B.8.

5.3K 321 340
                                    

Bölümler hız kesmeden gelmeye devam ediyor.

Taksi gecenin inine doğru yol alıyor.

Bakalım Evrim, bizlere neler anlatacak.

Buraya okumaya başladığınız saati yazar mısınız➜

Şu arkadaşı➜ebri__bahar takip ederseniz sevinirim (;)

Yıldızı⭐sönük satırları yorumsuz bırakmayın💋

Hatırlatma

Benim onca soruma karşılık esrarengiz kız Asya'nın dolgun dudakları arasından tek kelimelik bir cevap firar etti. "Havaalanı"

🚖🚖🚖

Havaalanı ile Asya'nın ne gibi bir alakası vardı henüz fikir yürütmek şöyle dursun ondan aldığım tek kelimelik cevap ruhumu öfkeli bir fırtına gibi oradan oraya savurmuştu. 

Nedenini sormakla sormamak arası ikilem yaşarken eş zamanlı olarak yanağımın iç kısmını dişlerimle çiğnemeye başlamıştım. Bu sihirli kelime Asya üzerinde nasıl bir etki yarattığı malumdu. Esasında bütün çekincem ve tereddütlerim bu varsayım üzerine kuruluydu. 

Görünen görünmeyen her bir detayı akıl süzgecimden geçirerek bir bir eledim.  Eleğin yüzeyde kalan ve kendini bariz bir şekilde gösteren tek seçenek kalıyordu. Sormak. Ona havaalanı gerçeğini sormak...

Soru basit cevabı da basit  olmalıydı. Bir süredir birbirine kenetlenmiş dudaklarım aralandı ve sözcükler muhatabını buldu. "Havaalanı, dediniz sanırım ben yanlış duymadım öyle değil mi?"

Ona sorduğum soruyu teyit etmek ister gibi  gülümserken, "Evet, havaalanı!" dedi.

Havaalanı kelimesinin bende çağrıştırdı sıradanlığın tek ölçütü korkuydu. Uçağa binmekten ve ölmekten korkmak, onun yaşadığı panik-atağı da hesaba katacak olursak eğer sebep ve sonuç ortadaydı; yani sebep sonuç ilişkisi.

Yaptığım analiz neticesinde kendimden o kadar emindim ki, dağarcığımda yer eden soruyu sormakta hiç tereddüt yaşamadım. "Uçak korkunuz var sanırım?"

Kendi yazdığı senaryoyu oynayan bir oyuncu gibi gayet rahattı tavırları.

"Hayır, öyle bir şey değil?"

Asya'nın cevabı karşısında doğruluğundan emin olduğum sanrılarım boşa çıkmış yine kocaman bir hezeyan yaşatmıştım.

Yanılgı ve yenilgi yaşamıştım ama aldırış etmeyerek hemen gerçeğin peşine düştüm. "Uçak korkusu değilse nedir?" Cidden büyük bir tükeniş yaşıyordum. O değil bu değil, diyerek ruhumdaki bütün varsayımları emiyordu ve bu beni tükenmişliğe sürüklüyordu.

"İngiltere!" Yine tek bir kelimenin ardına sığınmış yine ruhumu tarumar etmişti. 

Bakışlarım suspus olurken dakikalara anlamı kıt bir soru yükledim. "Biraz açıklayıcı olursanız sevinirim, zira söylemleriniz bende sade kafa karışıklığı yaratıyor; başka bir şey değil."

 "Benim niyetim kimsenin kafasını karıştırmak değil Evrim Bey, bunu gerçekten bilmenizi isterim."

Hastanede olduğumuzu unutup sesimin ayarını biraz yükseltmiş olabilirdim. "Asya Hanım, benim anlamadığım ve bu iki kelime arasında hiçbir bağlantı kuramadığım şey; bütün bunlar neden sizin paniklemenize sebep oldu?" 

Asya, gür görünümlü kıvrık kirpiklerini birkaç kez göz kapaklarını açıp kapatarak kırpıştırırken, "Uzun hikaye." diye cevap verdi.

"Of ya!" yine başladık aykırı cevaplara, diye geçirdim aklımın karmaşık dehlizlerinden.

"Bizde vakitten çok ne var, nasıl olsa bu gece sabahçıyız, bekleriz," dedim. Asya ile baş edemeyeceğimi anladığımdan mıdır nedir yine kabullenişi seçmiştim. Belki de merak dürtüsü beni buna zorluyordu.

Asya, bıkkın bir moda girerken kara gözlerini sağa sola oynatarak devirdi. "Evrim Bey, sıkboğaz etmeyin isterseniz. Biliyorum, bir şeyleri merak ediyorsunuz ama unutmayın her şeyin bir zamanı ve sırası var." dedi. Sözlerinin bitiminde biraz öncesine nazaran hafif bir tebessüm oturmuştu çehresine.

Yeni fark ediyordum;  gecenin misafir kızı gergin olduğunda bile ne kadar güzel gülümsüyordu...

Biraz ileri gittiğimi var sayıp hemen duygu ve düşüncelerimi geri vitese attım. Anında özür dilemek istedim. Bir hanımefendiyi sıkmak benim kitabımda yazmazdı çünkü.

"Affedersiniz sizi sıkboğaz etmek istemedim, eğer üzerinize fazla gidip sıkılmanıza neden olduysam özür dilerim. Ben sizi sıktığımın farkında değilim." 

İkinci kez Asya'nın çehresine nazende bir gülüş oturmuştu. Özrüm ve nezaketim işe yaramıştı.

"Bakın biraz önce siz söylediniz; geceler uzun ve biz sabahçıyız, diye. Sizin anlayacağınız  vaktimiz çok, aceleye gerek yok." 

Bu, gerekçeli açıklamanın üzerine duygularımı sarıya boyadım. Sarı bana göre aydınlığın ve ferahlığın rengi. Her insanın ve ruhunun bir rengi vardır. Benim rengim kimi zaman mavi, kimi zaman sarı; siyahı çokça yaşar asi ruhum. Beyaz, nadir de olsa uğrar semtime.

Sarıya boyanmış ruhum Asya'nın telkin edici konuşmasıyla ferahlamıştı. "Öyle diyorsanız, öyle olsun." 

Asya, hastane yatağının başucundaki asılı duran yarıya inmiş seruma baktı. "Ne zaman biter bu," diye sorarken sıkkın olduğu feri sönük göz bebeklerinden okunabiliyordu.

Benim arsız duygularım hemen eyleme geçti. "Acele etmeye gerek yok, nasıl olsa sabahçıyız." Kendi silahıyla vurmuştum onu; silah dediysem kelimenin güçlü silahıyla. Bunu yapmaktaki asıl maksadım sinirleri gergin Asya ile şakalaşıp onu gülümseterek bir nebzecik rahatlatmaktı.

Asya'nın yüz çehresi yaptığım şakayla biraz aydınlansa da yatağın içindeki huzursuzluğu bariz bir şekilde belli oluyordu.

Uzak doğunun kızı Asya, ellerini koyu kızıl saçları arasında amaçsızca dolaştırdı ve sağına soluna biraz bakındıktan sonra içten içe derin bir nefes aldı ve bıraktı. Belli ki bir rahatsızlığı vardı sık ve derin nefes alışverişleri bunu ortaya koyuyordu... "Hastane ve hasta yataklarını hiç sevmem bana hep ölümü çağrıştırıyorlar." dedi.

SON TAŞIYICI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin