İzmir'in. Mesela Konak meydanında haklarını savunmaya çalışanlar, sattığı gevrekler ıslanmasın diye yağmurdan kaçanlar, yağmur yüzünden sığınmak için bir yer arayanlar, vapur için bekleyenler, martılara simit atanlar... Bambaşkaydı. Her şeyiyle güzeldi. Bulvarları, sokakları, camileri, kiliseleri... Apayrıydı. Onları gördükçe dilim tutuluyordu.

Düşüncelerimden kurtulup olduğum ana yoğunlaştım. Gürkan'ın kolunun altına girip, yüzüne gülümsedikten sonra elimdeki gevrekten bir ısırık daha aldım. Yaşlı çiftlerin el ele yanımızdan geçmeleri çok hoşuma gitmişti. İleride, rüzgârdan başörtüsü uçuşan teyzenin telaşını gördüm, hemen yanında ona gülen eşini. Bakışlarındaki aşkı gördüm. İnsanlar artık iç içe yaşamayı öğreniyor olmalıydılar. Bir insanı dinine, ırkına, ten rengine, diline, doğduğu coğrafyaya göre yargılamaya karşıydım. Şu dünyaya gelirken doğacağımız toplumu, tenimizin, gözümüzün rengini, konuşacağımız dili, doğacağımız yeri bizler belirlemiyorduk. Zenciler zenci olmayı, sarışınlarda sarışın olmayı kendileri seçmiyordu sonuçta. Bu saçma öngörüyü çocuklara empoze eden insanlardan da nefret ediyordum. Irk ayrımı yapan insana insan da demezdim açıkçası.

Romantik Komedi [TAMAMLANDI]Where stories live. Discover now